Yeni Üyelik
5.
Bölüm

(4) TUZAK.

@ebru2_yuva_

Heryerde seni ararken sen nerdeydin? Senin için herkese herşeye düşmam olurken sen öylece ardımda beni mi izliyordun? Bu kadar yakınken ben neden hissetmedim. Sen is korkuyordun. Kokunu bile nasıl benden gizledin barz....

Bir insan çaresizken böyle mi hissederdi. Böyle miydi acı? Yüreğinde katlanılmaz bir ağrı oluşunca, O vakit mi sıkışır göğsün. Bunun adı neydi? Sinirliydim. Ama bu öfkem kimseye değil kendimeydi. Ve bu öfke sönmeyecek bir yangındı. Tıpkı onun acı kehribarları gibi.

Uzak ve ulaşılmaz o gözlerinin ardında beni tanıyan o duyguya raslasım. Beni tanıyordu? Ben neden tanımıyordum? O kadar ararken ben neden bulamamıştım onu? Bu kadar yakınken bana. En başından beri belkide hep yamacımdaydı ve ben hiç bir vakit görememiştim.

Kostümünün açık yakasından görünen bağrı güneşten nasibini almıştı. Gözleriyle aynı renk saçları uyum içindeydi.

"Eğlence başlasın!" sesi kalın gürdü. Bunu kendi istedeği için değil kendiliğinden böyle çıktığını farkettin. Kollarını indirdi. İkinci tür başlayacaktı. O an durmak yerinde arkamı döndüm. Daha fazla yapamazdım.

Anılar satır satır zihbimde değişiyordu. Kalsam bile gidip oracıkta öldürebilir miydim? Ellerim titrerken oku tutabilir onu göğsünden vurabilir miydim? Hayır Yapamazdım.

Günler çoktu. Kaçacak değildi ya. Onu görmüştüm. Tanıyordum. O gözleri çocukken hafızama kazımıştım. İstesem dahi unutamazdım. Yürürken gözlerim doldu. Niçin dolduğunu bile bilmiyordum.

Artık bu kaledeydim. Bahçeden sorunluydum. Kalenin bahçivanıydım. Ve onu görecektim. Gördüğüm yerde de acımadan öldürecektim. Bugün bu kadar ölümsüzün içinde çıkıp onu okumla vurmaya kalkıştığım an daha ben onu öldürmeden ölümsüzlerin gazabına uğrayacaktım. Aptal değildim. Ölümsüzler kadar güçlü değildim. Ve bütün ölümsüzler barz'ın tarafındaydı. Hepsi onu çok seviyorlardı.

İşim onu musait bir yerde yakalamak ve öldürmek. Amacın acı çektirmek falan değildi sadece bu dünya üzerinde ki izini silmekti. O bir ölümsüzdü istesem dahi ona acı çektiremezdim.

Güçlüydü.

Güçlüydüler.

**

Şafağın çöküşüyle birlikte uyanmış, Bana verilen küçük odadamdan çıkmış ve çiçkelerin bakımı için bahçeye gitmiştim. Çiçkeler için yapılan bahçenin özel bir tarafında bitkilerle etrafı sarılmış yerde etrafına garip bakışlar atıyordum. Rengarenk bir vadiyi anımsatıyordu. Her ne kadar kabul etmesem de güzeldi.

Hoş güzellikten pek anladığım söylenilmezdi de.

Etrafıma bakarken Düşünüp durmama rağmen bulamamıştım burda olmamın amacını. Beni burda tutmalarının amacı çiçekler değildi. Bunu bilmemek için aptal olmak gerikirdi. O adamın derdi beni zindana atıp acı çektirmekti. Fakat o yardımcısı olacak adam ne dediyse bundan vazgeçmiş beni burda tutmak için çiçekleri öne sürmüştü.

Kral çıkarsız iş yapmazdı. Beni burda tutmasının eminim büyük bir çıkarı vardır. Önümde ki çiçeklere tuhaf tuhaf bakarken. Hemen önümde saksında çok güzel kokan orkide bana annemi hatırlattı. Annem orkide kokardı. Bu yüzden bende orkide kokouyoddum. Orkide kokusu benim gibi kaba saba birinin yanında çok naif ve hafif kalıyordu. ama annemin bana bıraktığı bir hatıraydı orkide kokusu. Ve şimdi hemen önümde bana hatırlatmak ister gibi kokusunu yoğun bir şekilde soluyordum.

