Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@ebrumelek

Helikopterin gürültüsü arkamda dağların arasında kaybolmuşken yere eğilip izleri kontrol ettim. Sessizlik dağlara yayılırken üzerimdeki siyah ve bol pantolonun eski püskü kazağın ve yüzüme sardığım puşinin arasında kayboluyordum adeta. Gecenin serin havası tenime değdikçe zihnim daha da berraklaşıyor her adımım daha hesaplı hale geliyordu. Kampın üstünde yükselen tepeye doğru ilerlerken nefesimi bile kontrol ediyordum her adım bir gölge gibi sessizdi.

Tepeye ulaştığımda bir kayanın arkasına sığınarak aşağıdaki kampı incelemeye başladım. Gördüğüm kadarıyla kamp oldukça yeni kurulmuştu. Gözcü kuleleri henüz tam anlamıyla sabitlenmemiş etraftaki barakalar dağınık bir haldeydi. Çevredeki devriye sayısı azdı ama dikkatsizlikleri yoktu. İçeride bir hareketlilik vardı fakat disiplinli bir yerleşim olmadığı açıkça belli oluyordu. Yorgunluk gözlerinden okunuyordu ama herkes her an bir saldırıya uğrayacakmış gibi tetikteydi.

Albay'ın sözleri kulaklarımda yankılandı: "Son operasyondan sonra daha dikkatli olacaklar. İçeri sızmak kolay olmayacak." Bu kampın hedefim olduğunu biliyordum ve buraya gelmeden önce her şeyi hesaba katmıştım. Planlarım hazırdı ama sabırlı olmam gerekiyordu. İki uzun gün boyunca o kayanın arkasında yattım her hareketi her devriyeyi her zayıf noktayı inceledim. Gözlem operasyonun en önemli kısmıydı ve zamanla kampın nabzını yakalamıştım.

Kampın içindeki her adımı izleyerek içeri sızmanın yollarını kafamda şekillendirdim. Kimi zaman su taşımaya çıkan askerlerin gevşekliğinden kimi zaman devriye değişimindeki karmaşadan faydalanabilirdim. Ancak bir yanlış adım her şeyi mahvedebilirdi. Albay haklıydı son temizlikten sonra tetikte bekliyorlardı. Ama kimse bir gölgenin içeri sızacağını tahmin etmezdi.

Kamplara sızmak benim için yabancı bir şey değildi. Yıllardır kullandığım bir yöntem vardı; silah kullanmayı bilen, ailesi Türk askerleri tarafından katledilen, intikam arayışındaki mağdur ama cesur kadın kimliği. Yumuşak yüzüm, titreyen sesim ve içimde gizli öfkeyle bu rolü oynamak kolaydı. Her seferinde onların acılarına dokunuyor, güvenlerini kazanıyordum. Savaşın her iki tarafında da kayıplar vardı ve onların bu kayıplara karşı duyduğu öfke, benim en büyük silahımdı.

Ancak bu kez işler farklıydı. Daha önceki operasyonlarım nedeniyle dikkatler üzerimdeydi. Özellikle de son "temizlikten" sonra benden şüphelenmeleri çok daha olasıydı. O kampta beni bekleyen her şey, daha zorlu ve karmaşık olacaktı. Üstlendikleri güvenlik önlemlerini artırmış olmaları muhtemeldi. En ufak bir hata bile sonum olabilirdi.

Bir mağdur rolüne bürünüp onları kandırmak, artık eskisi kadar kolay değildi. Daha dikkatli, daha temkinli hareket etmeleri gerektiğini biliyorlardı. Fakat bunun bir yandan bana avantaj da sağlayabileceğini düşünüyordum. Korku ve paranoya, genellikle hataların kapısını aralardı. Ve ben o hatalardan faydalanabilirdim.

Kampı gözlemlerken planımı tekrar tekrar gözden geçirdim. Belki bu sefer eski yöntemlerimi kullanmak yerine, onlara hiç tahmin edemeyecekleri bir yerden yaklaşmalıydım. Sızmanın bir yolunu bulacak, o kampa adımımı attığımda yine bir hayalet gibi ortadan kaybolacaktım. Ama önce sabırla beklemem gerekiyordu.

