Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm: zihnimde ki şehir.

@ebru2_yuva_

"Bana melek derken kanatlarımı kıracağını söylememiştin. Saçlarımı sevdiğini söylerken de onların rengini ölüme benzettiğin için sevdiğini söylemedin. Ben senin beni sevdiğini düşünürken. Sen beni yanlızca öldürmek için sevdiğini hiç söylemedin jahu."

 

💦

 

Güneşin kendini mahrum bıraktığı. Yağmurların terkettiği mölüh serin rüzgarlar ile karanlığa terkedilmişti. Bir çok kalp de o doğaya uyum sağlıyordu. Bazıları ise soğuktan buz tutmuş kalpleriyle uyum sağlıyordu mölüh'ün soğuk sokaklarına.

 

Ve onlar tayribazlar idi. Güçleri yanlızca ellerini ve dış görünüşlerini süslüyordu. İçleri ise harabeden farksızdı. Buna iki kardeş de dahildi. Pencereden mölüh'ün ihtişamına bakarken. İçinden 'neden böyle lanetlendin.' diye geçirdi mühkar. Gözleri şehrin kasvetli havasında olsa bile bakışları hep arkasında ki kişiye dönmek istiyordu. Şuanlık tek odağı kardeşiydi. Lakin anlaşılan inatçı küçük kardeşi o kadar da umursamıyordu kendisini. Parmaklarının arasında ki kristal bardağı çevirip duruyordu. Kehribarın en açık tonunda ki gözleri yarım kalmış sıvının üstünde oyalanıyordu.

 

Aralarında ki sessizlik gittikçe uzuyordu. Tüm kelimeler aralarında tükenmişcesine konuşmak istemiyorlardı artık.

 

Genç adam elinde ki kadehi çevirip dururken Kardeşinin arkasında sıkıntılı bir nefes verdiğini görünce Bedenini usulca ona döndürdü. Yıllar sonra ilk defa gözleri kardeşinin buz rengine şalan gözlerini bulduğunda, Nihayetinde kendinde konuşma cesareti bulabildi. "İnatçılığın hala üzerinde anlaşılan." dedi. Bu sözler yanlızca konuyu açmak adına bir bahaneydi. Elbette hala inatçı olduğunu biliyordu. Hiç kimse kendisi kadar iyi tanıyamazdı kardeşini. Bir şeyi kafasına koyduysa hayatta o şeyi kafasından çıkaramzdı.

 

Mühkar kardeşinin ona hala bir cevap vermediğini görünce. Bu şekilde konuşturamayacağını anladı. Zira elinde ki elmayı deşip duruyordu. Ve bundan bayağı zevk alıyor gibi görünsede aslında kendisi çok iyi biliyordu.

 

Kardeşi sinirli olduğu zamanlarda yanlızca yeşil elmaları bıçakla deşerdi. Ve bunu öyle iyi gizlerdi ki. Onu tanımayan biri asla anlamazdı. Ellerini kumaş pantolonunun cebine koyup hala oturduğu yerde elmayla ilgilenen kardeşine doğru büyük bir adım attı. "Bana hala küs olduğunu söyleme yoksa darılırım." kalın sesi oldukça emirvaki olsada gizli bir alay vardı. kardeşi hala kendisine bakmıyordu.
Ama kıvrılan dudakları onun varlığını tamda bu saniyede saydığını açıklıyordu. "Darılırsın." dedi. Kelimeye öyle bir vurgu yapmıştı ki. Mühkar yutkunmuştu. Gergin havayı dağıtmak adına. "Bu konuları konuşmak için gelmedim ager." dedi. Sesi oldukça sakin çıkmıştı.

 

Lakin gömleğinin bir iki düğmesini açmasından bile belli oluyordu sakin olmadığı. Ager elinde ki saatlerdir deştiği elmayı her zaman yaptığı gibi rastgele fırlattı. İri bedenini koltuğun sırtına yaslayarak rahat bir pozisyon aldı. İri kemikli parmaklarını çenesinin altına koydu. Gözleri saf bir nefretle bakıyordu abisine. "Ben konuyu açmadım ki abiciğim." dedi gözlerine inen kinin aksine sesi çok samimi ve masum çıkmıştı. Aralarında yaşanan tatsız olaylara rağmen saygıyı yitirmemişti. Mühkar kendisinden iki yaş büyük olmasına rağmen babası gibi şefkatle yaklaşıyordu kardeşine. 27 yaşında olsada gözünde hala büyümemişti. Yaptığu işlere rağmen...

 

"Büyükbabamın hediyesini sevmişe benziyorsun." dediğinde yanına aldığı kızı ima etmişti. Fakat kardeşinin kendisine yönlendirdiği ölümcül bakışları görünce bu konu hakkında konuşmaktan hoşanmadığını anladı.

 

Ager yaslandığı koltuktan sırtını çekip cüsseli bedeniyle ağır ağır ayağa kalkıp abisinin karşısında durdu. "Ben bana hediye edilen herşeyi severim." baskın bir tonda konuştuğunda hemen ardından sözlerinin devamını getirdi. "Senin hediyelerin hariç." Sesinde ki kini abisine hissettirmek istercesine bunu bakışlarına da yansıttı. Mühkar onunla böyle anlaşamayacığını anladı. Keza uğraştıkça karşısında çocuklaşıyordu. Ve bu canını sıkmıştı. "Koca bir bölgenin imparatoru olsan da hala çocuk gibi davranıyorsun karşımda." ager başını mahcup olmuş gibi eğdi. Gerçek anlamda abisiyle oynuyordu. "Senin için büyümemi mi istiyorsun?" abisinin gözlerine öyle bir ifadeyle baktı ki. İmparator olan yanı şaha kalkmıştı. Ellerini belinin arkasında bağladı. Ve yavaş adımlarla etrafıbda türlamaya başladı. Çok ciddi bir meseleyi konuşur gibi yüzünde ki ifadeyi ciddileştirdi. "Senin şu ırkından bahsedelim mesala. Nasıl gidiyor? Yönetebiliyor musun o sürü halinde ki yılınları." abisinin günlük hayatında ki işlerini soruyor gibi olsada amacı farklıydı. Mühkar da elbette ki bunun farkındaydı. Sesinde ki karanlık tını kardeşinin hedefini belirliyordu.