Çiçeklere nasıl bakıldığını bilmiyordum. Annem çiçeklerin bakımından iyi anlardı. Ama benim zerre bir bilgim yoktu. Bir hortumla hepsini suluyordum. Yani bu bitkiler suyla büyüyorlardı. O yüzden hepsini suluyordum. Saksılarında ki toprak çamur olmuştu. Sanırım bu kadar yeterliydi. Biraz daha sularsam çamur da kalmayacaktı. Bu özel bölgeyi mahfetmiştim. Önümde ki mor çiçeğe elimin tersiyle sinirle su attım. Benim gibi okla gezen bir kadın bu işi yapacak insan mıydı! Üstelik bütün çiçeklerin boynu büküktü. Aptal çiçeklere tonla su dökmeme rağmen hala aynıydılar. Hele bir tane var başı önünden kalkmıyordu! Hortumu yere atıp elimle çiçeği tutup başını kaldırdım. Dik durduğuna kaanat getirdiğimde bıraktım. Fakat bıraktığım gibi tekrar boynu büküldü. Sinirle dişlerimi sıkarak Tekrar başını kaldırdım. Ama yene düşüyordu. O an dayanamayıp sinirle sertçe vurdum çiçeğe. Çieğin üç yaprağı çamurlu saksıya girdiğinde. "Tanrı'nın lanet olası çiçeği! Başını hemen kaldır yoksa seni yolacağım!" işaret parmağımı havaya kaldırmış ona doğru sallıyordum. Bütün bu çiçekleri alıp yerden yere vurasım vardı.

Bu saçma sapan şeyler için birde bahçivan mı tutuyorlardı? hepsi ölüp gebersin! İki saatir tonla su döktüm onlara hala aynı şekildeler. Hatta daha kötü olmuşlardı. Gözlerimi yumdum. Beni anlayacakmış gibi. "Sana başını kaldır diyorum!" sinirle ayağımı yere vurarak hortumu alıp hınçla sulamaya başladım. O kadar çok suladım ki kökleri görünmeye başladı.

Kral alterib çiçeklere çok önem veriyordu. Ve bu çiçeği bu halde görürse bana yapacaklarını tahmin etmek bile istemiyorum.

O yüzden daha fazla suyu ziyan etmeden hortunmla birlikte çıktım ordan. Bana öyle bir görev layık görmüşlerdi ki Benim onum hakkında zerre bir bilgim yoktu.

Tamam suyla besleniyorlardı. Ama ne kadar suyun lazım olduğunu bilmiyordum. Şuan berbat bir haldelerdi. Her tarafları su içindeydi. Bazılarının kökü görünüyordu. Kral bu görüntüyü görürse beni o zindana kesin atardı.

Bahçeye geçtiğimde üzerimde ki koyu yeşil elbisenin kolarını katladım. Düz sade iniyordu. Genelde böyle renksiz koyı elbiseler tercih ederdim. Bizim kasabada ki kadınlar o kadar açık saçık giyinirkerdi ki. Bir çoğunun tek derdi erkekleri eğlendirmekti. Ama biz ormanda yaşadığımız için bunlardan uzakta kalıyorduk. Bunları düşünürken bile yüzümü buruşturdum. O uçkarlarına düşkün nesilden nefret ediyordum. Hepsi kadınları aynı şey için istiyordu. Annem ben küçükken aşktan bahsederdi. Babamla aşk evliliği yaptıkları için o duyguya inanıyordu.

Onun aksine biz üç kız kardeş böyle bir şeyin var olduğuna inanmıyorduk. Tabi En küçüğümüz aşkı kendine oyuncak haline getirmiş, Her günün sonunda başkasından hoşlanıyordu. Erkek sineğe bile razı gelşmiş durumdaydı. Hemde daha on altı yaşında.

Daha yermi beş yaşında bir ablası varken hemde!

Bahçeden çıkıp taş merdivenlere yönelince hemen önümde iki adam belirdi. Siyah zrıh takımlarının içinde kral'ın adamları olduğunı açıkça belli ediyorlardı. Soluğumu tutup söyleyeceklerini beklemeye başladım. "İçeri giremezsiniz. Kralın kesin emri var."

Öfkeden gözüm dönmüştü. Kaç saatimi o lanet bitkilere ayurmıştım. Kralı mı dinlerdim. Elimi havaya kaldırdım. "Sen ne zırvalıyorsun be!" gözlerim öfkeden yerinden çıkacaktı. Elim ayağın titriyordu. Sinirle Ayağımı yere vurdum. "Bana bak seni de o kralını da yedin yedi kat dibine gömer." dedim sinirle elimle bastığımız zemini göstererek. "Aha burda da sağ koymam. Tekrar çıkartırım." adamın pelerinin altında yüzü görünmese de dudakları tek bir çizgi halini haldı. Sertçe yıtkunduğunda söylediklerim, bilhasa ses tonum onu oldukça etkilemiş olmalıydı. Etkilemeliydi de! Hepsini diri diri yakar arkama bile bakmazdım. Adam ellerini önünde bağladığında yanında asabi bir hareketle geçip omzumun üzetinden "haydut ne olacak." diye homurdandım.

