Yeni Üyelik
4.
Bölüm

(3) is kokusu.

@ebru2_yuva_

Elimde bir kum saatiyle seni arıyorum. Arkamda olduğunu bile bile. Karanlık değil. Yağmur değil. Sen ordasın. Biliyorum. Ama bakmak ve görmek istemiyorum. Çünkü Seni bulursam kendimi bulmaktan korkuyorum.

 

 

Küçükken benim için zaman çok çabuk geçerdi. Öyle ki akşama kadar oyun oynamaya doymazdım. Keşke güneş biraz daha geç batsa derdim. Hatta bunun için ağladığım günler bile oluyordu. Zaman neden bu kadar kısa diye ağlardım. O zamna kendimce haklıydım. Ama şimdi dönüp kendime baktığımda çocukken ne kadar da aptal nedemler için ağladığımı farkediyorum.

 

Çocukken yapmayı sevdiğim hiç bir şeyi artık sevmiyorum.

 

Hepsini onun için unutmayı seçtim.

 

Ve kendim için artık imkansızı seçtim. İmkansız olan herşey güzeldi bana göre. O zamanlar ise benim için kolay ve basit olanlar güzeldi. Zamanla zoru sevmeye başladım. İnsan büyünce düşünceleri değişiyor muş.

 

Eve dönmüştüm. Artık alışmıştım. O yüzden uzak yollardan eve gelmek benim için sorun değildi.

 

Ama biri benim ayarımla oynamıştı. Bundan artık eminim.

 

Ve bu kişi barz'dan başka kimse değildi. Barz sandığımın ötesinde zeki bir aslandı.

 

Derin bir nefes içime çektim. Ve başıma kuşağı sıkıca bağladım. Sık sık başım ağrırdı. Özellikle akşam saatlerinde. Ama bu düşündüğüm son şey olduğu için takılmıyordum. Yavaşça oturduğum sedirin üzerinden kalkıp ahşap kapıya doğru ilerledim.

 

Kapıyı açtığımda. Daha adımımı içeriye atmdan duyduğum sözlerle yerimde kaşlarım çatık bir şekilde kalakaldım.

 

"Ay günjen. Bugün ki çocuğu görecektin. Of of çok havalıydı ya. Hele o gözleri..." şeta'nın iştahı gider gibi anlattıklarını dinlediğimde dişlerimi sıktım. Bu kız hiç akıllanmayacak mıydı? Direk içeriye dalmak yerine durup dinlemeye devam ettim.

 

"Sus kız. Şimdi duyacak. Valla gece gece okla kovalanmak istemiyorum." ben kovalayacağım ama sizi. Öfkeden gözlerim çakmak çakmak oldu. Bunlar ne kadar arsız utanmaz kızlardu böyle. Kız dediğin erkek adı geçince utanır bozarır. Ama bunlar sanki hemcinslerinden bahseder gibi bahsediyorlardı.

 

Ah pardon! Bunlar evde kalmış kız kurusuydular.

 

"Valla ister kovalasın. İster dövsün. Ondan mı korkacağım. Hah. O şovalyede gözüm var." daha fazla dayanamayıp içeriye girdiğimde şeta ve günjen beklemedikleri için bir anda beni karşılarında görünce çığlık atarak geriye çekildiler. Şeytani bir gülümseme yüzüme kondurup. Ellerimi belime koydum. Küçük kardeşime bakarak. "Eee. Daha kimse gözün var. Şöyle bildiğin başka erkekler de varsa onu da günjene ayarlayalım. Hayrına bana da bir tane alırsın." söylediğimi farkedince yüzümü düşürdüm. İkisinin yüzleri bembeyaz kesilmişti.

 

"Ama aldığımız erkekler yakışıklı olmasın." üzülüyormuş gibi dudaklarımı yalandan büzdüm. Şeta yutkunduğunda. Günjen ağız ucuyla "bittik şimdi." dediğini duydum. Lafının devamını küçük kardeşimin gözlerinin içine bakarak ketirdim. "Çünkü öldükleri için yazık olacak. Tüh Daha hevesimizi almadan toz olacaklar." yüzümde ki gülümseme ağır ağır solduğunda. Yerine kendini öfkeye bıraktı. Şeta ellerini kaldırıp. "Abla valla düşündüğün gibi değil. Ben sad-" demişti ki. "Seni bacaklarından tavana asarım. Aklın başına gelene kadar da döverim." dedim. Çok normal bir şeyi anlatır gibi.

 

Bir kaç adın atıp ikisinin önünde de durduğumda. Üzerlerine eğildim. Kendilerini hızla geriye çektiler. Dudaklarım kıvrıldı. Günjene döndüm. "Seni de ormada ayılara yem ederim. Güzel kardeşim." öfkeli bir insandım normalde. Ama bunlar öfkemden zevk aldıkları için daha başka yöntem bulmuştum.

