@ebrumelek
|
Havaalanında zaman durmuş gibiydi. Gürültülü anonslar, aceleyle yürüyen insanlar, bavul sesleri... Hepsi arka planda silikleşmişti. Kuzey'le birbirimize sarılmıştık, başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Yüzüm omzuna gömülü, nefes alışımdaki sakinlik ise sadece onun varlığına aitti. Derin bir nefes aldı, sonra beni yavaşça kendinden ayırıp gözlerimin içine baktı. O anki gülümsemesi, içime bir sıcaklık yayıp sanki zamanı geri alıyordu. Dayanamadım, bir kez daha ona sarıldım. Tam o sırada, arkamızdan gelen tanıdık bir sesle irkildik. "Oğlum!" diye sesleniyordu Vildan abla. İstemeden birbirimizden ayrıldık, ama Kuzey'in eli belimdeydi, bir an olsun bırakmıyordu. Kısa süre sonra Vildan abla ve Erdal Bey koşar adımlarla yanımıza geldiler. Kuzey’i kucakladıklarında aralarındaki sevgiye tanıklık etmenin huzuruyla birkaç adım geri çekildim. Onlara bakarken yüzümde istemsizce bir tebessüm belirdi. Kafamı çevirdiğimde, ileride tek başına bekleyen Aysu’yu gördüm. Kalabalığın arasında sanki yalnızlığı daha da belirginleşmişti. Öylece duruyor, yere sabitlenmiş gibi hareketsizdi. Öğrendiğim kadarıyla, yaşadığı haksızlıkların ardından temize çıkmış ve yüklü bir tazminat alarak görevine geri dönmüştü. Ama tayinini istemişti; ailesinin yanına, huzura gitmek için... Bu ziyaret ise eşyalarını toplamak ve belki de benimle yüzleşmek içindi. Tim arkadaşlarım da dikkat kesilmiş, aynı yöne bakıyorlardı. Gözlerimiz Aysu’yu takip ederken, hepimiz onun gözlerindeki o yorgun, kırgın ifadeyi fark ettik. O an, sanki tüm geçmişimiz, paylaştığımız her şey bir anlığına gözlerinde canlanmış gibiydi. Ama aramızda derin bir sessizlik vardı; hiçbir kelime bu sahneyi bozacak kadar cesur değildi. Kuzey ve ailesi hasretle birbirlerine sarılmışken, içimdeki ağırlıkla adımlarımı hızlandırdım. Aysu’nun tam karşısında durduğumda, onun esmer teninde parlayan gözyaşları ve siyaha çalan kahve gözlerindeki derin acı beni sarsmıştı. İçimde biriken mahcubiyet ve suçluluk duygusu, kelimelerimi boğazıma düğümlüyordu. "Yaşadığın her şey için çok üzgünüm," dedim, sesim çatallaşarak. Bir an sustum, doğru kelimeleri bulmaya çalışarak. "Çok büyük bir ihanete uğradık. Biliyorum, bu hiçbir şeyi değiştirmez, ama... Sana ve bize karşı çok büyük bir oyun oynandı. Her şey en ince ayrıntısına kadar planlanmıştı." Nefes alıp başımı eğdim. "Bana ne dersen haklısın. Yaşadıkların için çok özür dilerim," diye ekledim, içten bir hüzünle. Sözlerim havada asılı kalırken, Aysu’nun gözleri daha da doldu. Ama bu kez bakışlarını kaçırmadı; gözlerimin içine baktı, sanki ruhumun derinliklerini görüyormuş gibi. Sesindeki titremeye rağmen kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı. "Bir yıl, dört ay, on sekiz gündür, çok sevdiğim ve uğruna canımı feda edeceğim vatanıma ihanetten yargılandım ben, Gökçen Komutan," dedi. Sesi çatallaşsa da gururu kırılmamıştı. "Bunun ne demek olduğunu kimse anlayamaz. Öyle bir lekeyle yaşamak zorunda bırakıldım ki... İnsan en çok sevdiklerinden gelen darbelere kırılırmış." Bir an duraksadı, bakışlarını üzerime dikti. "Benden özür dileme. Sen görevini yaptın. Sana hem çok kızgınım hem de hak veriyorum. O belgeleri