Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@ebrumelek

Kuzey'le bahçeye girdiğimizde, ileriden gelen patırtı sesi hemen dikkatimi çekti. Adımlarımızı yavaşlatıp kulak kabarttık. Sesin kaynağını anlamaya çalışırken, bir anda Anıl'ın yerinden fırladığını ve "Komutanım!" diye bana doğru koştuğunu gördüm. Arkasında ise Kuzey'in timinden Kaan vardı ve sinirli bir ifadeyle Anıl'ı yakalamaya çalışıyordu.

Anıl yanıma kadar geldiğinde, arkama geçip saklanmaya çalıştı; ancak benden uzun boylu olduğu için bu saklanma çabası pek etkili görünmüyordu. Kaan ise tüm sinirini yüzünde taşıyarak bize doğru yaklaşıyordu; adımlarında kararlılık, gözlerinde keskin bir ifade vardı.

"Döveceğim oğlum seni gel lan buraya" diye bağıran Kaan'ın önüne Kuzey geçti.

"Ne oldu aslanım ne bu öfke bir sakin ol" diyerek Kaan'ın omuzlarını tuttu. Benim Anıl'da arkamda tişörtümün ucundan tutuyordu. Lan bu adam operasyonlarda teröristlerin korkulu belası değil miydi?

"Lan sen de ne yapıyorsun arkamda? Çık dışarıya da ne olduğunu anlat çabuk. Ne yaptın yine başımın belası?" Diyerek Anıl'a döndüm. Anıl kaçamak bakışlarla Kaan'a bakıyordu. Kaan ise Kuzey sayesinde sakinleşmiş görünüyordu. Ya da saygıdan susuyordu. Kaan zaten normalde cüsseli bir adamdı. Hem boydan, hem enden iri yarıydı. Anıl'ı büyük ihtimal tek eliyle ezerdi.

"Komutanım arkadaşa ufak bir şaka yaptım. Nerden bileyim ciddiye alıp beni öldürmeye çalışacağını?" Diye konuşan Anıl'a göz devirdim. Anıl bu şaka yüzünden başına çok iş açmıştı. Hâlâ da akıllanmıyordu.

"Bak hâlâ konuşuyor. Komutanım bırakın da suyunu sıkayım bu elemanın. Sıkayım da anlasın sulu şaka yapılmayacağını." Diyen Kaan'a sinirle bakmaya başladım. O kadar da değildi yani.

"Hayırdır sen kimin suyunu sıkıyorsun? Ne yapmış olursa olsun bu şekilde konuşamazsın" dedim ve Anıl'a bakarak devam ettim.

"Anlat ne yaptın?"

Anıl'ın yüz ifadesinde çok minik gülümsemeyi yakaladım. Yemin ederim akıllanmazdı bu salak.

"Gökçen komutanım ben valla bu sefer hiçbir şey yapmadım. Benim hiçbir suçum yok. Şefta..." Anıl cümlesini bitiremeden, Kaan adeta uçarak Anıl'a saldırdı. Lan ne oluyordu?

"Aaa yardım edin delirmiş bu ayı beni öldürecek" diye Anıl bağırmaya ve kaçmaya başladı. Kuzey ile birlikte Kaan'ı zor tutuyorduk. Bahçeye dönüp baktığımda çoğu kişinin sırıttığını gördüm.

"Kuzey ne oluyor ben hiçbir şey anlamadım. Lan sizde güleceğinize yardıma gelsenize."

"Güzelim Kaan'ın tiki varda, şeft.. Yani o meyveyi duymaya tahammülü yok."

"Şeftali mi komutanım?" Diye arkadan yüksek sesle bağıran mal Anıl'la, Kaan adeta hırlayarak elimizden kurtuldu. Valla da hak etmişti artık ne yapayım.

Anıl bahçede koşuyor, Kaan arkasından kovalıyordu. Erdal bey ise barbeküyü devirmesinler diye barbeküyu eliyle korumaya çalışıyordu. Aç Anıl onu hesaplayıp hiç barbeküyü devirir miydi zaten. En son Anıl bahçe kapısından sokağa doğru koşunca Kaan'la birlikte uzaklaşmış oldular.

