Yeni Üyelik
3.
Bölüm

(2) puslu geçmiş.

@ebru2_yuva_

Bir mum yaktım. Geride ki herşeyin izini yokettim. Kendimdem geriye bütün izleri yokettim. Bir ismim vardı. Yıllar önce onu da kullanmayı bıraktım. Şimdi aynada kendimde gördüğüm tek şey. Yaşadıklarımın boyadığı bu sahte beden. Oysa kağıt bir evden farksız olmadığını en iyi sen biliyorsun barz.

 

Bir gün herşey başladığında ve bittiğinde. İşte o gün tek biri kazanacaktı. Bu ister haksızlıkla olsun ister adaletle olsun. Tek Biri galip olacaktı. Hissediyordum o günün çok yakında olduğunu. Bu sabah farklı bir gündü. Adlandıramadığım bir heycan vardı sanki içimde. Bir an önce bu saçma duyguyu içimden drfetmek istiyordum.

 

Dün gece gözüme hiç uyku girmemişti. Sabahın altısında evden çıkmıştım çünkü kaybedecek bir zamanım yoktu. Zaman akıp gidiyordu. Ve ben her gün uyandığımda kendimden biraz daha utanıyordum. Tam on dört yılın her gününde ben bunu yaşıyordum. Bir çıkmaz gibiydi.

 

Gün geçtikçe herşey daha çok karışıp düğümleniyordu. Ben arayıp yaklaştığımı sandıkça aslında daha çok uzaklaşıyordum. Ve sırf bunun için artık öfkemi değil aklımı kullanarak harekete geçmek, başarmak istiyorum.

 

Kızlar sabah kalktıklarında beni merak etmeyeceklerdi. Çünkü artık alışmışlardı. Benim için zaman mekan yoktu. Bazen gecenin saat ikisinde kalkıp gidiyordum. Bazen ise sabahın erken saatlerinde. Tam on dört yılım bu şekilde geçmişti.

 

Bu yüzdrn insanlar kendi aralarında bana izci diye hitap ediyorlardı. Evet artık onun sayesinde bir izciydim.

 

Ve bugün yene bir izin yolunda öğrendiğim farklı bir diyardaydım. Oldukça tehlikeli hatta söylenenlere göre buraya gelen hiç kimse bir daha dönmuyormuş. Ve o yerin ismi hafkahenardı. Hiç kimsenin gelmeye cesaret edemyeceği bir yere adım atmak için geldim. Dün gece ormandan döndükten hemen sonra büyücüme gittim. Onun attığı kürede barz'ın izi gitmek üzere olduğum hafkahenarda çıktı.

 

Buraya gelmek herşeyi göze almaktı. Biliyorum belkide burdan çıkmayacaktım. Ve belkide ölecektim. İşte sırf bu ihtimali düşündüğüm için bu sabah evden çıkmadan evvel kardeşlerimle vedalaşmıştım.

 

Dün gece yıldızlarımda vedalşmıştım. Ailemin intikamını almanın yolunda ölmenin bir sorunu yoktu. Evde diğer kızlar gibi oturup öylece bir şeylerin yoluna girmesi beklemek aptallık. Ve korkaklıktı. Ben bu kişi değildim. Kendimi yıllardır ölüme hazırlıyorum zaten.

 

Bir gün bu amaç uğrunda ölecektim. Ama ondan önce verdiğim sözü tutacaktım.

 

Yolda yürürken önüme çıkan dala sert bir tekme atarak yolumdan çektim. Soğuktan donmak üzereydim. Dişlerim gıcırdıyordu. Kahretsin brifi bana bu ormanın bu kadar soğuk olduğunu söylememişti! o yüzden bir aptal gibi üzerine sadece ince koyu mavi bir elbise ile uzun kahverengi şapkalı bir pelerin giymiştim. Neyse ki pelerinin önü kapanıyordu da hala soğuktan burda gebermemiştim. Soğuk bir kırbaş gibi bedenime vururken hem üşümekten hemde öfkeden tirtiyordum.

 

Titreyen dudaklarımı zorlukla aralayıp. "Tanrı'nın sevmediği lanet hayvan. Ne kadar tehlikeli kötü alan varsa. Zaten hep orda avlanıyorsun."dişlerimin arasından tısladığımda artık daha fazla yürüyecek mecalim yoktu. Dönüp şöyle bir etrafıma baktığımda ister istemez düşündüm.

