Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm: kısır döngü.

@ebru2_yuva_

Bugün pencerelerinin açık olsun hiva. Gerçekleri rüzgar camına savuruyor çünkü... heniz uyuyorsun. Bu sabah masada bana bir müzik kutusu getirdin. "Anneler günün kutlu olsun anneceğim." dedin. Baban yanımda gülümseyerek seni izliyordu. Hiçbir şey söylemedim sana. Suskunluğum sana cevapları verdi. Hediyeni beğenmediğimi sandın. Evet beğenmedim. Ama hediyeni değil, Sana alışmayı. Bir gün gideceğini biliyorum hiva. Bir gün aşina olduğum o kokunun çok uzaklara gideceğini biliyorum. İşte bu yüzden istemiyorum seni.

 

💦

 

Bir günlüğümün olmasını küçükken çok istemiştim. Ama annem izin vermemişti günlük yazmama. Çünkü annem günlüğü sevmezdi. Nedeni sorduğumda bana şu cevabı vermişti. "Dün yere düşmüştün hatırlıyor musun? Çok ağlamıştın. Ve bir an önce iğleşmesi için dua etmiştin." sözleri hala bugün gibi aklımdaydı. Ona o zaman. 'Evet sabaha kadar dua ettim. Yarın kalkıtığımda iğleşmişti.' bana o gün günlüğün kötü bir şey olduğunu sözleriyle kanıtlamıştı. "Bir düşün. Yarın düştüğünde bu sefer kolun kırılıyor ve sen onu günlüğüne yazıyorsun. O çektiğin acıyı unutmak isterken tekrar okuyup zihnine kaydetmek senin için kötü olmaz mı?"
O zaman benim için günlük düşman olmuştu. Günlüğü olan arkadaşlarıma kötü bir şey olduğunu savurup durmuştum.

 

Şimdi düşünce çok yanılmışım. Eğer şimdi bir günlüğüm olsaysı unuttuğum herşeyi okuyarak hatırlamış olurdum. Yada hiç unutmazdım. Annem neden günlük sevmiyordu hiç bir zaman öğrenemedim. Aslında sebebi şuydu. Yaşadığın anıları unutmak için. Eğer bir günlüğün varsa o acıları hiç unutamazdın. Annem unutmamı istiyordu. Hemde çok güzel bir hayatım varken.

 

Hangi acıyı unutacaktım ben?

 

Sana ait olmayan herşeyi bırakman gerekiyordu. Çünkü ait olmayanlar yanlızca zarar verirdi benliğine hayatına, En çokta geleceğe, ben benliğime büyük zararlar almıştım.

 

H


er duygunun tadı vardı bende. Yanlızca bir duygunun yoktu. Özgürlük.

Özgürlük nasıl bir histi. Onu bilmek nasıl bir şeydi? İnsan eli kolu bağlı değilken mahkum değilken de özgürlükten uzakta olmaz mıydı? Özgürlük yanlızca kafeste ki kuşlara mı yoktu? İnsanın ruhu da kafese girmez miydi? Kendi ruhunu görebiliyor muydun ki? Gözlerin herşeyi görürken ruhunu görmüyordu. bir tek ona kördü. Bir tek karanlığa gördü gözler.

Karanlık gizler varolanı. O gizler yalanı gerçeği. O herşeyi gizlerdi. İki muhafız tarafından götürülüyordum. Nereye gittiğim hakkında hiç bir bilgim yoktu. Bir koridorda yürüyorduk. Kaç kapıdan geçip gelmiştik. Onu da saymayı bırakmıştım. Kaç kişiyle karşılaşmıştım? Kaç kişinin acıyan bakışlarını görmüştüm? Saymayı unutmuştum. Unutturdum kendime. Geniş zihnimde hiç birini barındırmadım.

Şimdi önümde bir kapı vardı. Nedense o kapıdan geçince herşeyin değişeceğini biliyordum. Bütün kapılardan sessizce geçerken bu kapıdan geçmek istemiyordum. Çünkü bu kapı sondu. Bu kapı özgürlüğümün kapılarını ebedi kapatacaktı. Buna inanıyordum. Hisler güçlüydü. Hisleri kandırmazdın. "Yürü." kulağımın dibinde kaba bir ses tona sahip o muhafızın sesini İşitmemle irkilerek ona döndüm. Yüzü kapalıydı. Zırhlı askerlerdiler. Gözlerinin içine boş boş baktım. Tuttuğu kolumu sıkarak varlığını belli ettiğinde Hiç bir şey söylemeden uslu kız rolünü üsteledim. Onların adımlarına eşlik ettim.

Onların sert adımlarına nazaran benim adımlarım cılızdı. Kollarımdan sertçe tutmuş sürüklercesine götürüyorlardı. Kapıya vardığımızda Kapı kendiliğinden açıldı. İçeri girdiğimizde neyle karşıkaşmayı bekliyordum bilmiyorum ama kesinlikle böyle bir manzarayla karşılaşmayı beklemiyordum.

Her tarafta duman, ve farklı madde kokuları vardı. Korkuyla ürpererek etrafı incelemeye koyuldum. Oda genişliğinde Bir yerdi. Ama oda değildi. Dört duvarda da raflar vardı. Ve bütün raflar doluydı. Bakışlarım ilk karşımda ki boydan boya rafı buldu. Bir sürü şişe vardı. İksir şişelerine benzeyen şişelerle doluydu raflar. Şişelerin içinde her renkten sıvı vardı. Gözlerim usulca diğer tarafa kaydı. Orda da daha büyük kavanozlarda farklı farklı çiçekler vardı. Görünüşle çiçeğe benziyordu. Ama bu çiçeklere bizim dünyamızda hiç raslamamıştım.

Diğer tarafta ise küçük küçük kutular vardı hepsinin ağzı kapalıydı.