Selman'lara doğru baktığımda sırıtıyorlardı. "Atik gidin şunların peşinden de bir sıkıntı çıkmasın" dedim. Selman ve Ece bana kafa sallayıp ayaklandılar ve hızlıca Anıl'ların arkasından, bahçeden dışarıya çıktılar.

Bahçeye göz gezdirdim. Biz Kuzey'le yukarıdayken Göktuğ ve Abdullah bey de gelmişti. Sare hanım ortalıkta yoktu ama büyük ihtimalle o da buradaydı. Aynı şekilde Gül, annem ve Vildan abla da ortalıkta gözükmüyordu. Kuzey, Poyraz'larla oturmuştu. Burcu üsteğmende o masadaydı ve ilk geldiğine göre morali oldukça bozuk gibiydi.

Mangalın başında Kuzey'in babası Erdal Bey, yanında Abdullah Bey ve Mehmet Abi ile birlikte sohbet ediyordu. Erdal Bey mangalı çoktan yakmış, etlerin başında ustalıkla duruyordu. İki mangal kurulmuştu; birinde közler üzerinde etler pişerken, diğerinde sadece ateşin harı vardı, belli ki sonradan mangala eklemek için hazırlanıyordu. Kısık seste fonda çalan bir müzik eşlik ediyordu sohbetlerine.

Üçü de rahat sandalyelerine yayılmış, arada mangalı yelleyip ateşi harlarken keyifle konuşuyorlardı. Kenarda duran katlanabilir sandalyelerden birini aldım ve Mehmet Abi'nin yanına geçip oturdum. Onların sohbete dalmış hâllerini izlerken mangaldan yükselen et kokuları iştahımı kabartmıştı.

"Selamun aleyküm," diyerek yanlarına oturdum. Erdal Bey ve Mehmet Abi hemen karşılık verirken, Abdullah Bey kısık bir sesle "aleyküm selam" dedi. Dikkatimi çekti; çalan müzik Abdullah Bey'in telefonundan geliyordu. Gaye Su Akyol'dan Bir İlkbahar Sabahı çalıyordu. Ben gelir gelmez sesi iki kademe artırdı benim fark ettiğimi düşünmeden, ama hareketinden anladım.

Arka tarafta hareketlilik vardı; bahçedeki masayı Kuzey'in timindekiler yemek için hazırlıyordu. Kimi tabakları yerleştiriyor, kimi çatal bıçakları diziyordu. Ben ise gözlerimi yanan ateşe dikmiş, şarkının melodisine kendimi kaptırmıştım. Mangalın o sıcak, odunsu kokusu ve etlerin yavaş yavaş pişerken yayılan aroması akşam havasına karışıyordu.

Şarkı bitince, Abdullah Bey telefonunu eline aldı ve yeni bir şarkı açmak için ekranı karıştırmaya başladı.

Müziğin melodisi değiştiğinde gözlerimi ateşin közünden çekip istemsizce Abdullah Bey’in telefonuna baktım. Gözleri direkt üzerimdeydi. Müslüm Gürses’ten Affet çalıyordu. O an içimde bir yerlerde yeniden duyguların karışmaya başladığını hissettim; kalbimdeki karmaşa yüzeye çıkıyordu. Affetmek istemiyordum, onu da, diğerlerini de… Hele Sare Hanım’ı görmek bile istemiyordum. İçimdeki bu isteksizlik bedenime yansıdı, rahatsızca yerimde kıpırdandım.

Ayağa kalkıp uzaklaşmak istiyordum ki, Mehmet Abi ateşten gözünü ayırmadan, elimi hafifçe tutarak beni durdurdu. Anlaşılan, kaçmaya çalıştığımı fark etmişti. Derin bir nefes aldım ve yerime geri yerleştim. Sessizliğin ve içimdeki çatışmanın ortasında kalmıştım.

