Yeni Üyelik
6.
Bölüm

(5) av ile avcı.

@ebru2_yuva_

Güneş gibi güzel bir histin. Fakat onun kadar merhametli değildin. Ne sen ne ben göründüğümüz kişilerdik. Maskelerimiz hep yüzümüzdeydi. Biz sadece geçmişte masumduk barz. Şimdilerde eski kendimi unutmuş durumdayım. Bana beni hatırlatma...

 

 

Zaman ne çabuk geçip giidyordu Hiç farkına varamadan öylece geçip gidiyordu. Bana kalırsa zaman çok acımasızdı. En zor günlerde yavaştı Ve sen kendini toparladığın an hızlanıyordu. İşte bu yüzden acımasızdı.

Unuttuğum hisler bugüm tekrar benimleydiler. Bundan hiç mennun değildim. Savaşan bir kadın için bu duygular zayıflıktı.

Bir ormanın içinde kuşun uçmadığı kervanın geçmediği bir yerdeydim. Bağırsam bile kim sesimi duyup gelirdi ki? Yada kimin umrundaydım? Belkide onların işine gelirdi. Kimsenin sevmediği biriydim. Seviliyorsam da en azından bunu hiç hissetmemiştim. Meşalemin alevi sönmüş, Kum saatinin ışığı da sönmüştü. Çünkü o kum saatinin asıl sahibi şuan burdaydı.

Ne yapacaktım şimdi ben?

Kalbim haddinden fazla hızlı atıyordu. Niye atıyordu? Korkumuyordum ben bir kere.

Beni de annem ve babamı öldürdüğü gibi mi öldürecekti?

Ben onu öldüremeden. O sözümü tutmadan mı ölecektim? İşte bu imkansızdı.
Tam arkamdaydı. Nefesi saçlarıma değecek kadar hemde. Benden ne kadar uzundu? Yanında fazla zayıf duruyor muydum? Bu önemli değildi Önemli olan aklın gücüydü.

Saçlarımın bir kısmı elindeydi. İnceliyordu Bir caniden farkı yoktu. Saçlarımın avuçlarında olması miğdemi bulandırdı. Ondan gerçekten de nefret ediyordum. Saçlarımı elinden hırsla çektiğimde tekrar pelerinimizn başlığını taktım.

"Emaneti almaya geldim." ona döndüm. Sert nefesler almaya başladı. Öfkelenmişti. Bir kaç adım gerilediğimde öfkesi gürlenen ateş gibi büyüdü. Başım eğik olduğu için sadece parmaklarının kızardığını gördüm. Ve hemen sonra Bir çatırtı sesi duydum. aynı sese benzer başka bir ses daha. Başımı çevirip sesin geldiği tarafa baktığımda ise. Görmeyi istemediğim bir sahneyle karşılaştım. İşte korkutuğum buydu.

Ateş...

Öfkesini temsil eden o ateş hemen biraz ötemdeydi. Harlandıkça diğer bitkilere sıçradı. Şaşkınlık tüm bedenimde şok etkisi yarattı. Ateşin kızgın lavları ondan izin almış gibi her taraf sıçradı. Etrafımızı çember alan lavlar benim alanıma geçmesine çok az kalmıştı. bakışlarım onun tarafına döndü. Gitmem gerekiyordu. Ama biliyordum ki o emanet denen şeyi alıp gitmeden kral kradeşlerimi görmeme izin vermeyecekti. Yutkunmaya çalılarak. "Kral alterib beni buraya gönderdi." Ne yaptığını yüz ifadesinin şuan nasıl olduğunu bilmiyordum. Tek bildiğim öfkeli olduğu. Ateş git gide gürleniyordu. "Sende emaneti varmış." ilk defa birini dinliyordu. İlk kez lafını kesmiyordu. Hadi bakalım buda büyük bir başarıydı.

Çünkü bu defa eğlenmek istemiyordu. Bu sefer yoketmek istiyordu.

Sağ elinde bir değnek vardı. Ve değneğin üzerinde siyah bir yılanın başı vardı. Ürkütücüydi. Parmakları değneği o kadar çok sıkıyordu ki. Öfkesinin git gide harlandığını anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

Bir adım geri çekildiğimde. "Ben." demiştim ki. "Yüzünü aç." demesiyle kalakaldım. Öyle bir biçimde bunu dile getirdi ki. aslında bu ana kadar hiç korkmadığımı farkettim. Sesi kısık kelimeleri baskındı. Bu bir emirdi. Artık bardığı taşıran son noktaydı.

Ne yapmam gerekiyordu. Ateş etrafımdaydı. Fakat arkamda değildi. Yüzümü görmek istiyordu. Beni şimdiye dek çoktan öldürmesi gerekiyordu. Yane en azından bu eylemde bulunması gerekiyordu. Fakat bunu yapmıyordu. O an hiç yapmamam gereken bir şeyi yaptım.