Ağzım açık bir şekilde etrafımı incelerken sol tarafımda ki muhafız etrafa bakmak yerine. "Büyücü!" diye bağırdı. Öyle kalın ve korkunç bir sesi vardı ki Ürperdim. Onun seslenmesiyle içerde kırmızı bir duman oluştu. İrkilerek kırmızı dumana baktım. Duman tavana kadar yetişip bir hortum görünüşünü elde etti. Kasırga gibi dönmeye başlarken. Bu sahneye gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bie terslik vardı. Bu girdiğimiz oda büyücülerin takılacağı türdendi. Muhafızlar. 'Büyücü' demişti değil mi?

Mölüh normal bir yer değil artık buna emin olmuştum.

Düşüncelerimin içinde kaybolmuşken o an görüş açımda gerçekleşen dehşet bir görüntü beni gerçeğe getirtti. Dumanların içinde bir kadın ortaya çıktı. Nefesim kesildi. Tepkisiz kaldım. Gözlerimi kırpıştırdım. Karşımda bir kadın vardı. Hayır rüya. Gözlerimi kapattım. Açtığımda aynı mekanda aynı yerde ve aynı kadın karşımdaydı. "Bu...bu nasıl olur?" şaşkınca kadına bakıyordum. Üzerinde simsiyah bir elbise vardı. Upuzun beyaz saçları kendiliğinden sallanıyordu. Elinde siyah bir değnek vardı. Korkunçtu.

Geri gitmeye çalıltığımda unuttuğum muhafızlar kollarımdan sıkıca tutarak bunu engellediler. Kollarımı çekiştirmeye başladım. Delirmiş gibi. "Bırakın beni! Siz delirmişsinizd bırakın beni!" kollarımdan sıkıca tutan muhafızlar uslu durmam için uyarırken o korkunç kadın bize doğru gelmeye başladı. Gelirken ellerini her iki yana açarak heycan dolu bir sesle konuştu. "Ooo bu ne güzel bir sürpriz." gülümsedi. Sadece dudakları görünüyordu. Yüzünde ki tül perde simasını yarıda kesmişti. Tam karşımızda durduğunda gözlerini görmesem de eminim şuan Gözleri bedenimi inceliyor. Nasırlı Elini çenesine koyup. "Hımm. Şu mehla karadan sensin demek." konuşurken sesinde rahatsız olmuş bir şey vardı. Uzun elbisesinin pelerini yüzünü gizliyordu. Yanlızca çenesini görebiliyordum. Beyaz saçları kalçalarına kadar geliyordu. Yaşı oldukça büyük bir kadındı. Fiziği bunu reddetsede ses tonu gerçeğini söyleyecek nitelikteydi. Ve çok hareketli kıpır kıpır biriydi. Heycandan yerinde duramıyordu. "Bırakın beni!" dedim. Kadına bakarken. Kadın ondan korktuğumu anladı. Yüzünde ki kumaş inceydi. Büyük ihtimalle beni görüyordu. İnce bir çizgi halinde ki dudakları büzüldü. "Oww yoksa minik kuş benden korktu mu?"

Evet korkuyordum. Çırpınmaya devam ederken. Muhafızlar kadının önünde eğildi. "Yüce parefs. Buraya ne için geldiğimizi biliyorsun. Bu arsız kızın cezasına onay verilmiştir. Senin izninle hakettiği yere gitmesini sağlamanı istiyoruz." benden arsız olarak bahsediyorlardı. Ben arsız falan değilim.

Kadın etrafımızda türlamaya başladı. Beni nereye götüreceklerdi? Kadın etrafımda türlama devam ederken. "Elbette. Bunu zevkle yapacağım. Minik küş uçmaya hazırlan." o kadar heycanla konuşuyordu ki. Yapacağı şey için oldukça sabırsızdı.

Kimdi bu manyak kadın?

Hiç tekin bir tipe benzmiyordu. Filimlerde ki korkunç cadılara benziyordu. Korkutuğumu belli etmemeye çalışıyordum. Ben şuan doğaüstü şeyler yaşıyordum. Ve hepsi gerçekti. Hiç biri bile hayal değildi.

"Geri çekilin." kadının emriyle muhafızlar kollarımı bıraktılar. Rahat bir nefes almak istedim ama yapamadım. Çünkü korkuyordum. Kadın etrafımda dolanarak tam karşıma geçti. Elinde ki değneğin başında kırmızı yakut taşına benzer bir taş vardı. Sol elinin avucunu açıp havaya kaldırdı. Ve tam karşımda ki raftan içinde kırmızı sıvı olan iksir şişesi havalandı. Kanım dondu. Çiğerlerime giden oksijen yetişemden yarıda kaldı. Dizlerimin bağının o anda çözüldüğünü hissettim. İksir şişesi kadının açtığı avucuna geldi. Göz bebeklerim yuvalarından çıkacakmış gibi açıldı. Gerçek miydi? Şuan yaşadığım herşey ama herşey gerçek miydi? Yoksa halüsinasyonlar falan mı görüyorum.

İrislerim o iksir şişesinin üzerindeydi. Parmakları şişeyi kavradığında şişe birden yok oldu. Ve yerine kırmızı bir duman bıraktı. O anın gerçekliğini düşünmeye kalmadan gelişen olayların içinde buldum kendimi. Kadın bir şeyler söylemeye başladı. Bu dil farklı bir dildi. Ama anlamıyordum. Kırmızı duman çoğalmaya başladı. Ve o daha yüksek bir sesle sözleri söylemeye başladı. Dumanlar odanın içini esir aldığında Bir kasırga oluştu. Öyle bir rüzgar esti ki raflarda ki bütün çieçk kavanozları yere düştü. Büyücü kadın bağıarak söylemeye başladı.

