Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BÖLÜM 1: KIZIL KAN

@efiahopia

Karanlığın sessiz bir alfabesi olduğuna inanırım her zaman. Konuşabildiğim değil fakat hissedebildiğim bir şey bu. İçsel dinginliğimin tasviri ancak bu hislerle ortaya çıkıyor zaman zaman.

 

Halbuki büyükannemin, 'Karanlık ol lakin karanlığa kapılma. ' deyişleri, içsel hesaplaşmamda bana yardımcı olmuyor ne yazık ki.

 

Sahi, karanlık var mıydı, yoksa bu zihnimin uydurduğu bir yalan mıydı?

 

Bunu düşümek her seferinde beni tüketiyor.

 

Vazgeçiyorum.

 

Yine de ona ihanet ediyormuşum hissi peşimi bırakmıyor. Yarım yamalak bir huzur, güneşin yok olmasıyla başlayıveriyor içimde.

 

Biraz küflenmiş kitap kokusu, az ötede akrep ve yelkovanın birbirini kovaladığı duvar saati ve bir de kütüphane nöbetçisinin ikaz dolu sesi irkilmeme neden oluyor.

 

"Gençler, kütüphane yarım saat içerisinde kapanacak!"

 

Göz kapaklarımın aralanmasına neden olan bu ikazla, yaslandığım sandalyeden doğrulup kitaplık raflarının loş ortamında arkadaşım Lila'ya bakınıyorum bir müddet.

 

Lakin az önce kahverengi botlarının sessiz gıcırtısını duymama rağmen, şuan varlığını göremiyordum.

 

Lila üniversiteden arkadaşımdı ve tez hazırlığı için kitap alması gerekiyordu. Her zaman ki gibi beni yanında sürüklemesi olağan bir şey değildi. Zorla gelmiş olsamda, ortamın sessizliği iyi gelmiş, kafamı dinlendirmişti.

 

Fakat Lila'nın birkaç kitap alması sandığımdan uzun sürmüştü.

 

Ayağa kalkıp sırayla dizilmiş devasa kitaplıkların arasına yavaşça fısıldadım. Etrafta kimse olmasa da bu sessiz ortama ters düşen bir şey yapmak istemiyordum.

 

"Lila, neredesin?"

 

Bir sonra ki boşluğa çokta sesli olmamasına dikkat ederek bağırdım.

 

"Lila?"

 

Aynı düzende devam eden sıralı kitaplıklardan yavaşça ilerlerken, aynı zamanda Lila'nın ismini sesleniyordum. Sonuç aldığım söylenemezdi.

 

Alacakaranlığın bastırmasıyla, kütüphanenin pencereden uzak kısımlarını günışığı terketmiş, şimdiden yarı bir gece hakim olmuştu.

 

Orada bulabilmek umuduyla ilerledim fakat daha çok eskimeye ve unutulmaya yüz tutmuş kitap yığınlarıyla karşılaştım.

 

Lila'yı orada bulamayacağımı farkettiğimde geri dönmek için attığım adım yerinde dondu.

 

Kütüphanenin bu kısmı karanlıktı fakat acayip bir şekilde sadece bir kitabın üzerine güneşin soluk yüzü düşüyordu.

 

Bunun nasıl olduğunu anlamak için ışığın içeri girebilme ihtimalini gözden geçirdim.

 

Ve kütüphanenin tahtasına monte edilmiş bir ayna gördüm. Mesafe uzak olsada ayna olduğuna emindim.

 

Günün son huzmeleri bu aynaya vurduğunda her yer karanlık olsada, bu kitap aydınlıkta kalıyordu. Bunun kasıtlı olup olmadığını merak ediyordum. Özel bir kitap olabilirdi.

 

Ne saçmalıyorum.

 

Tamamen tesadüftü.

 

Yine de merak ederek yan yana duran iki kütüphanenin arasına girerek kitaba ulaştım. Aynadan gelen zayıf ışığın yardımıyla kitabın kapağına göz attığımda, asla bilmediğim bir dil kullanıldığını farkettim.

 

Gerçi, ben bir çok dili bilmiyordum ya neyse.

 

Kaşlarım, yazıyı anlayabilme merakıyla çatılırken parmağımla lafızları yokluyordum.

 

Koyu kahverengi olan bu kitap, altın yaldızlı harflerle yazılı bir isme sahipti. Yer yer çıkıntılı süslerde mevcuttu ve mistik bir havası olduğu kesindi. Oturup bir müddet incelemek istedim fakat kütüphane yarım saat içerisinde kapanacaktı.

 

Aceleyle kitabın kapağını kaldırdığımda bir şey oldu. Yazıları daha göremeden aynadan gelen ışık kaynağı kesildi ve karanlıkta kaldım. Yalnız sadece kitabı göremiyor değildim. Bulunduğum yerde en ufak bir ışık belirtisi yoktu. Sanki gece tüm ışığı yutmuş gibi bir an ile karşı karşıyaydım.

 

Ve bu beni korkuttu.