 

"Ne saçmalıyorsu." genç adamın sert çıkışı dudaklarının kıvrılmasına sebep oldu. Dilini damağına vurup oyanaylamayan bir ses çıkardı. "Senin için en iyisi olmaya çalılıyorum ben abiciğim. Sen sırf benimle gurur duy diye. Söyle Yanlış mı yapıyorum?" sesi bu durumdan üzgün gibi çıksada gözleri aksini idda ediyordu. Buz rengini çağıran gözleri bulanık bir okyanus gibiydi. İçinde ki kendini gizliyordu orda.

 

Mühkar ager'in bu tavrına daha çok sinirlendi. Bir tek kendisiyle bu üslupla konuşuyordu çünkü! "Buraya ne için geldiğimin farkındasındır umarım. Dalganı kes. Seninle buraya eğlenmek için gelmedim." sert bir sesle kardeşini uyardı.

 

Ager etrafında türlamyı kesip önünde durdu. Abisiyle aynı boydaydı. Ve oldukça yapılı cüsseli bir bedene sahipti. Siyah kıyafetleri ihtaşımın göstergesiydi. bir buz parçasısındam farksız irisleri ise ölümcül bir zehirden daha tehlikeliydi. Ona yaklaşılmazdı. Yaklaşmamaları gerekirdi. Kimse ilgisini kolay kolay çekmezdi. Fakat eğer çekerse de oyun oynamadan bırakmazdı

 

"oyunlara doymadığımı biliyorsun."

 

Mühkar sakallarını kaşırken göz temasından kaçındı. "Doğru hala eskide ki o çocuk ager'sin sen. Çocuklar oyunlara doymaz." bir kurşundan farksızdı sözleri. Başını o an kaldırıp kardeşinin gözlerinin içine baktı. Yıktığı enkazı görmek istedi. Gördükleri onu Gülümsetti. Onu hep bu noktadan vurabildiği için şanslıydı. En büyük şansızlığı ise kardeşini hala gerçek anlamda tanımamasıydı.

 

Genç adamın yüzünde ki alaycı masum ifade tuzla buz olmuştu. Kendi sakinliğini yanlızca kendi bozabilirdi. Kendi öfkesini de yanlzıca istediği üzere orataya koyabilirdi. Gözleri bir uçurum gibi uçsuz ve bomboştu şimdi. Bekledi. Uzun bir süre sesslizliğini korudu. Başını yana çevirip bulunduğu odada ki eşyaları inceledi. Belinin arkasında bağladığı elleri yumruk olup tekar açılıyordu. Başını yana çevirsede mühkar kasılan çehresini ve sıktığı dişlerinden dolayı iki yana oynayan çenesini görebiliyordu keyfi yerine gelmişti.

 

Ager jahu haldrat kiminle uğraştığını bilmiyordu. Yılanların lideri olmak için az savaşmamaıştı mühkar. Ama bilmediği bir şey vardı ki. Kardeşi en tecrübeli olduğu konuları ve en başarız olduğu şeyleri onun aksine her yerde söylemiyordı. Ve bu şekilde kimse zaafını yakalayamıyordu. Kimse neyi iyi yapıp neyi kötü yaptığını bilmiyordu. Herkesin gözünde herşeyi kusursuz yapan bir imparatordu.

 

Genç adam o an saniyelerdir bakışlarını sabitlediği boş duvardan çekip abisine çevirdi. Gülümsedi. Ama bu normal bir gülüş değildi. Soğuk buz gibi bir gülümsemeydi. Abisinin Gözlerinin içine bakarak sanki çok komik bir şey duymuş gibi gülmeye başladı. Mühkar bu tepkisini beklemiyordu. Afallamıştı.

 

Başını arkaya atarak kahkaha attmaya başladı. Delirmiş gibiydi. Bu halini görenlerin kuşkusuz ödü kopardı. Kahkahası yavaş yavaş sönüp bir ölüm sessizliğine büründürüğünde. Dudaklarında artık sadece şeytanın gülüşü vardı. "Gerçekten seninle şuan saklambaç mı oynadığımı düşünüyorsun." mühkar daha fazla onu izlemedi. sıkılmış gibi. "Evet yıllar evvel saklambaş diye bir oyunu çok seviyordun." gözlerinde sinsi parıltılar oluştu. Ager abisi çok öenmli bir bilgiyi hatırlamış gibi. Heycanla "Evet doğru. Ama hatırlıyor musun. Sen bir kızla evcilik oynuyordun. Sonra büyük babam seni kemiklerin kırılanan kadar döverdi." anlatırken o kadar heyecanlıydı ki. Herkesin korktuğu o gaddar acımasız adamdan çok uzaktaydı. Çünkü onun rolü buyduç onun acımasızlığı bedene acı vermek değildi. Ruhta kalıcu hasar bırakmaktı. Veya izi silinmiş yaraları tekar deşmekti. Zalim silahını insanların üzerinde kullanmaktan asla çekinmiyordu. Kanında kötülük vardı çünkü.

