Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@ebrumelek

Keyifli okumalar

 

Sabahın erken saatlerinde uyanıp yorgun adımlarla salona ilerledim. Annemin sessizliği odanın içine yayılmıştı, ütülü bir önlük giymiş, koltuğa oturmuş bekliyordu beni. Kapının eşiğinde durup, annemin huzur dolu sessizliğine bir süre daha katlandım. Halıya sabitlediği gözlerindeki derin bakışlar benim için sözcüklerden daha fazla anlam ifade ediyordu. Annem, sessizliğin içinde bile en iyi teselliyi bulan biriydi. Onun yanında olmak hayatın ne getireceğini bilmesem de güvende olduğumu hissettirirdi.

 

Annemin sıcaklığına ihtiyacım vardı, bu yüzden sessizce yanına yaklaşıp kollarımı ona sardım. Onun kollarında bulduğum güven duygusu, yaşadığım tüm kırıklıkları unutturuyordu. Gözlerimiz buluştuğunda hiçbir söze gerek kalmadan birbirimizi anladık.

 

"Merak etme ben iyiyim," dedim, sesimdeki titreyi bastırmaya çalışarak. Açık perdeden içeriye giren güneş ışınları gözüme vururken ona daha da sokuldum. Onun solgun yüzündeki endişeyi görmek kalbimi sızlattı. "Senin dışında kimse beni üzemez bu hayatta," diye ekledim, annemin gözlerine bakarak. Dudaklarımda hafif bir gülümseme belirdi. Onun gücü ve sıcak kolları, içimdeki karanlığı aydınlattı.

 

"Ah yavrum ah," dedi, sesi kırık bir ezgiyle iç çekerek. Gözyaşları dökülmeye başlarken kendi kendini suçluyor, bana yaşattığı acıların içinde boğuluyordu, biliyorum. "Bütün bunlar baban olacak adam yüzünden oldu. Aslında benim hatam; yanlış kişiyle evlendim. Kendime de sana da hayatı dar ettirdim. Engel olamadım, gücüm yetmedi kızım. Benim yüzümden her şey," diye fısıldadı. Kelimeler arasında boğulurken onun bu çaresizliğini hissederek bir kez daha sıkıca sarıldım. Annemin yüreğinden dökülen her bir kelime, bir bıçak gibi kalbimi delip geçiyordu. Kollarımın arasında sessizce onu teselli etmeye çalışırken, annemin yüreğine umut dolu bir ışık tutmaya çalıştım.

 

"Anne, lütfen artık ağlama," dedim, sesimdeki yumuşaklıkla. "Bak, benim umurumda bile değil güzelim. Hadi gel, hiçbir şeyi düşünmeyelim. Birlikte kahvaltımızı yapalım," diyerek annemin ellerinden tuttum. Onun zoraki bir gülümsemeyle bana ayak uydurması, yüreğimdeki acıyı bir nebze olsun hafifletti. Birlikte sessizce sofraya oturduk ve kahvaltı yapmaya başladık. Gözlerimiz birbirine değdiğinde, içimizdeki derin acıya rağmen birbirimize olan sevgimiz bizi sarmalıyordu. Her zaman olduğu gibi...

 

Kahvaltı masasından ayrılıp odama hızlı adımlarla ilerledim. Kapıyı hızla açıp içeri girdim, ardından duşa girmek için hazırlıklara başladım. Sıcak su, bedenimi saran kusursuz bir kalkan gibi hissettirdi. Su damlaları vücudumu yumuşakça okşarken, zihnimdeki bulutlar birer birer dağılmaya başladı. Duştan çıktığımda havluyla saçlarımı sıkarak nemini aldım ve giyinmek için dolabımın önüne geçtim. Dolabımın kapısını açarken, telefonumun titreştiğini hissettim. Merakla telefonumu alıp baktığımda, Gül'den gelen mesajı gördüm.