Güneş tam tepedeydi. Sıcaktan bunalmıştım, mataramı çıkarıp birkaç yudum su içtim. Etrafı dürbünle tararken kampın yakınlarına doğru ilerleyen bir koyun sürüsü dikkatimi çekti. Eğer koyun sürüsü varsa bir çoban da olmalıydı. Kampın yeni kurulduğu belliydi, bu yüzden çoban hayvanlarını rahatça dolaştırıyordu. Anlaşılan kampın varlığından haberi yoktu.

Durumu fırsat bilip hızlı ve dikkatli bir şekilde tepeden aşağı indim. Ayak seslerimi olabildiğince hafif tutarak sürüye doğru ilerledim. Kamptakilerin her an sürüyü fark edebileceğini biliyordum, bu yüzden zaman daralıyordu. Çobana ulaştığımda, karşıma çıkanın genç bir delikanlı olduğunu gördüm. Yaşından beklenmeyecek kadar zayıf ve ürkek görünüyordu. Beni fark edince gözleri büyüdü, korkuyla irkildi ve bozuk bir Türkçeyle bağırmaya başladı.

"Kimsin sen? Ne işin vardır bu dağ başında?" O konuşurken arkamı kontrol edip tekrar çobana döndüm.

"Asıl senin ne işin var burada? Arka tarafta bir örgüt kampı var. Birazdan seni fark ederler."

Çocuğun gözlerinde anında korku belirdi. Ben de kampa sızmak için hemen planımı oluşturdum.

"Bacım sen ne dersin?" diye inledi, sesi titremişti. "Hemen geri dönelim, sürüyü toplayıp uzaklaşacağım."

Bakışlarımı kampa çevirdim. Zaman daralıyordu. Eğer şimdi harekete geçmezsek hem ben hem o sonumuzu getirmiş olacaktık. "Bak genç adam" dedim, sesim sertleşmişti. "Artık çok geç. Büyük ihtimal sürüyü çoktan fark ettiler bile. Buraya gelmeleri birkaç dakika sürer."

Çocuğun yüzündeki renk iyice solmuştu. Onun paniğini fırsata çevirmekyr karar verdim. "Dinle beni, hemen ş kayaların arkasına git ve saklan. Sürün de benimle burada kalsın. Ben onları oyalayıp geri göndereceğim. Biz gidince, kayalarda biraz daha bekle ve sürünle birlikte geri dön. Eğer seni yakalarlarsa ikimizide öldürürler beni anlıyor musun?"

Çocuk birkaç saniye bana bakakaldı ama sonunda başını hızlıca sallayıp geri çekildi. "Hadi," diye fısıldadım. "Koş."

Delikanlı tereddüt etmeyi bırakıp kayalara doğru hızla ilerledi. Gözden kaybolana kadar arkasından izledim. bana cevap dahi vermeden kayalara doğru hızla koştu. Artık tek başımaydım ve kampa sızmak için fırsatım vardı.

Çocuk arayı baya açmıştı. Eğer yakalanırsa planım yatardı. O durumda da çobanın kardeşim olduğunu ve birlikte sürüyü otlatmaya geldiğimiz yalanını söylerdim. Sürüyü önüme alarak ilerlemeye başladım. Koyunların hareketleriyle kampın içinden gelecek her sesi ve gölgeyi hesaplamaya çalıştım. Artık durumun en kritik anına gelmiştim.

Araba sesi, dağların arasındaki sessizliği bozan bir gürültü dalgası gibi yankılandı. Anında tepki verdim. İçgüdülerim devreye girmişti. Koyun sürüsünün arasına sığınarak kendimi role soktum. Titreyen ellerimle koyunların başında çaresiz bir kadın gibi görünmeliydim. Gözlerimle ufuk çizgisini tararken arabanın hızla yaklaştığını gördüm. Toz bulutları, tekerleklerin altında savrulurken hızla nefesimi kontrol ettim. Artık tek yapmam gereken oyunun içine girmeye hazır olmaktı.

Araba yaklaştığında üç kişi dışarı çıktı. Ellerinde keleşler vardı. Soğukkanlılıkla bana doğru geldiler. Adımlarındaki tedirginlik, gözlerindeki şüphe ile birleşmişti. Kıyafetleri örgüt militanlarının tipik giysileriydi. Gözleri keskin, yüzlerinde sert bir ifade vardı. Ama içlerinden biri diğerlerinden daha temkinliydi. Yavaşça ileri çıktı ve bozuk bir Türkçeyle konuşmaya başladı.