İnsanların bana karşı olan bu korkularına bir anlam veremiyordum. Haliyle haklılardı. Her ne kadar kendime konduramasam da ne yapacağını bilmez bir kaçıktan geri kalır yanım yoktu. Bu yüzden benden korkuyor olmaları normaldi.

Geçmiş gözlerimin önüne bir sis perdeisnin ardında gelince aslında ne kadar yanıldıklarını, ve yanıldığımı gördüm. Eskiden kendi gölgesinden bile kaçıp ağlayan biriydim. Ve şimdi elimde bir okla herkese korkmadan kafa tutabikecek biriydim. O zamanlar bunu biri bana söylese herhalde şoka uğrardım.

Zaman değiştirdi.

Herkes doğduğunda masum ve iyidir. Sonrasını kendileri seçerdi. Kimisi doğduğu gibi kalır kimisi aksisi olurdu.

Kötülükle asla övünemezdin. Büyük bir başarıyla kötülükle ulaştığın yerlere bile asla övünemezdin. Fakat hiç bir şey yapmadan sıradan bir hayat yaşayıp sadece nefel alacak bir insanın övünecek çok şeyi vardı. Hiç çabalamadan sadece durduğu yerden nefes alması bile onu toplum içinde büyütürdü.

Çünkü onlar iyi olanlardı.

Hiç bir kötü, kötü olmaktan memnun değildi. Kim istemezdi herkesin en sevileni en değerlisi olmayı.

Kim istredi herkesin canavar gözüyle bakıp kaçtığı biri olmak?

Hiç kimse.

Kalenin büyük taşlı merdivenleri tırmanırken gözlerime değinen ihtişam bana ailemi kaybettiğimde yaşadığımız fakirliriği hatırlattı. Hiç kimsemiz yoktu. Adalet için diktikleri bu kaleden hiç kimseyi kapımızda görmemiştim. Sadece uzun bir süre çamurda kalan onun adım izleri vardı kapımızın önünde.

Dışarıya çıkamayacak kadar korkaktık. Anne ve babamızın Parçalanmış cesedine dokunmayacak kadar korkaktık.

Belkide o gün onlar için bir mezar açabilseydik Şuan onların bir mezarı olurdu. Fakat onlar bir mezarı bile çok gördüler benim aileme.

Cesetlerini yakacak kadar çok nefret ettiler bizden. Onları gözleri arkasında kalarak öldürürken bizleri acılarıyla yaşamamız için sağ bıraktılar. Yaşlar göz bebeklerimi zorladı. Fakat direndim. Direnmek zorundaydım.

Ağlamayı seven biri için gözyaşlar yasaklanmamalıydı.

Adımlarım kralın olduğu kata doğru yöneldi. Geniş alanda yürürken işlemeli duvarlarının önünden geçtim. Önümde kocaman ağır işlemeli çift kanatlı bir kapı vardı. Önünde ise ki tane muhafız vardı. Derin bir nefesin eiliğinde adımlarımı zorladım.

Kapının önünde ki muhafızlar anında ellerinde ki keskin kılışlarını çıkarttılar. Kelimelerimi doğru seçmeye çalışarak. "Yüce kral alderib'in huzuruna davetliyim." dedim. Börfa ailesi asla yalan söylemezdi.

Bu yasaktı. Asırlardır devam eden bir kuraldı. Kendini kandırabilirdin fakat onun dışından ağzından çıkan her kelime doğru olmalıydı. Yalan olamazdı.

Çünkü babamın ataları lanetlenmişti.

Yalan söylenildiği an börfa kuşlarının kanatları kopardı.
Bizim diyarımızda börfa kuşlarının nesli tükenmişti. Atalarımızdan beri bu böyle devam ediyordu. Eğer yalan varsa bedelinde kan vardı.

Ve ben bugün bir yalan söyledim. Bunu sesli dile getirdim. Bunun bedelini ödeyeceğimi biliyordum. Kimse değil. Kefareti bana kesikecekti.

O kan benden alınacaktı.

Buna mecburdum.

Muhafızlar bunu bildiğinden kapıları açtılar. Çünkü onlara göre kendi canıma önem veren biriydim. Tıpkı onlar gibi başı sıkışınca kendi canını kurtarmak için herşeyi yapan biriydim. Börfa ailesi bu demekti. Ama asla yalan yoktu. Yalan düşüncelerimizden ibaretti. Biz büyüdükçe o yalanların bedeli daha büyüğe mal oldu. O yüzden kimse yalan söylemeye cüret edemezdi. Ve bu şekilde insanlar kuşkusuz inanırdı bize.

İçeriye adım atmadan önce gözümden bir damla süzüldü. İlk kanatları kopulan kuş ben olacaktım.