Duygularım derin bir girdap gibi içimde dönüp duruyordu. Ateşe bakarken, yüzüme düz ve soğukkanlı bir ifade takınmıştım, ama içimdeki fırtınayı bastırmakta zorlanıyordum. Müziğin sonlarına yaklaşırken, Erdal Bey yerinden kalkıp etleri çevirmeye başladı; kokusundan anlaşılıyordu, pişmeye yaklaşmışlardı. Ben de Mehmet Abi’nin elini nazikçe bırakıp ayağa kalktım ve yemek masasına doğru yürümeye başladım.

Kuzey ve arkadaşlarının oturduğu masanın önünden geçerken, üzerimde birkaç bakış hissettim. Kısaca oraya göz gezdirdiğimde, Kuzey’in yanı sıra Poyraz ve Göktuğ’un da bana bakmakta olduklarını fark ettim. Bakışlarındaki anlamı çözmeye çalışmadan, yüzümü tekrar öne çevirdim ve yanlarından geçerek sofraya doğru ilerledim. Ancak bir bakış, diğerlerinden daha dikkatli ve inatçıydı: Burcu Üsteğmen. Başımdan aşağıya kadar beni süzüyordu, bakışları sanki her detayımı inceliyor gibiydi. Bunu fark etmek, içimde tuhaf bir rahatsızlık uyandırdı; ama ona görünmeden bu hissi bastırmaya çalıştım. Kuzey'e gerçekten de ilgisi olduğu artık çok belliydi.

Annem elinde büyük bir salata tabağıyla içeriden bahçeye doğru geliyordu. Onun hemen arkasından Gül de, iki elinde tabaklarla bahçeye adım attı. Annem, tabakları masaya yerleştirirken bir yandan bana dönüp göz ucuyla süzdü.

“Kız, deli! Neredesin sen? Ha? Ne zamandır kayboldun ortalıktan. Hadi, geç içeriden eksikleri getir de bir yardım et bakayım,” dedi. Annemin sitem dolu bakışları eşliğinde gözlerimi devirdim, belli etmemeye çalışarak iç çektim ve mutfağa yöneldim. Gül uyuzu arkamdan kıkırdamışmıydı?

Mutfağa ilerlerken hol boştu. Kapılardan birinin önünden geçerken Sare hanımın kızgın sesini duyup adımlarımı durdurdum. Etrafa göz attığımda benden başka kimse yoktu. Kapıya biraz daha yaklaşıp kiminle konuştuğunu anlamak için kapının aralığından içeriye göz attım. Görüş açımda kimse yoktu ancak Sare hanım az önce sinirliyken şimdi konuştuğu kişiyi sakinleştirmeye çalışıyordu. Sanırım telefonla konuşuyordu. Tam arkamı dönüp mutfağa ilerleyecekken, "kızım" kelimesini duyup durdum. Kaşlarımı çatarak tekrar arkamı döndüm.

"Merak etme yakında hayatımızdan tamamen çıkacak" dedi, durdu. Karşı tarafı dinledi. "Tamam canım biliyorum, sen dediklerimi harfiyen yapmaya devam et. Çok az kaldı." "Yavuz bir daha sana ulaşırsa sakın onunla konuşma, ben halledeceğim. Yavuz onu alacak merak etme Gülan." kaşlarım tamamen çatılmış, konuşmalarından hiçbir şey anlamamıştım. Beni de ilgilendirmezdi zaten. Sanırım bir arkadaşıyla falan konuşuyordu. Arkamı dönüp gitmek için birkaç adım attığımda odanın kapısı açılıp dışarıya çıktı. Ona hiç bakmadan yürümeye devam edecektim ki sesini duydum.

"Gökçen!" Arkamı dönüp istemeye istemeye yüz yüze geldik. Etrafa baktı ve tekrar bana döndü.