"Sen... kimsin? Ne işin var burada?" dedi. Gözleri beni süzerken, kararsız bakışları yüzüme kilitlenmişti.

Sesim titremeliydi, gözlerim korku dolu bakmalıydı. Birkaç saniye daha derin bir nefes alıp hemen rolüme büründüm. "Ben... ben çobanım," dedim çaresizlik dolu bir tonla. "Sürüyü otlatıyordum, ne olur bir şey yapmayın. Yalnızım, burada sadece hayvanlarla..."

"Ooo," diye sözümü kesti içlerimden biri. "Bir kuş gelmiş, ne işin vardır burada de hayde?"

Ben hemen korkudan ağlamaya başladım. Sesimi titreterek, bozuk Türkçeyle konuşmaya başladım.

"Benim abim bu sürünün çobanıdır. O çok hasta olunca, bugün sürüyü otlatmaya ben getirmişem. Sizin burada olduğunuzu valla bilmiyordum ağabey."

Adamlar pis bakışlarıyla beni süzmeye başladılar. Şu an ikisinin de kafasını koparmamak için zor duruyordum ama bir şekilde o kampa girmem ve güvenlerini kazanmam gerekiyordu.

"Bak sen kuş gelmiş demiştik, hele gelen serçeymiş. Bizimle geleceksin. Yürü arabaya" dedi keleşi bana doğrultarak. Korkudan vücudumu titriyormuş gibi sallamaya ve "bırakın beni" diye bağırmaya başladım. Beni zorla pikaba bindirip kampa sürdüler. Pikabın içinde otururken, arkamda ve yanımda oturan adamların konuşmalarını dinleyerek dikkatli olmaya çalıştım. İçimdeki cesaretle, bu durumu lehime çevirmek için planlarımı yeniden gözden geçiriyordum.

Kampa geldiğimizde beni bir çadıra götürdüler. İçeri adım atar atmaz ellerimi sıkıca bağladılar. Şerefsizler, bağladıkları ipleri o kadar sıkı yaptılar ki, parmaklarımın uyuştuğunu hissetmeye başladım. Yerimde başka bir kız olsaydı kesinlikle kangren olurdu. Yine de aldığım eğitimler sonucu ellerimi çözmek benim için beş dakika civarı sürerdi.

Ellerimi hafifçe gevşettim. Bağlı olmanın getirdiği huzursuzluğa rağmen zihnimi sakin tutmaya çalıştım. Beklemeye başladım. Gözlerim çadırın içindeki her detayı taradı. Etrafımda birkaç asker vardı, konuşmalarını dinleyerek aralarındaki dinamiği anlamaya çalıştım.

Onların gülüşmeleri ve alaycı sözleri içimde bir öfke dalgası uyandırıyordu. Fakat bu duyguyu dışarı yansıtmak yerine kendi içimde saklamalıydım. Harekete geçmiyor, birini bekliyorlardı. Etrafımda dönen olayları dikkatle izlerken, aklımda birden fazla plan şekillenmeye başladı.

Ellerimi bağlayan iplerin gerginliğini daha da azaltmak için yavaş hareket ettim. İlk olarak yapmam gereken güvenlerini kazanmaktı. O anın gelmesini sabırla bekleyecek ve fırsat bulduğumda harekete geçecektim.

Orada öyle bağlı yaklaşık bir saat bekledim. İçerideki sessizlik, kulaklarımda yankılanan kalp atışlarıyla bölünüyordu. Tam o sırada içeri iki adam daha girdi. Gözlerindeki alaycı ifade, bu kez beni sorguya çekeceklerini açıkça belli ediyordu.

Tahmin ettiğim gibi, “Kimsin sen?, Hangi köydensin?, Adın ne?” gibi sorular sormaya başladılar. Her cevap verdiğimde, yüzüme ve karnıma yumruk atıyorlardı. O an içinde bulunduğum durumu kabullenmeye çalıştım. Aslında bu şerefsizlerin elleri gerçekten hafifti; canım biraz acımıştı. İçimdeki öfkeyi bastırarak, bir yumruğumla bu adamların kesin bayılacaklarını düşünerek acıyı bastırıyor, kendimi gazlıyordum. Fakat ne kadar numara yapsam da ellerimi çözüp boğazlarına sarılmamak için tüm irademi kullanmam gerekmişti.