 

"Gökçen olanlar için çok üzgünüm. Ben abimin niye böyle yaptığını anlayamadım ve ona çok kızgınım. Yaptığı yanlışı anlaması için, senden özür dileyene kadar onunla konuşmayacağımı söyledim. Ayrıca sana inanıyorum. Abim 3 aydır buradaki askeriyede ve bir şekilde karşılaşmamış olabilirsiniz. Bu yüzden seni yalancılıkla suçladığı ve diğer hakaretleri için onun adına çok özür dilerim. Gerçekten çok utandım."

 

Mesajı görüldü olarak işaretledim, ardından telefonu sessizce kenara koyup derin bir nefes aldım. Bu karmaşık duygular içinde, ne yapacağımı bilemiyordumbilemiyordum. Tek bildiğim, Gül'ü o aileden ayrı tutacaktım...

 

Tanımadığım bir adamın söylediklerini kafamda tartarken, içimdeki kararlılık iyice güçlendi. "Onun ne dediği önemli değil," dedim kendi kendime. "Beni tanımayan birinin sözleri, benim kim olduğumu değiştirmez." Kendime olan güvenimle dolup taşarken, odamdan çıkma hazırlıklarına başladım. Yüzümde bir gülümseme belirdi, çünkü ben kendi kalbimin ne kadar sağlam olduğunu biliyordum. Bu güçle dolu hislerle adımlarımı attım ve dışarıya çıkmak için kapıya doğru ilerledim. Gökyüzüne bakarak, hayata olan umudumu hiç kaybetmeden, karşıma çıkabilecek her zorluğun üstesinden gelebileceğime dair bir kez daha inandım..

 

***

 

Askeriyenin giriş kapısından içeriye girdiğimde saat tam 09.00'du. Sabah güneşinin hafif sıcaklığı tenimi okşarken, kararlı adımlarla ilerledim. Askeriye, sağlam ve düzenli yapılarıyla dikkat çeken bir yerdi. Geniş bir alan üzerine kurulu olan üs, titizlikle planlanmıştı ve her bölümü belirli bir amaca hizmet ediyordu. Yüksek duvarlarla çevrili olan askeri üssün giriş kapısı, sıkı güvenlik önlemleriyle korunuyordu. Yeşil çimenlerle süslenmiş avlular, aralıklı olarak yerleştirilmiş dinlenme alanları ve egzersiz alanlarıyla canlı bir atmosfere sahipti. Askerlere özgü binalar, antrenman sahaları ve askeri araçlar, üssün her köşesinde görülebiliyordu. İçimdeki huzursuzluk adımlarıma bir ağırlık katarken bakışlarımı yere indirip yürümeye devam ettim. Timimle içtimamız birazdan başlayacaktı. Odama çıkıp, içtimada giymem gereken kıyafetleri titizlikle hazırladım. Bahçeye indiğimde, vücut dilim sıkıntıyı gizlemeye çalışıyordu, ancak içimdeki karmaşık duyguları bastırmak için dışarıya sert bir görünüm sergiledim.

 

Güneşin sıcak ışıklarıyla aydınlanan askeri üs, adeta bir sahnede olan biteni yöneten bir yönetmenin elinden çıkmış gibi görünüyordu. Bugün içimdeki siniri bir şekilde atmalıydım ve iyi bir eğitim yapmaya karar verdim. Tim arkadaşlarım bahçeye koşarak geldiler ve disiplinli bir şekilde sıraya girdiler. Tam karşılarında beliren siluetime bakarak beklerlerken, sessizlik aniden yerini gergin bir bekleyişe bıraktı. Adımlarımı yavaşça attım, her adımda sertliğim ve kararlılığımı hissettirircesine, onlara daha da yaklaştım. Gözlerimdeki hırçınlık ve sert bakışlarım, adeta bir fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Ve nihayet, sert bir ses tonuyla çıkan emirlerim, karargahın her köşesine yankılandı.

 

"Nasılsın asker?"

 

"Sağol"

 

"Sizinle yıllardır beraber savaşıyor olmamıza rağmen, bazıları ile belki de aylarca süren mücadeleler yaşamak zorunda kalıyoruz. Biz burada; vatanımızı korumak için, bu meydanda, vatanımıza göz dikenleri adalete teslim etmek için, adaletin çağrısına kulak vermeyenleri gereken cezayla yüzleştirmek için varız.