sen değil de ben ele geçirseydim, ben de komutanıma teslim ederdim tabii ki. Senin bir suçun yok." Son cümlesiyle bakışlarını kaçırdı, sanki daha fazla dayanamıyormuş gibi. İçimdeki düğümü çözmeye yetmese de, onun gururuna ve haklı öfkesine saygı duydum. Yutkunarak, titreyen bir sesle, "Hakkını helal et, Aysu," dedim. Bu kadarını söylemek bile zordu. Aysu’nun sözleri, içimdeki yükün bir kısmını hafifletmiş gibiydi. Ellerini saçlarının arasından geçirip hafif bir tebessümle konuşmaya devam etti. "Sana aslında teşekkür etmeliyim, değil mi?" dedi, gözlerindeki hüzün yerini garip bir dinginliğe bırakırken. "Hain olmadığımı ortaya çıkartan, dolaylı olarak senmişsin. Hakkım helal olsun, Gökçen. Ama... içimde hâlâ atamadığım bir kırgınlık ve kızgınlık var. Bu sana karşı değil, sanırım kadere karşı. Seni kurban seçip tüm sinirimi sana yansıtmayacağım. Sonuçta sen de doğru bildiğin şeyi yaptın, öyle değil mi?" Onun bu olgunluğu ve içtenliği karşısında derin bir nefes aldım. Kelimelerin yetersiz kaldığını hissettiğim o anda, bir anda ona sarıldım. Ne ben bunu planlamıştım, ne de o bekliyordu. Şaşkınlığı hissettim ama Aysu, tereddütsüz şekilde sarılmamı karşılıksız bırakmadı. Arkamdaki tim arkadaşlarımın varlığını, sessiz ama anlamlı bir destek gibi hissediyordum. Aysu’dan usulca ayrıldım ve arkamı döndüğümde Ece, Anıl ve Selman’ın bana baktığını gördüm. Bakışları hem merak hem de anlayış doluydu. Göz ucuyla Kuzey’e baktığımda, onun da timiyle konuştuğunu ama arada bir bakışlarının bana kaydığını fark ettim. Göz göze geldiğimizde, Kuzey’in dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Selman, Aysu'nun önündeki durgun sessizliği yumuşatmak istercesine bir adım öne çıktı. Hafif bir tonda, neredeyse mırıldanarak, "Çok geçmiş olsun Aysu, olanlar için çok üzgünüz," dedi. Aysu, gözlerini Selman’a çevirdi, içinde hem anlayış hem de yorgunluk taşıyan bir bakışla. Hafifçe başını salladı ve derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Görkem’in yaptıklarını öğrendim," dedi, sesindeki sitem belli belirsiz hissediliyordu. "Sizi az çok tanıdığım kadarıyla, hepiniz bir aile gibiydiniz. Ben de sizin adınıza üzgünüm. Keşke böyle olmasaydı, ama bazı şeyler için isyan edemeyiz, değil mi?" Sözleri, hepimizin içindeki kırıklığı yüzeye çıkarmıştı. Görkem’in ihaneti, sadece Aysu’yu değil, hepimizi derinden yaralamıştı. O an hepimiz sessizce Aysu’ya hak verdik; hayatın adaletsizliklerine, bazen sadece boyun eğmek zorunda kalıyorduk. Bunun üzerine bir sessizlik oluşmuştu. Ece, samimi bir tonla Aysu’ya döndü. "Kalacak yerin var mı? Benim evim müsait, tek yaşıyorum," dedi, yardım teklifini içtenlikle sunarak. Aysu, hiç tereddüt etmeden başını iki yana salladı ve hafif bir gülümsemeyle teşekkür etti. "Kalmayacağım, teşekkür ederim," dedi. "Buradaki evraklarımı ve kalan eşyalarımı alıp akşama tekrar uçağa bineceğim." Ece, reddedilişe rağmen ısrarcı olmadan başını salladı, ama yüzündeki endişeyi gizleyemedi. Aysu ise kararlı duruşuyla, kendine yeten biri olduğunu bir kez daha gösteriyordu. O an, hiçbirimizin onun yalnızlığına müdahale edemeyeceğimizi anladık. Aysu’nun kendine ait bir yol çizmiş olduğu çok açıktı. Anıl, eliyle