Bunu hissettirmemek için canım çok yanıyormuş ve çok korkuyormuş gibi numara yapmaya devam ettim. Kendimden nefret ederek, “Vurmayın ne olur,” diye yalvarmaya başladım. Gözlerimdeki yaşlar, onların bana acımasızca saldırdığı sırada beni daha da zayıf gösteriyordu.

Her yumrukta içimdeki sinir ve intikam arzusu büyüyordu ama bu hissi gizlemek zorundaydım. Sabırla ve soğukkanlılıkla beklemeliydim.

Sonunda benim gerçekten bir çoban kızı olduğuma inanmış olacaklar ki içlerinden biri, diğerine konuşmaya başladı. “Bu kız pek de güzelmiş. Yüzünü biraz bozduk ama sorun değil. Başkanın yanına götürdükten sonra benim yanıma getirin,” dedi ve sinsice sırıttı. O an içimdeki öfke ve tiksinti bir araya gelerek, boğazımda bir düğüm oluşturmaya başladı. Bu adamları öldürmemek için tüm irademi kullanıyordum; belki bu tehlikeli oyunun bir parçasıydım ama henüz sona ermemişti.

Adamlar çadırdan çıkıp gittikten sonra yarım saat boyunca tek başıma kaldım. İçimdeki gerginlik bu süre zarfında daha da büyüdü. O sırada uzaktan gelen bir araba sesi duydum. Kalbim hızla çarpmaya başladı; sanırım başkan dedikleri adam gelmişti. Kimdi bu başkan? Onun kimliğini öğrenmek bana burada ne olacağını anlamamda yardımcı olacaktı.

Arabanın sesi yaklaştıkça içimdeki merak ve korku birbirine karıştı. Zihnimde her türlü olasılığı düşünmeye başladım. Bu adam, belki de planımı bozabilecek biri olabilirdi. Bir yandan içimdeki cesaretle bu adamın kim olduğunu anlamak için kendimi hazırlıyordum. Diğer yandan, olayların gelişimine bağlı olarak benim için bu durumun nasıl bir avantaj yaratabileceğini düşünüyordum.

Araba sesinin kesilmesiyle birlikte yeni bir belirsizlik dalgası çadırı doldurdu. Bir çoban kızı olan yeni kimliğimle bu adamın ne istediğini ve ülkem için neler planladığını öğrenmek için sabırsızlanıyordum.

Biraz daha ellerim bağlı çadırda bekledikten sonra çadırın önünden sesler gelmeye başladı. Yaklaşıyorlardı. Sesleri duyunca, korkumu göstermek için tekrar ağlamaya ve hıçkırmaya başladım. Korku ve çaresizlik duygusu her seferinde olduğu gibi beni daha da güçsüz gösteriyordu, bu da avantajıma oluyordu.

Çadırın kapısı açıldığında içeri üç adam girdi. Onlara korkuyla bakmaya başladım. Ortada duran adam, yaklaşık otuzlarında, uzun boylu ve oldukça kalıplı biriydi. Vücudu kaslı ve güçlü görünüyordu; omuzları geniş ve dik duruşu, ona bir tür otorite katıyordu. Kafasındaki kısa saçlar, hafif dalgalı ve dağınıktı, ama onun sert ifadesini yumuşatmaya yetmiyordu. Yüz hatları keskin ve belirgindi; çene çizgisi sağlam, elmacık kemikleri ise sivriydi.

Gözleri koyu kahverengi, derin ve kararlı bir bakışa sahipti. Sanki karanlık bir sır saklıyormuş gibi, bakışları insana tehditkar bir his veriyordu. Dikkatli gözleri, çadırda olan her şeyi inceliyor gibiydi, sanki en küçük bir hareketi bile anında fark edebilecekti. Göz kapakları hafifçe aşağı doğru eğilmişti, bu da ona tehditkar bir hava katıyordu.

Üzerinde koyu renkli, sıkı bir tişört vardı. Ti­şör­tü­nin üzerindeki kasları belirgin şekilde ortaya çıkıyordu. Altında ise sağlam bir kamuflaj pantolon giymişti. Belinde geniş bir kemer ve yanlarında birer keleş asılıydı; bu, onun ne kadar tehlikeli bir adam olduğunu gösteriyordu.

