Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. Bölüm

@ebrumelek

 

28 Mayıs 1991

 

Genç adam buluşma sonrası sevgilisini ailesinin evine bırakmış, kendi evine mutlu bir yüzle dönüyordu. İlk görüşte aşktı onunkisi. Şükran'ı tüm kalbiyle çok seviyordu.

 

Evine dönerken, sahilden yürümeyi tercih etmişti. Denizden gelen sıcak hava dalgası tenini okşamıştı. Kenarda tezgah açmış kestane satan bir adam bağırıyordu. Denizin tuzlu kokusu burnuna doldu. Eminönü sahili artık daha da kalabalık olmaya başlamıştı. Galata köprüsünde de inşaat başlayacağını duymuştu ve son hâlinin nasıl olacağını merak ediyordu. Eski köprü gibi Karaköy ile birbirine bağlanacağını da duymuştu.

 

Genç adam Şükran ile çok güzel bir gün geçirmişti. Hatta en güzeli... Ona evlilik teklifi etmiş, sevdiği kadın da bunu kabul etmişti. 'Dünyalar benim oldu' Diye düşünüyordu. Mimarlık fakültesini kazandığında bile bu kadar mutlu olmamıştı ki en büyük hayaliydi. Bir an önce eve gidip babasına bu durumu anlatmak ve sevdiğini istemeye gitmek istiyordu.

 

Mutluluk içinde yürürken, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı bile. Neredeyse eve yaklaşmıştı. Evinin olduğu sokağa geldiğinde, kapısının önünde bekleyen bir kız olduğunu gördü. Karanlık olduğu için tam seçememişti ama kıza yaklaştıkça, ilk, siyah saçını fark etti. Bu kız sevgilisinin en yakın arkadaşıydı.

 

"Sare?" Dedi merak dolu bir sesle ve devam etti.

 

"Bu saatte senin ne işin var burada?"

 

Sare'nin babası albay olduğu için kısa süre önce İstanbul'a taşınmışlardı, Şükran ile aynı mahalleye. Ayrıca sıkı arkadaş olmuşlardı.

 

"Abdullah bilmen gereken bir şey var. Bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum ama bunu bilmeye hakkın var" dedi Sare hızlıca.

 

Genç Abdullah kaşlarını çatarak Sare'ye bakmaya devam etti. Şükran ile Sare'nin arkadaş olmasını hiç istemiyordu. Sare hep Şükran'ı dolduruşa getiriyor ve sürekli pastaneye gitmek için ısrar ediyordu. Şükran ise onu kırmayıp kabul ediyor, sonrasında da Abdullah ile kavga ediyorlardı. Daha doğrusu Abdullah kavga ediyor, Şükran ise her an yaş akmaya hazır gözlerle onu dinliyordu. Tek söylediği "Beni çok kısıtlıyorsun Abdullah" oluyordu. Evet Şükran bu kelimeyi de Sare ile arkadaş olduktan sonra sık kullanmaya başlamıştı.

 

"Dinliyorum!" Dedi Abdullah sert bir sesle Sare'ye bakarak.

 

"Abdullah, Şükran seni aldatıyor" dedi tek nefeste. Abdullah ise önce kaşlarını çattı. Ardından gülmeye başladı.

 

"Sen ne saçmalıyorsun?" Diye sordu sinirle. Onun Şükran'ı çok saf bir kızdı. Aşırı saf... Aldatmayı beceremezdi. Yalan bile söyleyemezdi. Hatta saf ve temiz kalpli olduğu için, arkadaşları bir yerlere çağırdığında kırmayıp gidiyor, Abdullah ile de araları bozuluyordu. Abdullah'ın korkusu, aklını biri doldurur ve bir yanlış yapar diyeydi.

 

"Bak bunlar kanıtları Abdullah" diyerek elinde mektuplar ve bir fotoğraf karesi uzattı Abdullah'a. Abdullah hızla elindekileri aldı ve sinirle Sare'ye bakarak devam etti.

 

"Evine git Sare!"