 

Ona yapılanların aynısını yapmak ona haz veriyordu.

 

Mühkar ise duyduklarını sindiremedi elleri her iki yanında yumruk şeklini aldı. Kardeşinin gözlerine büyük bir öfkeyle baktı. Bunları söylemesini beklemiyordu. Ager'in yüzünde ki heycan dolu ifade dağıldığında çok geçmeden bu sefer de üzülmüş gibi bir ifade takındı. "ah çok ağlardın. Seviyordun değil mi sen o kızı. Ama bir şeyi unutmuşum abiciğim." başını omzuna yatırdı. Gözleri bulanık buz mavisiydi. Ve o mavileri yavaş yavaş zifir oluyordu. "Ama her gün gururunu ezip evcilik oynadığın kız," daha lafının devamını getiremeden. "Kes sesini!" genç adam öyle bir kükredi ki bulundukları katta bir sarsıntı oldu. Bu özel gücünden kaynaklanıyordu. Öfkesi yakıp kül ediyordu. Ama bu ager'in üzerinde zerre etki etmedi. Başını çevirip duvarlara hayret eder miş gibi baktı. Sanki ilk defa böyle bir ana tanıklık edermiş gibi bir hali vardı. Onun öfkesinin yanında abisinin öfkesi bir toz zerresi kadar etmezdi. Eğer o öflenirse güneşin dönüştüğü o okyanuslar saniyeler içerisinde mölüh'ü yok ederdi. Tekar önüne döndüğünde abisinin yüzüne bakmak yerine bakışlarını sehpanın üzerinde ki kadehe çevirdi.

 

"Sinirlisin. Ve hakkısın da. Çünkü istediğin herşey ben bir şey yapmadan benim oluyor bu kötü bir durum." bir çözüm bulmaya çalışır gibi düşünüyordu. Bir eli çenesinde odanın içinde türlamaya başladı. "Çok ilginç. Veliaht olmak istedin ben oldum. İmparator olmak istedin fakat yene bir şekilde ben oldum hemde hiç bir şey yapmadan." başını kaldırıp abisinin gözlerinin içine baktı. Kehribarları git gide açık bir renge bürünüyordu. Ama genç adam abisinin öflesiyle ilgilnmedi. Şuan tek derdi buna bir çözüm bulmakmış gibi davranıyordı. "Bana hiç özel hayatından demek bu yüzden bahsetmiyorsun."

 

Mühkar eliyle yüzünü sertçe ovaladı. "kes artık şu lanet sesini. Bu sefer kimse beni durduramaz ager. Hemde kimse!" abisinin ses tonu. Ve boğazında belirginleşen damarları işi tehlikeli bir boyuta götürüyordu. Sakin bir ifadeyle. "Yanlış söyledin. İsmim Jahu." ardından haylaz bir ifadeyle "Ve korkamana hiç gerek yok. İnan kadınlardan hiç hazetmiyorum. Yani sevdiğini ele geçirmek gibi planlarım yok. Beni bilirsin. Eğlenceli işlerle daha çok takılırım."

 

"O kızı da bu yüzden mi getirttin buraya?"

 

Ager yüzünü ekşitti. "Hayır o yaramaz kız çocuğuyla hiç bir ilgim yok." bunu söylerken dudakları iki yana kıvrıldı. Mühkar ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Artık gitmeliydi. Biraz daha bu odada onunla kalırsa hiç iyi şeyler olmayacaktı. "Sen kendine çoktan bir hedef tahtası bellemişsin kardeşim. " öfkesini bastırmaya çabalıyıyordu. ager ilerleyip kalktığı koltuğa tekar kurulmadan önce. Mühkar'a bakmadan cevap verdi. "Yanlıyorsun Çocuklarla takılmayı hiç bir zaman sevmedim."

 

"Çocuk dediğin yermi iki yaşında." mühkar kol düğmesini düzeltirken bir yandan kardeşine cevap veriyordu. Ager abisinin sorularına karşı çok kayıtısz ve umursamazdı. Can sıkıntısından konuşuyor gibiydi. "Öyle mi ben daha büyük sanıyordum. büyümesi için biraz daha beklemek zorunda kalacağım desene." tüm eğlencesi kaçmış gibiydi. Mühkar yüz ifadesine baktıkça delirdiğini hissediyordu. Onunla katiyen konuşulmuyordu bunun kanaatina varmıştı artık.

 

"Ona çocuk derken. Ondan daha çocuk olduğunun bilmem farkında mısın?" siyah deri koltuğa bıraktığı paltosunu eline aldığında. Kardeşinin tahammülsüz. Çıkan sesini duydu."Uzaktan bakınca bir çocuğa mı benziyorum? Çocuklar madar sevimsiz olduğumu düşünmüyorum."

 

"Ben gidiyorum. Daha fazla sana katlanabileceğimi sanmıyorum."

 

"Sende kendine iyi bak abiciğim. Bende seni seviyorum."

 

"Moı rowçuma. (Sen delirmişsin.)"

 

(MEHLA KARADAN)

 

Sonunu düşündüğün bir hikayeyi nasıl yaşabilirdin? Her gün elbet sonunda mutlu olacağım diyerek herşeye boyun eğebilir miydin? Yada öleceksin diye herşeyi boş verip. Mutlu günleri ardında bırakabilir miydin? İnsan geleceğini bilmek isterken aslında hiç bir zaman gerçek olan bir hayal değil. Çünkü herkes kehanetten korkuyor: İnsanlar geçmişinden de korkar. Orda gördüklerin olsa bile hala alışamadıkların var. Kendinden uzaklaştırmaya çalıştığın anıların var. Geçmiş hiç bir zaman kusursuz değildir.