 

Eğer kendinizi salarsanız ÖLÜRSÜNÜZ

Eğer gözünüzü kırparsanız ÖLÜRSÜNÜZ...

Siz ölürseniz; çocuklar ölür, kadınlar ölür, masumlar ölür. Size emrediyorum ölmeyeceksiniz. Bunun için ne gerekiyorsa yapacaksınız. Ben sizin sevdiklerinize ölüm haberinizi vermeyeceğim. " Kelimelerim ölüm sessizliği gibi bir ağırlıkla düştü ortama. Her harf, adeta bir kurşun gibi yüklüydü. Konuşurken bile hissedilen bir gerilim vardı havada. Gözlerim kararlılıkla parlıyordu, her bir vurguyla adeta bir emir veriyordum. Arkamdaki vatanımı ve insanlarımı korumak için tüm gücümle durmuştum. Kararlı duruşum ve sert ses tonum, etrafımdakilere adeta bir savaş çağrısı yapıyordu.

 

"Emredersiniz komutanım" karargahı inletecek kadar güçlü bir cevap aldım.

 

"30 tur karargah etrafında koşuya başla!" Askerlerimin gözlerindeki ışıltı daha da belirginleşti. Hızlı adımlarla koşuya başladık. Gökyüzü bize tanıklık ederken, toprak altında yükselen toz bulutları adeta bir savaş fırtınası gibi etrafa yayıldı. Nizami bir şekilde koşmayı sürdürdük. Tüm tur boyunca en arkada koşarak onları izledim, adımlarını sıkı bir düzende tutmalarını sağladım.

 

Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım, bir anda arkamdan albayın sesini duydum. Sessiz adımlarla gelmiş olmalıydı, çünkü ne zaman geldiğini fark etmemiştim. Kafam doluydu, düşüncelerim birbirine karışmıştı. Yavaşça arkamı döndüğümde, Poyraz ve Albayla göz göze geldim. Albay, gururla parlayan gözlerle Poyraz'a bakıyor, beni övmek için bir şeyler söylüyordu. Gözlerimiz buluştuğunda, bir an için sessizlik hakim oldu etrafa, adeta zaman durmuş gibiydi.

 

"İşte meşhur Akıncı Timi'nin komutanı Kıdemli Üsteğmen Gökçen Toprak," diyordu Albay, sesinde gurur ve takdiri yansıtarak, "En iyi askerlerimden biridir. Üstün başarıları var."

 

Poyraz, şaşkınlıkla dolu gözlerle bana bakıyordu; yüzünde derin bir hayret ve çok iyi bildiğim o ifade vardı. Ben ise ona karşılık vermeden, düşüncelerimde kaybolmuş bir şekilde boş boş, ancak kendimden emin vücut dilimle bakıyordum. Sonra bakışlarımı albayın yönüne çevirdim. Albayın yüzünde gururlu bir gülümseme vardı. Gözlerindeki ışıltı Komutan Toprak'a yani bana olan hayranlığını ve saygısını en güzel şekilde yansıtıyordu.

 

"Üsteğmen/ Gökçen Toprak, Mardin emredin komutanım." Diye tekmil verdim.

 

Albayın yaklaşmasıyla içimdeki karışık duyguları gizlemeye çalıştım, ancak ellerim hala titriyordu. Poyraz'ın şaşkın bakışları beni daha da kırılgan hissettirdi. Onun bana söylediği sert sözler hala kulaklarımda yankılanıyordu ve içimde bir kırgınlık, hatta bir öfke bile hissedebiliyordum. Poyraz'ın yüz ifadesindeki şaşkınlık, belki de gerçeklerle yüzleşmeye başladığını gösteriyordu, ama benim için işlerin eskisi gibi olması kolay olmayacaktı. İçimdeki kırılganlık ve kırgınlık hala çok derindi ve bunu üzerinden atmak zaman alacaktı.

 

"Rahat üsteğmenim" dedi albay, ikisi de tam karşımda dururken ve devam etti.