"Bak seninle ilk ve son defa konuşacağım." Cümlesi bitince biraz yürüyerek tam karşımda durmuştu. "Ailemi ve kızımı üzmek istemediğim için bu zamana kadar hep sessiz kaldım ama artık yetti. Sen de annen de lütfen hayatımızdan çıkın. Benim için o raporların hiçbir önemi yok. Benim kızım Gül, sen de annen de onu benden çalamayacaksınız. Aklını daha fazla karıştırmanıza da izin vermeyeceğim. Hayatımıza girdiğiniz günden beri Gül'de değişik huylar ortaya çıktı. Önce çok sevgili damadım Alihan'la arası bozuldu. Yumurta kırmasını bile bilmeyen kızım, artık mutfağa girip varoş gibi ev işi yapmaya başladı. Annen olacak o kadın yüzünden huyu değişti kızımın. Ben yıllardır onu el bebek büyüttüm. Özel hocalardan dersler aldırıp en güzel şekilde yetiştirdim. 2 tane yabancı dil biliyor, piyano çalabiliyor, babası gibi tasarım yapıyor. Dün eve geldiğimde sevgili kızım sence ne yapıyordu? Mutfakta yardımcıyla birlikte hamur açıyordu. Bak Gökçen, sen nasıl ne şekilde yetiştin bilmiyorum ama kızıma artı bir şey katamazsınız. Aksine onu hep aşağıya çekiyorsunuz. Onu üzmemek ve aramızın bozulmaması için sizden uzak durmasını ona söylemedim. Beni anlaman için sana söylüyorum bunu. Lütfen kızımın artık aklına girmeyin ve uzak durun!"

Sare hanıma dümdüz bakmaya devam ettim. Söyledikleri beni hiç etkilememişti.

"Gül 27 yaşında, aklı başında bir kız Sare hanım. Ayrıca siz onun annesi de olsanız hayatına bu şekilde müdahale edemezsiniz. Neyi seviyorsa yapmak isteyebilir. Bir daha benimle bu tarz bir konu için bu üslupla konuşursanız sizin için kötü olur. Gelip beni bu şekilde yargılamak sizin haddiniz değil. Annem, Gül'ün öz annesi. Onların görüşmesini de engelleyemezsiniz. Ben dahil kimse engelleyemez. Onlar anne ve kız. Siz de Gül'ün annesiyseniz eğer Gül'e biraz daha saygı duymayı öğrenebilirsiniz. Şimdi izninizle" diyerek cevap vermesini beklemeden hızlıca mutfağa ilerledim. Kadındaki yüzsüzlüğe bak.

Mutfakta Vildan abla, tepsiye bir sürü tabak ve çatal kaşık koymuş götürmeye hazırlanıyordu ki uzanıp elinden tepsiyi kaptım.

"Vildan abla etler pişmek üzere bunları ben götürürüm"

"Tamam canım bir şey kalmadı zaten, Sema'cım ekmekleri de sen getir." Dedi ve birlikte bahçeye doğru ilerledik. Kuzey'in timindekiler sofraya sandalyeleri yerleştiriyordu. Annemler de sofranın düzenini yapıyorlardı. Sare hanım koyulan sandalyelerden birine oturmuştu bile. Herkes iş yaparken o yemeğe başlamayı bekliyordu. Abdullah beyde Sare hanıma ters bir şekilde bakıyordu.

Dedemler bugün gelememişti. Eski bir ahbapları Mardin'e gelmiş ve dedemleri ziyaret etmişlerdi. Yani evde misafirleri vardı.

Bahçeye gülüşerek giren Anıl'lara çevirdim bakışlarımı. Sonunda gelebilmislerdi. Selman ve Ece önden, Anıl ve Kaan ise elleri birbirlerinin omuzlarında bahçeye giriş yaptılar! Bunlar yarım saat önce birbirini öldürmeye çalışmıyorlar mıydı? Yeminle bu Anıl en sonunda beni öldürecekti.

Upuzun bir masa olmuştu. Anladığım kadarıyla Gül'lerin evinden de masa getirilmiş ve birleştirilmişti. Herkese yetecek kadar yer vardı. Erdal bey ve Abdullah bey elinde kocaman tencerelerle masaya doğru yürüdüler. Anlaşılan 2 tencere et pişirilmişti ki mangalda hâlâ pişen bir şeyler vardı. Hepimiz sandalyelere oturmuştuk. Anıl ve Kaan birlikte sofraya geldiler.