Kral alterip herzaman olduğu gibi tahtında oturuyordu. Beni beklemediği için gözlerindeki ufak şaşkınlığı gördüm. Şaşkınlıktan ziyade korkuyu.

Korkusu kendisi adına değildi. Başka bir şey vardı. Çözemeyeceğim bir şey vardı.

Eteklerimi tutup dizlerimi bükerek ona selam verdiğimde. "İzninizle kralım. Size sormak istediğim bir şey var." başımı kaldırıp gözlerine baktığımda mavi gözlerini kıstı. Soruma cevap vermel yerine. "Sen... Buraya nasıl girdin?"

Yalan söyledim. Hep yaptığım bir şeydi. Biliyorum bedeli çok ağır olacaktı. Ama umrumda değildi.

Kalbime tamda o an bir sızı otırdu. Tarifsiz bir sızıydı bu. Yutkunmaya çalıştım. Fakat bunu yapmakta güçlük çektim. Göğsüm birden bire sıkıştı. Buna hiç bir anlam veremedim. Ama kaybettiğimi hissettim.

Bir bedel ödediğimi o an hissettim.

Benim dile getiremediğim cümleri kral getirdi. "Sen yoksa. Yalan mı söyledin?" soruları cevapsız kalacaktı. Kalbime birden bire oturan bu acıya bir anlam veremediğim için. "Kardeşlerim." diye fısıldadım. Biliyorum karşısında sözlerine cevap vermemek büyük bir suçtu. Fakat tek düşündüğüm kardeşlerimdi. "Onlardan haber alamıyorum." bakışarımı kaçırdığımda kralın korkutucu bakışlarını üzerimde hissettim. Parmaklarım içe büküldü. "Yane gönderdiğim mektuba hala bir cevap gönderilmedi. Onların nasıl olduğunu bilmek istiyorum." bakışlarımı Tekrar kaldırıp kralın yüzüne baktığımda. Burnundan sert bir nefes aldığını gördüm.

Nedendir bilmiyorun. Fakat çok öfkeliydi. Benden nefret ediyordu. yalan söylediğüm için mutlu olması gerekirdi. Fakat çok öfkelenmişti. Birden bire. "sen ne yaptığının biliyor musun!" öyle bir bağırdı ki bu sesten etkilenmediğimi söylesem yalan olacaktı.

Bu tepki katiyen beklemiyordum. Fakat düşündüğüm bu değildi. "Kardeşlerimi esir alamazsınız. Gördüğünüz gibi istediğiniz üzere bahçivanım. Ama onlar dokunmayacağınıza söz." demiştim ki Elini ihtişamlı tahtının kolçağına öyle sert bir biçimde vurdu ki sözlerim yarıda kesildi. "Bana cevap ver! Benim huzuruma çıkmak için yalan mı söyledin!"

O saniyeden sonra daha fazla sakinliğimi koruyamadım. "Benim kardeşlerim nerde kral alterib! Siz hangi hakla onları esir alabilirsiniz! Onlar daha çocuklar!" hiç bir şey umrumda değildi. Ceza almam, Zindana atılmam, Kırbaşlanmam hiç bir şeyi umursamıyordum. Kardeşlerimin nerde olduğunu bilmek istiyordum.

Sesimi yükseltmeme karşı. "Bu ne cüret! Sen kimden bu cesareti alıpta karşımda hadsizce davranıyorsun!" gözlerinde ki öfke acımasızlığını yansıtıyordu. Kral gaddar bir herifin tekiydi.

Ayağımı yere vurdun. Ve elimi ona doğru savurarak. "Asıl siz ne hakla beni suçsuz yere burda tutuyorsunuz! Adalet de adalet diye tutturdunuz. Soruyorum size adalteniniz suçsuzları içeriye tıkıp tıkıp suçluları salmak mı!" şiddetle karşı çıkıyordum. Söylediklerimle kral alterib bozguna uğradı.

Yüzünde ki şaşkınlık ifadesi gözle görülebilecek kadar büyüdü. Sanırım bu sözleri benden beklemiyordu. Benim gaybedecek hiç bir şeyim yoktu. Eğer kardeşlerimi beni burda tutmak için esir almışlarsa hiç bir şey beni durduramazdı.

Çünkü onlar benim bu hayatta sahip olduğum tek servetimdiler.

Anne ve babam onları bana emanet etmişti. Ben onları koruyup kollamazsam kim korurdu ki onları?

Döverdim kızardım, hatta Okla kovalardım. Fakat onlar benim canımdan daha kıymetliydiler. Ben onları ağlatırdım fakat başka eller saçlarının teline dahi dokunamazdı. İçime kor bir yangın düşmüştü. Kralın karşısında gardımı düşürmemek için büyük bir güç sarfediyordum. Parmaklarım titrediği için içe doğru bükmüştüm.