 

"Yüzbaşı Poyraz Türk sen görevdeyken buraya atandı. İzinde olduğun için siz tanışamamıştınız" dedi albay. Poyraz hâlâ şokta olmalı ki ağzından tek bir kelime çıkmıyordu. Yüz ifadesi donuktu, gözlerindeki şaşkınlığı bastırdığı için belli belirsiz bir şekilde okunuyordu. En sonunda derin bir nefes alarak kendine gelmeye çalıştı.

 

"Memnun oldum üsteğmenim, demek Akıncılar Timi'nin meşhur komutanı sizsiniz?" dedi Poyraz, hâlâ şaşkınlıkla karışık bir merakla.

 

Soğuk bir şekilde, "Evet komutanım," dedim, içimdeki kırgınlığı gizlemeye çalışarak.

 

"Benim işlerim var, siz de tanışın çocuklar," diye belirtti albay ve hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldı. Albay, ayrılıp uzaklaşana kadar gözlerimi peşinden ayırmadım. Hislerim, adeta gözlerimde yansıyan bir bulut gibi belirsizlik yaratıyordu. Poyraz'a döndüm ve sessizce, aramızdaki bu gerginliği hafifletmek adına gözlerinin derinliklerine bir anlam arayışıyla bakıştım.

 

"Gökçen ben..." derken Poyraz'ın sözünü kestim soğuklukla.

 

"İzninizle komutanım," dedim, cevap vermesini beklemeden arkamı döndüm. Sonra eğitime devam eden timimin yanına doğru adımlarla ilerledim ve koşularına eşlik etmeye başladım. Poyaz'ı bir kenara bırakarak görevime odaklanmaya karar verdim..

 

Üç saate yakın süren yoğun bir eğitim maratonunun ardından nihayet dinlenme odasına ulaştık. Bedenim adeta bir stres topu gibiydi, ama en azından bu stresi biraz olsun atmıştım. Arkadaşlarım da benim gibi biraz yorgun ve gergin görünüyordu, ama bu bizim için alışılmış bir durumdu.

 

Dinlenme odasına adım attığımızda, arkadaşlarımın yüzlerindeki endişeli bakışları fark ettim. Belli ki, benim hâlimden bir şeyler olduğunu anlamışlardı ve hemen sorular sormaya başladılar. Ancak içimdeki karmaşık duyguları paylaşmaya henüz hazır değildim. Geçiştirici cevaplar vererek onları oyaladım, çünkü şu an ruh halim konuşmaya hiç müsait değildi.

 

***

 

Öğlen güneşinin altında yürürken, takım arkadaşlarımla birlikte yemekhaneye doğru ilerledik. Adımlarımız uyumlu ve ritmikti, askeri eğitimimizin bir yansımasıydı bu. Yemekhanenin kapısından içeri girdiğimizde, alışılmışın dışında bir sessizlik karşıladı bizi. Sıra alarak yemeklerimizi aldık ve masalardan birine yerleştik.

 

Yemeğimize odaklanmışken, yemekhanenin kapısının tekrar açıldığını fark ettim. Başımı kaldırdığımda, Poyraz ve timinin içeri girdiğini gördüm. Gözleriyle yemekhaneyi taradı, dikkatlice herkesi inceledi ve sonunda benim üzerimde durdu. Ona boş ve anlamsız bir bakış attım, sonra yemeğime geri döndüm. Göz teması bile kurmaktan kaçındım. Bu karşılaşma, kaçınılmaz bir yüzleşmenin habercisiydi. Elimden geldiğince erteleyecektim.

 

Yemekten sonra, takım arkadaşlarımla birlikte çardağa yöneldik. Çaylarımızı aldık ve her zamanki yerimize yerleştik. Sıcak çayın buharı, yaz sıcağının ortasında bile rahatlatıcı bir etki yaratıyordu. Konuşmalarımız günlük konular etrafında dönüyordu.

 

Görkem abi, çayından bir yudum aldıktan sonra sessizliği bozdu. "Yüzbaşı ile tanıştınız ama onu sevmedin galiba Gökçen?" dedi. Bu soruyla birlikte bütün gözler bana çevrildi. Görkem abinin dikkati ve gözlem yeteneği, her zaman takdir ettiğim özelliklerindendi. Ona olan tavrımın bu kadar belli olacağını düşünmemiştim ama yanılmıştım.