 

Kedi gibi sindikleti duvarın dibinde hareket dahi etmiyorlardı. Geri çekilip yüzüme düşen saçlarımı geriye iteledim. Ellerime bakarak. "Ve gelelim konuya." ben geri çekildiğim için rahat bir pozisyon alnışlardı. Pek rahat oldukları söylenmez ama.

 

"Yarın wihides kalesine gidiyoruz. Hazırlanın sabah erken saatlerinde yola çıkacağız." söylediklerim karşısında günjen ve şeta şaşkınca bana döndüler. Çok geçmemişti ki şeta üzerinde ki şaşkınlığı atıp. "Ne demek gidiyoruz. Niye gidiyoruz oraya. Sen değil miydin ben babamın atasını bırakıp gitmem diye." kaşlarımı çatıp. "Babamın toprağına değer verdiğini söyleme bana şimdi." sert bir dilde uyarmama rağmen susmamaya ant içmişti sanki.

 

"Kusura bakma ama. Ben hiç bir yere gelmiyorum. Yıllardır zavallı bir aslanın peşinden gidiyorsun bir şey demiyoruz ama. Biz yokuz." dedi büyük bir cesaretle bana dik dik bakarak. Günjen saçlarını kaba bir şekilde omuzndan atıp. "Malesef abla. Katil sevgilinle sana iyi kötülükler diyorum."

 

Sevgili mi?

 

Bunlar ne dediklerinin farkında mı?

 

Burnumdan sert bir nefes alsığımda artık öfkelenmeye başlıyordum. Bu çocuklar beni germekten başka hiç bir şey yapmıyorlardı. Şeta ayağa kalktığında. Kızıl örgülerinden birini şekişyirip. "İyi akşamlar ben uyumaya gidiyorum." yanımdan tam geçecekken bir şeyi unutmuş gibi durup beni sinir edecek bir ifade takınarak. "Sana da iyi yolculuklar." Sevimlice gülümsedi. "Ablacığım." delirecektim. Benim silahımla beni vuruyorlardı.

 

Geçmek için bir atak yaptığında ensesinden tuttuğum gibi çektim. Karşıma getirdiğimde. "Sana da o aslanla iyi vakitler diliyorum." ensesini bıraktığımda. Çok sert tutmuş olacağım ki Eliyle ensesini ovaladı. Mavi irisleri şakınca bana çevrildi. Aynı şekilde günjen'in de öyle.

 

Şeta. "Ne demek bu şimdi. Nasıl onunla iyi vakitler diliyorum. O senin peşinde bizi tanımıyor bile." bunu söylerken çok net ve emindi. Gerçekten çocuk olduğu o kadar belliydi ki. Diş etimi çiğneyip. "Doğru derdi benimle." başımı eğip ayaklarıma sonra eski halıya baktım. Sonra tekar başımı kaldırıp bir cevap iater gibi bana bakan kardeşlerime çevirdim.

 

"Biliyor musunuz? Bugün onunla ormanda karşılaştım. Daha doğrusu o beni ziyarete geldi." söylediklerimle birlikte ikisi de aynı anda.

 

"Ne!" dediler. Çok rahat bir şekilde başımdan geçenleri anlattım. Konuştukça değişen yüz ifadelerine bakıp gülümsedim. Onun öldüğünü düşündükleri için bu kadar rahatlardı. Onun ölümsüz olduğunu bile bile hemde. Onun olma ihtimaliyle kendilerine rahat davranıyorlardı. Fakat şimdi bu anlattıklarım onların içine korku tohunu ekmişti. Benim aksime barz'dan deli gibi korkuyorlardı.

 

Günjen sakinleşmek adına elini saçlarından geçirdi. Derin bir nefes aldı. Vazgeçtim. Sandığımdan daha çok ondan korkuyorlardı. "Bunlar. Anlattıkların doğru mu yoksa bizi mi korkutuyorsun." dedi günjen gözlerime doğru söyleyip söylemediğimi test eder gibi bakarken. Onu sakinleştirmek adına gülümseyip.

 

"Hiç korkmanıza gerek yok. Ben yarın gittiğimde siz burda kalacaksınız. Biraz sizinle oynacaktır. Ama sizi temin ederim ki asla öldürmeyecek." günjen'in ve şeta'nın gözleri dehşetle büyüdüğünde. Olayı toparlamak adına hızlıca. "Ama siz kendinizi korkudan öldürebilirsiniz. Ki bu çok normal bir durum. Sonra zaten işiniz bittiği için tekrar bana dönecek." söylediklerim sonuna kadar doğruydu.

 

Yalan asla hayatımda var olmamıştı.