"Saym hero u vay sio serhiva! Ruşeys mahraw! Kamiomo. fayseia feysei aun. Ranaremi ranari. İja ıs mamiere. Tai kajee. Mo mizyeha. Savage eu en! (Saygım sana. Dileğim sadece küçük bir istek. Yolların açılsın. Cezaysa ceza. Acıysa acı olsun. İçinde küçük bir tutku olsun. Bu aşk lanetin yollarını açtı. Tekar kapatsın. Şimdi huzuruna gönderiyorum imparator. Sadece izin ver."

Ne söyledi bilmiyorum. Tek bildiğim bu sözler son sözleri olmasıydı. Hemen ayaklarımın altında bir portal açıldı. Gözlerim karardığında tek hatırladığım o kasırganın içine çekildiğimdi.

**

"Nerdeyim ben!" diye bağırdım. Kocaman bir ormanın içindeydim. Allah kahretsin ki her taraf birbirine benziyordu! Nasıl gelmiştim buraya? Sıklaşan nefeslerimi düzene koymak adına derin derin nefesler aldım. Ama olmuyordu. Gözlerimi açtığım an kendimi bu ormanda bulmuştum. Hayır bu orman kızlarla birlikte geldiğimiz o orman değildi. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Bulutluydu. Buda demektir ki hala mölühteyim. Bu bir anlamda iyiyeydi bir anlamda ise kötüyeydi. İyi olanı en azından bildiğim bir yerdeydim. Kötü yanı ise hala mölühteydim. Her ikisinin sebebi de mölühtü.

Kahretsin. Şimdi nereye gelmiştim ben?

Kafamda ki tilkiler dört dönüyordu. Ama bunlar şuanlık için bir çözüm değildi. En iyisi yürümekti. Şuanlık en mantıllı yol buydu. Durduğum noktada hareketlendim. Resmen şu bir hafta içinde yaptığım yürüşü 21 bir yıl hayatım boyunca yapmamıştım.

İlk dördüncü gün bacaklarım çok ağrıyordu. Ama şimdi iyiydim. Akşama kadar yürüsem de pek bir şey olmazdı. Bacaklarım artık esnemişti. Ağaçların arasından yürürken. Gözüme kırmızı yapraklar çarpıyordu. Hepsi kan kırmızıydı. Bu işte bir gariplik vardı ama ne. Toprak ıslaktı. Buda yağmurun yağdığına işaretti.

Bu orman tehlikeli bir ormana benziyordu. Büyük ihtimalle içinde vahşi hayvanlarda vardır. O yüzden gece olmadan çıkmalıydım. Her taraf biribirine benziyordu. Hayır ortada belli bir çizgide yol da yoktu ki gitseydin. Onu bırak hayvanların kendisine çizgiği bir patika yolu bile yoktu.

Hiç kimse daha önce uğramamış gibiydi. İnsan adımlarını bırak ıslak toprakta hayvanların adım izleri bile yoktu. Gerçekten korkunçtu. Tüylerim ürpermişti.

Ve havada çok soğuktu. Mölüh genelde geceleri çok soğuk olsada günüzleri normal bir derecedeydi. Ama bu orman aşırı soğuktu. O lanet olası büyücü beni hangi diyara göndermişti.

Artık farkındaydım. Normal bir yerde değildim. Doğaüstü şeylerin gerçekleştiği hayal dünyası gibi bir yerdeydim. Gerçi etrafıma bakınca daha çok kabus dünyasına gelmiş gibiydim. Biraz daha yürüdüğümde. İlerde gördüğüm adım izleriyle gözlerim sevinçle parladı. Hızla koşmaya başladım.

Sonunda bir ize raslamak içimde tükenen umudu ayaklandırdı.

Adım izlerinin olduğu yere geldiğimde eğilip baktım. Bunlar insan adım izleriydi. Buda demektir ki birileri bu ormana gelmişti. İşte şimdi nasıl burdan çıkacağımı bulmuştum. Fazla beklemeden adım izlerini takip etmeye başladım. Birden fazla adım izi vardı. Tam beş kişinin adım izi vardı. Kalabalık bir gurup olmalı diye düşündüm. Adımları takip etmeye devam ettim.

Ne kadar yürüdüm hiç bilmiyorum. Tek bildiğim artık yorulmuştum. Ve çok açıkmıştım da. Ama elimden geldiğince hızlı yol katetmeye çabalıyordum.

Biraz daha yürüyünce. Burnuma duman kokusu geldi. Durup başımı kaldırdım. Uzun ağaçlardan ilk defa birşey görünüyordu. Havada duman vardı.

Ateş dumanı.

Duman çok uzaktan çıkmıyordu. Buda demek yakınlarda bir yerde ormanın içinde ateş yakmışlardı. Büyük ihtimalle adım izlerini takip ettiğim insanlar yakmıştır. Çünkü adımları toprakta tazeydi. İşte şimdi biraz daha umut dolmuştum. Umarım adımlarını takip ettiğim kişiler erkek değildir. Bunu dileyerek yürümeye devam ettim.

Artık kelimenin tam anlamıyla bitmiştim. Ama yenede pes etmiyordum. Kaç saattir yürüyordum. Artık duman havada yoktu. Ateş sönmüştü sanırım. Ama yaklaşmıştım. Biraz daha yürüyünce çalılıkların ardında ormana yabancı bir renk gördüm. Ağaçlar çok sık olduğu için sadece sarı rengi görebiliyordum. Benim üstümde ki sarıyla aynı tondaydı.

Ve o taraftan is kokusu geliyordu.

Sanırım adım izlerinin sahipleri ordaydılar. Nefesimi tutup hafif aralıklı çalılıkların arasından geçtim. Adımlarınının izleri bu taraftandı. Zorlukla bedenime batan o sivri uçlu ağaçlardan kurtulduğumda kendimi boş bir alanda buldum. Saçlarımın arasına giren yaprakları çıkartmaya çalıştığım esnada gördüğüm manzarayla elim saçımda asılı kaldı.

Gözlerimi irice açtım. Şuan gördüğüm bu tanıdık yüzler gerçek miydi.

Karşımda kızlar vardı.