 

Derin bir nefes alarak konuşmaya başladım. "Hani karıştığım aile meselesi varya, Poyraz benim biyolojik abim." Bu cümleyle birlikte, takım arkadaşlarımın yüzlerindeki şaşkınlık ifadesini görmek zor olmadı. Her biri bu yeni bilginin şokunu yaşıyordu.

 

Aysu, şaşkınlığını gizleyemeden sordu: "Nasıl yani? Poyraz komutanım senin abin mi? Peki neden ona tavırlıydın?"

 

Gözlerim Aysu'nun gözlerine kilitlendi, birkaç saniye boyunca sessizlik hakim oldu. Sonra ekledim, "Bu uzun bir hikaye ama kısaca, aile meseleleri yüzünden aramızda çözülememiş bazı sorunlar var." Cevabım kısa ve özdü ama soruların peşini bırakmayacaklarını biliyordum. Bu sadece bir başlangıçtı ve bu mesele, sadece benim değil, artık bütün timin ilgisini çekecek bir konu haline gelmişti.

 

Bir anlık sessizlikten sonra, soruların geleceğini biliyordum. Herkesin gözleri üzerimdeydi ve hepsine cevap vermem gerektiğini hissediyordum. Derin bir nefes aldım ve devam ettim, "Ona askerim deyince bana inanmadı ve yalancılıkla suçladı. Bugün beni burada, bu üniforma içinde görünce doğruyu söylediğimi anladı. Ne yapmamı bekliyordunuz?"

 

Sözlerim havada asılı kaldı. Herkes, olayların arka planını anlamaya çalışıyordu. Beklenmedik bir anda, Mehmet abi bana doğru yürüdü ve güçlü kollarıyla beni sardı. Mehmet abi, genelde temastan hoşlanmayan, mesafeli bir insandı. Onun bu sıcak hareketi bana beklenmedik bir duygusal destek sağladı. Gözlerim dolacak gibi oldu ama hızla kendimi toparladım. Asker olarak, duygularımı kontrol etmek zorundaydım.

 

Bu samimi anın ortasında bahçenin bir köşesinde kaşlarını çatmış bir şekilde bize bakan Poyraz'ı fark ettim. Bakışlarında bir karışım vardı: hem öfke hem de karışık duyguların yansıması. O an her şeyin hala çözülmediğini, aile meselelerinin peşimizi bırakmayacağını anladım.

 

O sırada, albayın postası koşarak yanımıza geldi. Nefes nefese kalmıştı ve acil bir durum olduğunu hissettiriyordu. Poyraz'ın bakışlarını hâlâ üzerimde hissediyordum. Görevlerimizi yerine getirirken kişisel sorunlarımızı nasıl yöneteceğimizi öğrenmemiz gerekiyordu.

 

"Akif Bayram/Bursa, emret komutanım."

 

"Rahat Akif, ne oldu?" Diye sordum.

 

"Komutanım, albayım acil sizi emretti," dedi Akif, yüzündeki ciddiyetle.

 

Bizimkilerle birlikte hemen ayağa kalktık. Akif, sözlerine devam etti, "Gökçen komutanım, sizi tek çağırdı." Anladığımı belirtmek için başımı salladım. Arkadaşlarım merakla yerlerine geri oturdular.

 

"İnşallah görev vardır komutanım, güzel haberlerinizi bekliyoruz," dedi Anıl, yüzünde umut dolu bir gülümsemeyle. Ona karşılık gülümsedim, gerçekten de bir görevin beni beklediğini umuyordum. Hızla albayın odasına yöneldim. Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım, kapıyı çaldım ve içeri girip tekmil verdim. Albay beni oturmam için işaret etti, karşısına oturup beklemeye başladım.