çenesini kaşıyarak "Tamam, arabam burada. Nereye istersen bırakabiliriz seni," dedi, sesinde doğal bir rahatlıkla. Aysu’nun yüzünde bir tereddüt belirdi. Sıkıntılı bir nefes aldı, sanki hem reddetmek hem de nezaketini korumak arasında kalmış gibiydi. Kabul etmek istemediği her hâlinden belliydi. Bunun üzerine bir adım daha atarak, samimi bir ses tonuyla, "Aysu, biliyorum bunları söylemek için çok geç belki," dedim. "Ama burada, bu şehirde, her zaman senin bir mesajınla bile koşacak insanlar var artık. Lütfen, senin için bir şeyler yapmamıza izin ver." Sözlerim havada asılı kalırken, Aysu’nun yüzünde bir an için o sert duvarların aralandığını gördüm. Ancak o, kararlılığına tutunmaya devam ediyordu. Yine de bu sefer söylediklerim bir yerlere ulaşmış gibi görünüyordu. "Tamam, olur, teşekkür ederim. Karargâha geçecektim direkt," dedi. Sesi sakin ama hâlâ mesafeli bir tondaydı. Selman hemen eliyle yolu işaret ederek, "O zaman biz seni bırakırız," diye ekledi. Ben ise onlara kısa bir bakış atıp önden Kuzey’in yanına doğru ilerledim. Yanına vardığımda, o, kolunu hiç tereddüt etmeden açtı ve beni kolunun altına çekerek sıkıca sarıldı. Bu ani hareketine şaşırmış olsam da içimde bir rahatlama hissettim. Kuzey’in varlığı, her şeyin ortasında güven veren bir liman gibiydi. Bir an başımı kaldırdım ve Vildan abla ile Erdal Bey’in yüzlerindeki gülümsemeyi fark ettim. İkisi de bizi izliyordu, sanki yıllardır bekledikleri bir tabloyu görmüş gibi mutlu bir ifadeyle. Vildan abla, yüzünde içten bir gülümsemeyle, "Harika yemekler hazırladım kendi ellerimle, sen de bize gel Gökçen," dedi. Sözleri sıcaktı, daveti içtenlikle doluydu. Ben ise bir an duraksayıp Aysu’ya doğru döndüm. Timdekilerle hemen yan tarafımızda bekliyordu. Bakışlarım Aysu’yu bulduğunda, o, benim konuşmama fırsat vermeden söze girdi. "Komutanım siz işinize gidin benim zaten evrak işlerim var. Uçağım da akşam 23.00 'da" "Vildan abla teklifiniz için teşekkürler ama timimle gitmem gerekiyor" dediğimde Kuzey'in anlayışla başını salladığını gördüm. Aysu bir adımla yanıma geldi ve tekrar söze girdi. "Komutanım Anıl, Ece ve Selman yanımdalar. Siz işinizi halledip öyle gelirsiniz" dediğinde ona kafa sallayıp Vildan teyzeye döndüm tekrar. Gülerek yanıma geldi ve koluma girdi. Diğer tarafımda Kuzey vardı ve onun kolunun altındaydım. "Görüşürüz" diyerek timimle ayrıldık. Kuzey'in timide gitmişti. Önden Kuzey, ben ve Vildan abla arkamızdan ise Erdal bey yürüyerek havaalanından çıkışa ilerlemeye başladık. Otoparka vardığımızda, Erdal Bey yorgun bir hareketle arabasının anahtarlarını çıkardı ve kapıları açtı. Sürücü koltuğuna otururken, Vildan abla kolumdan sıyrılarak ön koltuğa yerleşti. Kuzey ve ben ise sessizce arka koltuğa geçtik. Motorun hafif bir mırıltıyla çalışmaya başlamasıyla ilerledik. Yol boyunca Vildan ablanın şen kahkahaları arabanın içini dolduruyordu. Kuzey’in annesi yaşadığı üzüntüyü neşesiyle bastıran insanlardan biriydi, bunu o an fark ettim. Kuzey sessizce elini uzattı ve parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi. Elimi sıkıca tutarken, bakışlarını gözlerimden bir an olsun ayırmıyordu. Annesinin söylediği şakalarla arada yüzünde hafif bir tebessüm