"Gel kankacım Kaan'cım yanıma" diyen Anıl, yanındaki sandalyeyi Kaan için çekti.

"Geldim kardeşim" diyen Kaan'la masada bir kahkaha koptu.

"Siz ne ara ve nasıl barıştınız. Kaan'ın tikiyle en son şaka yaptığımda 3 ay yüzüme bakmadı?" diye soran Aslı ile herkes merakla bakmaya başladı. Ben ve bizim tim, Anıl'ı çok iyi tanıdığımız için normal karşıladık. Benim kardeşim ne kadar yaramaz da olsa yeri geldiğinde çok güzel gönül alırdı. Sanırım Kaan'ı da bir şekilde etkilemişti.

"Sorun yok hallettik işte" diyen Kaan'la, kendi timi şaşırdı. Yanıma tabii ki Kuzey anında oturmuştu. Diğer yanıma ise Gül ve onunda yanında annem vardı. Kuzey hafif eğilip bana döndü. Ben de ona dönünce konuşmaya başladı. Yine bana kal geliyordu galiba. Bu kadar yakın olmamız hiç iyi değildi.

"Tim arkadaşın nasıl yaptı bilmiyorum ama bizim timde en kindar ve inatçı insan Kaan'dır" dedi Kuzey fısıldayarak.

"Anıl da gönül almasını çok iyi bilir ve kendini çok sevdirir" dedim. Kuzey'le konuşurken gülümsemek istiyordum hep.

"Senin gibi yani?" Dediğinde kendimi daha fazla tutamadan gülümsedim. Kuzey'de zaten gülümsüyordu.

Tabaklara etler paylaştırılmaya başlayınca Kuzey'le bakışmamızı kesip dik oturdum. Etler herkesin önüne sırayla konuldu. Kuzey'in timindekiler bu görevi almıştı. Ben de bana yakın mezelere uzanarak tabağıma ekliyordum. Patlıcan salatasına Kuzey'le aynı anda uzandık. Parmaklarımız birbirine değmemişti çünkü ben yarı yolda elimi durdurdum. Kuzey tabağı alıp benim tabağıma salatadan ekledi ve sonra kendi tabağına koydu. Ben de humusa uzanıp tabağıma ekledim. Kuzey'e dönerek onun tabağına da eklemek için hareket ettim ama Kuzey gülümseyerek beni durdurdu.

"Sanırım sen sadece patlıcan salatasını yaptın. Bir tek onu yiyeceğim, başka mezelere gerek yok güzelim." Diyen Kuzey'le utanarak bakışlarımı kaçırdım. Yüzümdeki aptal gülümsemeyi silemiyordum.

"Hepinize afiyet olsun" diyen Erdal beye herkes aynı karşılığı verip yemeğe başlamıştı. Ben de önümdeki etleri bıçakla küçük parçalara ayırarak yemeye başladım. Normalde elimle yerdim de şimdi Kuzey'in tam dibimde oturuyor olmasıyla elime alamadım. Masadakiler güzel bir sohbet halindeydi. Ben de Kuzey'de onları dinliyorduk. Kuzey arada yorum yapıyordu. Annem ve Gül kendi arasında konuşuyorlardı. Sare hanım ise Vildan hanımın söylediği bir şeyi dinliyor, ama bakışları annemlerdeydi.

Yemekler neşe içinde yenmişti. Poyraz sohbet sırasında benimle birkaç defa konuşma girişiminde bulunmuştu. Ancak soğuk bir şekilde onu geçiştirmiştim. Bu duruma Poyraz'dan çok Göktuğ bozulmuştu. Bir de dikkatimi çeken Göktuğ sürekli telefonda biriyle mesajlaşıyordu. Sanırım kız arkadaşı vardı.