 

Her duvarında illa bir acının emaresi vardır.

 

Önümde birleştirdiğim parmaklarımla oynarak zamanı harcadım. Zaman benim için önemsizdi. Önem vermediğim tek şey zamandı. Ama şimdi zaman benim için önemliydi. Zaman amaçlarım için çok önemliydi. Derin bir nefes aldığım esnada. Onun kayadan farksız sesini duydum. "Çıkın dışarı." bu bir emirdi. Başımı kaldırmadım. Hayır boyun eğmiyordum. Göz temasından kaçınıyordum. Zira üzerimde öyle bakışkar vardı ki her biri bıçak darbesinden farksızdı. Her bir bakışı ökümcül bir hastalığın etkisiydi. Bilakis bana bakarken özellikle bakışları böyleydi. İtiraz etmek istiyordum. Ama yapacaklarından çok feci korkuyordım. Şuan kendimi tehlikeye atamazdım. Belliki ager jahu halk arasında değerli biriydi. Bende ki de soruydu. İnsanlar imparator diyor Ben hala burda düşünüyordum. Çenemi sanırım bir süre daha sıkı tutabilirim.

 

Hem en fazla ne olabilir ki yani.

 

Bence hizmeti o varisler kadar zor değildir. Göz ucuyla parmaklarının harektlerini takip ettim. Bu adam çok titiz ve herşeyi en ince detayına kadar inceleyen bir tipe benziyordu. Çünkü parmaklarını belli bir ritimde hareket ederken bile düzenli yapıyordu.

 

Lafımı geri alıyorum. Bu adam tam bir piskomanyak.

 

Ve işin garip yanı saçlarıma bağımlı gibi bakıyordu. Yutkunmaya çalışarak. Konuşmamı hazırladım. Fakat buna izin vermedi. Sözü üstünlüğünü orataya koyarak kendisi devraldı sanırım birinci cezam da konuşmamaktı! Hadi ama benim gibi biri için bu çok zordu.

 

Konuşmayı seviyordum ben bir kere.

 

"Bayan Sahil: Bundan sonra bay mayng ile ilgilenecek. Ve en ufak bir başkaldırıda bulunursa efendisi her türlü cezayı vermekte özgürdür." bunları söylerken sahil'e bakmak yerine önünde ki dosyaya benzeyen ama aslında kitap olan şeye bakıyordı. Şey diyorum çünkü bir kitaba benzemiyordu.

 

Mayng dediği adam bir doksan boyunda ki adam olmalıydı. Çünkü sahil'e tebesüm ederek bakıyordu. Kaş çattım ve hemen Sahil'e döndüm. Hiç oralı değildi. Sanırım erkeklerden hoşlanmıyordu. Gerçi bende hiç hazetmiyordum. Bu konuda bir benzerliğimiz daha vardı.

 

Ve farkettiğim bir şey varsa sahil hiç bir şeye itiraz etmiyordu. Bu kızın yaşayan taştan farkı yoktu. Fazla umursamaz mıydı yoksa sandığımın ötesinde itaatkar mıydı çözmüş değilim. Bakışlarım sahil'in üzerindeyken onun sesini duymamla başımı önüme çevirmem bir oldu. Üzerimde resmen psikolojik baskı uygulamaya başlamıştı.

 

"Ve sana gelirsek." benden bahsediyordu. Başımı kaldırıp iatemsizce bakmak zorunda kaldım. Arkasına rahatça yaalandı. Gözlerinde ki karaltı sisler bana hiç acımayacağının yönündeydi. İfadesi o kadar keskin ve soğuktu ki dudaklarında ki dudaklarında ki ifadesine yabancı olan gülüşe anlam veremedim. tehlikeli gülüşü şeytanın oynadığı oyunun sonrasında kondurduğu gülüş misaliydi. Korkutucuydu. Her anlamda.

 

Gerildim. "Kimseye bakmayacaksın. Gözlerin benim bulunduğun ortamda benden başka hiç kimseye değinmeyecek." öyle keskin ve emirvakiydi ki sesi. Hiç bir tepki veremiyor en ufak bir direniş gösteremiyordum. Yanlızca Gözlerinin içine bakıyordum. Korkutuyordu. Başını omzuna yatırdı istemediği bir şeyi dile getirir gibi. "Ve eğer yapmam diyorsan da. Hiç sorun yok. Kör çalışanlarım da var benim." bunu söylerken ki yüz ifadesi tüyler ürperticiydi. Resmen ürperdim onu dinlerken.

 

Beni gözlerimle mi tehdit ediyordu?

 

Evet tam olarak bunu yapıyordu.

 

Gözlerimi iriçe açtım. Yüzümde nasıl bir ifade gördü bilmiyorum ama bu ifademden keyif almışcasına dudak kıvırdı. Gözleri gözlerimi delip geçiyordu. "Ve kimseyle konuşmayacaksın. Benim iznim olmadan çenen hareket dahi etmeyecek." çok iyiydi ya. Bu herif gerçekten kendini tanrı falan mı sanıyordu birinin onu uyandırmaaı gerekiyordu! Bana susmamı söyliyordu peki ben sustum mu?

 

Hayır.