Çok fazla acı vardı. Ağzımda acı bir tat oluştu. İlk kez bu bu kadar çaresizdim. Bir bağımın koptuğunu hissediyordum.

Söylediğim yalanlarım neye mal olmuştu. Yada benden neyi almıştı.

Ne olur benden almasın.

Benden daha fazla bedel almasın.

Bu sefer yaşayamam. Bu sefer intikam bile beni ayakta tutamaz. Bu seder hiç bir şey yıkılan kaleyi ayakta tutamaz.

Titrek bir nefes içime çektim. Kral sabırla soludu. Bana karşı neden bu kadar sabırlıydı. Bende ne karı vardı? Ne çıkarı olabilirdi ki beş kuruşu olmayan bir kadında? Üstelik benden bu denli nefret ederken.

Kardeşlerime zarar vermememiştir değil mi?

Ne olur vermesin.

Onların bir damla gözyaşına bile dayanamam. Neden bu kadar duygusal düşünüyordum ki? Ben düşüncelerimde bile hep onlara kızar azarlardım. Fakat bugün. Bu an... Çok farklıydı.

"Kardeşim...' diye fısıldadım. Boğazıma derin bir yumru oturduğunda kralın kaşları derinden çatıldı. Bakışlarımı eğdim. "Kardeşlerime zarar vermediniz değil mi?" vermemiş olsunlar.

Bakışlarımı korkarak kaldırdım. Ve baktım. gözlerinde anlam veremdeğim bir duygu vardı. Gözlerime bakıyordu. Sonra bakışları ordan saçlarımı buldu. Uzun uzun inceledi. Karşısında bir bilmeceymişim ve beni çözmeye çalışıyordı sanki.

Gözlerinde korkutu bir şüphe vardı. Gerçek olmasını hiç mi hiç istemediği bir şüphe gözlerinde vardı. Bunu düşünmüyordum. "Onları görmem gerekiyor." dedim. Sözlerimle birlikte kendine gelmiş gibi bakışlarını hızla saçlarımdan çekti. Elini kaldırıp anlına koydu. Benim şuan çoktan ya idam tahtasında yada zindanda kırbaşlanmam gerekiyordu.

"Cezalısın. Hiç bir yere ayrılamazsın." sesi kararlı ve asla itiraz istemiyordu. Ağzımı açıp tek kelime edecektim ki. "Bu akşam araf ormanına gidecek. Ve barz'dan emanetimi sen alacaksın." benden bedenen alamadığı hıncı ruhsal olarak alıyordu.

Başarıyordu da.

Yutkundum. Aralık dudaklarım kapandı. Hiç bir itiraz etmeme fırsat verilmedi. Beni ona gönderiyordu. Aramızda ki hüsümeti bile bile. Onu öldürmek için yıllardır elimde bir okla gezdiğimi bile bile hemde.

Planladığı bir şeyler vardı. Artık bundan kesin bir şekilde emin olmuştum.

Çaresiz olmak böyle bir şey miydi?

O an hiç düşünmeden Pişman olacağum bir şey yaptım. "Tamam. Kabul ediyorum ama bir şartla." dedim. Kralın kaşları çatıldı. Bana zerre tahammülü kalmamış gibi bakıyordu. "Şartını kabul edeceğimi kim söyledi." kendimi rahatlatmaya çalıştım. Rahat olmalıyım. Bu kadar gergin olmak beni yanlızca zarara sokardı. Sakin bir dillr ona izah etmeliydim kendimi. "Bakın. Beni burda tutmanızın amacı ne bilmiyorum fakat." gözlerine baktım. İtaraz etmiyordu. Kabul ediyordu. "Ama eğer ben istemezsem hiç kimsenin beni şurdan şuaraya götüremeyeceğini biliyorsun." ne söyleyeceğimi artık merak ediyordu. "Kabul ediyorum. Fakat tek şartım. Kardeşlerimi görmem." düşündü. Bu söyleyeceğimi tahmin etmiş gibi çok şaşırmadı. Bir şeyler düşünüyordu. Benden böyle bir şey istediyse öyle kolay kolay kabul etmeyeceğimi de bilmiş olması gerekir. Gür sakallarını sıvazladı. Eli ayağı düzgün bir adamdı. Karısı ona yakışmayacak bir çirkinliğe sahipti. Onun gibi mevki yüksek adamlar güzel alımlı kadınlar kendilerine seçerler. Fakat kralın karısı çok çirkindi. Güzelliğik gibi bir takıntım olmasa da. Yanına hiç yakıştırmıyordum.

Benim gibi Halk da bu durumu çok garipsemişti. Ama bir süreden sonra artık konuşmayı bırakmışlardı. Ve tek bir çoğunun babası olması da düşündüren bir başka konuydu. Çünkü burda hali vakti yerinde olan insanların çocukları çok olurdu. En azından halk konuşurdu. En az çocuklu olanın en az üç dört çocuğu vardı. Ki krallar kenelde soyu bereketli olsun diye çok çocuk isteselerdi.