 

Günümüz

 

Kuzey'lerin evinden ayrılmak için ayaklandığımda Poyraz'da benimle aynı anda ayaklanmıştı. Kapının önüne gitmiş beni bekliyordu. Herkesle sırayla vedalaşıp kapıya doğru yürüdüm. Aysu'nun yanına gitmem gerekiyordu. Vildan teyze ve Kuzey de kapıya kadar gelmişlerdi beni geçirmek için. Kuzey'le koridordaki yakınlaşmamız sonrasında salona dönmüştük ve tüm akşam boyunca sürekli yüzünde muzip bir ifadeyle bana bakmıştı. Bense birileri anlamasın diye hiç Kuzey'e bakamamıştım. Kıpkırmızı yanaklarla öylece oturmuştum.

 

"Yemek için tekrar teşekkür ederim Vildan abla" dedim ona dönerek. Poyraz kapının dışında beni bekliyordu, neden bekliyorsa!

 

"Ne teşekkürü kızım, sen hep gel bize" diyerek bana tekrar sarıldı Vildan abla. Ayrıldığımızda ona gülümseyip Kuzey'e bakmıştım. Bakmaz olaydım.

 

"Eee, o zaman görüşürüz" dedim gülümseyerek Kuzey'in muzipçe parıldayan gözlerinden kaçınıp. Annesinin yanında nedense tekrar bir utanma duygusu beni ele geçirmişti.

 

"Görüşürüz güzelim, dikkat et" dedi Kuzey. Hızla arkamı dönerek evden dışarıya çıktım. Poyraz geldiğimi görünce cebindeki ellerini çıkarttı ve arabasına doğru yöneldi. Arabasının kapısının yanında durup, "Nereye gideceksin?" Diye sordu.

 

"Karargaha gideceğim" dedim. "Hayırdır?"

 

"Ben de oraya gidiyorum. Birlikte gidelim mi?" Vay Poyraz bey demek kibarca rica etmeyi biliyordu.

 

"Tamam" diyerek yan koltuğa doğru yürüyüp kapısını açtım. Poyraz hemen kabul etmemi beklemiyor olacak ki yüzünde şaşkınlık ve heyecanla olduğu yerde kısa bir an durakladı. Ardından kendine gelirmiş gibi hızlı bir hareketle şoför kapısını açıp arabaya bindi.

 

Emniyet kemerimi takıp Kuzey'lerin evine baktım. Kuzey bahçe kapısının dışına çıkmış bizi izliyordu. İstemsiz yüzümde gülümseme oluştu. Ona el salladım. Poyraz arabayı çalıştırınca kornaya bastı ve yola çıktık. Poyraz tek eliyle direksiyonu tutuyor, tek eliyle de radyoda kanalları geziyordu. Bir şarkının melodisini duyup anında sesini açtı. 'Ellerimi sımsıkı tutarken bırakman doğru mu?' Diyordu radyodaki şarkı. İlk defa dinliyordum ve çok beğenmiştim. Poyraz bey arada kısık sesle şarkıya eşlik ediyordu.

 

Şarkı bittiğinde Poyraz radyonun sesini komple kıstı ve bana bakıp tekrar yola döndü. Ben de ona baktığımda kaşlarımı kaldırdım.

 

“İyisin değil mi Gökçen? Tüm yaşadıkların hiç kolay değildi. Çok şükür atlattık ama, nasılsın?” diye sordu Poyraz, sesi yumuşaktı ama altındaki endişe kolayca hissediliyordu.

 

Ona döndüm, biraz düşünceli bir şekilde omuz silktim. “İyiyim, Poyraz. Olduğu kadar… Yıkılmadım, yenilmedim. Ama kaybım büyük. Sizin için de her şey çok zor oldu. Sonuçta anneniz…” dedim, derin bir nefes vererek. Gözlerim, düşüncelerimden kaçmak istercesine yanımdan hızla geçen manzaraya kaydı.