 

Sahi kaç saattir yürüyorum ben?

 

Her tarafta kuru ağaçlar vardı. Yaz ayında bu kadar kurakkık akıl alır değildi. Üstelik brifi bana burda çok yırtıcı hayvanların olduğunu söylenişti. Fakat şimdi etrafıma bakınca değil hayvanın benim dışımda hiç bir canlının buraya adım atmadığına emin oldum. Hiç bir canlının yaşadığına dair herhangi bir iz, Bir raslantı yoktu. Tehlikeli hayvanları bırak kaç saattir burda yürümeme rağmen bir böcek bile görmemiştim.

 

Lanet ormana girenin neden sağ çıkmadığını şimdi daha iyi anlıyorum. Buraya gelmeden önce bir ayının postunu deşip içine girsen yene bu soğuktaa sağ çıkma ihtimalin yoktu. Hava noramlin dışında soğuktu.

 

O hayvan sırf beni öldürmek için böyle yerlere sürüklüyordu. Ama eğer bende börfa'ysam onu gebertmeyene dek ölmeyeceğim! İnsan ve hayvanların bir olmadığı gibi büyneleri ve postu da bir değil. O hayvan türü bir hafta beslenmese de gebereez. Ama ben evden çıkarken biraz kuru ekmek tüketmeme rağmen şimdi açlıktan karnım gurulduyordu.

 

Kollarımı gövdeme dolayıp üzerimde ki elbiselere biraz daha sarıldım. Zorlukla bir kaç adım attığımda havanın daha fazla soğuduğunu farketip sırtımı büyük çınara yasladım. Bu şekilde gidersem çok yaşamazdım. Gözlerimden adeta ateş püskürüyordu. "lanet olsası hayvan. Zeki bir insanın aklı bile bu kafar çalışmazken. Hayvan aklınla beni öldürmek için her çukura sokuyorsun." öfkeyle soludum.

 

Bedenime giren titremeyle düşüncelerimde yanılmadım. Gerçekten de hava git gide daha çok soğuyordu. Bu nasıl bir yerdi böyle. Birisi büyüyle mi soğutuyordu burayı yoksa doğalı mı böyleydi? Bedenimi yasladığım ağacın gövdesinden ayırıp yürümek için hareketlendim. Fakat daha birinci adımımda soğuk beni gafil avladı.

 

Normal değildi. Bir ormanın doğalı bu olamaz.

 

Bu orman bildiğin lanetlenmişti!

 

Başka türlüsü mümkün değil. Birde kimse sağ çıkmaz diyorlar. En güçlü bünyeye sahip hayvan bile burda yaşayamazken normal bir insan asla yaşayamazdı. Kar yağmıyordu rüzgar esmiyordu. Sadece hava bulutluydu. Bu kadar soğuk nerden geliyor? Hayretle başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Kara bulutlardan başka hiç bir şey görünmüyordu. Bir süredir orda misafirlerdi. Fakat anlaşılan yağmur yağdırmaya niyetli değillerdi. Yene sebepsiz yere öfkelenmiştim. O büyücü neden bana bu kadar soğuk olduğunu söylememişti?

 

Soğuğa teslim olmak yerine inatçı yanıma uyarak yürümeye başladım. Soğuktan artık ellerim titriyordu. Öyle ki bu soğuk garip bir şekilde gücümü de emiyordu sanki. Artık sırtımda ki pelerinimle aynı renk çantayı bile taşıyamıyordum. Çantamın içinde çok bir şey yoktu. Her ihtimale karçı gelmeden önce bahçemizden topladığım bir kaç ayva, ve kum saati vardı. Tabi onu vurmak için kendi ellerimle yaptığım yermi okda vardı. Son olarak bedenini deşmek için hazır olda bekleyen hançerimi de unutmamak gerekirdi.

 

Hançerim sıradan bir hançer değildi.

 

Sihirli bir hançerdi.