Yürüyüşü kendinden emindi; adımları ağır ve dikkatliydi. Bu adamın, başkanın koruması ya da sağ kolu gibi birisi olduğunu düşünüyordum. Önemli bir konumu olmalıydı. Başkan diğer ikisinden birisidir diyerek onlara döndüm.

Diğer iki adam, ortadakine göre çok daha tıfıl görünüyorlardı. Biri biraz daha iriydi ama hâlâ korumadan uzaktı. İkisinden biri başkan olmalıydı ama Hangisinin başkan olduğuna karar verememiştim. Bu belirsizlik, içimdeki gerginliği artırıyordu.

“Ben abim hasta olduğu için sürüyü otlatmaya çıkmıştım. Sizi tanımam etmem yalvarırım bırakın beni. Yaşlı anam hasta, ben gitmezsem kahrından ölür. Lütfen bırakın,” diye ağlamaya devam ettim. Sözlerimle korku ve çaresizliği dile getirirken, bir yandan da içsel bir savaşa girmiştim.

En sağdaki tıfıllardan biri, ortadaki adama seslendi. “İyi parçaymış efendim. Siz kullandıktan sonra ben de alabilir miyim?” diye sordu. Bu sözler karşısında içimden bir şeyler kopuyordu. Kendimden nefret etme noktasına gelmiştim. Savaşçı ve intikam arayışındaki bir kız olarak adamlara korku salarken böyle imalar yaptırmıyordum. Ama şimdi burada, mağdur bir çoban kızı kimliğinde sadece ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Ayrıca başkanın ortadaki iri adam olmasının şokunu da yaşıyordum. Böyle sert görünüşlü birinin başkan olması işimi zorlaştıracağa benziyordu.

İçimdeki öfke ve çaresizlik düşüncelerimi çarpıtıyordu. Sanırım burada çok kalmayacaktım. Beni parça pinçik etmek isteyen bu hainlerden bilgileri öğrenmeden gebertmem gerekebilirdi. Kafamda başka planlar şekillenmeye başlamıştı bile. Eğer bana dokunmaya kalkarlarsa o an için de hazırlıklı olmalıydım. Şayet hayatta kalmak istiyorsam, akıllıca hareket etmeliydim.

Ortadaki adam sert bir sesle konuştu.

Ortadaki adam sert bir sesle konuştu. “Siz çıkın hele de işimize bakalım. Sonrasına bakarız.” Yanındaki şerefsizler kahkaha atıp çadırdan çıktılar. Kapı kapandığında, içimdeki gerginlik bir kat daha artmıştı. Şimdi yalnızca bu adamla baş başaydım ve ona karşı dikkatli olmalıydım.

Bir an bile düşünmeden, adama korku dolu gözlerle bakmaya başladım. Sesim titrerken, içimdeki öfkeyi kontrol etmeye çalışıyordum. Bu sırada onu incelemeye devam ettim. Adamın yüz hatları, güçlü çene yapısı ve keskin çerçeveli yüzü, buradaki diğer şerefsizlere göre oldukça çekici görünüyordu. Hatta erkek standartlarına göre bile yakışıklıydı. Sinirim bozuldu. Bu tipte birinin, gidip de şerefsiz olmak zorunda olup olmadığını düşünmekten kendimi alamadım.

Yüzünde bir kibir vardı. Gözleri, içindeki karanlık düşüncelerin yansımasını taşıyordu. Yine de, onunla karşılaşmış olmanın ironik bir tarafı vardı. Eğer normal bir durumda tanışsaydık belki de onunla flört bile edebilirdim. Tam benim tipimde bir görünüşü vardı. Ancak elbette karşımdaki adamın bana zarar vermek üzere burada durduğunu biliyordum.

Zihnimde çatışmalar dönmeye başladı. Güzel bir yüzle, zalim bir kalbin aynı bedende buluşması, bu dünyada ne kadar adaletsizdi. Kendimi bir anlığına kaybettiğimde ondan bir adım önde olmam gerektiğini hatırladım.

“Benimle ne yapacaksınız?” dedim, sesimi titretmeden ve cesur görünmeye çalışarak. “Gerçekten hiçbir şey bilmiyorum, lütfen bana zarar vermeyin.” Korku dolu bakışlarımı ona yönelttim. Onun gözlerinde ne olduğunu çözmeye çalışırken, aynı zamanda ondan bir şeyler öğrenmeliydim. Adını öğrenmem lazımdı, belki de bana karşı olan tavrı değiştirebilirdim. Adını öğrensem kim olduğunu anlayabilir ve ona göre bir plan bulabilirdim. Aranan tüm teröristlerim isimlerini ezbere biliyordum.