belirse de, o tebessüm hemen bana geri dönüyordu. Araba ilerledikçe, Kuzey’in sıcaklığı avucumda bir huzur bırakıyor, onun varlığı bana dinginlik veriyordu. Sonunda evlerinin önüne vardığımızda bizi bekleyen iki siluet seçtik. Kapının önünde Abdullah Bey ve Poyraz duruyorlardı, gözleri arabanın üzerinde sabitlenmişti. Erdal Bey direksiyonu ustaca çevirerek arabayı park yerine yanaştırırken, Abdullah Bey ve Poyraz ağır adımlarla arabaya doğru yaklaştılar. Kapıları açıp aşağıya indigimizde Poyraz ve Kuzey hızlıca sarılmıştı. Abdullah beyde, Erdal beyin sırtına hafif vurmuş ve bakışlarıyla konuşarak birbirlerine gülümsemişlerdi. "Çok geçmiş olsun oğlum. Sonunda adalet yerini buldu" diyen Abdullah beye de sarılmıştı Kuzey. Bu iki ailenin aralarındaki bağ çok güçlüydü. Ben bu ailelerde iki taraflada bağa sahip, konumu çok ilginç olan bir insandım. Sarılma işi bitince Kuzey yanıma gelerek tekrar beni kolunun altına alarak sarılmıştı ve bu şekilde eve doğru ilerlemiştik. Abdullah beyin yüzünde şaşkınlığı çok net görmüştüm. "Gül ve Göktuğ nerede?" Diye sordu Vildan hanım. Abdullah bey işaret parmağıyla kaşını kaşıdı ve yere bakarak konuştu. "Göktuğ'un randevusu vardı psikologla. Oraya gittiler, yemeğe geçte olsa yetişirler" dediğinde kaşlarımı çatmıştım. "Göktuğ iyi mi?" Diye sordum. Bu yaşadıklarımız yüzünden onunla ve Gül ile görüşememiştim. "Evde konuşuruz kızım" diyen Abdullah beye kafa salladım ve hep birlikte eve girdik. Salona geçtiğimizde Kuzey izin istemiş ve odasına çıkmıştı. Erdal bey peşinden gitmişti. Sanırım baba oğul yalnız kalmak istemişti. Vildan hanım ise mutfağa kontrole gitmişti. Salonda Abdullah bey ve Poyraz'la birlikte oturuyorduk. "Kızım ben çok özür dilerim Sare adına" diye konuşan Abdullah beye çevirdim bakışlarımı. Poyraz sinirle ellerini yumruk yapmıştı. "Sizin özür dilemenize gerek yok Abdullah bey. Sare hanım bilmediğim bir sebeple benden nefret ediyordu. Ben anne değilim, ancak bana sevgi ve şefkat besleyen bir anneyle büyüdüm. Benden haz etmediği için ona kırılsam da bunu hiç belli etmedim. Buna karşın yapacağı tavırları umursamamayı da öğrenmiştim ancak son yaptığı şey beni, bizi aştı. Aramızda olmayan anne kız ilişkisi, nefret, haz etmeme, tahammülsüzlük.. adına ne dersek diyelim bunlar bir gerekçe değil. Büyük bir suç işledi ve bu uğurda oğlunu acı bir şekilde kaybedebilirdi. Hangi anne böyle bir şeyi göze alabilir?" Sözlerimle Poyraz sertçe ayağa kalkmış ve camın önüne yürümüştü. Konuşmam bitince sert bir nefes verdi. "Anne kelimesini bile kullanma Gökçen. O kadın artık bizim de annemiz hatta hiçbir şeyimiz değil. Yaptığının affı yok, olamaz. Zaten cezasını da çekecek. Savcı ile bugün görüştüm. Yarın sorgusu olacak. İstanbul'a gitmesi bir şeyi değiştirmez. Yarın savcı görüşmesine gitmezse, tutuklama emri ile yakalanıp sorgusu olacak" dediğinde Poyraz, elbette sorgulanacağını bildiğimden hiç şaşırmamıştım. Dolaylı olarak da olsa, bir askerin ve sivilin ki bu sivil öz oğlu, hayatını tehlikeye atmak, terörle iş birliği gibi suçlardan sorgulanacaktı. Terörle mücadele savcısı, gözü kararığıyla ve adaletiyle halk arasında bile sevilen bir kişiydi. Sıkı bir sorguya tabî olacaktı Sare