Arkamı döndüm. Ve düşünmeden koşmaya başladım.

Bu kişi ben değildim.

Bu sihir değildi. Bu ben değildim.
Kendime binlerce defa lanet ettim. Beni öldürecekti. O kadar büyük bir hata yaptım ki bu hata boynuma bir urgan gibi geçecekti.

Onu öfkelendirme demişti.

Geçmişin tatsız konularını açma demişti. Ben hiç bir şey yapmadan başarmıştım. Kahretsin gerçekten tuzağa düşmüştüm. O başıma büyük bir bela olacak. Hemde öyle bir bela olacak ki. Artık kendimden ziyade kardeşlerimi korumam gerekiyor.

O ateş beni yakmamıştı.

Ama beni yakacaktı. O ateşin öyle birden bire çıkmasının sebebi neydi? Peşimden gelmiyordu. Gelse bile ben bilmiyordım. Çünkü barz'ın adım sesi yok. Amacı neydi? Her neyse tekin değildi. Barz benim duşmanımdı fakat şimdi bende onun hedefi olmuştum. Ve o sabırlı biri değildi. Canını sıkanı sağ koymazdı. Ve akıllı biri. Kardeşlerime zarar verecekti.

Kim olduğumı biliyor muydu?

Anlamış mıydı?

Nefes nefese kaldığımda bile koşmayı kesmedim. Ayağım birden fazla dallara takıldı. Ama durmadım bu ormanda kaldığım tek bir dakika benim hayatıma mal olacaktı. Tek kurtuşum kendimi wihides'e atmak.

Ben yıllarca derdini çektim onun. Bira da kral uğraşsın bu avcıyla.

Hızlı koşarken Bir anda ayağım sert bir şeye takıldı. Azğımdan kopan çığlığa angel olamadım. Çünkü dengemi kaybettim karanlıkta. Yere düşerken başım sert bir kaya taşı olduğunu düşündüğüm taşa çarptı. Bakış açım karanlıktı. Artık zihnim de boş bir kuyudan farksız değildi.

Şakaklarımda bir sızı hissettim. Hemen sonra ise ılık bir sıvının sızıp saçlarıma karıştığını hissettim.

Herşey bundan ibaretti.

Herkes hakkettiğini bulurdu. Hakettiğini yaşardı. Yalancının mumu yatsıya kadarmış.

 

Bazen kendinini açıklamana gerek yoktur. Bakışların... Ve ne hissettirdiğin önemlidir. Kim olduğunu söylemene gerek yoktur arkanda bıraktığın izlerin yeterdi.

 

Ben kendimden geriye bir çok iz bırakmıştım. Kim olduğumu anlatan bir çok şey bırakmıştım.

 

Kum saati.

 

Meşalem.

 

Bir korkak gibi kaşıçım. Beni en iyi kim tanırdı? Benim bile kendimi tanımadığım kadar çok iyi tanıyan biri vardı. Bazen bir insanla yıllarca aynı çatı altında yaşarken bile onu tanıyamazken Biz hiç birbirimizi görmeden sesimizi duymadan birbirimizi tanıdık. Birbirimizin zaafını bildik.

 

Barz'ın zaafı neydi?

 

Ses.

 

Seten nefret ederdi. Gürültü koptuğunda öfkelenirdi. Fakat zaafını bilmiyordum.

 

 


Derinlerde bir kabusun içinde hapis gibiydim. Ateşin çatırtılı sesine eşlik etin kokusu geliyordu. Ruhum ayazda kalmış gibiydi. Üşüyordum. Üşümekten ziyade korku vardı. Yakınımda bana korku veren birisi vardı. Gözlerimi yavaşça açtığımda Görüş açıma yıldızlar girdi. Bu sefer gülümsemedim onlara. Gülümsemek istemedim ilk kez Gökyüzü o kadar süslüydü ki bakılmayacak kadar masumdu.

Şakaklarımda bir sızı vardı. En son yaşadıklarımı hatırladım. O lanet olası caniden kaçıyordum. Sonra ayağım takıldı Ve başımı bir şeye çarptım. Sonrası yoktu. Olamazdı çünkü bilincimi kaybetmiştim. Yerimden Kalkmadan nerde olduğuma baktım. Hala o lanet olası ormandaydım. Bunu ağaçlarından tanıdın. Tam önümde ateşin sesi geliyordu.

Beni kim getirtmişti buraya.

Yerde boylu boyunca uzanıyordum. Bedenim fazla yorgun düşmüştü.

Daha fazla beklemek yerine avuçlarımı toprağa bastırdım. Ve bundan destek alararak doğrulduğumda gözlerimin hedefinde belkide sadece ateşin girmesini bekliyordum. Fakat gördüklerim odunsuz yanan bir ateşle sınırlı değildi. Çok daha ötesinde bir şey vardı. O ateşin önünde oturmuş vahçice pişirdiği eti yiyen bir kişi vardı.