 

Babamdan bana kalan özel bir emanetti o hançer. Eskiden onu kullanmayı bilmediğim sürekli kendime zarar veriyordum onu kullanırken. Fakat britif bana öğretmişti. Britif benim büyücümdü. Yani bücüm de denilmezdi. Aynı ormanda yaşadığımız. Ve bir derdim tasam olduğunda ilk gidip sorup danıştığım bazen ise sinirlendiğimde okla kovaladığım yakınımdı. Ama bu saaten sonra onunla olan yakınlığıma artık bir mesafe koyacağım. Çünkü soğuk olmadığını söyleyip de öldürecek bir derecede soğuk olan bir yere beni gönderdiyse. Böylesine sahtekar bir insanla bu saatten sonra işim olmazdı.

 

Soğuk her ne kadar çok baskın olsada bu etrafta bakışkarımı şahin gibi gezidrmeme engel değildi. Onun kendisinden geriye bıraktığı bir izi bulmaya çalışıyordum. Barz nerden geçse kendinden geriye iz bırakırdı.

 

Yürürken birden bire düşüncelerimim esiri oldum. Dün gece brifinin sözleri zihnimde yankılandı.

 

"Hafka ormanının bütün ağaçlarının yaprakları sarı. Ve içinde her türlü meyve var." her türlü meyve. Dönüp etrafıma baktım. Değil meyve tek bir yaprak bile yoktı. Burda sanki hiç ağaçlar yeşermemiş hiç daha önce yağmur yağmamış gibi kuraklıktı.

 

Hemen sonra brifinin ciddiye almadığım bir diğer sözü zihnimde yankılandı.

 

"Ve bilmem gereken önemli bir şey var ki. Ormana giden yolun hemen yanında başka bir yol daha var. Oraya sakın ama sakın girme. Henar ormanı yıllar önce tanrı tarafından kuraklık ve sınırsız bir soğuklukla lanetlendi."

 

Henar ormanı?

 

Kuraklık ve sınırsız soğuklukla lanetlendi.

 

Etrafımda kuru ağaçlar vardı. Sınırsız bir soğukluk vardı.

 

Britif beni oyuna getirmemişti. Allah kahretsin ki bunu hiç düşünmemiştim. O sözler öyle birden bire aklıma gelmişti. Britif bunları söylerken ben kapıdan çıkıp gitmiştim. Salak gibi dinlememiştim. Sadece onu bulmanın heycanıyla hemen çıkıp gitmiştim. Nasıl gideceğimi bile sormamıştım.

 

Gerçekten büyük bir aptaldım. İntikam arzuzu beni iyice şaşaloz birine çevirip durmuştu. Kafam çalışmıyordu.

 

Ben şuan tanrının lanetlediği bir ormandaydım.

 

Ağır bir sessizlik geziyordu etrafta. Öyle ki çıt bile çıkmıyordu. Benden başka hiç bir canlının nefesi yoktu. Burdan uzaklaşmalıydım. Bu bir tuzaktı! Kahretsin bu kadar aptal olduğuma inanamıyorum. Tabikide britif'n bahsettiği orman bu değildi. Buraya girmeden önce ağacın gövdesinin üzerinde kazınmış bir şekilde hafka. Sol çaprazında ise henar yazIyordu. Ve ben bu iki ismin bir ormanın ismi olduğunu zannetmiştim.

 

Düşün börfa düşün.

 

Biri benim dengemle oynuyordu. Dün gece asla girmeyecğim dediğim ormana gözüm kör girmiştim. Biri benimle gerçekten de oynuyordu. Babamın düşmanı olan kral alterib olabilir mi acaba?

 

Hayır bu değil.

 

Diğer ihtimal.

 

Hişin barz...

 

Evet oydu benimle yanlızca o böyle kurnaz ve zeki oynayabilirdi. Biri isimleri değiştirdi. Hafka ormanının tabelasını değiştirdi. Ve beni yasaklı bölgeye yönlendirdi. Kaybedecek bir saniyem bile yoktu. Burda onun oynuna kurban gitmeyecektim. O alçak ne planlıyor bilmiyorum fakat hiç tekin şeyler olmadığı aşikardı. Arkamı döndüm ve hiç düşünmeden koşmaya başladım. Soğuk gücümü tüketiyordu. Bacaklarım hissizleşmişti. Ne amaç için getirtmişti beni buraya? Burdan kurtulmalıydım.