"Emanetimin başına bir iş gelmeden bana getirebilirsen seni ödüllendireceğim." kralın sesiyle düşüncelerimden ayrıldım. Kabul etmekten başka çaresi yoktu. "Sana keseceğim cezaya ise." o çirkin gülüş yüzünde peyda oldu. Benden gerçekten nefret ediyordu. Ve beni süründüreceği kesindi. "Geldiğinde karar vereceğim."

Gerçekten barz'la yüzleşmeye hazır mıydım hiç bilmiyorun. Onun ormanına mı gidecektim? Nerden yaşıyordu nasıl bir yaşantısı vardı hiç bir fikrim yoktu.

Fakat kardeşlerim için bunu yapacaktım. Ve bunu yaparken tek dileğim kralın sözün eği olan bir adam olmasını dilemekti.

"Şimdi Çıkabilirsin." başımı sallayıp arkamı döndüğümde. Adım atmıştım ki sözleriyle adımlarım yerine çivilendi. "Tek başına gidecekain. Ve onu öfkelendirmeyeceksin. Eğer ki geçmişte ki tatsız meseleri orda açarsan, bil ki kardeşlerini ebediyen kaybedersin."

Neden bu kadar endileşenmşti.

Hişin eğer bana zarar verseydi bunu yapardı. Amacı sadece eğlenceydi. Eğlenceye bayılıyordu. Ve onu kovalamam ona haddinden fazla zevk veriyordu. Benim işimi bitirmesi tek bir saniyesini bile almazdu. Fakat o bunu yapmak yerine benimle eğlenirdu.

Bunu nasıl yapacaktım? Benim onunla yüzleşmeye getçekten cesaretim var mıydı ki?

Karanlık.. Hiç bir vakit korkmadığım bu siyah dünya bu akşam nedense içime hafif bir korku eklemişti. Bu duyguyu hissetmeyeli kaç yıl olmuştı? Öyle ki Nasıl hissettirdiğini bile unutmuştum. Ellerin titriyor, bakışlarım sürekli etrafı kolaçan ediyor, ve dizlerim tutmuyor, bunları yıllar sonra hissediyordum.

İlk kez karanlıktan korkuyordum. Unutulmuş duygularım Tekrar kendini hatırlatıyordı. Bana. Aslında en başındam beridir korkaktın. Ve sen bunu hiç bir vakit kabullenemedin. Diyordu.

Hayır değil.

Yanlıştı.

Dudaklarımı birbirine basrırken zifiri karanlığın içinde elimde ki meşalenin aleviyle ve diğer elimle kum saatinin ışığıyla zifiri karanlığı aydınlığa çeviriyordum. O kadar tenha ve sessiz bir ormandı ki. Eminim buraya o ve onun gibilerden başka kimse cesaret edip de gelemez.

Hava karanlık değildi. Vakit öğlen olmak üzereydi. Ama burda karanlık çökmüştü. Çünkü burası araf ormanıydı. Gecesi gündüzü yoktu. Daima karanlıktı.

Kalbime bir his otırdu. Öyle sıradan bir his değildi. bu his bedenime bir zehir gibi yayılan o korkunun çoğaldığının ispatıydı. Yürümeye devam ettim. Gelmemeliydim. Onunla nasıl yüzleşecektim. Bana ne diyecekti? Ben onunla nasıl konuşacaktım. Yüzümde ki pelerinimin kapüşonunu başıma sadece dudaklarım görünecek şekilde örttüm. Ve sadece ayaklarıma bakıyordum. Başım eğikti. Çok yaklaşmıştım. Çünkü ilerden is kokusu geliyordu. Ormanda ateş yakmışlardı. Ve bir şeyi pişiriyorlardı. Şuan karşımda olsalar bile onları göremiyordum. Çünkü sadece ayaklarımı görebiliyordım. Ama ateşin çatırdayan sesini duyuyordum.

Ve et kokusunu.

Etten nefret ediyordum. Kokusu bile miğdemi bulandırmaya yetmişti. Kahrolası insanlar gece gece ne pişiriyorlardı böyle!

Biraz da yaklaştığımda o an bir dalın kırılma sesi geldi. Adımlarım aniden durdu. Kahretsin okumu getirmemiştim. Çünkü o lanet olası kral okumu vermemişti. Çünkü biliyordu o oku getirsem onu hiç düşünmeden vuracağımı. Ve onun o okla ölmeyeceğini bana musallat olacağını. Benden ziyade onlara musallat olacaklardı.

Bir ok sadece ilgisini onlara çevirecek ve öfkesini harlayacaktı.