 

Poyraz, “Biliyor musun,” diye başladı, gözlerini yola sabitleyerek. “Annemin böyle bir şey yapmasını hâlâ aklım almıyor. Babam bu konuda konuşmayı bile istemiyor. İşin içinden çıkamıyorum. Onun bu kadar ileri gidebileceğini hiç düşünemezdik. Zaten Göktuğ ve Gül bunu kaldıramadı. Gül özellikle çok kötü durumda. Kimseye söylememizi istemiyor, ama o da psikolojik destek almaya başladı. Annemin ihaneti, nişanlısının tavırları... Çok ağır geldi ona. Göktuğ da Gül de çok nahiflerdir. Bu yaşadıkları gerçekten çok ağır. Zor...”

 

Onun bu kadar içten konuştuğunu nadiren görürdüm. Sözcükleri ağzından çıkarken, altındaki duygular ağır bir bulut gibi arabanın içinde hissediliyordu. Poyraz’ın ne kadar güçlü bir dış görünüşe sahip olursa olsun, içindeki çatışmaları saklayamadığını fark ettim. Bir yandan onun kelimelerini sindirmeye çalışırken, yan camdan yol kenarında su satan bir çocuğun telaşla arabaya doğru yaklaştığını gördüm.

 

Işıklar kırmızıya dönmüştü, Poyraz arabayı yavaşlattı. Çocuk elindeki su şişesini uzatıp hevesle bir şeyler söylemeye çalıştı. Ben de çantamı açıp cüzdanımdan biraz para çıkardım. Camı hafifçe aralayıp parayı çocuğa uzattım. Şişeyi bana vermeye çalışınca, “Su istemiyorum,” dedim, nazikçe gülümseyerek. “Bu senin için.” Çocuğun şaşkın bir ifadeyle geri çekilişini izlerken, Poyraz bir an bana baktı, ama hiçbir şey demedi. Sadece gözlerinde, sessiz bir takdir ifadesi vardı.

 

Işıklar yeşile döndüğünde araba tekrar harekete geçti. Poyraz konuşmasına devam etti, sanki bir anlık bu küçük sahne bile onu biraz daha rahatlatmış gibiydi. “Ben bile sindiremiyorum, Gökçen. Ama Göktuğ ve Gül için çok endişeliyim. Bir şeyleri düzeltmek istiyorum, ama nereden başlayacağımı bilmiyorum. Her şey çok karmaşık…” dedi, sesi yavaş yavaş kırılgan bir tona bürünmüştü.

 

Gözlerimi ondan ayırmadan, sakin bir şekilde karşılık verdim. “Bazı şeyleri düzeltmek zaman alır, Poyraz. Ama önemli olan, onların yanında olman. Herkesin yaralarını aynı hızla sarmasını bekleyemezsin.”

 

Bu sözlerim üzerine bir anlık sessizlik oldu. Arabada sadece motorun hafif uğultusu duyuluyordu. Ama biliyordum, söylediklerim ona bir nebze olsun iyi gelmişti.

 

"Senin için de her şey çok zordu. Mehmet'in durumu nasıl?" Diye sordu sessizlikten sonra. Gözlerim ön camın buğusuna takılıyken, içimdeki fırtınanın sesi dışarıda olup bitenden daha gürültülüydü. Mehmet abiden bahsedilmesi midemde bir düğüm oluşturmuştu. Ama konuştukça, asıl meselelerin ağırlığı omuzlarıma yükleniyordu.

 

“Mehmet abi konusunu konuşmak istemiyorum,” dedim, sesimde istemsiz bir titremeyle. Gözlerimi kaçırarak devam ettim. “Benim için endişelenmene gerek yok, Poyraz. Ben kendi başımın çaresine bakarım. Gül ve Göktuğ için ben de çok endişeleniyorum. Olan biten yüzünden onlarla ilgilenemedim bile. Özellikle Gül’le…”

 

“Ne zaman olduğu önemli değil. Senin ilgin ve sevgin ikisine de iyi gelecektir, eminim,” dedi. Son cümlesi kulağımda yankılandı. “Seni çok seviyorlar, seviyoruz. Sen bizim canımızsın.”