 

""Yeni bir görev var üsteğmen. Sen o bölgeyi çok iyi bildiğinden, bu görev için en uygun kişi sensin," dedi albay, gözlerinde bir ciddiyet parıltısıyla."Emredersiniz komutanım," dedim. O an, bir göreve gitmek bana gerçekten de çok iyi gelecekti. Kafamı dağıtmak, yeni bir amaç bulmak..."Yalnız görevin süresi belli değil," dedi albay, masadaki dosyayı bana doğru iterken. "Tamamen kimlik değiştireceksin. Dosyayı okuduğunda anlarsın."Dosyayı elime alıp okumaya başladım. Sayfalar ilerledikçe kaşlarım çatılmaya başladı. En sonunda kafamı kaldırıp albayla göz göze geldim."Bu doğru mu komutanım?" diye sordum inanamayarak. Albay kafasını onaylarcasına salladı. "Yarım saat önce, karargahtaki hücrede Topal'ın sağ kolunu ölü bulduk," dediğinde gözlerimi sıkıca kapattım. Ellerimle yakalayıp getirdiğim, kritik bilgilere sahip teröristi öldürmüşlerdi. Onu konuşturup kayıt altına almıştım ama bu olay bile askeriyenin içinde bir köstebek olduğuna işaret ediyordu."O kamp alanına sızacaksın. Belgeleri ele geçirip o alçakların karargahta kiminle iletişime geçtiğini bulacaksın. Üst düzey gizlilik söz konusu olacak.""Ne zaman yola çıkacağım?" diye sordum, sinirlerim bozulmuştu. Dosyada yazanlar gerçekse bu çok kötüydü. Askeriyeden birinin hainlere bilgi sızdırıyor olmasını düşünmek bile istemiyordum."Sabaha karşı saat 04.00'da helikopterin kalkacak. Şimdi gidebilirsin. Allah'a emanet ol. Deli lakabının hakkını ver ve o görevden sağ salim geri dön.""Emredersiniz komutanım," diyerek ayağa kalktım ve dosyayla birlikte oradan sinirle çıktım. Odama gidip dosyayı birkaç saat boyunca inceledim. İşim bitince dosyayı kilitli dolabıma koyup çıkmak için hazırlandım. Önce timin yanına gidip görevin olduğunu söyledim ve helalleştim. Tek başıma gideceğim için bizimkiler oldukça üzülmüştü. Deliler, görev gelince utanmasalar göbek atacaklardı.

 

Arabamın yanına doğru ilerlerken, karşıma Poyraz çıktı. Üstüm olduğu için hemen tekmil verdim.

 

"Rahat Gökçen, konuşabilir miyiz?" diye sordu Poyraz, yüzünde ciddiyet ve hafif bir endişe ifadesiyle.

 

"Askeriye ile mi alakalı komutanım?" dedim, onun ne söyleyeceğini tahmin etmeye çalışarak.

 

"Hayır Gökçen, dün söylediklerim ile alakalı konuşacaktım. Bak, ben..." diye devam ettiğinde, sözünü yine kestim.

 

"Komutanım," dedim sert bir sesle. "Sizinle iş dışında konuşmak istemiyorum."

 

Cevabını beklemeden arabama binip hızla karargahtan çıktım. İçimde bir öfke dalgası yükseliyordu, ama aynı zamanda görev bilinci de vardı. Poyraz ile olan kişisel meselelerimi bir kenara bırakmalıydım; şimdi önceliğim yeni görevimdi. Görev için hazırlanmak üzere karargahı terk ederken, aklımda sadece sızma görevinin detayları ve karşılaşabileceğim zorluklar vardı. Arabayı sürerken, zihnimde planlar yapıyor, olası senaryoları değerlendiriyordum.

 

Eve geldiğimde annemin mis gibi yemeklerine adeta saldırdım. Sabaha karşı yola çıkmam gerekiyordu ve bu, annemle geçireceğim son akşam yemeği olabilirdi.

 

"Kızım o adamın söyledikleri yüzünden üzülme olur mu annem?" dedi annem, gözlerinde endişeyle.

 

"Üzülmüyorum sultanım, umurumda bile değil hiçbiri. Gül hariç tabii," dedim. Gül'ü düşünmek bile bana huzur veriyordu.