 

Başımı aşşağı yükarı evet anlamda salladım. Ve saygıszlık etmeyi zerre umursamadan işaret paemağımı havaya kaldırıp onu işaret ederek konuşmaya başladım. "Öncelikle Kendinzi ne sandığınızla zerre ilgilenmiyorum beyfendi. Bana ceza verecek son insan bile değilsiniz bu. İkincisi beni tehdit edemezsiniz. Ve burda zorla tutulduğumu da size bildirmek isterim. Lütfen herşeyi göz önünde bulundurarak konuşun." gözlerimi yumdum sakin konuşmalıydım. Hadi ama sakin ol. Peki sakin oldum mu hayır kesinlikle sakinlik namına bir şeyi tanımıyordum bu saatten sonra. kendimden hiç beklemediğim bir ses tonuyla. "Ya sen kimsin! Kim oluyorsun da bana sus diyorsun! Asıl sen susacaksın!" fenalık geçiri gibiydim. Elimle kendime yelpaze yaparak sıcaklık basan yüzüme hava attım. Kriz geçirmenin eşiğine inmiştim. Bira sonra kalp krizinden gidersem hiç şaşırmazdım. Ne biçim insanlar vardı burda yahu.

 

Kendimi sakinleştirmeye çalışırken an farkettiğim bir şey vardı. Derin bir sessizlik ortada hakim olmuştu. Ama Hiç umrumda değildi. Daha fazla kalıp onların muhabbetini dinlemek istemediğim için. Hızka arkamı döndüm. Fakat bir şeyi unuttuğum için tekar durdum. Ve omzumun üzerinden hepsinin yüz iafadesine baktım. Gözlüklü kadının ağzı açık bir şekilde bana bakıyordu. Büyük yıkımdı bu. Bir doksan boyunda ki adam dehşet içindeydi. Nefel denen kadın ise keyfi yerine gelmiş gibi kahvesini içiyordu. Ve saçları uzun olan adam; Bana bakıyordu. Bir insana değilde farklı bir şeye bakar gibiydi.

 

Ve bakışlarım en sonunda onu buldu. Damarlarımda akan kana kadar titrediğimi hissettim.

 

Başını arkaya atarak tahtına yaslanmıştı. Elleri tahtın her iki yanında öylece duruyordu. Ama bir şey oluyordu. Bir şey oluyordu! Buz mavileri beyaza dönüyordu!

 

Allah kahretsin! O an kendimde olamadan sahil'in kolunu tuttum. Gözlerim dümdüz onun her saniye bir buz parçasına dönüşen gözlerini takip ederken. "Sahil koş!" o an nasıl harekete geçtiğimizi bile bilmiyorum nasıl koştuğumu bilmiyorum. Sahil'i kendimle çekiştiriyordum. Hayır ben onu çekiştirmiyordum. O beni çekiyordu. Çünkü onun kadar hızlı ilerleyemiyordum. Bu kız koşma içinde oldukça tecrübeliydi benim aksime. Odadan çıkmıştık. Ve aşşağıya doğru koşuyorduk.

 

Nefesim boğazımda yarım kalıyordu. Nefes alamıyordum. Çünkü korku baskın bir şekilde nefes aldırtmıyordu. Burnuma onun tarçın kokusu geliyordu. Burnumdan nefes almak iatemiyordum. Her tarafta sanki onu görüyordum. Öyle bir hızla ilerliyorduk ki. Nerden nereye geldiğimizi bile sorgulama fırsatım yoktu. Tek bildiğim merdivenleri alacaklı gibi inmemizdi. Sahil basamakları ikişer üçer iniyordu. Beni bırakmıştı. Arkasından ona yetişmeye çalışıyordum. Ama ne mümkün. Cin gibi giidyord! Arkasından silüetini görebiliyordum.

 

Gerçekten muhteşemdi!

 

Nefes bile almadan gidiyorduk. Bu nasıl bir durumdu? Arkamızdan kimse gelmiyordu. Acaba biz mi paniğe kapılmıştık?


Sahil bir kapıyı açıp içeriye girdiğinde hızlı bir şekilde bende onun peşinden girdim içeriye. Bu nasıl bir şeydi böyle aklım almıyordu. Normal sıradan bir hayatım varken şimdi bu yaşadığım saçmalık inalır gibi değildi. Kapıyı sahil arkadan kapattığında daha ben ne olduğunu bilmeden bir sarsıntı meydana geldi. Kendi etrafıma ördüğüm bütün duvarlar yıkıldı. Hiç yıkılmayacak dediklerim bile onun gücünün karşısında cılız kaldılar.

Zemin ayaklarımın altından kaydı. Dengemi kaybedip yere düşerken kendimi olduğum noktada sabit tutamadım. Bedenim sanki başkası tarafından sürükleniyormuş gibi çekildi. Attığım çığlıklar sarsıntıya eşlik etti. Deprem gibi bir şey oluyordu. Hayır deprem değildi bu! Herşey yıkılıyordu. Üzerimize devriliyor gibi görünüyordü. Ama hiç bir şey gerçek değildi. Yapay zeka gibiydiö ama oda değildi. Ben yıkımı hissediyordum. Ama yıkım yoktu. Sadece gerçek olan tek bir şey vardı. Ordan oraya savruluyordum. Benimle beraber hislerim de savruluyordu. Her biri onun okyanusunun altında kalıyordu. Ben enkazın altında kalmaktan korkarken duygularım çıktan denizin altında nefessiz kalarak ölmüştü.

Ellerim Tutunacak bir şey ararken ani bir çekikişle birlikte daha kendimi korumama kalmadan bedenim sertçe duvara çarptı. Herşey saniyeler içerisinde gerçekleşti. Acı hissediyordum. Hemde çok fazla acı. Ruhum bu sefer acıyı hissetmiyordu. Bu sefer bedenim ağır bir acı hissediyordı.