Şuan hayretler içerisindeydim. Gördüğümün gerçek olup olmadığından emin olmaya çalışıyordum. Sahil ormanda düşen bir ağacın üstünde oturmuş. Hemen sağ tarafında dalga başını omzuna koymuş, Sol tarafında isee balen başını sahil'in diğer omzuna koymuştu. Deniz ve mavi ise ateşi tekar gürlemeye çalışıyordu. Fakat beni gördükleri an hepsi şaşkınca durup bana bakmaya başmalışlardı. Derinden Yutkundum.

Ben ceza almak için gönderilmiştim. Peki bu kızlar niye benimle aynı ormandaydılar? Tek soru tek cevap. Sebebi ben olabilir miydim acaba?

Umarım ben değilimdir; Çünkü sahil şuan beni öldürecekmiş gibi bakıyordu. Gerçi hep böyle bakıyordu. Ama şimdi ki durum farklıydı. Hepsinin soğuktan elleri ve yanakları kızarmıştı. Özellikle sahil'in.

Dişleri soğuktan gıcırdarken. Bir anda ayağa fırladı. Masum kedi bakışları o tarafa atarken. "Senin allah bin türlü belanı versin! Uğursuz yaratık!" üzerime doğru gelince. Deniz ve mavi hızla kollarından tuttular. Yanılmamıştım bu sefer durum farklıydı. Saçımda öylece kalan elimi hareket haline getirip orda ki kırmızı yaprağı çıkardım. Kendimi sahil'den korumak için bir kaç adım geriye attım. "Bana neden kızıyorsun. Ben hiç bir şey yapmadım!" dedim elimde ki yaprağı yere atarken. Sahil denizin elini itmeye çalışırken. "Bak hala yapmadım diyor!" fenalık geçirir gibiydi. Dalga ise öfkeden çıldırmak üzerydi. Oturduğu yerden kalkıp öfkeyle elini bana doğru sallayarak. "Ya sen gerçekten kafayı bizimle boşmuşsun. Sırf ceza aldın diye acısını bizden de çıkarttın. Bizi bu mezar ormana getirttin!"

Mezar ormanı mı?

Bozguna vermeden Kendimi işaret ederek. Hafif kaşlarımı çattım. "Ben mi sizi getirdim? Sizi görmedim bile. Asıl siz kafayı benimle boşmuşsunuz. Kendi kazdığınıza düştünüz." bakışlarımı kaçırıp yanağımı kaşıdım. bu söylediğimle sahil bir kez daha hareketlendiğinde deniz ve mavi daha sıkı tuttular onu. Gözleri kan çanağına dönmüştü. "Seni bu sefer öldüreceğim. Bizi o adama sen ispiyonladın!"hiç bir şey yaptığım yoktı. Ellerimi göğsümün altında bağladım. Çenemi havaya dikerek. "banane sizden. Hem ben nedem ispiyonlayayım ki sizi. Kesin su sizi ispiyonlamıştır. Zaten sevmiyordu sizi." omuz silktim.

Kendimi tamamen olayın dışına aktardığım için artık gitme vaktim gelmişti. Bu kızlarla kalamazdım. Önceden değil ama şimdi beni şüphesiz öldürürlerdi. Balen gibi sakin bir kız bile bana sinirle bakıyordu. Sinirin yanı sıra kırgınlık da vardı.

Ben hiç bir şey yapmamıştım.

Yürümeye başladım. Ama onlara doğru değil tabi. Biraz uzak bir mesafeden yürürken. Göz ucuyla kızlara baktım. Hepsi çıldıracak gibiydi. Hele sahil deniz ve mavi buraksa şimdi bana dalacaktı. Sahil'in kindar bakışlarının altında yürürken. Unuttuğum şey yüzünden yürürken onlara bakarak. Sevimli bir ifadeyle. "Bu arada teşeşkkür ederim. Sizin adım izlerinizi takip ederek buraya kadar gelebildim. Yoksa maazallah orda vahşi hayvanlara yem olurdum." sözlerimi bitirdiğim an kızlar taramalı tüfek gibi üst üste konuştular.

"Keşke gebertseydiler seni orda!" bunu diyen sahil'di. Benden kuşkusuz nefret ettiğinden emin olduğum biriydi. "Sen birde utanmadan bizi mi takip ettin!" bunu diyen denizdi. Beni sevdiğini düşündüğüm kişiydi. Ama insan yanılabiliyordu demek ki. "Allah'm bide teşeşkür ediyor. Şeytan diyor al o kızıl saçlarına asıl. Yolana kadar bırakma!" fazla acımasız bir düşünceydi bu mavi için. Sesinde ki tınıya bakılırsa şimdi saçlarımı yolmamak için üstün bir çaba sarfediyor olamalı.

İnsanların saçlarımla olan derdi neydi anlamıyorum?

Hayır aynaya bakınca aslında çok sevimli duruyorlardı.

"Sırf kendisi geldi ya buraya. O Bizi de alıp getirtmeden hiç gelir mi? Tabi alıştı sırtımızdan iş yürütmeye burda zor olur hanımefendinin işi." balen biraz kırıcı konuşmuştu. Ama hiç alınmadım. Alınmayı bırak üstelenmedim bile. Hiç bie şey duymuyormuş gibi yürümeye devam ettim.

Nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Ve kızların beni durduk yere suçlaması canımı sıkmıştı. Neden onaları ispiyonlayım ki? Onlarla bir sorunum yoktu. Tamam biraz sinir olabilirim. Arada içimde onlara sövmüş de olabilirim. Yani arada sahil için suikast planları da yapmış olabilirim. O örüklerini bir gece yarısı kesmeyi de düşünmüş, makası bulamadığımdan vazgeçmiş olabilirim. Ama bunlar onları kendimle beraber buraya getirtmem için yeterli sebepler değildi.