 

Annem yine de bana üzgün bir suratla bakıyordu. "O zaman neyin var kızım?"

 

"Aslında benim bir şeyim yok, ta ki görev var. Sana nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum," dedim dalgınca.

 

"Neden bana nasıl söyleyeceğini düşünüyorsun güneşim?" diye sordu annem, gözlerinde artan bir endişeyle.

 

"Anne," dedim ve sandalyemden kalkıp yanına gittim. Yüzünü avuçlarımın içine aldım ve konuşmaya devam ettim. "Görevin süresi belli değil, ondan. Hakkını helal et sultanım."

 

Annem anında ağlamaya başladı. İçim burkulurken eğilip yanağından öptüm, onu teselli etmeye çalıştım. "Anne lütfen, ben çok mutluyum. Biliyorsun işimi ne kadar sevdiğimi. Tek zorlandığım yer senden uzak kalmak. Onun için de Allah büyük, ağlama lütfen."

 

"Helal olsun kızım. Allah ayağına taş değdirmesin," dedi annem, gözyaşları içinde.

 

O gece, annemle birlikte uzun uzun sohbet ettik. Masadaki yemekler soğumuş, zaman akıp gitmişti ama bizim için önemi yoktu. Annemin yüzündeki her çizgi, saçlarının arasındaki her beyaz tel, hayatımız boyunca yaşadığımız onca şeyin sessiz tanığıydı. Sohbetimiz, geçmişin güzel anılarını tekrar yaşamamıza vesile oldu. Güldük, ağladık ve o anlarda yılların yorgunluğunu birbirimizin gözlerinde gördük.

 

Annemin narin elleri, her zamanki gibi sıcaklığını ve sevgisini taşıyordu. Çay bardakları dolup dolup boşalırken, anılar birer birer su yüzüne çıkıyordu. İlkokulda yaptığım yaramazlıklar, gençliğimin coşkusu, askeriyeye adım attığım o gurur dolu an... Hepsi bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçti. Annemin gözlerinde bir damla yaş, bazen bir kahkaha, bazen de derin bir hüzünle parlıyordu.

 

Annem, benim her zaman kahramanım olmuştu. Onunla geçirdiğim bu son gece, bana her şeyin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırlattı. İçimdeki burukluk annemin yanımda olmasıyla biraz olsun hafiflemişti. Ama yine de, uzaklara gidecek olmanın verdiği ağırlık kalbimde hissediliyordu.

 

Sohbetimiz sona erdiğinde derin bir nefes aldım ve telefonumu elime aldım. Gül'ü aradım. Çalan her zil sesiyle birlikte, içimdeki heyecan artıyordu. Onu tanıdığım şu kısacık sürede hemen benimsemiştim. Nihayet telefon açıldığında, Gül'ün sesi karşı taraftan geldi.

 

"Gökçen, nasılsın?" dedi Gül, sesi her zamanki gibi sıcak ve içtendi.

 

"Gül," dedim, "Göreve çıkıyorum. Süresi belli değil. Helallik istemeye aradım seni."

 

Gül'ün sesinde bir anlık bir duraksama oldu, sonra içten bir şekilde konuştu. "Allah yolunu açık etsin, Gökçen. Dualarım seninle. Kendine çok dikkat et."

 

Bu kızı gerçekten çok sevmiştim; tıpkı annem gibi bana sıcaklık ve huzur veriyordu.

 

Telefonu kapattıktan sonra, annemle son bir kez daha göz göze geldik. "Tekrar helal olsun kızım. Allah ayağına taş değdirmesin," dedi annem, gözyaşları içinde. Eğilip annemin yanağından öptüm ve sıkıca sarıldım. Onun kokusu, bana her zaman evde olduğumu hatırlatırdı.

 

O gece, annemle birlikte yatmadan önce dua ettik. Gözlerim yavaşça kapanırken annemle geçirdiğim bu son anlar, zihnimde tatlı bir huzur bıraktı. Görev beni bekliyordu ve ben, onun sevgisi ve dualarıyla yola çıkmaya hazırdım.

 

Loading...
0%