 

Nefslerim hızlandı kalbim tekledi. Tehlikedeydim. Hemde adını bilmediğim büyük bir tehlikedeydim. Bu yasaklı orman hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadığım gibi bana neler olacağı şeyler hakında da bir bilgiye sahip değidlim. Biraz koştuktan sonra emin olmak için durup sırtımda ki çantayı hızlı bir şekilde indirdim. Ve ağzını açıp içinde ki kehribar kum saatini çıkardım. Avucuma aldığım kum saatini göz hizama getirdim. Mavi irislerim kum saatinin süzülen kumlarını buldu. Ve gözlerim görüdülerimle dehçetle açıldı. Buda neydi?

 

Kum saati çalışıyordu.

 

Ama daha bu sabah baktığımda kumlar yok denilecek bir şekilde süzülüyordu. Ve buna dayanarak ağır yaralı olduğunu düşünüp hevesle buraya gelmiştim. Ama şimdi gördüklerim korkunçtu.

 

Korkunç bir felaketti.

 

Eğer hişin burdaysa. Ve bu kum saatin görünüşüne göre sağlıklıysa. Bu korkunçtu. Bunu düşünmek bile istemiyorum. Barz buralardayda buda benim parçalanmaya hazır bir av olduğumu hatırlatıyordu. Eğer herşey beni buraya getirmek için kurulmuş bir tuzak ise. Peki elimde ki bu kum saatinin zaman akışı neden bu sabah yavaştı? Ve şimdi normale dönmüştü. Bir gariplik vardı.

 

Anlamadığım birşeyşer vardı.

 

Bildiğim bir şey varsa eğer oda şuanlık başım büyük belada olduğu. Kum saatini hızlı bir şekilde çantanın içine koyup çantanın ağzını kapattım. Dönüp tekrar etrafı kolaçan ettim. Sessizlikti. Buda demekti ki hala zamanım vardı. Hiç vakit kaybetmeden tekrar koşmaya başladım. Bir an önce bu ormandan çıkmam gerekiyordu. Hemde hemen.

 

Koşmakta üstüme yoktu. En azından bunda başarılıydım. Normal insanlar gibi hemen nefesim kesilmiyordu. Hayvanlarla yaşaya yaşaya onlardan pek bir farkım kalmamıştı.

 

Ben hızlı koşarken arkamda kırılan dalların sesi sessizliği bozuyordu. Yanlış işitmemiştim. Biri arkamdan geliyordu. Hiç bir şekilde başımı çevirip arkama bakmadım. Bu yaptığım korkaklık değildi. Ben bana kurulmuş tuzakta avlanıp insanların arkamdan aptal diye bahsedileni olmak istemiyorum.

 

Benim bir yeminim vardı.

 

Şuan tek odağım hızlı koşmaktı. Geçen her saniye kalbim biraz daha ritmi bozluyordu. Ve ben kalnimle inatlaşıyordum. Hızlı atan nabzımın sesi kulaklarıma yetişiyordu.

 

Bu soğukta hızlı koştuğumdan olsa gerek terlemiştim. Anlımda boncuk boncuK ter dökülüyordu. Gerçekten şuan rezil bir durumdaydım. Şuan bir haydut gibi koşuyordum.

 

Yada korkkak mı demeliyim. Nefesim hızımı düşüyordu. Ama pes etmiyordum. Gebersem bile durmak yoktu. Ağaçlar belli bir aralıkta olduğu için onlara çarpma gibi bir ihtimalim yoktu en azından. Sıhhatim hiç iyi değildi.

 

Kendime sık sık Koş börfa koş. Ölmek için iyi bir katil değil o. Dedim.

 

Kurtlar tarafından parçalanmayı yeğlerdim parz'ın bir pençesine.

 

Bunu hatırlayarak hız kesen bacaklarıma hızlanmaları için komut verdim. Durmak yoktu. Pes ettiğim zamanlarda annem hep bunu söylerdi. O an anıların kolllarında Kendimi geçmiş dönemine götürülürken buldum.

 

"Bu kadar çabuk vazgeçemezsin küçük börfa. Eğer kazanmak istiyorsan önce korkaklığından vazgeçeceksin. Durmak yok."

 

Durmak yok.

 

"Yapamam ki. B-ben tırmanam o ağaca çok korkunç bakıyor."

 

"Korku insanın en zayıf damarıdır. Sakın onların sana alışmasına izin verme börfa. Hayat cesurlardan yana. Korkaklar daima kaybeder."

 

Cesur ol börfa.