hanım. Abdullah bey boğazını temizledi ve benden bakışlarını kaçırdı. Utanıyordu. "Ben zaten mahkemeye dilekçe verdim, boşanacağım. Benimki aslında geç kalınmış bir karardı. Bazı hırslar uğruna yaptığım bir hataydı Sare" dediğinde Abdullah beye şaşkınlıkla baktım. Şaşırmamın sebebi boşanma kararı değildi, onu zaten duymuştum. Son cümlesi beni şaşırtmıştı. Alparslan'ın az buçuk bahsettiği, ailesi ile görüşmeme muhabbeti ile alakalı olduğunu düşünüyordum. Ama bir şey demedim, ailevi meselelerine karışacak veya soracak bir hakkım yoktu. Benim sessizliğimle, Abdullah beyde sessiz kaldı. Bir süre sessizlik içinde geçmişti. Daha kimse konuşmamış, Poyraz bile aynı yerinde durmaya devam ediyordu. Göktuğ ile alakalı bir şeyler sormak istemiştim, ama vazgeçip Göktuğ'un kendisi ile konuşmaya karar vermiştim. Vildan teyze mutlu bir yüzle salona geldi. "Hadi gelin yemekler hazır" diye seslendi. Abdullah bey ayaklanınca ben de ayaklandım. Kuzey hâlâ ortalarda yoktu. Yemek salonuna girince, Vildan teyze, Erdal bey ve Kuzey'in çoktan masaya oturduğunu gördüm. Önden ilerleyen Abdullah bey ve Poyraz'da masaya yerleşmişti. Poyraz beni düşünerek sanırım, Kuzey'in yanını boş bırakarak diğer sandalyeye oturmuştu. Adımlarımı ilerletip Kuzey'in yanına oturdum. İçeriye yardımcı abla girdi ve çorba servisine başladı. Kuzey bana bakmıyordu. Sadece yemek salonuna girdiğim an göz göze gelmiştik. Onun dışında birkaç kez ona baksam da, bakışları tabağındaydı, yüzü düşünceliydi. Onun bakışlarına öyle alışmıştım ki o yanımda olup bana bakmadığında veya gülümsemediğinde kendimi boşlukta hissetmiştim. Ben bu adama çok fena tutulmuştum, onun için yapabileceklerimin sınırı olmadığını hissediyordum. Ne ara bu hâle gelmiştim? Yemekler yenirken, masada tatlı bir sohbet vardı. Kuzey'in ailesi çok mutluydu. Ben de çok mutluydum. Kuzey aklanmış ve şu an buradaydı. Ama onun bu düşünceli hali, moralimi anında bozmaya yetmişti. Onun hiç üzülmemesini istiyordum ama yaşadıkları kolay değildi. Bu olaylarda herkes derin yaralar almıştı. Ben çocukluğumdan beri yara alan bir insan olduğum için mi bilmiyorum ama alışkındım artık. Zaten güçlü bir kadın olmamı sağlayan mesleğim veya silahım değildi. Yumruklarim hiç değildi. Güçlü bir insan olmamı sağlayan yaşadıklarımdı. Ama ben yaşadıklarım yüzünden insanlara ızdırap çektirmeyi ve kötü davranmayı doğru bulmuyordum. Güçlü insan demek; tüm yaşadığı kötü günleri kabul eden, farkında olan ve bunu artık aşmış insan demekti bana göre. Hayatımı hep bu mottoya göre şekillendirmiştim. İnsanlara hep şans vermiştim, çoğu zaman sonuç hüsran olsa da... Çorbam bitip ana yemeğe geçtiğimde bile aklımda Kuzey vardı. Kendimi onun yerine koyarak düşünmüştüm. Vatanına, namusuna ihanetten yargılanmıştı. Bana vatanına aşık bir adam olduğunu söyledikten hemen sonra... Zaten bu yaşta yönettiği başarılı operasyonlarlarla rütbesini bu denli yükseltebilen ve tugay komutanlığına kadar gelebilen; bunu bir karşılık beklemeden, çıkar gütmeden, temiz kalbiyle, hayatını defalarca kez tehlikeye atarak yapmış bir adamın vatan aşkı sorgulanamazdı benim nezdimde. Onu tanıyordum ve tüm kalbimle seviyordum. Artık bunu rahatça kendime itiraf edebiliyordum. O çok güzel bir adamdı. "Ne zaman işbaşı yapacaksın Kuzey oğlum belli mi?" Diye sordu Abdullah bey. "Bir süre dinlenmek istiyorum. Belli değil henüz" diyen Kuzey'e sevgi dolu bakmıştım. Kafasını kaldırıp bana baktığında, o da aynı karşılığı vermişti. 