 

Birbirlerine baktılar ve derinden yıtkundular. İkisi birbirine çok benziyordu. Dış görünüş olarak olmasa da kareketler olarak aynılardı. Çoğunlukla birlikte takıldıkları için düşünceleri, Ve hatta hareketleri bile artık bir olmuştu.

 

Onların aksine ben tek tabancaydım.

 

Günjen bana bakarak. "Bizi işine bulaştırmadan yapamıyorsun değil mi? İlle bizde ölelim. Bizde sürünelim." ayağa kalktı. Bana öfkeyle bakıyordu. Günjen'den yüz alan şeta da öfkesini kusmaya devam etti. "Bu evden de lanet olası şu kandavasından da bıktın artık! Doğru düzgün bir hayatımızın olamadığı gibi birde hayatımızı bir aslanla çürütüyoruz."

 

Şeta ve günjen ikisi de beraber dış kapıya doğru hızla gittiklerinde. Bu kadar şımarıklığın fazla olduğuna kaanat getirdim. Yüz verince nöyle oluyorlardı işte. Hızla köşedeki yayı ve oku elime aldığımda hızlı bir şekilde yaya oku yerleştirdim. Ve peşlerinden hızlı adımlarla yürüdüm. Kapıyı açmak üzere olan günjen elimde ki oku ve yayı görince kulpun üzerinde ki eli kalakaldı. Çok merak ediyorum doğrusu bunların gece gece nereye gittiklerini.

 

Kaşlarımı çatarak. Yayda ki oku günjene doğrulttum. "Eğer o kapı açılırsa. Daha adımını atmadan kendini yerde bulursun güzel kardeşim." okun hedefinde olduğu için eli ayağı birbirine dolandı.

 

Nefes bile almıyorlardı artık. Günjen elini kapı kolundan çekip. Beni sakinleştirmek adına elini öne doğru uzatarak. "Tamam bak bıraktım. Hiç bir yere gitmiyorum." dedi. Çenemi kaldırıp. "Gidemezsiniz de zaten." keskin bakışlarımı ikisine de çevirdim. Yayı hala indirmemiştim. Ve onun hedefinde hala günjen vardı. "Şimdi gidip odanızda güzel güzel uyuyacaksınız. Yarın Sabah eşyalarınızı yene güzel güzel toplayıp burdan gideceğiz. Ve biriniz tek bir kelime edip beni rahatsız ederseniz eğer..." diyip sustum. İkisine de baktım. Ve sevimlice gülümsedim. "Hiç acımam bu okla ikinizi de vururum. Daha önce yapmadığım şey değil sonuçta." günjen ağzının içinde küfrettiğinde büyük bir hızla kaşlarım çatıldı. Bunu gördüğü gibi. "Tamam tamam!" gülümsesim.

 

Büyük ihtimalle deli olduğumu düşünüyorlardır. Hoş deli olmadığım da söylenilmezdi ya. Oku yaydan çıkarttığımda ikisi rahat bir nefes aldığını gördüm. Onlara arkamı dönüp bir adım atmak için hamle yapmıştım ki. Bir şeyi söylemeyi unuttuğumu hatırlayarak tekrar onalra döndüm. Çatık kaşlarla şeta'ya ve günjen'e baktığımda nefeslerini tuttular. "İyi akşamlar." dedim. Tekrar sırtımı dönüp gitmeden önce. "Eğer gitmeyi aklınızın ucundan dahi geçirseniz daha ormana girmeden sırtınızdan vuracağımdan emin olabilirsiniz."

 

Ve Odama girdiğim an bağırışlar birbirine girdi. Tabi bir kaç bişey de kırıldı. Yarın o kırdıkları şeylerin hesabını soracaktım ben! Yüz verdikçe son kaç gündür iyice şımarmışlardı. Kapıyı ardımdan kapattım.

 

Sakince güçük odanın içinde gezdim. Küçüktü. Ama bana çok büyük geliyordı. İçinde koca yılların içinde yaşanılan herşeyi sığdırmıştım. O yüzden benim için büyüktü. Yürüyüp camın önünde ki küçük taburenin üzerinde ki boncuk kutusunu aldım. Kapağını açtığımda ilk gözüme ilişen yıldız çocuklar oldu. Beş yıl önceye kadar bunları bileklik yapıp kasabada satıyordum. Çoğunlukla yaptığım boncuklu bileklikler genelde hep yıldızlı boncuklardan oluşurdu.

 

Çünkü yıldızları seviyorum.

 

İmkanaız olan herşeyi seviyorum demek hiç kolay değil.

 

Bakışlarıma çok kısa bir an keder oturdu. Ama bunu hızla yokettim. Ve açtığım gibi tekrar kapağını kapattım. Onu götürmeyecektim. Boncuk kutusunu yerine bıraktım. Geçmişte kalan herşey geçmişte kalmalıydı.

 

Barz hariç.