Boş alandan çıktığımda sahil'in arkamdan. Çok beklemeden. "Yürüyün gidelim. Bu Tembel kızıl şeytan birde şimdi burda kaçma planları falan yapar. Hiç uğraşamayız onunla. bir an önce malikaneye Varmalıyız." koca bir yalandı. Kaçma planları falan yaptığım yoktu. Benim arkamdan hemen onların da kalkıp geldiğini görmesem de adım seslerinden biliyordum. Bugün bu mezar ormanında mezarım çıkmsa iyi olacaktı. Sahil kindar bie tipe benziyor. Eminim acısını benden çıkaracaktır. Üatelik bu sefer sadece sahil de değil. Kızlar da vardı.

Biraz daha yürüğümde ormanın sonuna varabilmiştim. Bu ormandan hiç çıkamayacağımı sanıyordum fakat öyle değildi. Sonunda çıkmıştık. Şimdi upuzun bir yol karşılıyordu bizi. taşlı bir yol. Ve yolun sonunda kocaman bir kasaba. Evet sanırım bir kısmı halletmiştik. Sevinçle ellerimi birbirine çırptığımda sevinçten çığlık atmak üzereydim.

Fakat şimdi durunca yeni yeni aklıma gelmişti. Anlamadığım bir şey vardı. O kahya beni imparatorun hizmetiyle görevlendirdi. Peki neden bu ormana gönderdi? Acaba o kadın yanlış kapı mı açtı? Birşeyleri yanlış yaptığı kesindi. Neyse o adamı görmemek benim açımdan çok iyi bir şeydi. Yola doğru ilerliyordum ki. "Ordan değil salak ne sanıyorsun sen? Öylece ordan kaçıp gideceğini mi? Daha adımını atmadan kendini tekar o ormanda bulacaksın."

Ne demek daha adımımı atmadan kendimi ormanda bulacaktım. Böyle hir saçmalık mı vardı? Omzumun üstünden dönüp baktığımda sahil'in dik dik bakışlarıyla karşılaştım. Hala öfkeliydi. Ama sanırım biraz sakinleşmiti. En azından bundan başka çaresinin olmadığını farketmişti.

Kızlar hemen yanındaydılar. Onların tarafına baktım. Arkalarında başka bir yol daha vardı. Ve biraz daha net bakınca o yolu neden şimdi farkettiğimi sorguladım. Ağaçların dallarıyla yolun üzeri bir tünel gibi kapatılmıştı ne kadar kasvetli dursada dışarda ki görünüşü mühteşemdi. Sonunu görmeye çalıştım. Ama sonu yoktu. Sanırım bu yol hep bu şekilde tünel gibi gidiyordu.

Delhiz gibi yapmışlardı. Zorlukla Yutkundum. O yoldan gidemezdim. Ama sahil'in söylediklerini düşününce başka bir yol kalmıyordu. Önüme döndüm. Kasaba, Arkamda ise delhizden farksız kocaman bir orman yolu.

Kızlarla gitmem mi daha iyiydi yoksa kendi başıma gitmem mi?

Sanırım en mantıklı yol onlarla gitmekti. Doğru söyleme ihtimalleri vardı işimi riske atamazdım. Hiç bir zaman riske atmadığım gibi şimdi de atmadım. Arkamı döndüm. Onlarla gideceğime ikna olmuş olacaklar ki bana birşey söyleme gereği duymadan ölümcül bakışlarının eşliğinde sırtlarını döndüler.

💦

Kocaman karanlık bir odada yanlız kalırken ki o korkularım aklıma kazınıyordu. Ona benzer daha bir çok anı... Bir insan hiç gökyüzüyü sevmez miydi? Dünyada ki en güzel şeylerden biri gökyüzü iken ona nefret beslemek onu kırmaz mıydı?

onun kırdığı geceleri hatırlamak da kırmıyor mu?

Acıtmıyor muydu? Hiç bir acı yokken ölecek kadar acı hissetmek.

İlk okula başladığım gün annem benim için kek yapmıştı. o gün o keki nasıl bir heycanla yediğimi hatırlamıyorum bile. Orta okulda arkadaşlarım hep annelerinden bahsedip akşam yaptıkları yemeklerden bahsederdi ben ise susup onları dinlerdim. Annem çok sık yemek yapmazdı öyle nadir mutfağa girerdi. Ama o gün de çok güzel yemekler yapardı.

Babam ise çok güzel salata yapardı. Hafta sonları nerde olursak olalım. O akşam beraber bir yerlere gider yemek yerdik. Güzel bir aile taplomuz vardı. O aileye çizik vuran sadece benim korkularımdı. Kendimde en nefret ettiğim şeyler o korkulardı. Yavaş yavaş sevgiden uzaklaştırıp yanlzılaştıran o korkular.

Fakat şimdi korkukmuyordum. En çok korkmam gereken yerde korkmuyordum. Ben anneme sarılırken korkarken şimdi bilmediğim bir yerde tek başıma iken korkmuyordum. Çünkü bu korkular yanlızca yanlızken korkutmuyordu. Ben yanlız olmayı seçmiştim. Yanlızlaştım ailemle. Ve en sonunda tamamen koptum.

Bir kaç gözyaşı, buruk bir gülümseme, ve Ebedi bir veda, Gelmeyen gidiş. Gideni getiremezdin. Öleni diriltemezdin.

Tünelin sonuna varmıştık. Düşündüğüm gibi sonu yoktu. Yol tamamen öyle geçmişti. Üstü ağaçlarla kapatılmıştı. Yol boyunca kızlarla tartışıp durmuştuk. Beş kişiye karşı bir kişiydim. Hepsi asi dişli kızlardı. O yüzden ağzımı hiç açmamıştım. Dar bir yoldu. Ve onlara karşı hiç şansım yoktu. Tamam onları dövebilirdim. Ama sonucunda ne kadar dayak yiyeceğim belli değildi. Kendimi hırs kurbanı yapamazdım. Şimdilik gururum incinmiş olabilir. Ama onların benimle cezalanması bence onlara büyüğe patlmaıştı.