Hişin barz...

Evet yanılmıyordum. Hişin barz tam şu anda karşımda ateşin önünde hangi masum hayvanın canına kıydıysa onun ziyafetini çekiyordu.

Neyi avlamıştı bilmiyorum fakat öyle bir iştahla yiyordu ki Acıktığında gözünün ne denli döneceğini düşünmek bile istemedim. Erkekler genel olarak da miğdesine çok düşkündü. Ama bu ete düşkündü. Et dışında hiç bir şey tüketmiyordu. Kaç saattir uyuyordum ki ben? Neyi avladıysa derisini soymuştu. Ama o kadar istemeyerek yapmıştı ki bunu, etin üzerinde hayvanın kılları vardı. Temizlikle alakası yoktu yemek olsun yesin yeter onun için.

Ve beni yene bulmuştu. Zaten öylece elinden kurtulacağımı sanmıyordum bu sadece bir ihtimaldi. Ona bakmaya devam ederken Bir anda kucağıma atılan et parçasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Eti o kadar sert bir biçimde atmıştı ki son anda eğilerek kafama gelmesine engel olmuştum. Başımı eğip kucağıma düşen but parçasına baktığım sırada onun sesini işittim.

"Uykun bir avcıya göre çok ağır değil mi sence?" sesi oldukça kısık hatta bir fısıltı şeklindeydi. Yüzünde ki mennüyetsiz ifade bundan rahatsız olduğunu söylüyordu. Sanırım uyanmamı beklemişti. Söyledikleri kafamı kurcaladı.

O kadar kaçmama rağmen beni yene bulup getirmişti. Öfkeyle nefesimi verdim acı kehribarlarının tek odağı şuan elinde ki etti.

"Neydi senin ismin?" birde ismimi mi soruyordu? Koyu kahverengi saçları anlının üzerindr buke halinde duruyordu. Benim cevap vermemi beklemeden kendi kendine Düşünmeye başladı. Ve çok geçmeden. "Şu nesli tükenen kuşlar." başını işte o an kaldırdı. Açık Kehribarları ateşin yansımasında daha da açık bir tona bürünmüştü. Dudakları keyif almış gibi iki yana kıvrıldı. Bir parça ateş de sanki gözlerinin çukurunda saklıydı. Gözlerimin içine bakarken tek derdi eğlenmekti. Ama bu hiç tekin bir eğlence değildi

Bakışları yüzümde fazla oyalanıyordu bilhasa dudaklarımda. Ve bakışları dudaklarıma inince gözlerinde ki ateş harlanıyordu. "Çok aptal bir kuş sürüsü olduğu için çabuk nesilleri tükendi." bana üzülmüş gibi bakıyordu. Ama hiçte üzülmüyordu. Pelerinimin şapkası yüzümde olmadığı için beni artık tanıyordu. Ve eminim benimle çok uğraşacak kolay kolay elinden kurtulamayacağım.

Öfkeyle derin bir nefes aldım. Neden bu kadar çabuk öfkelendiğimi bilmiyorum. "En azından yılan gibi sinsi değiliz." bu kadar çabuk öfkelenen biri olmak beni yanlızca zarara sokuyordu bu alçak çok sakindi benim aksime. Sakinlikle iş yürütüyordu alçak herif. Benim söylediklerimle katiyen ilgilenmiyordu.

Yüzüne nefretle bakıyordum. Bakışları fazla yoğundu. Dilini damağında gezdirdiğinde. "Hayvanları çok severim. Bilhasa kuşlar." benimle gerçekten oynuyordu. Kuşlarla sorunu neydi? "Etleri çok lezzetli ama doyurmuyor." neden bana böyle bakıyor?

Nefretle yüzümü buruşturduğumda dudağının köşesi tehlikeli bir biçimde kıvrıldı. "onları yerken hissettiğim o haz duygusu anlatılmaz." başını yana yatırdığında kehribarına karanlık karıştı. Ağırca bedenimi baştan aşşağı süzdüğünde. "Büyüleyici." gördüklerini beğenmiş gibi ısrarla bakışlarını üzerimden çekmiyordu. Kendime hakim olmam gerekiyordu. Fakat o böyle bakmaya, böyle konuşmaya devam ederse bu pek mümkün değildi. Burnumdan sert bir nefes aldım. Gözleri yüzümü inceliyordu. "Beni büyülüyorsün." ses tonu derinden kalın ve bana korku vadediyordu. Susmasını istiyordum. Eğer biraz daha böyle devam ederse kendimi tutmayacaktım. "Ve eğer ben arzularsam." devam etmesine izin vermeden hışımla elimi kaldırıp. "Kes şunu!" diye bağırdım. Yüksek sesi sevmiyordu. Ama şimdi bundan rahatsız olmak yerine keyfi yerine gelmiş gibi gülümsedi. Onun dudaklarında asla masum gülüşler olmazdı. Tehlikeli bir zaferin dudaklarına yerleştirdiği o kibirli gülüş dudaklarında esirdi.