 

Başımda ki kuşağı çıkartıp küçük yatağımın üzerine attığımda o an odada yabancı olan bir şeyi gördüm. Kaşlarım çatılırken şaşkınca o tarafa doğru ilerledim. Yatağımın yanında ki komidinin üzerinde ki zarfa şaşkın bakışlar attım.

 

Bu zarfın benim odamda ne işi vardı.

 

Uzanıp zarfı elime aldım. Üzerinde gördüğüm mühür kanımı dondurdu. Wihides.

 

Zarfın üzerind wihides mührü vardı.

 

Barz'ın çoğunlukla bulunduğu yer.

 

Derin bir nefes alıp zarfı yırttım ve içinde dörde katlanmış kağıdı çıkarttım. Vakit kaybeden kağıdı açtığımda gözlerime wihides dilinde yazılmış mektuba çarptı. Hızlı bir şekilde okumaya başladım.

 

Sevgili börfa.

 

Krallık seni huzuruna çağırıyor. Uzun süredir kral alterib'ib kurallarına itaatsizlik etmek suçundan aranıyorsunuz. Yarın sabah kalemizde kral alderip tarafından bekleniyor olacaksınız. Eğer diğer seferlerde olduğu gibi yene bir direniş başlatıp askerlerimize karşı gelirseniz bunun bedelini ağır öteyeceğini hatırlatmak isterim. Adaletimiz suçlulara kucak açmayacak kadar onurludur. Bunu en iyi sizin bilmeniz gerekir. Babanız elipşan börfa'nın adaletten kaçamadığı gibi sizde kaçamayacaksınız.

 

Yüce Kral alderib.

 

Babam... Babam suçlu değildi. Hayır adalet suçsuzları öldürmek değildi. Benim babam kendi anıl teriyle çalışıp karıncayı bile incitmeyen bir adamdı. Bir tehtitdi. Gerçekten de bir tehtiti bu. Hadi ama daha başımda ki beladan kurtulamamışken şimdi birde bununla mı uğraşacaktım. İtaatsizlik yapmamıştım. Çünkü ben kimseye iaat etmem. Ki onlarla bir bağlantım yok. Zelcir bölgesi ölümsüzler, Bizim taraf ise fani. Onlarla uğraşacak kadar kafayı yemedim elbette.

 

Fakat bir şey vardı. Bunu biliyordum. Beni boş boş çağırmazlardı oraya. Bir sorun vardı. Bu insanlar beni tanımıyorlar bile!

 

Elimi çenemim altına koydum. Ve düşünmeye başladım. Bir çözüm yolu bulmalıydım. Krallık eğer bana bu zarfı gönderdiyse peşimi bırakmayacaklar. Beni eninde sonunda kaleye çekecekler. Ki zaten gideceğim yarın. Ama başka bir şey var. Kral alderip babamın en büyük düşmanı. O adam bildim bileli kral. Ve bir türlü babamla neden düşman oldukları akkıma gelmiyor.

 

Yarın kaleye gidecektim. Zelcir'e gitmek zorundayım.

 

İnşallah işler tahmin ettiğim gibi kötü gitmez.

 

 

Elim ayağım birbirine dolanıyordu artık. Hayır bu kesinlikle korkutuğumdan değil. O illeti hayatından defedeli uzun yıllar olmuştu. Ama garip bir duygu vardı.

 

Karşımda ki kalenin büyüleyici manzarasına bakarken düşündüğüm tek şey buydu. Biraz önceye kadar. Sandığım gibi işler kötü gidiyordu. Bunu geldiğim ilk anda insanların bana olan kınayıcı ve nefret dolu bakışlarından anlamıştın. Sanırım herkes beni tanıyor. Gerçi bu civarda beni tanımayan yok. Çünkü o lanet hayvanı bulmanın uğrunda tanımadığım insan kalmamıştı
Ve tanıdığım herkes bana öfkeyle
Bazıları ise küçümseyerek bakıyordu. Asla ama asla katlanamadığım bir bakıştı bu. Herşeye katlanırım ama bu bakış katiyen benim kırmızı noktamdı.

 

O yüzden geldiğim ilk anda kavga çıkarmıştım. Tabi kendimle beraber baş belası kardeşlerimi de getirdiğim için üçümüz birden dahil olmuştuk. Sanırım onlarda da birazcık benlik var. Ama beni satmadıkları için mutluydum. Hiç değilse bir kavgada sırtıma geçmeyi biliyorlar.

 

Ama şuan bulunduğum durumda aynı şeyleri düşünmüyordum. Çünkü krallığın sadık adamını dövdüğüm için suçlu konumdaydım. Oda öyle bakmasaysı ama!