 

Kaybetmek yoktu korku yoktu. Hedef ve amaç vardı. Bunu unutma. Eğer bunu unutursam herşeyimi unuturım.

 

Benim yaşadıklarım unutulmayı haketmeyecek kadar ağır şeylerdi. Hiç biriyle ağlamadım. Hiç bir gün yapamam demedim. Bana yapmak zorundasın dediler. Hiç kimse henüz çokuksun demedi.

 

Ben kız başıma kaç tane haydutla mucadele ettim. Kaç tane soytarıya ağzının payını verdim. Ben bu günlere kolay kolay gelmedim. Şimdi önümde ağızları yamuluyorsa bu öyle elimde ki oktan değildi. Zamanında hepsiyle görülmüş bir hesabım vardı.

 

Hiç kolay olmadı hemde hiç.

 

Durdum daha fazla ileryemedim. Geçmişin sarsıcı anıları beni durdurdu. Daha fazla koşamadım. O ana kadar nefes alamdığımı farketemedim. Kalbim öyle küvvetle atıyordu ki göğüs kafesim hiç bu kadar sıkışmamıştı. Tam emin olmasam da sanki benim durmamla birlikte arkamdan gelen kişi de durdu.

 

Gerçekten biri arkamdaydu.

 

Bunu umursamayacaktım. Korkum yoktu. Kendimi kaybetmekten korkmuyordum. Tek korkum gerimde bıraktıklarımdı. Onlarda artık büyümüşlerdi. Zaten çokta umurkarında değildim. Eminim ölümün üzerine gözayaşı dökmek yerine zafer kadehleri kaldıracaklar.

 

Ellerimi diz kapaklarıma yaslayıp belimi hafif bir ölçüde eğerek daha rahat bir nefes içime çektiğim sırada arkamda bir dalın kırılma sesini işittim. O an nefes almayı kestim Burda mıydı?
Ellerimi dizlerimden çekip doğruldum. "demek burdasın barz." dedim nefretle. Yıllar önce ki anı gözlerimin önüne puslu bir camın önüne serildi. O karın üzerinde ki kan damlaları. Onların uyuduğunu zannettiğim zaman. Korkularım bileklerime kelepçe olduğu zaman. Herşey dün gibi yaşanmış gibiydi.

 

Çünlü kendime hiç unutturmadım. O günü hep taze tuttum içimden. Sebepsiz yere bizden kan alındı. Bizden iki kişi alındı ve bu kişiler bizim anne ve atamızdı.
Bu sefer benden kurtulmaana izin vermeyeceğim. O kadar hızlı bir şekilde sırtımda ki tirkeşi indirip oklardan birini yaya geçirdim ki. Pozisyonu almam saniyelerimi bile almadı. Arkamı o kadar hızlı döndüm ki herşey saniyeler içerisinde gerçekleşti.

 

Yoktu!

 

Gözlerim bir avcı edasıyla boşlukta onu bulmanın arayışına çıkarken gardımı bir an olsun indirmedim. Tetikte duruyordum. Ortalıkta yoktu. "Nerdesin çık ortaya barz!" diye bağırdım. Alayla gülümsedim. "Bir kadından mı korkuyorsun yoksa." dediğimde hala etrafımda dönüyordum. Hala bir ses yoktu.

 

Ama biliyorum etrafımdaydı. Nefesinin varlığını etrafımda hissediyordum o burdaydı. "Yıllar önce ailemi katlerden fazla cezur ve hırslıydın." lanet hayvanın canı yene anlaşılan onun oynamak istiyordu. Ama bu sefer elimden kurtulamayacaktı. Az önce sesin geldiği tarafa doğru bir kaç adım atmıştım ki. Bir anda ayağım kayınca daha ne olduğunu anlamadan dengemi kaybettim. Ok elimden düştüğünde tutunmak için elimi yanımda ki ağaca doğru uzattım. Fakat parmaklarım ağacın gövdesine değinmeden ayağım kaydı. Ve kendimi sert bir çekilde yere yüz üstü düşerken buldum.

 

Dalların sivri uçları karnıma batarken acıyla inledim. Gerçekten bu kadar şansız olduğuma inanamıyorum! Bir işi de becer börfa bir işi de becer.