🍁 Yemekten sonra salona geçmiş kahvelerimizi içiyorduk. Kuzey'le yalnız kalmak istiyordum ve resmen bir fırsatını kolluyordum, ama olmuyordu. Telefonum çalınca elime aldım ve annemin aradığını gördüm. O da Kuzey'i çok merak etmişti. Ayağa kalkıp banyonun olduğu koridoru ilerledim ve aramayı cevaplandırdım. Tahmin ettiğim gibi annem Kuzey'i sordu ve telefonu kapattık. Salona geri gitmek için arkamı döneceğim sıra, arkamda bir hareketlilik olmuştu. Dönüp baktığımda Kuzey'i gördüm. Az önce burada değildi olsa anlardım. Elini duvara koymuş, ayaklarını çapraz bağlamış, boşta kalan eli pantolonunun cebinde bana gülümsüyordu. Telefonu arka cebime koyarak ben de ona gülümsedim ve yanına yaklaşarak beline sarıldım. Kafamı göğüsüne yaslayarak gözlerimi kapattım. Hemen eli sırtımı bulup beni kendine daha da yaklaştırmıştı. Kafama bir öpücük kondurup, derin nefesi içine çekti. "Çok korktum güzelim" diye fısıldadı ve devam etti. "Çok korktum; bir daha seni göremezsem diye, ya bana inanmazsan diye, seni kaybederim diye" konuşurken belimdeki elini saçlarıma çıkarmış ve şefkatle okşamaya başlamıştı. Ona daha sıkı sarıldım. "Ben senin kalbini görüyorum Kuzey. Bakışlarında, gözlerinde bile duygularını benden hiç saklamadın, artık saklayamazsın" dediğimde kafamı kaldırıp gözlerine baktım ve devam ettim. "Ben de senden asla vazgeçmem" dedim önceden bana söylediği cümleye ithafen. Yüzünde öyle bir gülümseme oldu ki, bütün ifadeleri anında yumuşadı. Bakışlarını gözlerimden dudaklarıma kaydırdı. Aynı şekilde ben de. Tekrar gözlerime baktığında ben hâlâ dudaklarına bakıyordum. Zorlukla gözlerine baktığımda bana daha da yakınlaştığını fark etmemle nefesimi tuttum. Kuzey yavaşça bana yaklaştı ve durdu. Burnu burnuma sürtüyordu. "İzin verir misin çoban kızı?" Diye fısıldadı. Konuşurken dudakları dudaklarıma sürtünmüştü. Ellerimi boynuna çıkartıp ona sarıldım. "Lütfen Kuzey" dediğimde boynunu daha sıkı sardım. Elinin birini belimden okşayarak saçlarıma, oradan da enseme getirdi ve hızla dudaklarıma kapandı. Anında gözlerimi kapatmış, kendimi Kuzey'e bırakmıştım. O kadar yoğun, o kadar güzel bir duyguydu ki bu. Kuzey'in kokusu beni sarhoş gibi hissettiriyordu. Kuzey'in dilini, dilimde hissettikten sonra zaman kavramımı hepten kaybetmiştim. Bir süre sonra birbirimizden ayrıldığımızda dudaklarımda hafif sızı vardı. Kuzey benden biraz uzaklaşmıştı ama tekrar belimden tutup hızla beni öptüğünde ayaklarımın bile artık tutmadığını hissediyordum. Heyecandan vücudumu kontrol edemiyordum, Kuzey beni tutmasa düşecek gibiydim. Tekrar benden ayrıldığında, öyle güzel gülümsedi ki ben de gülümsedim. Nedense hiç utanmamıştım, bunu ben de istemiştim. Kuzey sağ eliyle yüzüme gelen saçları okşayarak kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Seni seviyorum" diye fısıldadı. Resmen artık ellerim titriyordu. "Ben de seni seviyorum Kuzey" dediğimde beni tekrar kendine çekip sıkıca sarıldı.
|
0% |