 

Zira elimde bir kitap olduğundan bile şüphelenecek kadar karanlıkta kalmıştım.

 

Panikle Lila'ya seslendim. Sesim titriyordu ve kimseden geri dönüş alamıyordum.

 

Sinirlenerek tekrar seslendim. "Lila!"

 

Karanlık...

 

Sessizlik...

 

Ve boşluk...

 

İlk başta elektriklerin gitmiş olabilmesi gibi saçma sapan bir düşünce gelmişti aklıma. Elektrik yoksa, güneş vardı. O nereye gitmişti?

 

Bir yere çarpmamak için dikkatli bir adım atmak üzereydim ki, bacaklarımı hissetmediğimi farkettim. Evet, ayakta durabiliyordum; ayakta durabildiğimin farkındaydım. Fakat adım atmaya yeltendiğimde, bacaklarım benden bağımsızdı.

 

Bu beni korkuttu. İçime çöreklenen müthiş bir huzurluk vardı şimdi. Midemin bulantısını boğazımda hissedebiliyordum.

 

Yine hep gördüğüm rüyalardan birindeydim belkide. Karanlıkta koşup duracak ve kan ter içerisinde uyanacaktım her zamanki gibi. Hep böyle olurdu çünkü. Gerçeklikle karıştırdığım kabuslarım ne kadar korkutucu olsada, bir şekilde son bulurdu.

 

Bu, kendimi bilmeye başladığımdan beri böyleydi. Yine de bunu biliyor olmak bile rahatlatmadı beni.

 

Zira bu defa adım dahi atmak istemiyordum. Sanki adım atsam bir boşluğa düşecek gibiydim artık. Kalp atışlarım korkuyla hızlandı; sonra zihnimde bir görüntü beliriverdi. Bir dikitten süzülen su damlasının yavaşça, yerde ki kayada bir oyuntuya sebep olduğu bir yanılmasa...

 

Tenimin, bilakis çenemin titrediğini hissedebiliyordum.

 

Bu tedirginlik beni sinirlendirmeye başlamıştı ki, bir ses zihnime sızdı.

 

Havaya karışan zayıf nefeslerin acı çekişi gibiydi.

 

Yanımda kimse olmadığına emindim, herhangi bir adım seside yoktu fakat bu nefes alışverişi o kadar zihnimin içindeydi ki!

 

Sanki biri düşüncelerimin içinde yorulup, oralarda bir yerlerde soluklanıyordu.

 

O an anladım ki, ses dışarıda değil kafamın içindeydi. Fakat garip bir şekilde, ensemin sağ tarafında hissetiğim sıcaklık ürpermeme neden oldu.

 

Ses kafamın içindeydi, tamam. Peki bu tenime ulaşan sıcaklık neydi?

 

Gerçek olmadığından emindim, ya da değildim. Koşmak istedim lakin görünmez bir kuvvetle kıpırdayamıyordum sanki.

 

Çaresizce bekledim.

 

Titreyerek ve korkarak öylece bekledim.

 

Hemen sonra kulağımın arkasında belirdi ılık hava. Sanki biri nefesini tam oraya üflüyordu. Fakat ben göz kırpamayacak kadar kaskatı kesilmiştim.

 

Az sonra ise nefesler hırıltılara dönüşmüştü.

 

Her yer karanlıktı fakat ardımda ki hayali kişinin dudaklarının aralandığını hissedebiliyordum. Birden onu izlediğimi farkettim.

 

O ve ben öylece dikilirken bir yerlerden seyrediyordum bizi.

 

Bir de soğuktan moraran bir insanın dudakları düşüyordu zihnime sadece, o kadar.

 

Nefesine yerleşmiş çürük bir koku peyda oldu ve dudağı sinsice kıvrılırken kanımı donduran o cümleyi kurdu belirsiz yaratık.

 

"Seni buldum."

 

.... 

 

"Eliana..."

 

Duyduğum ses, içime huzur serpti.

 

Büyükannem buradaydı, yanımda.

 

Güvendeydim.

 

Göz kapaklarıma ilişen lanet bir ağırlık, kendime gelmemi zorlaştırdı fakat yılmadım. Seslenmeye yeltendim ancak boğazıma takılan acı bir öksürüğü serbest bırakmalıydım önce.

 

Bu, daha da ayılmama neden oldu.

 

"Büyükanne." dedim, fısıldar gibi. "Noldu bana?"

 

"Bayıldın." dedi, sıcacık avuçları ellerimi okşarken. Fakat sesi normalde olanın aksine daha endişeliydi.

 

"Yine mi?" deyiverdim, büyük bir bıkkınlıkla. Son zamanlarda tekrarlar olmuştu bu durum. Genelde uyuduğum zaman kabus görürken, artık bayılıyor ve kabuslarıma gün içinde de devam ediyordum. Lakin büyükannemi tam olarak ne korkutmuştu ki?

 

Bu rüyalar hem benim için hemde onun için bir hayat döngüsü haline gelmişti, normaldi.