 

Ellerim önümde bağlı bir şekilde dururken stresten ne yapacağımı bilmiyordum. "Yüce kralım ben masumum. Adamınızın bakışları beni rahatsız etti." kendimi bir kez daha savunduğumda. Karşımda ki nemrut adam ifadesinden zerre ödünç vermedi. Mavi gözleri üsten bakıyordu. Yaşlılığın yüzüne kondurduğu ufak tefek kırışıklara inat yakışıklıydı. Benim saçlarımla aynı renk saçlarına bir kaç ak tüşmüştü. Ama hala yıllar öncesi gibiydi. Hiç değişmemişti.

 

O otoriter tavrı hala üzerindeydi. Üzerinde ki krallığını temsil eden kıyafeti ve tahtı göz kamaştırıcıydı. Şuan içinde bulunduğum oda saf altındandı.

 

Maddi durumumuz iyi olmayınca iter istemez gösterişli ve şık olan herşeye bakardınız. Bende ki de buydu gördüğüm pahalı zengin üretimine hep meraklıydım. Uzun uzun incelerdim.

 

"Zindana gireceksin." hayır Bu kadar değil. Gözlerinin içine bakınca derinlerde yatan o nefreti görebiliyordum. Bu adamın sorunu babamlaydı. Oda hayatta değildi. Bana olan nefretini bir türlü anlamıyordum. Boğazımı temizledim.

 

"Kralım. Bu kale adalet kalesi. Halk adalet için sizin önünüzde boynu büküyor. Ben hiç bir şey yapmadım. Beni hatasız yere zindana atamazsınız." son derecede sakin ve itaatkar bir şekilde konuşuyordum. Bu ihtiyarın hiç acıması yoktu çünkü!

 

Kral alderip bana yönelik beslediği nefreti gizleme gereği duymadan tükürcesine. "Siz börfa ailesi adaleti nerden bileceksiniz!" gür sesi irkilmeme sebep oldu. Böyle bir karşılık ondan beklemiyordum. "Yüce kralım. Be-" demiştim ki elini hışımla kaldırıp buz gibi sesiyle. "Daha fazla dinlemek istemiyorum."
Sustum. Ağzını açıp tam konuşacaktı ki. O sırada arkamdan bir çift afım sesi işittim.

 

Başımı omzumun üzerinden çevirdiğimde içeriye kral'ın en yakın korumasının girdiğini gördüm. Önüme geçip saygıyla kral alderib'in önünde eğildi. Kinayeyle baktım. Bu tarafta ki herkesten nefret ediyordum. Gözlerimle adeta adımı delik deşik ediyordum. Kralın bakışlarını üzerimde hissedince hızla bakışlarıma masumiyeti yerleştirdim. Bu adam bakışlar için bile bana ceza vermeye gün sayıyorken böyle bir hata yapamazdım. "Bu destursuz gelişinin sebebi nedir infaz." sert sesi eğer önemli bir konu olmasa şimdi canına okuyacağını söylüyordu.

 

İnfaz denen adam. "Yüce kralım Çok önemli bir bilgi edindik. İzninizle bunu size bildirmek istiyorun." kral'ın kaşları çatıldı
Düz bir çizgi halinde ki dudakları aralanıp. "hangi konuda?"

 

Adam omzunun üzerinden dönüp bana baktığında ne dercesine karşılık verdim bakışına. Tekrar önüne döndüğünde kral istediği cevabı almış gibi. "Buraya gel." diye konut verdi.

 

Şaşkındım. Konu beni mi ilgilendiriyordu. beni ilfilendiren bu bilgi neydi? Bana baktığına göre bu bilgi beni beni alakadar ediyor. Kaşlarımı sorgularcasına kaldırdım. Adam yaklaşıp kralın kulağına birşeyler fısıldadı. Dudak okuma yeteneğim yoktu. Şeta burda olsa şimdi ne dediklerini çabucak anlardı
Yardımcının anlattıklarıyla kral'ın ok gibi bakışları beni buldu. Yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Neye şaşırdı. Bu adam benim hakkımda ne bilgi verdi? Yerimde rahatsızca kıpırdandım. Adam geri çekildiğinde. Kral boğazını temizledi. Ne diyeceğini bilmiyor gibiydi. Ne oldu şimdi bu adama daha az önce kaya gibiydi.

 

Kesin bir sorun vardı.

 

Kral alderib sonunda kendini toparlamış olacak ki benimle göz kontağı kurmadan. "Bundan böyle..." dedi. Yutkundum. Bakışları gözlerimdeydi
Gözlerime şimdi farklı bakıyordu. Değişik, Anlam veremediğim bir duygu vardı.
Sesinde gizleyemediği bir keyifle. "Kalen'in bahçesiyle ilgileneceksin."

 

Bahçe?