Ve yol boyunca surat asmıştım. Sanırım biraz kırılmıştım. Ve bu yüzden kabuğuma çekilmiştim. Fazla üzerime geliyorlardı. Eğer şimdi onlar olmasaydı tek başıma burda olurdum. Her zaman alıştığım için birilerin hep bana önderlik etmesine. tek başıma kalınca ne yapacağımı bilmiyordum.

Yoldan çıktığımızda bulutlu havayla buluştuk. derin bir nefes alacağım esnada iriserim eş zamanlı tüm görkemiyle bakış açımızı dolduran malikaneyi bulmuştu. Nutkum tutulmuştu.

Tamamen koyu bir lacivertti. Etrafına örülen duvarları aşıp göğe yükseliyordu. Ve sonu sislerin ardında kayboluyordu. O kadar büyüktü ki boynumu arkaya atarak inceliyordum. Kaç kattı? Kendi şaplarında küçük bir şehir inşa etmişlerdi resmen. O kadar büyüktü ki buna malikane denilmezdi. Başını göremiyordun. Ama o kadar göz kamaştırıcıydı ki
Gözleri üzerinde hayran bıraktıracak bir ihtişama sahipti. Koca bir orman önünde siperdi. Sanki onu herkesten korumak istiyordu.

Kimsenin bilmediği keşfetmediği başka bir diyardı. Çok başkaydı. Avlunun ortasında göl havuzu vardı. Ama büyüktü. Öyle ki boyumuzu aşan duvarın ardında onu göreceğimiz kadar. Çift kanatlı büyük parlak gümüş kapı girmemiz için açıldı. Sanırım burayı ilk gören ben değildim. Kızlarda büyük bir hayranlıkla bakıyorlardı.

Balen. "Off bu ne böyle? Şimdi biz burda mı çalışacağız. Burası cennet gibi bir şey!" sevinçle şakımasına şaşkınca baktım. Birde yol boyu beni suçlayıp durmuştu. Bunların hepsi nankördü.

Dalga gözlüklerini çıkartmış bakıyordu. Deniz ve mavi ise donmuş bir şekilde bakıyorlardı. İşin komik bir tarafı vardı. Hepimiz sapsarıydık.

Aramızda Önlük en çok sahil'e yakışmıştı. Tabi en önde bendim. Ama benden sonra sahil'e yakışmıştı. Gerçekten güzel bir kızdı. Her ne kadar sevmesem de. İlgi çekici bir vücudu vardı. O sırada Sahil aniden bana dönünce hızla bakışlarımı kaçırdım. Birde ona baktığım için tacizci diye azarkayacaktı!

Ellerimi mazlum gibi önümde bağlayarak suçlu çocuklar gibi başımı eğdim. Dışardan çok masum göründüğüme eminim. Dakikalardır kapının önünde dikiliyorduk. Hepimiz ilk adımı diğerinden bekliyorduk. Sahil kimsenin önden gitmeyeceğini anlayarak ofladı. Ve önderliği yene kendisi aldı. Hepimizin önünden yürürken bizde kaz yavruları gibi peş peçe eşikten geçtik. İçeriye adımımı attığım an o yaprakların hoş kokusu burnumu doldurdu. Sonbahar kokuyordu.

Bakışlarım direk avlunun içini buldu. Hiç kimseyi göremeye o kadar alışmıştım ki. Bu kadar insanı bir arada görünce küçük çaplı bir şok geçirdim. Gözlerime inanamadım.

İrislerim etrafı keşfe çıktı. Gördüklerimle daha büyük bir şok geçiriyordum. Katiyen böyle bir şey beklemiyordum.

Hadi ama. Bu kadar erkeğin bakışlarına katlanmak zulüm gibi bir şey olsa gerek.

Çekinerek baktım. Sadece erkekler değil. Bizim yaşlarımızda kızlar da vardı. Bazılarının üzerinde savaşçı kıyafetleri vardı bazıları pelerinli. Bazıları ise daha renkliydi. Ve hepsinin bakışları bizim üstümüzdeydi şuan. Bir sürü gençti. Ve her biri gurup halindeydi. Beşli üçlü altılı gurup halindelerdi. Avlu o kadar büyüktü ki diğer kısımda da çardaklar vardı. Bazıları ise o tarafta takılıyorlardı.

Bakışlarım tekrar önümüze döndüğünde. Hepsinin kıyafetlerimize baktığını gördüm. Bir takım genç erkek gurubu bize bakarak kendi aralarında gülüşüyorlardı. Her biri bir tarafta takılıyordu. Bazıları duvara sırtını yaslamış tek takılıyordu. Bazıları ise çoklu takılıyorfu. Bakışlarımı onlardan çekip kızlara çevirdiğimde sahil'le o an göz göze geldik. Bana herşey senin yüzünden oldu der gibi bakıyordu. Sahil neyse ki daha fazla bana bakmadan kızlara dönüp. "Ne bekliyoruz? Durup bunlarla mı bakışacağız. Hadi gidelim."asabi bir hareketle yolu gösterdiğinde ona ayak uydurduk. Etrafıma baktıkça gerçekten bu kadar insanın içinden nasıl geçeceğimi bilmiyordum.

Sahil önden yürüyünce benden mecburen yürümek zorunda kaldım. Tam altı kişiydik. Ve hepimizin de önlüğü aynıydı. Tabi onların başlarında beyaz saç badanası vardı. Bende tek eksiklik oydu. Aralarından geçip giderken yanından geçtiğimiz bir grup erkeğin bize bakarak konuştukları sohpete şahit oldum.

"Kaz yavruları gibi biribirlerini takip ediyorlar. Sikeyim böyle işi Kim getirtti lan bunları."

"Nerden bilim oğlum. Ama bizi çok eğlendirecekleri aşikar."