Bakışları beni korkuyordu. Durdurulmaz bir adamdı. Kurallar ve sınırları asla dinlemezdi. "Kuşlar sessiz olmalı." yüzüme tehlikeli bir ifadeyle bakıyordu. Yutkunduğumda. "Yoksa onların sesini keserler." sözlerinde ki keskinlik çizgimi geçmemem gerektiğini açıkça anlatıyordu.

"Kuşları avlamak Bana zevk veriyor."

Kısaca beni de avlamaktnan bahsediyordu. Ama nasıl avlamak istediğinden emin değildim. Şimdi hedefinde ben vardım. İşte bunu hiç istemiyordum. Ben onu öldürmek için her gün planlar yaparken onun silahının namlusunu bana doğrultmasını istemiyorum. Çünkü o zaman ben onu öldürmeden o beni öldürecekti.

Pişirdiği etten büyük bir parça koparıp yemeye başladığında kehribarları hala üzerimdeydi. Neden bana bu kadar net bakıyordu ki? Bakışlarını benim üzerimden çekmeliydi. Ona söyleyecek çok şeyim vardı ama şuan durumum buna müsait değildi. Yoksa bu sözlerine hala kayıtsız kalmazdım. Hayır konuşmama da izin vermiyordu. Onun yanındayken yanlızca o konuşabilirdi.

Başında ki pelerinin büyük şapkası gür kestane saçlarının bir kısmını örtesede bir kaç tutamı yanlardan düşmüştü. Yüzüne bakınca bir erkeğe göre ne kadar büyük güzellileklerle ödüllendirildiğini farkediyordum. Tanrı onu yaratırken fazla özenmişti sanırım. Yüzüne bakarken nasıl baktığımı bilmiyordum fakat bakışlarım hoşuna gitmiş gibi ağzında ki eti yavaş yavaş çiğnerken. "Beni beğeniyorsun yaramaz kuş." işte bunu ondan duymayı hiç beklemiyordum. Gözlerim irice açıldığında kendime hakim olmadan. "Seni beğenmek mi? Senden nefret ediyorum alçak herif." dediğimde gözlerini yumdu ve. "Tekrar et. Duymak istiyorum." itiraz istemeyen sesi beni artık korkutuyordu. Barz'ın öfkesinin sınırı yoktu. Herkesin aksine o öfkelenince bağırıp çağırmıyordu. Onun öfkesi sessiz ve korkunçtu. Duymak istediğini tekrar edecek cesareti kendimde bulamıyordum.

Ellerim yerde dolaşmaya başladı. Parmaklarım çimenin üzerinde gezinirken kuru dallardan başka bir şey buldu. Bir kaya taşıydı. Avucuma sıkıca aldığımda dikkat çekmemeye çalışıyordum. Ondan kaçmadan evvel yaptıklarını hatırladım. Ruhu ateşle besleniyordu sanki çünkü Ateşe olan bakışları fazla derindi.

İster istemez o an düşündüm. Onun bir ailesi var mıydı Yada arkadaşı?

Onu birileri sevebilir mi ki?

Taşı parmaklarımın arasında sıktım Biraz uzaktan nehrin hararetli sesine kurbağa sesi karışıyordu. Yapabacağım şey çok tehlikeliydi ve kaybetme şansım yoktu. "Konuşmak için sadece on beş saniyen var." gözleri hala kapalıydı işte bu benim en büyük şansımdı. Ses çıkartmadan yavaşça ayağa kalktığımda süremin azaldığının farkındaydım. Kendi içinden sayıyordu.

Elimle tuttuğum kaya taşına baktım. Onu yaralayabilirdim. Ve o kendisiyle ilgilenirken ben ondan kurtulurdum. Hiç düşünmeden elimde ki kaya taşını havaya kaldırıp kafasına isabet attım. Kaya taşı başına değmek üzere iken durdu. Çünkü eli havada taşı yakaladı. Taşı iri avucu arasına usulca hapsettiğinde Korkuyla üst üste yutkundum. Gözleri açıldı. Cehennem alazları mümkünmüş gibi daha açık bir tona büründü.

İşte şimdi korku bütün bedenimi sarıp sarmaladı. Beklediğümin aksine gülümsedi. Ama bu öylesine bir gülüş değildi. Dudaklarına konan bu ölümcül gülüş acıyı vadediyordu. Yanlızca acı. "Sadece üç saniyen kaldı." diye fısıldadığında bakışları o an beni geçmişin derin anılarına sürükledi.