Dizlerim bükülüp zeminle buluştu. Başım döndü gözlerim kararmaya başladı. Herşey etrafımda dönüyordu. İrislerim dönme dolap gibiydi. Sanki durmadan etrafımda dönüyordum.

Karanlık gözlerimin hapsini tamamen siyaha boyadı. O perde siyah mürekkeple lekendi. Artık herşey siyahtı. O beyazın içinde tek bir nokta bile aydınlık kalmadı. Zihnim benim evrenimdi. Orda kendimden dahi sakladıklarım vardı. O koca şehrin ışıkları birer birer söndüğünde artık zihnimin de uykuya teslim olduğunu kavrayabildim.
Zihnim acının içinde kayboldı.

***

Beynimin içi çok kalabalıktı. Bir sürü ses işitiyordum. Binden fazla ses işitiyordum. Ve hepsi birden salıdırıyordu. Bir gariplik vardı. Sanki biri zihnimin içinde birşeyleri kontrolünu altına almaya çalışıyor gibiydi. Benim iznim olmadan bedenimde farklı dokunuşlar vardı. Yabancısı olduğum dokunuşların sahibinin kokusu duyularıma aşinaydı. Eli saçlarımdaydı. Elinde devamlı bir tutamı parmaklarının arasında yuvarlıyordu. Bundan keyif alıyor olmalı ki dakikardır bu eylemi sürdürüyordu.

Kendimi çok yorgun ve bitkin hissediyordum. Tam anlamıyla tükenmiş gibiydim. Keza ruhum da bana aynen bunu söylüyordı. "Artık Bir yerde dur. Ve biraz dinlen." dinlenemezdim. Durmak yoktu. Zaman çok kısıtlıydı. Her bir saniyesinde daha büyük kayıplar veriyordum. Ve. Ben artık kaybetmek değil kazanmak da istiyordum.

Hep kaybetmek bencillik olmaz mıydı hayata karşı.

Ama kötü bir şey vardı. İsim koyamayacağım kadar farklı bir şey vardı. Çok güçlü bir enerji hissediyordum. Etrafımda çok güçlü biri vardı. Hemde öyle yakınındaydı ki şuan saçlarımla oynayacak kadar çok yakındı. Gözlerimi açmaya zorladığım vakit sıcak parmaklar göz kapaklarımı perde gibi örttü. Hemen sonra ise kulağımda kanımı donduran o sesi işittim. " Gözlerini benden koru angel." bu oydu. Ager jahu haldrattı. Bu ses ona aitti. Bedenimden soğuk bir ürperti geçti. Saçlarımla oynamayı bırakıp Bu sefer tek eliyle okşamaya başladı. "Biliyor musun?" sesi boğuktu. Tehlike sinyallerini veriyordu bana. "Bugüne kadar saçların kadar hiç bir şey bu denli ilgimi çekmedi."

Onun ilgiisini çekmek ölümü kefenle karşılamak gibiydi.

İlgisi zarar veremekten başka hiç bir şey yapmazdıö onun gibi bencil düşüncelere sahip adamlar yanlızca kendisinin olsun diye çabalardı.

Bir şeyi düşünüyordum. Merak ettiğim bir soru da şuydu. Gözlerime örttüğü elini kaldırdığında. Dudaklarımı aralayabildim. Ne olmuştu bana? Nasıl bulmuştu bu adam beni? Bedenim kıpırdayamıyordum?

Nefes aldım. Sadece buydu. Başka hiç bir şey yapamadım. Parmağımı dahi oynatamadım. Felş geçirmiş gibiydim. Nefesini tam kulağımın üstünde hissettiğimde kalbim korkuyla kasıldı başladı. Nefesi ateş kadar yakıcıydı. Tüyler ürperticiydi. "Gözlerini görmek istemiyorum küçük kız. Onları benden korumak istiyorsan eğer sonsuza kadar kapalı tut." sesi boağından kısık çıkıyordu. Şuan nefes dahi alamıyordum.

Bana ne yapıyordu? Gözlerimle alıp veremediği şey neydi?

Öylece yerimde sabit durmaktan başka hiç bir şey yapamıyordun. Nefesi benden uzaklaştığında hemen sonra adım seslerini işittim. Çok kuvetli adımları vardı. Adımlarının sesi baş ucumda bitti. Eli tekar saçlarıma değdiğinde Ağır ağır okşamaya başladı. Gerçekten saçlarıma aşık olmuştu bu adam? "Sana ölüm gibi basit bir cezayı yakıştırmıyorum siye antesta." son sözünde ki vurgu beni bozguna uğrattı. Siye antesta? Ne anlama geliyordu. Onların dilinde melek mi demekti? Aklım almıyordu. Uçsuz bir yola sapmıştım. Hiç bir çıkışı yoktu. Çıkmaza girmiştim. Ve bütün belalar bana çekiliyordu.

"Seni bağışlayacağım." nefesi anlıma çarptı. Kimdi ve bana bu kadar yaklaşacak hakkı nerden buluyordu. "Çünkü seni yaşamakla cezalandırıyorum. Senin cezan benim." soğuk sözlerinin esiri gibi o zamanda kalırken hemen sonra tehlikeli gülüşünün sesini işittim. İliklerime kadar korkuyu hissettim. Cezadan kastı neydi?