"Şunlara baksana. Civciv kuşları gibiler Sarı sarı." söylediklerine her ne kadar kızsam da evet malesef ki öyleydik. Bunu söyleyen kişi kahkaha attı. diğer üç kişi de gülmeye başlayınca dönüp bakmak durumuda kaldım. Bal gözlü siyah saçlı benim yaşlarımda bir gençti. Ona ters ters baktığım için bakışları anında beni buldu. Sonra ise saçlarımı. Gülümsediğinde. "Şunun saçlarına bak. Çok ilgi çekici değil mi?" bana bakarak bunları söylemesine tamamen ukala biri olmasına bağlıyordum. Onlara bakmayı bırakıp önüme döndüm. Herkes bizim hakkımızda birşeyler söylüyordu. Bazıları dalga geçiyordu kıyafetlerimizle. Bazıları ise çok sevimli göründüğümüzden bahsediyorlardı.

Aslında kıyafetlerimiz kötü değildi. Sorun altı kişinin aynı önlüğü giymesindeydi. Eminim birimizin tek üzerinde olsaydı dikkat çekmezdi. Ama biz altılı gurup olınca durum böyle oluyordu. Balen kendi kendine homurdanarak yürürken dalga yüzünü gizliyordu. Deniz ise hepimizin aksine büyük bir özgüvenle yürüyordu. Sanırsın defilede yürüyordu!

Büyük bir kapıdan içeriye girdiğimiz an. Kocaman bir salonla karşılaştık. Yükarıya tırmanılan iki büyük merdiven vardı. İçi gerçekten çok lükstü. Grinin hakim olduğu bir salondu. Gold detaylar çoğunluktaydı. Sahil daha önce gelmiş kadar tecrübeliydi. Eliyle sağ tarafta ki merdiveni gösterdi. "Şu taraftan." onun yönlendirmesiyle yene peş peşe merdivenlere doğru yürüdük. Sessizdik. Etrafta göz gezidrdim kimse yoktu.

Merdivenlerin sonuna geldiğimizde. Sağa döndük. Büyük bir koridordu. Koridorun duvarına kadar golt kaplamaydı. Göz kamaştırıcıydı. Ve koridorda bazı portreler de vardı. Ama hepsi erkekti. Kadına ait tek bir taplo yada portre yoktu. Koridorda yürürken her iki tarafta karşılıklı kapılar vardı. Sahil hiçbirine girmediğine göre gideceğim yer orası değildi. Koridorun sonuna geldiğimizde göğüs kafesim sıkıştı. Kalbimin kasıldığını hissettim. Düşüncelerim karıştı. Ne düşüneceğini bilmeyen o yabancı oldum zihnimde. Ellerim ayaklarım birbirine dolanmaya yakındı. Boğazıma sert bir yumru oturduğunda. Ruhumun saklandığı yerde üşüdüğünü hissettim. Ellerim üşüdü. Kalabalık zihnim tek bir ismi tezahürat ediyordu. O isim yasaktı bana. O ismi okyanuslarda dalgaların içinde kaybettirdim kendime. Parmakalrım uyuştu. Yutkunamadım. Bu hissin ismi korku muydu? Hayır sanmıyordum.

Korku acı bir histi. Korku soğuk his değidli. Benim soğuk hissim o kişiydi. Ruhumu üşüten o adamdı.

Ager jahu haldrat.

Ager mölüh dilinde soğuk demekti. Jahu ise acı demekti. Ben soğuk hisken. O soğuk acıydı. Onun aksine benim ismimin anlamı yoktu. Annem hep ismimin anlamının ilbahar olduğunu söylerdi. Fakat tüm araştırmalarıma rağmen mehla isminin anlamını bulamamıştım.

Belki gerçekten de ismimin anlamı ilkbahardır. Peki ben ilkbahar kadar masum muydum? İlkbahar çiçeklerin diyarıydı. Bana zıt bir anlamı taşıyordum.

Adınlarımız durdu. Son durak burasıydı. Ruhuma ağır bir darbe vuruldu. Burdaydı. Tam bu kapının ardında nefesini kokusunu soluyordum. Kalbim uzaklaşmamı istiyorken. Ruhum inat yaklaşmak istiyordu. Sanki o odada bana ait çok değerli bir şey varmış gibi hissediyordum. Hem huzuru hem hüzünü Hissediyordum. Ama en büyüğü huzurdu. O adada benim için huzur vardı. Sahil kapıyı çalmadan önce omzunun üstünden hepimize baktı. Sanırım var olduğumuzdan emin olmaya çalışıyordu. Özellikle de benden.

Her ne kadar sevmesem de sahil işini disiplinli yapan bir kızdı. Herşeyi kuralıyla usuluyla yapıyordu. Sanırım onda sevmediğim özellik buydu. Sahil kapıyı tıklatığında. Heycanla ellerimi nereye koyacağımı bilmedim.

Neler oluyordu bana böyle?

Kapının ardından gel komutu alınca sahil vakit kaybeymeden elini kulpa götürüp çok geçmeden kapıyı açtı. Önce Sahil daha sonra balen ve mavi içeriye girdi. Dalga önümden geçip içeriye girerken. Bende peşlerinden içeriye girdim. İçeriye girdiğim an kendimi başka bir dünayada buldum resmen.

Kitaplar.

Çok fazla kitap vardı. Ve hepsi raflarında düzenli bir şekilde duruyordu. Odanın içinde ilk parlak ahşap kütüphane gözüme ilişmişti. Hiç birisi normal kitaplar değildi. Hepsi büyü yolunda kullanılan kitaplardı. Nedeni çok açıktı. Çünkü üzerlerinde ki yabancı dilde yazılan yazıyı okuyabiliyprdum.

Korkuyla ürperdim. Bakışlarımı kütüphaneden çekip odada gezdirdim. Ahşap dolaplar ve sandalyeler, Hemen köşemizde küçük bir kütüphane vardı. İçinde sıra halinde dizili farklı farklı kitaplar vardı. Hepsinin içinde dikkatimi dağıtan başka bir şey vardı.