Kar is kıyının bütün bölgesini sarmıştı. Yaşadığımız obaya is kıyı deniliyordu çünkü. Henüz saat beş olmamıştı. Karanlık yavaştan beyazı sarıyordu. Tutunduğum tek şey artık gece olmuştu. Çünkü gecelerin kapılarımızı kilitliyorduk. Babam ve annem iki gündür ortada yoktu. Gelmemeleri daha iyiydi. Sürekli bana kızıyorlar zaten. Dört kareli camın penceresinden dışarıya bakarken hala kan izlerinin karın üzerinde olduğunu gördüm. İki gün önce çok korkunç bir aslanı o kan lekelerinin orda görmüştüm. Rengi simsiyahtı. Bir kaplan değildi. Simsiyah bir aslandı. Gözleri o kadar sarıydı ki. Korkmuştum. Şeta'yı arkama alıp saklamıştım o gün. Çünkü o görse artık hep ağlar diye. Günjen ise ona şaşkınlıkla bakmıştı. Ben çok korkmuştum.

Evin en korkkak kızı bendim. Babam bu yüzden bana hep kızıyordu. Beni cesur biri gibi yapmaya çalışıyor ama ben konuşmaktan başka hiç bir şey yapmıyorum. Konuşunca ağzımı da tutamıyorum.

Hem herkes meraklıdır bence.

Karanlık yavaştan çöktüğünden dolayı orman daha tenha olmuştu. O zamanlar korktuğum ormanı yıllar sonra evim diye bileceğimi hiç bilmezdim. Korkutuğum herşeye fazla cesur olacağımı o günden sonra aslında ben öğrendim.

Günjen henüz eve gelmemişti. Kış olduğunda meyve veren bir ağaç vardı. Onun meyvelerini toplamaya gitmişti. Fakat hala gelmemişti. Onun için korkuyordum. Çünlü annem ve babam onu bana emanet etmişti. Dışarı çıkmadan evvel beni tembihlemişlerdi. İki gün önce onları karın üzerinde uyurken görmüştüm. Sonra bir anda ortadan kaybolmuşlardı.

Belkide bugün yaşanmasaydı yıllar sonra da hep onlar uyuyor ve bir gün gelecek derdim.

Bahçemiz çok küçüktü. Ve içinde annemin çiçekleri için yaptığı bir cadır vardı. Fakat o cadır yırtılmıştı. Ve annemin çiçkeleri hepsi ölmüştü. Bunun için üzülmüştüm. Geldiğinde bana çok kızacaktı çiçekleri için. Annem üzüldüğü içinde babam yene beni dövmeye kalkışacaktı. Sonra ben dışarı çıkacaktım. Ve geceyi ağacın kovuğunda geçirecektim.
İç çektim.

Dışarıyı izlerken bir ses işittim. Bir çığlıktı. Hızla pencereyi kapattım. Korkuyordum. Hızlı hızlı hızlı nefesler alırken hışımla koşup kapının kilitli olup olmadığını kontrol ettim. Değildi. Onu da hemen alıp kilitledim. Sonra diğer camları da kilitledim. Evimiz tahtadan olduğu için dışarda ki sesleri net dıyabilirdin.

Bir kez daha aynı çığlık sesi geldiğinde kalp atışlarımı artık duyabiliyordum. Bacaklarım titriyordu.

Anne ve babamın kaldığı odaya doğru ilerledim. Yıllar sonra o odanın kapısının tamamen kilitleneceğini kimse bilemezdi. Odaya girdiğimde daha fazla beklemeden hızla
dolabının içine girdim. Ve kapılarını üzerime kapattım. O an Günjen'in dışarda olduğu gerçeği aklıma düştü. O çığlık onun olabilir mi? Dolabın kapağını açtım ve içinden çıktım. Endişeyle etrafıma baktım. Günjen dışardaydı.

Ya ona bir şey olursa? Burda kalmalı mıydım yoksa onun için dışarıya mı çıkmalıydım. Çıkamazdım ki ben dışarıya.

Ama evde de kalamazdım. Ya günjen de bir daha hiç gelmezse. Onun için dışarı çıkabilirdim. Evet evet yapabilirdim.

Günjen için dıları çıkabilirim. Odadan çıktığımda dış kapıya korkarak yaklaştım. Alt dudağımı ısırdım. Yabilirdim. Kapının önünde durduğumda kolunu tutup çevirdim.

Kapıyı açtığım an dışarda ki buz gibi hava içeriye sızdı. Tekrar kapattım. Dışarı çıkamam. Korkuyordum. Ormanın içinden çığlık sesi ağlayış sesleri geliyordu. Bu ses günjen'e aitti. Eski papuçlarımı ayağıma geçirdim. Kapıyı tekrar açtım. Onun için gitmem gerekiyordu. Buna mecburdum.