Put gibi yerimde dikilmeye devam ettim. Okun yakımda olmayınca korku bedenimi esir alıyordu. O ok bana cesareti kazandırıyordu. Fakat o olmayınca korkağın tekiydim. Bu sessiz çağrıyı biliyordum.

Onun adımlarının sesi yoktu. Yaklaştıkça ayaklarımın altında ki toğrak sarsılıyormuş, ve deprem oluyormuş hissi veriyordu. Tepeden tırnağa titredim. Adımlarının sesi yoktu. Fakat o güçlü hissi etrafımı duvar gibi örmüştü. Ondan aldığım enerji öylesine küvetliydi ki cehnnemim oratasında diri diri ruhum yanıyormuşcasına o acı hissediyordum.

Ruhu kıskıvrak korkuya teslim eden biriydi. O yaşatmaz yanlızca hissettirdi. Hişin barz. Tehlikeli fısıltı. Sessiz bir ölüm. Fakat sancılı bir acıydı.
Onun geçmişte bana armağan ettiği acının izi bile hale tazeyken yeni bir acının emaresini ruhumda istemiyordum.

Onun is kokusu bütün anılarımda kirli bir leke bırakmıştı. Söz konusu barz olunca düşünme yetimi kaybediyordım. Yaklaştı fakat ben hissetmekten başka hiç bir ses işitemedim. İşte bu yüzden korkulurdu. Çünkü hiç bir vakit nerde ve nerden çıkacağını bilemezdin. Tam arkanda olurdu fakat sen Onu sadece hissederdin.

Meşale alevinin yeterince aydınlatamadığı karanlığı onun dumanları aydınlattı. Kehribar dumanlar etrafımı sardı. Ateşin kokusunu aldım. O ateşti. Dumanların arasında kalakalırken elimde ki meşalenin alevi sert bir rüzgar tarafından söndürüldü. Aynı şekilde elimde ki kum saatinin de ışığı söndü. Ve sönmeden önce gördüğüm tek şey kum saatinin hızlı bir şekilde inen kumları oldu. Dehşetle sarsıldım. Tam arkamdaydı artık. Nefesi üç adım ötemde enseme çarpıyordı. İri varlığının hissi mümkünmüş gibi yıllar evvel kalbimin unuttuğu korkunun üzerine bir başka korku eklendi. Başımda ki pelerin rüzgar sayesinde arkaya düştüğünde ilk defa salık bıraktığım kestane renginde uzun saçlarım omuzlarıma döküldü.

Kilitlenmiş bedemini o an harekete geçirdim. Elim pelerinimin başlığını takmak için havalandı. Fakat hemen ardımda duyduğum sesle kaskatı kesildim. Ve elim havada öylece kaldı. "Şşşt. Sakın deneme." fısıltı halinde ki sesi boğazından kalın ve korkunç bir ürpert bahşetti bana. Nefesini ensemde hissediyordum. Ama kilitlenmiş gibi uzakalşamıyordım.

Ne oluyordu bana.

Verdiğim yeminler.

Kendimi cesaretlendirdiğim o geceler.

Ve uğruna çektiğim onca eziyetin, Bütün toplum içinde kadınlara kötü örnek olan o kadın nerde?

 

O an zorlukla bir adım öteye gittim. Ruhum cehennemde yanıyormuş gibi bir azap çökmüştü tam omuzlarımın üzerine. Ruhumun geçmişten kalan o çığlıkları bugün kulaklarımdaydı. Zihnimde ki tozlu anılırında onun imzası vardı.

O güçlü kadını bugün için büyüttüm. Ve şimdi onun armağan ettiği o korku için beni terketmesine izin veremezdim. Ben on bir yaşında ki o kız çocuğu değil. Yermi beş yaşında ki o kadındım. Ben bir börfaydım. Ve intikama aç olan o atanın kızıydım. Bir adım daha attığım vakit pençeleri ruhuma dolandı. Ve birşeyler gitmeme izin vermedi.

Yapamazdım.

Ben o kadın değildim.

Yüzleşecek kadar cesaretim yoktu.

Arkamda dikilmek yerine sessiz adımlarının etrafımda dolandığını hissettim. Kulaklar ona sağır olurdu. Avını avlarken oldukça sessiz ve yavaştı. Adımları önümde bitti. önümde yanar bir dağ vardı. O yanardağdan taşan volkanlar bana isabet ediyordu sanki.

Başımı eğip uzun saçlarımın yüzümü örtmesine izin verdim. Ve hemen ardından pelerinimin şapkasını yüzüme geçirdim. Bana doğru bir attı. "Demek gizlemeyi seviyorsun." ses tonunda ki eğlenceli tını kesinlikle masum değildi.

Beni tanımış mıydı?