 

Avuçlarımı yere basıp tam kalkmaya yelteniyordum ki bir gölgenin yaklaştığını gördüm. Öylesine bir gölge değildi bu. Öylesine büyük ve ürkütü bir gölgeydi ki bu gölgenin yeryüzünde sahip olabileceği bir beden olamazdı. Adımlarının sesi yoktu. Barz herkesin aksine sessizce yaklaşırdı. Sesten nefret ettiği gibi adımların da sesi yoktu.

 

Kendisine ait bir sesi yoktu. Yanlızca Varlığının korkunç hissi vardı.

 

Yutkundum. Boğazıma oturan yumruyu gidermek için öksürdüm. Ama bu bir hataydı. O sesi sevmezdi. Bir diğer ismi fısıltıydı. O kadar sessiz ve sinsi bir şekilde sana yaklaşırdı ki nefesini bile işitmezdin. Gözlerimi gölgesinden çekip yay ve oka çevirdim. Elimi uzatsam alabilir miydim? Hayır bu bir hata olırdu.

 

Dikkatini çekmekten başka hiçbir işe yaramazdı.

 

Kalbimin küp küp atan sesini şuanlık dinliyordum. Hayır ondan korkmuyordum. Onu öldürmeden ölmekten korkuyordum. Benim bir sözüm bir yeminim vardı. "Yaklaşma." dedim. Hışırtılı sesler durdu. Demek beni anlıyordu. Tabikide anlayacaktı. O bir avcıydı. Kraliyetin değer verdiğü bir isimdi.

 

Hakkında hiç bir bilgiye sahip olmamak benim açımdan kötü bir şeydi. Barz'ın kraliyet için amacının ne olduğunu bilmiyordum
Ama ölümsüzlerin arasında bilinen ve herkesin korkulu rüyasıydı.

 

Biraz ilerimde hırıltılı nefesini duyuyordum. Benden çok uzak değildi. Aramızda belirli bir mesafe vardı. Durmuştı bu da demek ki ayağa kalkmamı bekliyordu çok güzel. Ellerimi toprağa bastırıp ayağa kalktım. Ona arkam dönüktü. Onu yıllar sonra görecek cesaretim var mıydı ki? Olmak zorundaydı. Bakabilirdim yapabilirdim.

 

Ben korkak biri değilim. Hiç bir vakit olmadım. Arkamı yavaşça döndüğümde az önce olduğu noktaya baktım. Fakat gördüklerimle şaşkına döndüm. Etrafıma baktım. Kendi etrafımda döndüm. Tekrar ve tekrar aynı noktaya baktım. Nihayet gerçeği idrak ettiğimde. "Nereye kayboldun!" dedim bağırarak. Çıldırmak üzereydim! Öfkeyle nefes aldığımda o an gözlerime toprakta ki izler çarptı. Kül. Eğilip toprakta ki izlere baktım. Toprağın üzerinde kül vardı. Ve onun ayak izleri. Benden bu sefer kaçamayacaktı. Hızla eşyalarımı toplayıp adımlarını takip etmeye başladım. "Demek canın oyun oynamak istiyor. Canın cehenneme." diye tıslasım. Lanet gibi bir şeydi. Nasıl oluyorsa her seferinde bir şekilde eelimden kurtulmayı başarıyordu. Ama bu sefer onun izleri vardı. Ama az kalmıştı. Ona ulaşmama çok az kalmıştı. Yürürken çantamdan bir ayva çıkarıp büyük bir ısırık aldım. Gerçekten de çok açıkmıştım. O yüzden bir ayvayla yetinmemeiştim
İkinci ayvayı da yediğimde biraz güç kazanabilmiştim. Ayva çok sevdiğim bir meyveydi. Hatta en sevdiğim meyveydi.

 

Barz'ın adımlarını takip ederek izini sürmeye devam ettim. Ne kadar yürüdüm bilmiyorum fakat uzaktan nehrin sesi geliyordu. Biraz ilerledikten sonra izler sona erdi. Adımlarının sonu bir nehrin önünde son bulmuştu. Başımı kaldırıp nehirin büyüklüğüne baktım. Büyük olmasından ziyade çok fazla derindi. Burdan geçmem imkansızdı. Aynı zamanda onun da geçmesi imkansızdı. Hazır ısınmışken o suya asla giremem.