Kardan hiç bir şey görünmüyordu. Bir kaç dakika önce ki günjen'in ayak izleri vardı.

"Sihir!" beni çağırıyordu. Ürküyordum. Günjen'in yardıma ihtiyacın vardı.
O gün işte kardeşim için artık korkak olmamam gerektiğini anladım. Benden başka kimseleri olmadığını idrak ettim.

Düşünmeden koştum o an. Belkide gitmeseydim gelecekte ki o kadın olmayacaktım. O gün benim geleceğimi çizdiğim gündü aslında.

Ormanın içine girdiğimde fazla koşmama gerek kalmadı. Çünkü o manzara net bir şekilde önümdeydi.

Siyah tüyleri sahip korkunç bir canavar ordaydı. Kardeşimin önünde duruyordu. Günjen karşısında ağlıyordu. O canavar ise onu avlamak için hazır olda bekliyordu. Soğuktan kızarmış elleriyle gelmemesini söylüyordu. Bir yandan ise ağlayıp yardım istiyordu.

O kadar büyük iri ve büyük bir canavardı ki. Bakarken korktum. Adımlarımı geriye sürüklememk için büyük bir güç sarfettim. Ellerim öylece iki yanında duruyordu. Ne ileri gidiyor nede arkama bakmadan kaçıp gidiyordum.

Günjen'in yüzüne baktım. Beni görmemişti. O canavar ona doğru bir adım attığı an. İşte o zaman kendi geleceğimi çizdim.

"Dur! ona yaklaşma!" Artık anne ve babamın bir daha gelmeyeceğini hissettim. Gelmeyecekerdi. Artık onları benim korumam gerekiyordu. Sesimle birlikte dikkati dağıldı. Ve başı benim tarafıma döndü. Altından daha parlak gözlerini gördüm. Bir daha hiç unutmayacağım o gözleri o an zihnime kazıdım. Çünkü gelecekte bana lazım olacağını biliyordum.

Bir canavar olmadığını aslında bir aslan olduğunu farkettim.

Bir aslandı. o gün anne ve babamın başında gördüğğm o aslandı. Tüyleri simsiyah bir aslandı. Gözleri ise yeryüzünde kimsenin sahip olmayacağı bir renkteydi.

Kehribar. Siyaha karışmış kehribar gözler.

Dilim tutuldu. Konuşamadım. O öylece bana baktı. Sanki benim geleceğimi görmüş gibi. O günden sonra artık hep onun peşine düşeceğimi her yerde izini arayacağımı görmüş gibi bakıyordı.

Ben o gün bir aslanla tanıştım.

O aslan benim anne ve babamın katili olan adamdı...

Geçmişten zorlukla çıkıp ana döndüğümde nefes nefeseydim. Gözlerimde ki nefret şiddetini artırdı. O nefret kalbimde bir ateş yaktı. Hiç sönmeyecekti. Onun istediği cevabı vermedim. Süre doldu ve o ayağa kalktı. Bu kalkış yıkacaktı. Barz istediği olmayınca hırçınlaşıyordu. Ve o zaman kimse ona engel olamazdı.

Sen av olmayı seçtin. Diyordu. Şimdiyi değil. Geçmişi kastediyordu Belimde duran hançerime elim gittiğinde. Gözleri elimi takip etti. Bana doğru bir adım attığında ateş biraz daha gürledi. Bakışları hala belimde hançerin üzerinde duran elimin üzerindeydi. Dudağının kenarı bundan zevk almış gibi sadistçe yükarı kıvrıldı.

Bana doğru bir adım daha attığında hançeri çekip çıkarttım. Gözleri tıpkı o gün gibi bakıyordı. "O elinde ki oyuncakla yetineceğimi mi düşünüyorsun?" yetinmezdi biliyorum. Onu alt etmek için daha güçlü silahlara ihtiyacım vardı.

"Seni öldürmek içi-" dedimiştim ki keskin sesiyle cümlelerimi birbirinden ayırdı. "Şşşt. Sesini duymak istemiyorum." asla geri adım atmadım. Sözlerimi tamamlama izin verse bu şekilde yüzleşmeyecektim onunla."ölüm kelimesi bir ceylanın ağzından benim ismimle anılmamalı." öyle bir tınıyla söylüyordu ki tüylerim ürperdi. Az önce söylediğimden fena halde öfkelenmiş gibi bakıyordu. Kehribarlarınının içine karışıp gözlerime sunulan o öfkeyi sevemedim.

Bana doğru bir adım daha attı. Hançeri ona doğrulttum. Başını yana yatırdı. Ateşin kıvılcımları güzel çehresini önüme sundu. Kesten renginde ki sakallarının uçları gözleri gibi kehribara gidiyordu. Bronz Teninin doğalı buğdaydı. Fakat güneşin kavurucu sıcaklığı ona broz bir ten bahşetmişti.