 

Bahçe, Çiçekler, çiçekleri annem çok severdi. O on dört yıldır çiçeklere dokunmamıştım. Bunu biliyordu. Kahretsin beni yüzleşemediklerimle vuruyordu. Bunu yapamazdım. Bundan yıllarca kaçınmışken bunu yapamazdım. Ağzımı aralamıştım ki. Duyduklarımla dudaklarım birbirinine mühürlendi. "Bu akşam şenlik var. Ölümsüz ırklar bu gece toplanacaklar."

 

Barz da olacaktı.

 

Kalbim kasıldı. Neden böyle hissettiğimi anlayamadım. Onu görmenin heycanı mı vardı. Çok farklı bir şeydi. Hissediyordum. Bu gece barz buraya gelecekti. Ve artık bir şeyden emindim.

 

Barz sadece bir aslan değildi.

 

 

Gece olmuştu Çoktan herkes toplanmıştı. Şık kıyafetleri ve pahalı mücevherleri göz dolduruyordu. Onların aksine benim üzerimde koyu mavi korseli. Yanlardan bağcıklı günlük bir elbise giymiştim. Omuzlarımı ve yüzümü örten pelerinin şapkası bu gece için benim en iyi masken olmuştu.

 

Her ırktan insan vardı. Burda olmaması gerekn tek kişi bendim. Çünkü ben fanilerdendim. Ve onlar ölümsüzlerdi. Kardeşlerim şuanda en güvenli yerdelerdi. En azından onları burdan uzaklaştırmıştım. Tekrar yaşadığımız eve göndermiştim. Onlar için sanırım en güvenli yer orasıydı. Tabi bu benim isteğimle olmamıştı.

 

Kral alterib onların burda olmamasını gerektiğini söylemişti. Tekrar geri göndermiş ve onları güvence altında tutmuştu. Kendi canımın da bir önemi yoktu. Bu kadar ölümsüzün içinde tehlikedeydim. Yüzlerimi gördükleri an tanırlardı bir fani olduğumu. Çünkü ölümsüzlerin gözleri parlaktı. Fanilere göre çok daha fazla sert keskin yüz hatları vardı. Ve hepsinin kolunda yada boynunda onlara ait ya bir dövme ya damga yada onları simgelen başka bir aksesuvar bulundıruyorlardı. Ve benim hiç bir şeyim yoktu. Kendimi gizliyordum.

 

İnsanlar toplanmıştı ve bugün güçlerini konuşturacaklardı. Meydan gibi boş bir alanda hazırlıklar yapılmıştı. Masalar sandalyeler herşey büyük bir titizlikle yapılmıştı. ve yiyecekler koca kazanlarda yapılmış gece için getirilen içecekler yerine kurulmuştu. Benim görevim bu gece için yoktu. Hatta burda olmamam gerekiyordu. Buraya tek bir isim için gelmştim. Tek bir kişi için.

 

Onu bu gece görecektim. Burda olacaktı.

 

Wihides halkının neden ona bu denli saygu duydyğunu öğrenecektim. Onun gizemi bu gece çözülecekti. Henüz ortalıkta görünmüyordu. İlk birinci element başlamıştı.

 

İki ayrı tel vardı. Dikenli tellerle örülmüş dövüş yeri bir vahşetten ibaretti. Şimdiden kanlar dökülmüştü. Bu maçtan kimse sağ çıkmıyordu. Ya sen ölecektin ya rakibin başka şansın yoktu. Ve insanlar katledilirken onlar eğlenceymiş gibi keyifle izliyorlardı. Ölümsüzler acımasızlardı. Onlar öyle kolay kolay ölmezlerdi. Ancak başka bir klanın silahı onu öldürürdü. Vaktinde şifacılar mudahale ederse iğleşirdiler hemde bir gün içinde ve bazıları bir saat içinde. kılış, hançer, ok darbesinden kurtulurdu. Benim silahım oktu. Oku iyi kullanırdım. Babam bana daha çocukken öğretmişti.

 

Ama ölümsüzlerin silahları biz faniler gibi ucuz değillerdi. Onların silahları farklıydı. Öldürücü korkunç silahlardı. Sadece bir tanesini biliyordum. Oda aralarında en güçlü olandı. QŞAİ. Zelcir tarafında herkesin korkutu bu şeyin tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Ve onları kimin kullandığını da öyle. Birazdan öğrenecektim ama. Şimdi en zayıflar savaşıyordu. Gece yarısı en güçlüler teşif edeceklerdi buraya.

 

İşte onlar tehlikelilerdi. Bu gördüklerim en azıydı. Biraz sonra kan gövdeyi götürecekti. Gelecek güçlü rakipler çok acımasızlardı. Acımasızlıktan ziyade her biri canavardan beterdi
Güçlü ırklı Ölümsüzler her zaman göremezdin. Ancak bu gibi kuşaktan kuşağa gelmiş kültürel şenliklerde görebilirdin.