Adam bana bir adım yaklaşınca korkuyla titremeye başladım. Kafamda bin tane tilki dolaşıyordu.

"Lütfen yapma, bırak beni kimsin sen?"

"Ben Sercan Açık, buranın lideriyim. Senin adın ne?" Diye sordu

Ne? Sercan Açık mı? Öyle büyük bir şok yaşadım ki, yüzümden anlaşılmaması için büyük çaba sarf ettim. Çünkü Sercan Açık, kırmızı bültenle aranan bir teröristti. O tam bir hayaletti. Yüzünü bile üstleri dışında kimse görmemişti. Ben hariç…

Çünkü ben, bu Sercan’ı en son gittiğim görevde öldürmüştüm. Hem de ellerimle boğarak. Önce sıkı bir dövüş yapmıştık. Sonra boğarak öldürmüştüm. Boğduktan sonra da maskeyle sakladığı yüzünü görmüş ve delilleri yok etmiştim. Çünkü albaydan gelen emre göre, Sercan’ın öldüğü gizli tutulacaktı. Teröristlerden bile kimse bilmiyordu.

Şimdi karşımdaki bu adam, o öldürdüğüm Sercan mıydı? Ya da ben Sercan diye yanlış kişiyi öldürmüştüm ki bu durum düşük bir ihtimaldi. Yıllar süren görevlerle adım adım takip etmiştik. Yoksa bu adam, Sercan’ın yerine geçmiş bir düzenbaz mıydı? Onun amacını anlamam gerekiyordu.

Düşüncelerim zihnimde dans ederken, Sercan bana yaklaşmaya devam ediyordu. Her adımıyla kalbimdeki panik büyüyordu. Kafamda hızla alternatif planlar şekilleniyordu. Eğer bu adam gerçekten Sercan ise, benim için büyük bir tehlike teşkil ediyordu. Eğer yanlış bir hareket yaparsam, her şeyimle kaybedebilirdim.

Bu yüzden, öldürme planımı şimdilik ertelemiştim. Önce onu dikkatlice gözlemlemeliydim. Bu aslında bu operasyonu farklı bir evreye taşıyordu. Olayların akışını anlamalı ve zaman kazanmalıydım. “Ne yapacaksın benimle?” diye sordum, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak. “Beni bırakın, abim hasta. Onun yanına dönmem gerekiyor. Adım Rojda. Sürüyü otlatmaya çıkarmıştım. Yalvarırım bırakın abim perişan olur."

Adam sıkıntılı bir nefes verdi. Çadırın girişini hafif aralayarak dışarıyı kontrol etti. Sonra çadırın önünü tekrar kapatıp, iki adım atarak yanıma geldi. Gözlerime bakmaya başladı. Suratımın ağlamaktan kıpkırmızı olduğunu biliyordum, ama bunu hissettirmemek için elimden geleni yapıyordum. Gözleriyle vücudumu gelişigüzel süzdü, ardından tekrar gözlerime odaklandı. Yüzünde belirsiz bir ifade vardı, bu beni daha da tedirgin ediyordu.

Sonra tekrar sıkıntılı bir nefes verdi ve cebinden bir bıçak çıkardı. Metalin soğuk parıltısı gözlerimin önünde dans ederken, her an tetikte bekliyordum. Bıçağı elinde tutarak, fısıldayarak konuşmaya başladı. “Senin için üzülmeme gerek yok. Bunu neden yaptığımı biliyor musun?” Sesindeki alaycı ton beni daha da geriyordu.

“Hayır, lütfen. Ben sadece bir çoban kızıyım. Beni bırakın,” dedim, korkuyla titreyen sesimle. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu ama içimdeki öfkeyi gizlemek zorundaydım. Bu adamın çok büyük bir tehdit olduğunun farkındaydım.

Sercan bıçağı iplerimin etrafında dolaştırırken gözlerindeki soğukkanlılık beni daha da germişti.