Bize en son ne olmuştu. Sahil nereye gitmişti? Ben şuan bu adamla tek başıma mıydım? Merhametten yoksun bir insanla aynı havayı soluyordum. Çiğerlerim nefessizlikten iflas etti. Direndim. Nefea alamaktan başka bir şey yapmaya çalıştım. Ama zihnimde ki kişi içten içe boşa bir çaba olduğunu söylüyordu. Bedenim farklı bir madden dolayı uyuşmuş gibiydi. Kıpırdayamıyordum. Ve bu şekilde kalmaya devam ettikçe. Zihnim bulanıyordu. Bir su misali bulanıyordu içinde ki görüntüler kaybolıyordu.

Bu durumdan kurtulmam gerekiyordu. "Zeka insanın gücüdür. Eğer zekan büyükse güç zayıftır. Zekanı iyi kullan."

Zihnimde konuşan o sesi kıstım. Bir daha duymamak üzere. Beni üzen herşeyin kapısı sonsuza dek kapanmalıydı. Zihnim yanlızca benim kontrolüm altında olurdu. Benden başka kimse zihnime sızamazdı. Orası benim şehrim benim evrenimdi.

Kendimi uyutmalıydım. Bunca yıl uyuttuğum gibi. O sesi içine gizlediğim odanın kapısını açtım. Ve kendimi annemin ninnsine bıraktım.

"Uyu bebek uyu. Gece soğuk üşümüş ellerin. Gözlerin ıslak bakıyor. Uyu bebek uyu. Karanlık gizliyor varolanı. Gizliyor bizi. Gizliyor yüzlerimizi"

"Uyu. Sadece bir kağıt parçası kaldı. Uyu yarın Çiçekler açacak Hepsi zehirle büyüyecek. Uyu bebeğim sana bugün bir ninni söyleyeceğim."

"Sana bir ninni söyleceğim. Ve hiç unutmayacaksın. Hiç unutmayacaksın bu sesi. Uyu senin için gün doğuyor. Şafağa kan düşmüş rengi bugün kızıl."

Sana bir bugün bir ninni söyleyeceğim.

Bana hiç ninni söylemedin anne. Ben dinledim sadece sesini.

Zihnimin içinde ki bulanık sular yavaş yavaş berrak bir hal aldığında. Ruhum tebesüm etti. Zihnim kendini uykuya verdiğinde duyduğum son ses ona aitti. "Benimle oynuyorsun. Ve ben oyununa karşılık verirsem inan bu durumdan hiç hoşlanmazsın."

***

Yaşadıkların hep senin anıların olurmuş. O anıların içinde sadece güzel anılar olmazdı ama kötü ve iyi farketmezdi. Onlar senin anıkarındı hepsinin içinde hatıraların vardı. İyi veya kötü. Onların koruyucusu sendin. Zihnin senin çemberindi. Orda hapsettikkerini yanlızca sen görmeliydin.

Asla kimseye zaafını vernemeliydin. Zaaflar öldürür öldürtürdü.

Gözlerimi yavaşça açtığımda kendimi bir odada koca bir yatağın içinde uzanır şekilde buldum. Şaşırdım. Etrafıma baktığımda ise tanıdık hiç bir ize raslamadım. Yanlızca tanıdık bir koku havada süzülüyordu. Kaçındığım bir kokuydu bu.

Onum izleri, onun dokunuşları vardı. Bana ait ise hiç bir şey yoktu. Sessizkikti. Gidişinin soğukluğu odada mevcuttu. Onun olduğu ortam soğuktu. Herkesi üşütürken kendisi de üşüyor muydu soğukluğuyla? Sorular kenliğince devam ediyordu. Hiç birinin önünde net bir cevap yoktu. Hepsi artıklardan ibaretti. Bir çöplük gibiydi. Ve içinde sağlam bir şeye raslamaya çalışıyordum.

İmkansızdı. Önümde sayısız engel vardı. Hepsini aşmak demek ölümün kapısından geri dönmek demeketi. Jahu haldrat ölüm demekti. Ben ölümle baş başa kalmıştım. Ve Zihnim beni kurtarmıştı ondan.

Ve şimdi tek vir soru kafamı kurcalıyordu. Zihnime nasıl erişebilmişti? Bu kadar güçlü muydum yoksa sandığımın ötesinde miydi?

Nefes alış verişlerim hızlandı. Kalbimde benim bile bilmediğim bir hastalık izini sürüyor gibiydi. Kalp hastası değildim. Fakat jahu benim kalbime büyük bir hasar veriyordu. Bana yaklaştığında kalbimde tarifsiz bir ağrı meydana geliyordu. Vücudumda ki ısı sayısı alıyordu. Ciddi bir hasar bırakıyordu. Çünkü O hislerin katiliydi.

Hislerime duygularıma büyük bir zarar veriyordu. Bu kadar yabancıyken üstelik.

Şimdi bilmediğim bir kattaydım. Üzerimde sarı ünlüğüm yoktu. O mavi ünlük vardı. Eski zaman ki hemşire önlüğü gibi bir şeye benziyordu. Saçlarım ise. Şaşırtıcı bie şekilde düzdü. Sanki biri taramıştı.

Tek takıldığım noktalar bu değildi. Biri bana üstümü giydirecek kadar çok yaklaşmıştı. Ve bu kişinin cinsiyetinden birhaberdim! Tek umduğum onun yaşlı bir kadın olmasıydı.

Hayır beni genç bir kızın giydirme düşüncesini düşünmek istemiyordum
Nedeni çok açıktı
Çünkü kadınların çok inceleyici bakışkarı vardı!