Yemekler bitince timdekiler sofrayı kaldırmak için harekete geçmişti. Ben de ayağa kalkacağım sırada Kuzey koluma dokunarak beni durdurdu. Ona kaşlarımı kaldırarak baktım.

"Sen otur güzelim. Yanımda kal bir süre daha, hallederler. Zaten çok yoruldun," demişti. Ben de kalkmaktan vaz geçip oturmaya devam ettim. El birliğiyle masa kısa sürede toplandı. Sema abla ve Ece'de elinde çay tepsileriyle gelip herkese çay ikram etmeye başladı.

Masada çaylar içilirken Görkem abi eski bir anımızı anlatıyordu.

"Biz bütün tim İzmir'e ziyarete gitmiştik birkaç yıl önce. Orada gezmeye başladık. Gökçen komutanım ve Ece alışveriş için bizden ayrıldı. Biz de gezmeye devam ettik. Birkaç saat sonra acıkınca bir kebapçıya girdik. Yemeği yerken karşı masaya üç tane kız grubu gelip oturdu. Tabii bizim Selman ve Anıl kızlara bakmaya başladı. Mehmet'le bizimkileri uyardık, 'oğlum dikmeyin öyle gözünüzü ayıp' dedik ama bizim mallar durur mu başımızı belaya sokmadan? Tabii ki hayır. Üstüne bizim Selman bir kağıda Anıl'la numarasını yazıp garsonla kızlara yollamış. Öyle sinsi ki fark bile edemedik. Ondan sonra zaten bunun lakabı Atik kaldı. Neyse ben ve Mehmet her şeyden habersiz yemek yerken kızlardan biri ayaklandı ve sinirle bizim masaya geldi.

"Selman ve Anıl hanginiz?" Diye sordu kız. Ben de Mehmet de ne olduğunu çözemeyip şokla kıza bakarken bizimkiler gülerek "biziz" deyince, kız bir anda Selman'ın yüzüne yumruğu indirdi. Hepimiz şoka girmiştik tabii. Selman bile tepki veremedi. Mehmet'le ayağa kalkıp kıza "Hayırdır bacım?" Diye sorunca, kız bana da yumruk geçirdi. Derken ortalık bir anda karıştı. Diğer kızlar da gelip bize daldılar. Biz Mehmet'le şoktan çıkamadığınız için ne karşılık verebildik ne olaydan bir şey anladık. Ama karşımızdakiler de çıtı pıtı, hanım hanımcık tipte kızlar olduğu için de karşılık veremeyip kendimizi savunmaya çalıştık. Bir de kadına el kalkmaz diyerek sağlam bir dayak yemiş bulunduk. O sırada polis sirenleri derken kendimizi nezarette bulduk." Dediğinde masada herkes kahkahaya boğulmuştu.

"Ee sonra ne oldu abi?" Diye sordu Kuzey'in timindeki Ali.

"Sonrası karakola Ece ve Gökçen komutanım burnundan soluyarak girdi. Hepimizi orada bir güzel fırçaladı. Acısını da Mardin'e dönünce büyük çıkarttı gerçi. Neyse Ece'yle birlikte kızları ikna edip çıkarttılar bizi nezaretten. Öğrendiğimiz kadarıyla kızlar polismiş. Bize ilk yumruğu çakan komisermiş. Büşra'ydı dimi adı?" Görkem abi bana dönüp sorunca olumlu anlamda kafamı salladım.

"Geçen sene başkomiser oldu Büşra. Hâlâ İzmir'de görev yapıyor," Diye açıkladım.

"Sonuç olarak kızlarla o olaydan sonra yakın arkadaş olduk. Gökçen sayesinde oldu tabii. Birkaç defa Mardin'e bizi ziyarete bile geldiler." Diye devam edip hikayeyi bitirdi Görkem abi.

Herkes gülümseyerek dinlemişti. Diğer timlerde de bazı anılar anlatılmaya başlandı. Çaylarımız güzel sohbet eşliğinde devam etti.