 

Bir an kalbim sıkışır gibi oldu. Gözlerimi kaçırdım, konuyu değiştirerek o rahatsızlık hissinden kurtulmaya çalıştım.

 

“Dedem ve anneannem nasıllar? Kızlarının yaptığından sonra dedem küplere binmiştir.”

 

Poyraz derin bir nefes aldı, başını hafifçe sağa eğerek yan aynadan dışarı baktı. Kırmızı ışıkta araba usulca durdu. Yüzündeki yorgun ifadeyle kelimeleri bir süre daha bekletti.

 

“Dedem delirdi, Gökçen,” dedi sonunda. “Gerçekten görmek istemezdin. Adam resmen yıkıldı. Yıllarını bu mesleğe vermiş birinin kızı nasıl böyle bir şey yapar, hem de öz çocuklarına... diye yeri göğü inletti. Anneannem...” Bir an duraksadı, “Anneannem, annemin yüzüne tokat attı. Annem de evden ağlayarak çıktı. O giderken dedem arkasından bağırdı ‘Senin gibi bir kızım yok!’ diye.”

 

Bir an sessizlik çöktü. Dışarıdaki korna sesleri bile bu sessizliği dağıtamayacak kadar uzaktı.

 

“Sonra ne oldu?” diye sordum ona bakarak, sesim kısık ama meraklı çıkmıştı.

 

Poyraz, önündeki yola bakarken ekledi “Annem kalacak yeri olmadığını söyleyip İstanbul’a gitmiş. Aniden... Zaten ben de ancak araştırınca öğrendim. Orada tanıdığı kim var bilmiyorum.”

 

Her şey sanki bir film sahnesi gibi gözümde canlanıyordu. Ama bu filmde ne kazanan vardı ne de kazandıracak bir hikâye. Dedemleri de yakın bir zamanda ziyaret etmeyi aklımın bir köşesine not ederek yola bakmaya devam ettim.

 

Karargâhın soğuk havası yüzümü keserken, Poyraz sessizce arabayı park etti. Motorun sessizleşmesiyle birlikte ikimiz de hiçbir kelime etmeden aşağıya indik. Bahçeden gelen sert komut sesleri, karargâhın disiplinli havasını bir kez daha hissettiriyordu. Tuba’nın sesi... Kesinlikle tanırdım.

 

Gözlerim timini hizaya sokmuş, en önde onlarla birlikte eğitime katılmış olan Tuba’ya takıldı. Ciddi, kararlı, odaklanmış... Eğitimdeki ciddiyeti bir sanat eserini izlemek gibiydi. Timine baktığımda ise, yerde yatan ve şınav çeken dört kişi gördüm. Alparslan, Efe ve Onur ile tanışmış ve birlikte operasyon bile yapmıştık. Diğeri o gün gelemeyen Kurtuluş olmalıydı.

 

Poyraz'da benim gibi Tuba'nın yaptığı eğitime bakıyordu. Bakışlarında bir anlık hayranlık gördüğüme emindim. Takip ettiğimde direkt Tuba'ya baktığını fark edip tek kaşımı kaldırdım. Onlara doğru ilerleyince, Poyraz'da peşimden geldi ve timin önünden geçecekken, Tuba bizi fark etti.

 

Ayağa kalktı, terli yüzünden birkaç damla çenesine süzülürken yanıma geldi.

 

"Kavuştun mu sonunda Kuzey'ine. Geçmiş olsun güzellik" dedi gülümseyerek. Kısa bir an Poyraz'a baktı, geri bana döndü. Bakışlarımı Poyraz'a çevirdiğimde değişik bir ifadeyle Tuba'ya baktığını gördüm. Daha doğrusu gülüşüne takılmıştı. Poyraz, Tuba'dan hoşlanıyor olamazdı değil mi?

 

"Çok şükür sağ salim geri döndü Kuzey. Bunun için sana ne kadar teşekkür etsem az, çok uğraştın bizim için" dediğimde Tuba daha geniş gülümsedi.