 

İlk olarak araladığım gözlerimle büyükannemi görmeyi umdum fakat çok acayiptir ki baktığım manzara umduğumdan farklıydı.

 

Bakışlarım önce karanlık gökyüzüne bir el gibi uzanan dallara tutundu, sonra yavaş yavaş turuncu bir ışığın; yüzünde dans ettiği büyükanneme.

 

"Büyükanne?" diyebildim sadece.

 

Yatağımda değildim, ya da bayıldığım yerde. Şuan burada oluşumuz, gördüğüm kabuslardan daha çok korkutuyordu beni. Hayat düzenim bundan farklıydı. Evde olmam gerekirdi, yatağımda...

 

Gördüğümü idrak edememiş gibi tekrar etti bakışlarımda ki devinim. Bir gökyüzüne, bir büyükanneme.

 

Anladı...

 

Nerede olduğumu, neden burada olduğumu ve şuan neler olduğunu merak ediyordum.

 

Büyükannem tüm merakımı anladı lakin sadece sıcacık eliyle yüzümü avuçladı.

 

Yine de sormaktan geri kalmadım.

 

"Neler oluyor?"

 

Belki de rüyam bitmemişti. Öyle ya, bu ormanda ne işimiz vardı bizim. Olsa olsa bu da başka bir rüyaydı.

 

"Uyandın, artık uyumayacaksın." dedi, ağlamaklı bir sesle.

 

Bakışlarım biraz daha aşağı kaydığında hemen yanımızda tutuşturulmuş ateşi farkettim. Kaşlarım çatılırken kalkmak için yeltendiysemde bunu başaramadım.

 

Her yerimi hissediyordum fakat aynı zamanda hiçbir şey hissetmiyor gibiydim.

 

Bu daha çok ürkmeme sebep oluyordu. Az önce gördüğüm rüyadan farklı mıydı?

 

"Büyükanne neler oluyor?" dedim, titreyen sesimle. "Bu saçmalıklar da ne?"

 

Doğru ya, saçmalık. Bizi en iyi anlatan kelime buydu şuan için.

 

"Özür dilerim." deyiverdi sadece, gözyaşlarının ardından. "Seni daha fazla koruyamadım."

 

"Büyükanne, korkutma beni! Neler oluyor?"

 

Yaşlı vücudu, büyük bir titizlikle ayağa kalkarken, yorgun gözleri bakışlarını benden çekmedi.

 

"Her şeyi anlatacak vakit yok, gitmelisin." dedi, yerde ki bir şeye uzanırken. Kabzası ateşte parıl parıl parlayan bir hançerdi bu.

 

"O bıçakla ne yapacaksın?" diye bir soru sordum. "Nereye gitmem gerekiyor?"

 

Bakışları hüzün doluylu lakin kulaklaeı tıkalıydı. "Büyükanne neden kıpırdayamıyorum, ne oluyor?"

 

Yine duymadı. İşittiğini biliyordum lakin bu duymakla aynı şey değildi.

 

Beni duymayı reddediyordu.

 

Peki çırpınışlarımda mı bir şey ifade etmiyordu.

 

"Kendini üzme, su yolunu bulur. Her şeyi öğreneceksin. Umarım bir gün beni affedersin."

 

"Büyükanne bir daha bayılmayacağım, yemin ederim sana. Nolur gel buraya ateşe düşeceksin." dedim, hıçkırırken.

 

Bir anda ne olmuştu da bu denli delirmiştik. Bu denli bir bilinmezlikteydik.

 

Hançer tutan eli havalanırken, dolu dolu gözleriyle baktı bana.

 

Son kez bakar gibiydi.

 

"Artık uyanmalısın." dedi ve yavaş yavaş aleve doğru adımladı.

 

Korktum, yanacaktı.

 

"Büyükanne yanacaksın, dur!" diyebildim. Başka bir şey yapacak gücüm yoktu.

 

"Eliana; kabul et ama kabullenme. Karanlık ol lakin karanlığa kapılma. Umut daima ışık saçmaz, bunu unutma." dedi, fısıldar gibi. "Seni seviyorum kızım."

 

Sustu.

 

İnkar etmeye vaktim olmadı. "Gitme, dur." demek için şansım yoktu.

 

Bağırışlarım nafileydi, ateşe daha çok yaklaşıyor, elini daha da kaldırıyordu.

 

Ve bitti.

 

Hançer göğüs kafesini deldi bir anda, nefesi kesildi acıdan. Kızıl kan, harita gibi çizildi vücuduna ve alevler yükseldi ardından.

 

Ateş, büyükannemi içine çekip yutuverdi haince.

 

O an gözümden bir damla yaş süzüldü ve bedenimi terketmeye hazırladı.

 

Mavi, büyük bir patlama oldu hemen sonra. Uğultular dolandı kulağımın dibinde.

 

Ve sinsi gecenin koynunda ışığı gördüm.

 

Bilemeyiz, belki bende öldüm...

 

... 

 

 

 

Loading...
0%