Üzerinde Acı kahvenin ve kehribarın içinde bulunduğu savaşçı bir kıyafet vardı. Pelerinin şapkası oldukça büyük omuzlarından genişleme iniyordu. Boynunda parlayan zincirin ucunda ki aslan sembolü aslında kim olduğunu açıkça belli ediyordu.

 

Ondan aldığım is kokusu ruhuma çöreklendi. Ateş kokuyordu. Bakışları yanlızca gözlerimdeydi. "Ben istemediğim sürece sen adımı bile hatırlayamazsın börf." hançerin sapını biraz daha sıkı kavradığımda. "Uzaklaş barz." dişlerimin arasından tısladığımda. Elini bana doğru uzattı. Gözlerim boş avucunun içine düştü. Tam avcunun içinde önce kehribar bir duman yükseldi. Çok geçmemişti ki avcunun içinde bir kıvılcım yükseldi. Karanlık geceyi aydınlatan o kıvılcım ateşin kıvılcımıydı. Yanlızca gözlerime bakarken ben şaşkına dönmüştüm adeta. Bedeninde kor bir yangın vardı. Barz ateşi temsil eden o kehribardı.

 

E


linde bir ateş parçası var börfa. Elini yakmıyor. Ateş tenini yakmıyor!

Yutkunduğum esnada Avucunda ki ateş yavaş yavaş söndü. Kendinden geriye kahverengi küçük bir kutu bıraktı. İrislerim büyüdü. Ahşap olduğunu düşündüğüm kutunun üzerinde wihides mührü vardı. O kutunun içinde ne olduğunu bilmiyordum. Ama üzerinde bir kilit vardı.

Emanet diye bahsettiği şey bu küçük kutu muydu? Hançeri tekrar belime yerleştirip daha fazla onunla aynı havayı solumamak için elimi uzatıp avucunda ki kutuyu almak için kutuya dokunmuştum ki elim daha kutuya değmeden sert sıcak parmaklar tarafından bileğim havada yakalandı. Bakışlarımı kaldırıp bu kadar yakından az önce ki ateşten farksız gözlerine çevirdim. Kalın dudakları aralandı. "Atan gibi ellerimde küllerinin dökülmesini istemiyorsan eğer." bileğimi elinden çekmeye çalıştım. Ama değil çekmek hareket dahi etmedi. Ateşten farksız sıcak nefesi yüzümde can buldu. Parmakları sarmaşık gibi dolanmıştı bileğime. Bileğimi bir kez daha çekmeye çalışırken tuttuğu elim sayesinde beni kolayca kendisine çekti. Artık bedenlerimiz arasında yok denilecek bir mesafe vardı. Geçmişimle bu kadar yakın olmak hiç iyi değildi. Hemde hiç. Geniş bir göğsü vardı. Omuzları doğuştan dik ve yapılıydı. Heybetli bir cüssesi vardı. Kendimi geri çekeceğim an nefesini kulağımda hissettim. Bütün tüylerim diken diken oldu. Nefesi bir yangın gibiydi. Değdiği yeri yakıyordu. Bana bu kadar yakın olmasına katlanamıyorum.
"Benim yürüdüğüm yolda senin adımlarının izi olmayacak börf." kulağıma fısıltı tonunda tısladığı sözler kanımı donduracak cinstendi. Aramızda duran elimi savurur gibi bıraktı. Bileğim uyuşmuştu. Yutkunmakta güçlük çektim. Benim ona olan nefretimden daha büyük bir nefreti vardı bana karşı.

Hızla elinde ki kutuyu alıp geri çekildim. Çünkü o asla geri çekilmezdi. Asla bir adım geri atmazdı.

Arkamı döndüğüm an. Hızlı bir şekilde yürümeye başladım. Pelerinimin şapkasını başıma geçirip yüzümü örttüm. Hızlı adımlarla ilerlerken arkamda davudi sesini duydum.
"Bana geri geleceksin." ne için geleceğimi dönüp sormadım. Fakat sözlerine eklediği son cümle ile adımlarım durdu. "Çünkü sana ait olan bende."

Çünkü sana ait olan bende?

Durup ona söylediklerini sormalıydım. Ama kendimde daha fazla savaşacak gücü bulamadın. Neyi kastetiğini dönüp sormadım. Onunla yeterince bakit harcamaıştım. Barz'ı son görüşüm olmayacaktı. İntikamdan vagzçememi istiyordu. Amacı zaten beni ortadan kaldırmak değil mi? Ne için geri çekilmemi istiyor?

Bu işin sonunda zaten sağ kalmayacağım. Ya ben onu öldüreceğim ya o beni. Ama ikimiz asla aynı dünyada yaşamayacağız.