 

Hoş buna şenlik denilmezdi ama. Onların nazarında şenlikti. Kahlahalarına bakılarsa düşüncem bu yöndeydi. Acımak katiyen yasaktı. Asla ama asla merhamet edip acıyamazdın.

 

Gözlerim boşluğa dalıp giderken o an bir şey oldu. Ve bu öyle bir şeydi ki insanlar bir anda ayağa kalkıp bağırmaya başladılar. Tek bir ismi tezahürat eden halkı duymuyordum. Havada altın tozları yükseldi. Simsiyah dumanlar tozlara karıştı. Sert şiddetli bir rüzgqr savrulduğunda yüzüme kadar çektiğim pelerinin şapkası üçüştü. Kalbimin ritimleri o kadar çabuk değişti ki. İlk kez kalbimin hareket ettiğine şahit oldum.

Panik, adranalin, acı. Çok acı vardı.

Yutkunmaya çalıştım. Havada ki dumanlar bütün alanı sardığında arasına altından tozlar karıştı. Kulaklarımda ki uğultu yavaş yavaş dindiğinde bir kişinin adını duydum.

"Hişin barz!" diye haykırdığını duydum. O an sendeleyecek gibi oldum. Fakat arkamda ki duvar buna engel oldu. Nefes alamadın. Işıklardan gizlenmiş karanlık tarafından bir silüet sunuldu gözlerimin önüne. Karalık perdenin ardında gölgesini gördüm. Bir aslan gölgesi. Geriye doğru bir adım attım. Şuan arkanı dönüp kaçnak istiyordum.

İstediklerimden kaçıyordum. Bu zordu. Onunla yüzleşmek zordu.

Perde indi.

Gözlerimin hedefine ilk siyaha karışmış bir çift kehribar iris girdi. Uzaktaydı. Fakat o gözler geçmişin anısından kalmaydı. Hafızama kazınmıştı o gözler. Heybetli bir gövdesi vardı. Nornal bir aslan değildi. İnsanlar öyle bir bağırıyordu ki tek sessizi bendim. Kimse görmesin diye örtünün ardında izliyordum onu. Ellerim titriyordu. Öyle sessiz tehlikeli bir yavaşlıkla yürüyordu ki. Her adımında insanların üzerşne görünmez bir korku siniyordu.

Tam sahnaye çıktığında. Daha ne olduğunu anlamadan siyah bir duman etrafını sardı. Soluklarım düzenaizleşti. Neler oluyordu?

 

Dumanlar etrafında bir çember oluştu. Öyle sert bir rüzgar esti ki. Ayaz ruhuma işlendi. Dumanlar onu bütün gözlerden gizledi.

Dumanlar tekrar dağıldığında. Gördüklerimle çoka uğradım. Yutkunamadım bile. Gözlerimi iriçe açtım. Bu bu gerçek değildi. Hayaldi değil mi? Evet evet hayal görüyordum. Karşımda süzülen dumanların içinde bir adamın silüeti göründü. Başı eğikti. Üzerinde yerleri süpüren simsiyah bir pelerinli kostüm vardı. Pelerinin şapkası Yüzüne maske olmuştu. Karşımda gördüğüm bu adama yabancıydım.

Uzun heybetli. Bir kral edasıyla halkın içinde duran bu adam bir liderin güçlü duruşunu sergiliyordu adeta. Ondan aldığım enerji ürperticiydi. Kanımın donduğunu hiasettim. Barz nereye kaybolmuştu? Bu adam kimdi? Böyle bir adamı daha önce görmemiştim. Eğik başı ağır bir şekilde kalktığında her iki elini iki yana açtı. Öylesine güçlü ve yıkılmazdı ki gücü korkutuyordu. Ama ben tek bir noktaya takıldım.

Gördüm.

Görmemem gereken bir gerçeği gördüm. Gözleri... Kehribar, İs kokusu, güneşten acı bir ateşi almış harlı gözleri tek bir noktaya bile bakmadı. Yanlızca karanlığa odaklandı. Dudaklarında ki karanlık gülüşüne is kokusu eşlik etti. Saf altının renginde ki irislerinin çevresini sarıp sarmalamış siyah dumanlar, üzerinde ki karanlıktan kostümüyle korkuyu vadediyordu. Unuttuğum korkuya nefes veren tek kişi oydu.

Korkularım ölüydü. Korkularımı yanlızca tek bir kişi besliyordu. Ve o kişi şimdi karşımda siyah sumanların içinde karanlığa bakan o adamdı.

Hişin barz.

Nefesimin katili tam karşımdaydı. Karanlık bakışları siyah gökyüzünden ayrıldığında kimseye değil. Tek bir kişiye baktı. Yüzü, yakışıklı mıydı? Hiç bilmiyorum. Ama bana öyle geliyordu ki onun eşi benzeri yoktu. Onun gözlerine, bakışlarına, dudaklarına sahip hiç kimse yoktu gibi geliyordu.