 

"İlk kızınızın adını Tuba koyarsanız ödeşiriz neden olmasın" dediğinde Poyraz boğazını temizleyerek Tuba'nın dikkatini üzerine çekti. Tuba'ya cevap vermeden eğitim yapan time döndüm. Alparslan kaçamak bakışlarla bir bana bir Poyraz'a bakıyordu. Aramızdaki ilişkiyi çözmeye çalışıyordu sanırım. Benim onların kardeşi olduğumu bilmiyordu.

 

Ben bu düşüncelerdeyken, Tuba anlamış gibi "Asker kalk, mola" diye bağırdığında, timi çevik bir hareketle ayaklandı. Onlara tek kaşımı kaldırıp, gururla baktım. Normalde yorgunluktan kendilerini yere atmaları gerekiyordu. Hayalet timi de aynı Tuba gibiydi anlaşılan.

 

"Siz zaten tanışmışsınız timimle, teğmen Kurtuluş'la tanıştırayım seni Gökçen" dediğinde, Kurtuluş ve diğerleri hazırolda durmuştu bile. Kurtuluş bir adım öne çıkarak tekmil verip kendini tanıttı.

 

"Rahat, kolay gelsin. Hayırlı olsun hepinize" diye bağırdım.

 

Rahat dediğim için "Sağolun, teşekkür ederiz komutanım" gibi cümleler duymuştum. Alparslan tepki vermemişti. Sadece bir bana bir Poyraz'a bakıyordu derin bir şekilde.

 

"Sana da kolay gelsin binbaşım" dedim Tuba'ya. Poyraz tek kelime bile etmeden yanımda dikilmiş ve sürekli Tuba'yı izlemişti. Birkaç defa da Alparslan'a baktığını görmüştüm. Alparslan'a her baktığında yüzü düşüncelerle dalıp gidiyordu.

 

Yanlarından ayrılınca binanın içine doğru Poyraz'la yürümeye başladık.

 

"Görüşürüz Poyraz. Bıraktığın için teşekkürler. Timimi ve Aysu'yu bulacağım" dedim binanın önünde durup ona dönerek.

 

"Teşekküre gerek yok Gökçen, görüşürüz" diyerek yollarımızı binanın içinde ayırdık.

 

Dinlenme odasında olabileceklerini düşünerek, oraya doğru ilerledim. Koridor boyunca yürürken telefonuma art arda mesaj bildirimi gelince Kuzey'den geldiğini direkt anlayıp gülümsemeye başladım. Kuzey mesaj attığında asla tek mesaj atmazdı.

 

Telefonu elime alıp ekrana baktım. Kuzey'di. Mesaja tıkladığımda yazdıklarını görünce, yanaklarıma kan hücum etmeye başladı.

 

"Öyle güzel, öyle tatlısın ki sevgilim. Allah'ım affetsin ama o dudaklarının tadına bir daha bakmak için her şeyimi vermeye hazırım."

 

"Gökçen ben seni çok özledim."

 

"Ben diyorum ki, yarın size ziyarete gelelim babamlarla he güzelim?"

 

Mesajları okurken tebessüm ediyordum ancak son mesajı okuduğumda adımlarım durdu ve mesaja bakmaya devam ettim. Bize niye gelmek istiyordu ki? Düşündüğüm şey olamazdı değil mi?

 

"Ben de seni çok özledim sevgilim. Ayrıca neden bize gelmek istiyorsun? İstersen ikimiz buluşabiliriz yarın" yazdım. Cevabını beklerken, dinlenme odasının kapısının önünde durduğumu fark ettim. Arkamda bir hareketlilik oldu. Dönüp baktığımda, Tuba'nın timinin geldiğini gördüm. Eğitimleri bitmişti anlaşılan. Kuzey'den mesaj daha gelmemişti. Yazıyor.. yazısı gözüküyordu sadece.

 

Alparslan, Onur, Efe ve Kurtuluş selam vererek yanımdan geçtiler ve dinlenme odasına girdiler.

 

Alparslan'la da müsait bir zamanda konuşup kendimi tanıtmam gerekiyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%