Bana arkası dönük bir adam. Bedeni tanıktı. Ruhunun kokusu tanıdıktı. Soluduğum o huzur tanıdıktı. İmparator... Ve gerçek ismiyle ager jahu haldrat tam karşımızda arkası dönüktü. Bir tarafı komple cam olan duvarın karşısında dışarda ki manzarayı izliyordu. Üzerinde acı kahve pelerinli bir kostüm vardı. Rengi öylesine hoştu ki. Kostümün sert görünüşü bile bedenine yakıştığının mükemmelliğini karalamıyordu. Parmaklarında ki yüzükler kimliğinin ismiydi.

Sertçe Yutkundum. Sadece ben değil benimle birlikte bütün kızlarda yutkunmuştu. Kitaplar efendisine hürmet edercesine etrafında sarılıydı. Kalbim soğuktan buz tutmuştu. Sessizlik bir mezarlığın soğukluğu gibi süzüldü aramıza. Ben öylece devam edeceğini sanırken sanaiyelerin arasına onun sesi karıştı

"Seni bana gönderen sebep nedir?" altı kişiydik. Ve o altı kişinin varlığına söz etmek yerine lafı bana çarpmıştı. Boğazım kurumuştu. Öksürerek. "Ben." devamını getiremedim. Çünkü bir anda bana doğru dönünce sözüm bıcak gibi kesilmişti. Başımı hızla eğdim. Göz ucuyla kızlara baktığımda onların da başını değdiğini görmüş oldum.

"Sen." kelimsenine vurgu yaptı. Devam etmemi emrediyordu. Tam lafa dalacağım an. Sahil benden önce lafı devraldı. "Efendim. Aramıza yeni katılan mehla karadan sizin hizmetinizle görevlendirildi."

Benim neden bundan haberim yok?

Ben kimsenin hizmetini yapmam!

Başımı kaldırmadım. Ayağımla zeminde belli bir ritim tuttum. Ve ayaklarıma bakmaya devam ettim. Top sahil'deydi şuan. Fakat o sanki sahil konuşmamış gibi.

"Sana bir soru sordum. Ve sorularımın bekletilmesinden hiç hoşlanmadığımı bildiğini varsayıyorum." ses tonunda ki tını tüyler ürperticiydi. Sanırım bizzat benim ağzımdan duymayı bekliyordu. Çünkü adi herifin tekiydi! Ona hizmet etmek için gönderildiğimi bizzat ağzımla söylememi istiyordu.

Bundan zevk alıyordu.

İstediğini vermedim. Suskunluğu seçtim. Birinin koluma cimcik atmasıyla inleyerek kolumu tuttum. Ve balen'le göz göze geldim. Bana ters bir bakış atıp. Konuş dercesine bakınca. Boğazımı temizleyerek önüme döndüm. Başımı kaldırıp üstümde ki ısrarcı bakışlara itaat ederek göz teması kurdum. .

Soğuk acı.

Gözleri soğuk acıydı.

Buz mavilerinin etrafını sarmaşık gibi ören sarımsı renk, ateşin denizin etrafını esir aldığı bir manzarayı sunuyordu. Yutkundum gözlerin içine bakarken. Böylesine büyüleyici gözlerin onun haricinde yeryüzünde başka birini ödülllendirdiğini düşünmüyordum.

Kahvenin renklerinden en güzeli saçlarındaydı. Islak toprak rengini şimdi anımsatıyordu. Saçları buke buke anlına düşmüştü. Belirgin elmacık kemiğinin üzerinde ki kası seğirdi. Mimikleri kendisine özeldi. Keskin bir ifadesi vardı hep. Alaya aldığında bile hep taviz vermeyen o ifadesi yerindeydi. En güzel renklerin birleştiği kusursuz bir tablo gibi duruyordu karşımda. Bakışlarım onun okyanualarında derine iniyordu. Dalıp gittiğim gözlerinden irislerimi zorlukla çektim. Ellerini belinin arkasında bağladı. Soğuk acı bakışlarını üzerime kilitledi. Öyle bir bakışı vardı ki karşı konulmazdı.

Bana yasak olandı o. Bana imkansız olandı o.

Gözleri saçlarımdaydı. Saçlarım dağınıktı. Bir haftadır taranmamıştı. Uzun bir süredir sustuğumu farkedince daha fazla uzatmadan. "Ben temizlik için görevlendirldim." dedim. Çenemi kaldırarak. Bakışlarım sahil'i bulduğu an. Sahil gözlerini kocaman açtı. Ne yapacağımı anlayınca gözlerini pörtleterek dişlerininin arasında. "Sakın." dediğinde gülümseyerek elimle onu gösterdim. karşımda ki adama baktım. Çok sevimli bir ifadeyle. "Sizin hizmetiniz için görevlendirlen kız işte bu." ve sözümü bitirmemle sahil'in üzerime saldırması bir oldu. Herşey birbirine girdi. Çığlıklar bağırışlar birbirine karıştı.

İmparatorunun huzurunda büyük saygısızlık ettiği için çok pişman olacaktı.



HERKESE MERHABALAR!

son sahne güldürdü😂😂

Mehla'nın sahil'i kullanmasınu bekliyor muydunuz? Sanırım karakterimiz biraz bencil biri gibi.

Evet sorularınızı alayım. Kafalarınız karışık. Ve bir o kadar da merak var. Bölüme gelirsek. Bu bölümde kızları anlatmak istedim. Kızları daha sık göreceğiz. Hepsinin sorumluluklarını. Neden mölühte olduklarını. Gerçekte ki isimlerini.

Yavaş yavaş öğreneceğiz. Henüz başındayız. Bana şans dileyin canlarım.

Sekiz bölüm benim için çok güzel ve eğlenceli geçti. Umarım sizler içinde öyle geçmiştir.

Loading...
0%