 

Bir kere nehirden geçse bile nehirin diğer tarafında ıslak adım izleri olmalı. Ama diğer tarafta hiç kimsenin geçmiş olduğuna dair tek bir iz bile yoktu.

 

Delirecektim!

 

Kahretsin bu hayvanın özel güçleri mi vardı? Nereye kaybolmuştu? O nehirden geçmiş olsa bile o sudan geçmesi imkansız. Havadan mı uçtu bu? Nehrin çalkalanan suyuna baktıktıkça hayrete düşüyordum. Sinirle ayağımı yere vurdum. Bu nasıl işti, bu nasıl olabilirdi. Nasıl bu kadar akllı olabilirdi? Kendimi yerden yere vurmak istiyordum. Dayanamayıp en sonunda sinirle bir çığlık attığımda ayakkarımı yere vura vura yürümeye başladım.

 

"Tanrı'nın sevilmeyen hayvanı!"

 

"Büyücü alçak!"

 

"Seni geberteceğim! Andım olsun ki seni bulup geberteceğim! Seni parça parça edeceğim!"

 

Bağırmaktan boğazım tahriş oldu bağırmaktan. Kısılan sesimle hala saydırıp sövüyordum. Beni kandırnıştı! Benimle oyun oynamıştı!

 

Beni tuzağa düşürmüştü.

 

Resmen o sahtekarın tuzağına düşmüştüm. Eve doğru yol aldığımda ne yapacağımı düşünüyordum. Bir yolunu bulmalıydım. Vaktim daralıyordu. O gün gelmeden amacıma ulaşmalıydım barz'ı bulmalıydım. Artık aklımla hareket etmeliydim. Tıpkı onun gibi zekamı kullanmalıydım.

 

Epeyce bir kol kaettiğimde uzaktan kulağıma gelen müziğin uğultulu sesiyle adımlarımı durdurdum. Sese kulak kesildim. Bir şarkıydı. Şarkı sözlerini anlamaya çalıştım. Ama mümkün değildi sesi bir uğultudan farksızdı. Neyin görültüsü şamatasıydı yene? Sesin geldiği tarafa doğru yürümeye başladığımda bir anda aklıma gelen fikirle durdum. Bugün krallığın unutulmaz yıllarından biriydi. O yüzden festivaldı.

 

Tabi Ya bu yüzden görültülü müzik sesi geliyordu. Bugün şenlikti. Barz aslan kralıydı. Ve kendisine ait bir bölgesi bir ormanı vardı. Fakat araştırmama rağmen bulamamıştım. Nerde yaşadığını bölgesinin nerde olduğunu bir türlü bulamamıştım. İnsanlar onun hakkında hiçbir bilgi vermiyordu.

 

Barz bu yüzden insan dilinden anlıyordu. Bugün insanlar barz'ın bölgesinde şenlik yapıyordu.

 

Barz'la ilgili bilmediğim bir şey vardı.

 

İnsanlar barz'a saygı gösteriyorlardı. Sanki benim bilmediğim ve onların bildiği bir şey vardı. Sır. Hemde çok büyük bir sırdı. Bunun elbette farkındaydım. Hemde daha bir çok şeyin farkındaydım.
O normal ddğildi. İnsanlar normal bir aslandan bu kadar çok korkup saygı duymazdı. Ve onun için festival yapmazlardı. Barz'ın özel bir konusu vardı.

 

Çünkü eğer normal bir aslan olsaydı oracıkta beni öldürürdü. Çekip gitmezdi. Aslanlar asla bir insana şans tanımazdı. Peki ya o bir insansa? Düşündüklerimle zihnimde ki bütün sesler durdu sanki.

 

Hişin barz... Gerçekten bir insan olabilir mi?







 

Ve bölüm sonundayız. Henüz hiçbir şey belli değil. Karekterlerimizi tanımıyoruz? Barz'ın börfa için önemini bilmiyoruz.

 

Ve en önemlisi geçmişi bilmiyoruz. Barz ve börfa arasında neler yaşandı bunu gelecek bölümlerde göreceğiz. Henüz konuşacak bir şey yok. Ama sizin soracak sorularınız varsa cevaplamak için burdayım.

 

Kendinize çok iyi bakın. Gelecek bölümde görüşmek dileğiyle. Hepiniz ALLAH'A EMANET OLUN canlarım💙💙



Loading...
0%