Lanet olsun ne düşünüyordum ben böyle. Söylenerek olduğum kattan çıkma yollarını bulmaya başladım. Burası ne biçim bir yerdi böyle? Ne bir kapı nede insan vardu sadece asansörler vardı. Hayır asansörler de bir yere götürse evet diyeceğim. Ama oda yoktu beni getirip getirip bu sefer asanaörlerin bulundhğu başka bir kata atıyordu! Bunların hepsi bozuk muydu?

Ciddi anlamda delirmenin eşiğindeydim şuan kendimi yerden yere vurmak istiyordum. Saçlarımı çekmemek için üstün bir çaba sarfettiğimi kendime itiraf edemiyordum. Çıkış yolunu bulamadıkça hıncımı kendimden çıkarmak istiyordum.

Çünkü mantıklı düşünemiyordum. Bir şey düşünmeme izin vermiyordu. Birisi sanki zihnimi avcunun içine almış düşünmeme izin vermiyordu.

Sinirle bu sefer başka bir kata geldiğimde. Tam bağıracaktım ki. Artık kendime engel olamıyordum. Bağırmak için tam ağzımı açmıştım ki O an kendi sesimi bana kestiren başka bir kızın bağırışı oldu.

"Yeterr! Allah kahretain bu ne! Bu nasıl bir yer! Nereye attınız beni! Derhal çıkarın beni bu bozuk teknolijiden!" gözlerimi irice açtım. Elimi kaldırıp ağzıma kapattığımda. Şaşkınca dönüp arkama baktım.

Göz göze geldiğimiz an içimde derin bir sessizlik oluştu. Ne duygularımdan bir ses yükseldi. Ne kalbimden nede aklımda. Tanıdık kahverengi gözler irislerimi doldurdu. Tek kelimeyle dolmuştum. Bakmaktan ve öylece durmaktan başka bir şey yaptığım yoktu.

Bana bakıyordu. İnanmayan gözlerle. İnancı tükenmişti. Tıpkı bende olduğu gibi. O an kendimden beklenmeyecek bir duygusallıkla ellerimi iki yana açtım ve dilimden o isim döküldü. "Havin..." değer vermediklerini kaybedince anlıyorsun aslında onlara ne kadar çok bağlandığını. Ben tamda şu an anlıyordum aslında havin'r ne kadar çok bağlandığımı. Havin benim her anıma şahit olmuştu. Beraber bir arkadaş gibi takılmasakta. Havin bir arkadaştan daha çok yanımda olmuştu. En zor günlerimde gördüğüm tek yüz havin'e aitti. Benim için aslında çokta çabalamıştı. Havin henüz yermi yaşında olmasına rağmen benden daha çok sorumluluk sahibiydi. Bazen ondan yaşça küçük olduğumu bile düşünürdüm.

Çoğu zaman da kıskanırdım. Bu kadar azimli olmasına, ve herşey hakkında çokça bilgi sahibi olmasına. Hep kıskanırdım. Ve bu yüzden onu kendimden uzaklaştırır kırıcı kelimeler sarfederdim. Ve bunlara rağmen havin inantla peşimi bırakmazdı. Anneme verdiği bir sözden bahsediyordu. Annemin ondan beni korumasını istediğini söylemişti. Annem neden böyle bir şeyi söylesin. Benim annem ve babam yaşıyordu.

Beni koruma görevi benden iki yaş küçük bir kıza düşmezdi. Havin'e bu yüzden hiç bir zaman inanmıyordum. Çünkü inandırıcı değildi.

Gözlerim dolmuştu. Onu gördüğüm için mutlu muydum üzgün muydum bilmiyordum. İçimde derin bir sesssizlik vardı. Ne hissettiğime karar veremiyordum. Sadece gözlerine dolu gözlerle bakıyordum. Ne bir adım öne atıp ona sarılabiliyordum nede geri gidiyordum. "Havin." bu sefer kısık bir sesle söylemek yerine beni duyacağı bir seste onu çağırdım.

Sesimi duymasıyla birlikte gözleri yuvalarından düşecek gibi oldu. Sonra hemen gözlerini kıstı. Gözleri kollarımı buldu. Ardından dolmuş gözlerimi. "Sen...sen burdasın." dedi inanmayan bir sesle.

Kesinlikle bu kişi havin'di. Hayal değildi, Rüya değildi, Havin canlı kanlı karşımdaydı.










HELOOOOO

Eğlence işte şimdi başlıyor! Gerçekten bu bölümlerde çok eğleneceğimiz kesin. Ve tabi bir o kadar üzüleceğiz.

Havin'in gelişini tahmin ediyor muydunuz?

Mehla'nın peşinden göle girdiğini düşünemiyorum. İşin içinde sizcede çok başka bir şey yok mu? Sandığımız gibi havin mehla'dan nefret mi ediyor yoksa herkesten çok seviyor mu?

Peki annesinin sözüne ne diyorsunuz? Sizce havin'e neden mehla'yı korumasını söylemiş olabilir?

Ve en bunu en sona sakladım. Ager jahu haldırat? Mehla'nın zihnine giribelicek güce sahip olduğunu düşünenler var mı aranızda? Ve ager'in sadece bu güçle sınırlı olmadığını da düşünüyorum.

Bir imparator öylesine olmaz. Bu bize göterdiği güç, sadece bir gösteriydi.

Güşleri aslında hepimizi şaşkına çevirecek. Ve kızların henüz ortaya çıkmaş güçleri de.

O zaman gelecek bölümde görüşmek üzere. Bu kadar konuşma yeter şimdilik. Daha çok konuşacağız. Hepiniz kendinize çok iyi bakın. Sizleri çokkkk seviyorum🍊🍊

Loading...
0%