 

Benim tarafıma baktı. Ensemden soğuk bir ürperti geçti. O yüzümü görmüyordu. Neden bakıyordu bana? Dudakları yavaşça kıvrıldı. Gözlerinin içinde ki o ateş harlandı o an. Tek bir nefese ihtiyacım vardı.

 

Hayır gitmeye ihtiyacım vardı.

 

O o... Bir insan mıydı? Bu doğru muydu? Bir kabus olamazdı değil mi. O gerçekti. Koca on dört yılımı harcadığım o aslan aslında bir insan mıydı?

 

En önemlisi bu adam mıydı?


Bu bütün şahit olduklarım somut bir gerçekti.

Hala bana bakıyordu. Ve dudaklarında ki korkunç gülümsemesi hala yerli yerindeydi. İnsanlar çıldırmışcasına tezahürat ediyorlardı. Fakat o hiç birine bakmıyordu. Bana bakıyordu. Karanlıktaydım ve en önemlisi yüzüm kapalıydı. Beni görüyor muydu ki?


Bunca yıl bir aslan diye hep öldürmek için peşinden gittiğim aslında en başından beri bir insan mıydı?

Işıklar yüzünü gözlerimin önüne sunmuştu. Gözlerini gelecek için daha on bir yaşındayken sakladım. Gözlerinde cehennem alazlara zıt saçları koyu bir renkti. Koyu kahverengi saçları parlaktı. Pelerinin altından gizlendikleri yerden gün yüzüne çıkmışlardı. Sakalları saçlarıyla aynı renge sahipti sanki. Çok yakınımda olamadığım için net bilmiyordum. Fakat gözleri bir servete bedeldi. Ve yüzü o ateşten farksız irislere mükemmel bir uyum sağlamıştı. Kalın etli dudakları sürekli kıvrılıyordu.

 

Güzellikten zerre anlamıyordum. O yüzden bilmiyordum.

 

Ama çirkin olmadığı kesindi. Hatta kadınların ağızları açık gözleri hayranlıkla parlayarak bakıyorlardı.

 

Saklanılan butün anılar gün yüzüne çıktı. Çığlıklar, yardın dilenen bakışlar, gözlerimin önünde canlanıyordu. Ses vardı. Çok fazla ses vardı. Onun yağmurda kendinden geriye bıraktığı kül izleri. Penceremden içeriye sızan o is kokusu. Herşey netleşiyordu.

 

Nefesini ensemde hissettiğim o gün. Herşey onun kim olduğunu gösterirken aslında ben hiç bir zaman onun kim olduğunu öğrenmeye çalışmadığımı farkettim. Bana ne demişlerdi.

 

'O demiri ateşin üzerinde soğutan bir adam.'
dediler. Ben son kısmını unutturdum kendime. En başından beri berkes onu biliyordu. Anlatıyordu. Fakat ben hep kaçındım bildiğim gerçeklerden.

 

Bir insan olduğunu öğreneli uzun yıllar oldu. İlk ailemi kaybettiğim ertesi sabahında öğrenmiştim. Babam birini kandırmadan önce kendini kandırman gerektiği hep söylerdi. Çünkü ancak kendini kaldırınca inandırabilir mişsin. Onu bir çok kez gördüm. Ama insana dönüşürken hiç görmedim. Amacım o aslanı öldürmek değildi. Amacım hişin barz'ı öldürmekti. O ormanda onu öldürebilirdim. Ama bunu yapmadım.

Çünkü ben onu zaman erteledim.

Herşey bir gün açığa çıktığında bütün amaçlar, ve maskeler düşecekti. Herkesin asıl amacı rolü ortaya çıkacak o gün yakındı.

 














 

 

Okuduğunuz herşey bir kurgudan ibarettir. Tamamen bir hayal ürünü bu.

 

Barz'ı bu bölümde görmeyi bekliyor muydunuz? Ve en önemlisi börfa'nın barz'ı görürken düşüncelerini dile getirmesini.

 

Barz'ı ölürmekle kararlı. Fakat bakalım barz onun hamlesine nasıl bir karşılık verecek.

 

Kral alterib ile börfa'nın arasında ne olabilir. Ve bir yandan kardeşlerinden alıkonuldu. İki kız kardeşi onunla olmaktan çokta memnun değil gibiler zaten. Bu savaşta börfa tek başına çabalayacak gibi görünüyor.

 

Wihides kalesinde bir çok kişiyi tanıyacağız. Henüz hikayenin başındayız. Heycan dorukta, kurgu planlı. Ama yeni bölümde been bile kendimi şaşırtabilirim.

 

Kendinize çok iyi bakın. Hepinizi çok çok seviyorum. ALLAH'A EMANET OLUN.💙💙

Loading...
0%