“Bak, sana dokunmayacağım, korkma,” dedi Sercan, sesindeki alaycı ton hala duruyordu. “Ama buradakiler bunu bilmeyecek. Yoksa hiçbirini tutamam.” Gözlerindeki kararlılık beni daha da geriyordu. Ne demek istiyordu bu adam?

“Şimdi sana söylediğimde çığlık atacaksın,” diye ekledi, üstündeki kıyafetin kol kısmını katlayarak, bıçağı eline alıp kolunu kesmeye başladı. Şaşkınlıktan gözlerim büyürken onun kolunun üst kısmını faça atar gibi kesmesini izliyordum.

“İzin verir misin?” diye sorduğunda hâlâ şaşkınlıkla bakıyordum. Cevap vermekte tereddüt ettim ama ne yapacağımı düşünmek için zamanım yoktu. “Tamam,” diye fısıldadım, içimde bir korku dalgası yükselirken.

Adam, kolundan akan kana batırdığı kanlı bıçağı dikkatlice kullanarak, havaya kaldırdı. Bıçağı nazikçe bana doğru uzatarak kanı pantolonumun ön kısmına sürdü. Ardından hızla geri çekildi, gözleri bende belirsiz bir tepki arıyordu. O an, kendimi kaybetmemek için büyük bir çaba sarf ettim. İçimdeki şaşkınlığı, öfkeyi ve nefreti bastırmaya çalışarak, Sercan’ın ne yapmaya çalıştığını tamamen anladım.

“İşte şimdi bu, onların senin başkanın malı olduğuna inanmasını sağlayacak,” dedi, alaycı bir gülümseme ile. Şaşkınlık beni öylesine ele geçirmişti ki bu yaptığı ilk bin düşüncem arasına bile girmezdi. Kafamda olacak tüm olayları belli bir sıralamaya göre koymuş, hepsi için bir tepki bile oluşturmuştum ama bu, bu adamın yaptığı asla tahmin edemeyeceğim bir şeydi.

"Şimdi biraz çığlık atabilir misin?" Diye sordu düşüncelerimi bölerek ve çadırın dışını kontrol ederek. Söylediğine tepki veremedim. Kafasını çadırın kapısından çekip omzunun üzerinden hadi dercesine bana baktı. Kendimi toparlayıp ve zorlayıp birkaç defa bağırdım.

Bu adamın neden hâlâ böyle bir şey yaptığını anlayamamıştım. Kimdi bu adam? Sercan Açık değildi. Ama kimdi?

“Bu oyun neyin nesi?” diye sordum, sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak. Cevabını almak zorundaydım; bu adamın niyetini anlamak için. Sercan, yanımda duruyor ama bana güven vermeyen bir tavırla etrafı kolaçan ediyordu. Her an içeri girebilecek biri varmış gibi görünüyordu.

"Senin gibi genç, masum kızların zarar görmesine katlanamıyorum diyelim. Bunu dostlarımın bilmesi beni zayıf göstereceği için aramızda kalacak. Böylece sen de burada güvende olacaksın. Artık evine dönemezsin Rojda, kaçmaya sakın kalkma. Sana ileride silah tutmasını da öğreteceğim," dedi ve ben şaşkınlıkla onu dinlerken ekledi.

"Gel benimle." Elimden tutup beni çadırın dışına çıkardı. Dışarı çıktığımızda diğer piçlere bakarak bağırmaya başladı.

"Herkes duysun. Bu kız bundan sonra benim nikahlı karımdır. Ona dokunanı geçtim yan gözle bile bakan olursa gözünü oyarım ona göre."

Gerçekten şu an çok şaşkındım. Ben kampa girmek için kırk tane plan yaparken kendimi örgüt liderinin sözde karısı olarak bulmuştum. Yaşam, beklenmedik yollarla önümüze çıkıyor ve insanı hazırlıksız yakalıyordu. Belki de bu durum, her şeyin bir anlamı olduğunun ve hayatın bize sunduğu fırsatların bazen hiç beklemediğimiz şekillerde karşımıza çıktığının bir göstergesiydi. Kimi zaman hayatta kalmak için, kendi irademizi ve planlarımızı bir kenara bırakmak zorunda kalıyorduk. Bu, benim için yeni bir başlangıç olabilirdi, fakat aynı zamanda varoluşumun karmaşıklığını da gözler önüne seriyordu. Bazen kaderin bir parçası olmak, hayatta kalmaktan daha fazlasıydı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%