***

Neredeyse akşam olmuştu. Bahçede ışıklar yakılmıştı. Mangaldaki ateş hâlâ yanıyordu, Erdal bey odunla ateşi sürekli besliyordu. Herkes gruplar halinde dağılmış kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Yarın Kuzey'le yemeğe çıkacaktık, çok heyecanlıydım. Acaba ne giysem diye kafamda düşünüp duruyordum. Göktuğ'un yanıma gelmesiyle, düşüncelerimden sıyrıldım.

"Abla, konuşabilir miyiz?" Diye sordu. Ona bakmadım, cevapta vermedim.

"Lütfen" diye tekrarladı. Neden gitmiyordu yanımdan?

"Konuşmak istemiyorum Göktuğ" dedim.

"Çok kısa abla, lütfen" dedi tekrardan.

Sesli bir nefes verdim ve ayağa kalktım. Göktuğ da gülümseyerek ayağa kalktı ve bahçenin sokağa açılan kapısına doğru ilerledi. Ben de peşinden gidip sokak kapısının önünde durdum.

"Dinliyorum kısa olsun" dedim etrafa bakarak.

"Abla, ben seninle ayrı kalmak istemiyorum. Seni tanımak istiyorum. Sana kardeşlik yapmak istiyorum. Bunun için çok geç kaldığımızın farkındayım ama lütfen bana bir şans ver" dedi gözleri dolu dolu. Ona cevap vermeye hazırlanırken, Sare hanım hızlıca yanımıza gelip bize ters bir bakış attı. Ama acelesi varmış gibi bir hali de vardı ve bir şey söylemeden dış kapıyı açıp dışarıya çıktı. Arkasından ben de Göktuğ'da anlamsızca baktık. Geri kafamı Göktuğ'a çevirdim ve devam ettim.

"Göktuğ bak açıkçası ben senin ablan değilim. Seninle biz abla kardeş artık olamayız. Sert olduğumu düşünüyor olabilirsin belki ama gerçek bu. Gül dışında hiçbirinizle asla görüşmeyeceğim. Bunu anlasan iyi olur." Cümlem bittiğinde, Göktuğ'un gözünden bir damla yaş aktı. Offf. Gerçekten bunu istemiyordum. Gözyaşı dökmesi ne kadar kalbimi sızlatsa da taviz vermeyecektim.

"Seni kırmak istemiyorum, üzmek hiç istemiyorum. Ancak bizden aile olmaz." Dediğimde sokaktan tuhaf bir ses duydum. İstemsiz elim belime gitmişti. Bahçeye baktığımda oturan arkadaşlarımdan daha uzak bir yerdeydik Göktuğ'la. Sokaktan inleme şeklinde tuhaf ses tekrar geldi. Kedi olabilirdi ama yine de içgüdülerim devreye girmişti. Az önce Sare hanım çıkmıştı.

"Göktuğ sen çabuk içeriye eski yerine geç, ben geliyorum birazdan" diyerek Göktuğ'u hafif ittirerek sokak kapısını açıp dışarıya çıktım. Sokakta kimse yoktu. Karşı evlerin perdeleri çekili, tuhaf bir sessizlik hakimdi. Aslında normal bir sokaktı işte, ama içgüdüsel olarak tehlike sinyali almıştım. Ne olduğuna anlam veremeden, birkaç adım atarak Gül'lerin evine doğru ilerledim. Kuzey'lerin evi ve Gül'lerin evi yan yanaydı.

Gül'lerin evinin kapısına geldiğimde bahçeye açılan sokak kapısının aralık olduğunu gördüm. Sare hanım açık unutmuştu. Arkamı kontrol ederek bahçe kapısını biraz daha açtım ve içeriye girmeden göz attım. Bahçenin ışıkları kapalı, evinde giriş kısmının ışıkları açıktı. Sare hanım şimdi beni burada görürse yine laf sokmaya çalışır diye düşünerek silahımı belime geri koydum ve geri gitmek için arkamı döneceğim sıra kafamda şiddetli bir darbe ve ağzıma bez konulunca, bilincimi yitirmeye başladım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%