Yıllardır bulmak için bakmadığım, gezmediğim diyar kalmamışken. Şimdi karşımdaydı. Ve şimdi bu yaşadığıma inanamıyorum.

Omzuma dokundu. Bütün tüylerim diken diken oldu. Kumaşın üzerinden bile yakıcı temasını hissedebiliyor, ve bu beni rahatsız ediyordu. İçimde büyüyen öfkeye yenik düşüyordum. Elini sertçe iteledimde. Gülüşünün sesini işitti kulaklarım. Keyiften uzak bir gülüştü bu. Şeytanın zafer gülüşlerinden biriydi. Zaafımı yakalamış gibi. Belimi aşan uzun saçlarıma onun parnakları değindi. Öfke kanımı kaynattı. "Ürkek bir ceylan tam şu an." diye fısıldadı saçlarımı avucuna tutsak etmek ister gibi hapsetti. Üzerime biraz eğildi. Ve sıcak nefesi kumaşın altından yüzüme nufüs ettiğinde. "Aç bir aslanın karşısında duruyor." elini itmeme gerek kalmadan hazetmemiş gibi avcuna hapsettiği saçlarımı bir kuşu özgür bırakır gibi savurdu. Sessiz adımları etrafımda dolandı. Oldukça iri yapılı ve heybetliydi. Tam arkamda durduğunda. "Bu güzel ceylanı nasıl avlamamı istersin?" sesinde ki haz korkmam gerektiğini söylüyordu.

Gerçekten beni avlayacaktı. Şaka yapmıyordı. Ama bunu eğlenerek yapacaktı. Çünkü ona itaat etmediğim için öfkesini bu çekilde çıkaracaktı. Bir şeyler yapmalı ve kendimi bir an önce bu kana susamış canavarın elinden kurtarmalıydım. Parmakları tekrar omzumda sürtündü. Bu sefer yerinde sabit kalmadı. tehlikeli bir yavaşlıkla inceler gibi yana kayarak sol omzuma geldi. Boğazımda bir düğüm olduştu. Eli ateş gibiydi. Haddinden fazla sıcaktı. "Ben..." diye geveledim. Sesimi değiştirerek. Naif ve ince bir ses tonuyla konuştum. Sesimi duyduğu an. Arkadan bana biraz daha yaklaştı. "Söyle. Sesini duymak istiyorum." diye emretti. Sesinde ki tını ağzıma kadar gelen kelimeleri geri ittirdi. "Ben aslında buraya sizd-" demiştim ki sözlerimi sözleriyle ikiye ayırdı. "Beni etkiledin." dedi korkutucu bir ses tonuyla. Parnakları başıma geçirdiğim pelerinimin şapkasının kumaşını kavradı. Ondan gerçekten rahatsız olmuş gibiydi. "Ve beni eğlendireceksin." dediğinde çoktan başımda ki pelerini indirmişti.

Lanet olaun! Yanlış yaptım hemde çok yanlış!

O kimseyi dinlemiyordu. Ve bugüne dek hiç kimse karşısında sözünü tamamlayamamıştı. Ben buna kralın beni gönderdiğini nasıl söyleceğim?

Ve kahretsin kral bunu biliyordı. Üstelik bunu bile bile beni şeytanın inine davetsiz gönderdi. Şimdi o günahkar elleri üzerimde ateşi etrafımda bir çemberdi.

Kral alterib benim duygusallığımdan yaralanmış, beni tuzağa düşürmüştü.

Ve bu kişi öylesine biri değil. Herkesin korkudan önünde dili tutulan hişin barzdı!






 

BÖLÜM SONU-

 

böyle bir son bekliyor muydunuz?

Börfa bir çıkmazın içinde. Barz normal bir insan değil. Avcı ruhuna yenik düşüyor, bundan zevk alıyor, Ve börfa onunla o ormanda tek başına üstelik kendini koruyabileceği oku yok. Ona cesaret veren tek şey oku iken elinden alınması tuzağın bir parçaaı olabilir mi?

Bu bölümde barz'la bu şekilde tanışmayı bekliyor muydunuz? Hişin barz biraz tutulmaz ve durdurulmaz birine benziyor. Üstelik kendiSine karşı en ufak bir direniş gösterilmesinden hoşlanmıyor.

Börfa onun elinden biraz zor kurtulacak gibi görünüyor.

 

Kral alterib hakkında ne düşünüyprsunuz? Börfa'ya karşı beslediği bu nefretin bizi şaşırtacağı belli üstelik bununla sınırlı değil gibi. Onu yanında tutmak için başka çıkarları var gibi. Bu savaşta kimin kazanacağı ve kimin kaybedeceğini göreCeğiz.

 

Gelecek bölümde görüşmek dileğiyle. Hepiniz ALLAH'A EMANET OLUN. sizleri çok seviyOrum💙💙

 

Loading...
0%