Dolunayın ışığı sayesinde aydınlanan ormanda yürüyordum. Saat kaçtı bilmiyorum. Fakat bir an önce kaleye dönmeliydim. Kardeşlerimden bilgi almalıydım. Kutuyu elbisemin üzerinde ki korsenin altına sıkıştırdım. Onu kaybedersem asla kardeşlerimi göremezdim.

İçimde bir his artık Bu ormana sık sık geleceğimi sötlüyordu. Çünkü düşmanım burdaydı.

 

Uzun bir yolun sonucunda nihayet kaleye sapa sağlam dönmüştüm. Ve tabi kutunun başına bir şey gelmeden onun getirmiştim. Kaleye döndüğümde kralı oldukça öfkeli gördüm. Beni gördüğünde sanki öfkesinin asıl sebebi ben mişim gibi tüm hıncını benden çıkartmıştı. O kadar yorgundum ki onun karşılığını vermedim. Zaten by kadar öfkeliyken bunu yapmak aptallık olurdu.

 

Eğer karşılık verseydim hayatta izin vermezdi gidip kardeşlerimi görmeme. Ama izin vermek zorunda kalmıştı. Kutuyu ona sağ salim getirmiştim. Anlaşmamıza uymuştum. Ve hiç bir şekilde barz'ın beni tanımadığını söylemiştim. Başıma gelenlerin hiç birini anlatmamıştım.

 

Ve böylelikle kaleye geldiğim gibi çıkmam bir olmuştu. Kalenin çifliğinden bir at alıp yola koyulmuştum. Ve yanıma bir kaç ayva da almıştım. Çünkü acıkmıştım. İsteseydim yemek yiyebilirdim. Ama tek bir dakika bile kaybetmek istemiyordum.

 

Ve şimdi bizim ormana giden yoldaydık. Tam Bir ordu asker vardı peşimde. Haddinden fazla yorgundum Ama kardeşlerimi bir an önce görmeliydim. Bizim ormanın girişinde ki yola girdiğimizde kötü bir his içimi doldurdu.

 

Artık meraktan ziyade onlar için endişelenmeye başladım. Korkmaya başlıyordum. Ya başlarına bir iş geldiyse? Ya onlara da bir şey olduysa. Bu yüzden bir an önce evimize varıp görmek istiyordum. Kral onları esir almadığını söylemişti.

 

Ne kadar güvenebilirim tanımadığım bir adama? Hele ki bu kişi benim babamın ezeli düşmanı iken.

 

Güvenemezdim. Artık hiç kimseye güvenemezdim. Soluklarım hızlandığında bizim eve yaklaşmamıza çok az bir süre kaldı. Atın dizginlerini çekip hızlanmasını sağladım. At daha hızlı koşmaya başladı. arkmadan gelen nal sesleriyle diğer askerlerin de hemen peşimden geldiğini anlamış oldum. Biizm yaşadığımız alana geldiğimizde atın hızını düşürdüm. Artık yürüyordu. Ağaçların arasından çıkıp bizim evimizin karşısına geldiğimde atı durdurdum. Ağzımda acı bir tat oluştu.

 

Sessizliğin hakim olduğu yerde evimize baktım. Boğazımda büyük bir düğüm olduştuğunda yutkunmak istedim ama başarısız oldum. Atın dizginlerini tutan ellerim buz kesti. Gözlerim aynı noktaya bakarken Atın üzerinden indip evimzin önüne kadar yürüdüm.

 

Bir evimiz yoktü.

 

Evimizi yıkmışlardı.

 

Yıllardır ayakta duran o ev yoktu. Onun içinde yaşanılan o hayat yoktu. O anılar yoktu. Hepsi o harabenin içindeydi. Yıkılmıştı.

 

Evimizi yıkmışlardı.





 

Öncelikle şunu duyurmak istiyorum. Bu aralar çok yoğunum. Ve üç kitabı yazarken bölümler gecikebiliyor. Bu süreçte hem soğuh his kitabını hemde sihin kitabını yazıyorum. Ve bölümlerin geç gelmesi çok doğal.

 

Yetiştirebildiğim kadar atmaya çalılacağım.

 

O zaman biraz bölümden bahsedelim.

 

Böyle bir son beklediğimiz kesindi.

 

Börfa'nın neler yapabileceğini kestiremiyorum. Kızımız artık o eskide ki korkka kız çocuğu değil. Gözü kara savaşçı bir kadın.

 

Bundan sonra neler olacak hiç bilmiyorum.

 

Sizce evi kim yıktı? Günjen ve şeta'nın nerde olduğu hakkında bir fikriniz var mı?

 

Kurgu'ya bu bölümlerden sonra yeni isimler katılacak. Börfa'nın yalan söylemesinin bedeli neye mal olacak sorusuna sizin cevap vermenizi istiyorum.

 

Loading...
0%