@elfhikayelerii
|
"Afra, bak! Bu benim arabam. Annem daha yeni aldı. Aslında mavisinden istemiştim ama ellerinde kalmamış. Ben de siyah aldım. Neyse, bu da güzel. Değil mi?" Kafasını bana çeviren mavi gözlü, kumral saçlı çocuğa bakıp kafamı salladım. "Senin oyuncağın yok mu hiç?" Bu defa kafamı olumsuz anlamda sallayıp yüzüne bakmaya devam ettim. Yüzüme baktığını, hem de şaşkın gözlerle baktığını fark ettiğimde kaşlarımı çattım. Bana öyle bakmalarını sevmezdim ama hep öyle bakarlardı. Acıyarak... Ve ben bu küçük yaşımda acımanın ne demek olduğunu öğrenmiştim. İnsanların acıyarak bakan gözlerinden hem de. "Ben oyuncakları sevmem. Hem oyuncaklarla bebekler oynar. Ben hep ders çalışırım. Büyüdüm artık." Yalandı. Sarı, upuzun saçları olan güzel bir bebeğim olsun istiyordum. Ama annem almıyordu. Ona belli etmemek için gülümsedim. Ben hep gülümserdim ve insanlar inanırdı. Oysa böyle bir şeye gülümsenir miydi hiç? Ortada gülecek ne vardı? "Hiç de bile! Oyuncaklarla çocuklar oynar ve biz de hâlâ çocuğuz. Havalı olmaya çalışıyorsun sen bir kere!" Saçıma doğru harekete geçen çocuktan hemen kaçtım ve onu itekledim. Dengesini kaybeden çocuk birkaç adımda dengesini sağlamaya çalıştı ama kısa sürede yere, dizlerinin üzerine yığıldı. Düşsün istememiştim ama düşmüştü. Yanına gidip eğildiğimde, ağladığını fark ettim. Eliyle dizini tutuyordu ve yerde, siyah arabasından kopan parçalar vardı. "Arabamı kırdın!" dedi ağlayarak. "Daha yeni almıştı annem." Arkamı dönüp onun ve diğer çocukların annesiyle oturan anneme bize bakıyorlar mı diye kısa bir bakış attım. Bakmıyorlardı ama çocuk ağlamaya devam ederse, bakacaklardı. "Ne istedin arabamdan! Bana yenisini alacaksın! Sen kötü bir kızsın!" Ağlamaya devam ettiğinde panikle elimle ağzını kapattım. Annem görürse kızardı ve kızınca çok kötü bakıyordu. Acıyan gözlerden bile daha kötüydü bakışları. Çok korkuyordum öyle bakınca. Sonra vuruyordu. Çok vuruyordu. "Tamam, alacağım sana yenisini, söz veriyorum. Lütfen sessiz ol!" Benim param yoktu. Nasıl alacağımı bilmiyordum ama susarsa alırdım bir şekilde. Çocuk beni duymazdan gelip ağlamaya devam ettiğinde, anneme bir kez daha baktım. Gözlerini kısmış, beni izliyordu. "Lütfen sessiz ol, yalvarırım!" Çocuğun gözlerinden akan yaşlar azalsa da etrafta koşuşturan çocuklar da yavaş yavaş başımıza toplandı. Ayaklanan annelerini gördüğümde, elimle ağzını tuttuğum çocuğa döndüm. Dizini tutuyordu ve gözleri kıpkırmızı olmuştu. Altındaki bej rengi pantolonun dizi kana bulanmıştı. Elimi ağzından çektim çaresizce. Yakalanmıştım. Oysa annem, mutlu gibi görünmemi ve sorun çıkartmamamı söylemişti. Eminim yine çok kızacaktı ve vurmaya başlayacaktı. "Özür dilerim." dedim dizini tutan ve elimi ağzından çektiğim an azalan gözyaşları artan çocuğa doğru. Şimdi çok daha sessizdi ancak iş işten geçmişti. "Çok özür dilerim, ağlama lütfen. Annem sana yenisini alır." Bu kadınlardan yardım isteyebilirdim. Ancak kurtulmak yerine, daha çok dövülürdüm. Ayrıca bana yardım falan etmezlerdi. Yine bu şekilde çok pahalı bir evin bahçesinde oturur, annemi ayıplarlardı. Dedikodu yapmak kötü bir şeydi elbet ama kimsenin kılını bile kıpırdatmaması daha kötüydü. "Anne, Afra oyuncağımı kırdı. İtekledi beni!" Evet, haklıydı. Suçlu olduğumu biliyordum. Gülümsedim. Çünkü sahte bir şekilde olsa da gülümsemek hep bir şeyleri düzeltmişti. Yine düzeltsin ve dayak yemeyeyim istedim. Ayağa kalktım. Çocuğun yanına gelen annesinin şefkatle başını okşamasını izledim. Gözlerinde endişe vardı. Çocuğu için endişe ediyordu. Sonra bana döndü ve annem gibi baktı. Çok kötü bakıyordu ve ben korkmaya başlıyordum. "Ne yaptın oğluma!" Çocuğun başından tutarak onu karşımda resmen bağrına bastı. Benim karşımda hem de. Fazla adaletsiz değil miydi? Babam söylemişti. Biz yiyecek yemek bulabildiğimiz için, giyecek kıyafet, sevebilecek ve sevilebilecek bir aileye sahip olduğumuz için dünyanın en şanslı insanlarıyız demişti. Sonra da, bu dünya çok adaletsiz çünkü küçük çocuklar açlıktan ölüyor diye de eklemişti. Çok üzülmüştüm o çocuklara. Ama adalet kavramını da o zaman öğrenmiştim. Sonra düşünmüştüm. Kendimi ilk defa o an, şanslı hissetmiştim. Bilmiyorum belki de utanmıştım çünkü ben ölmüyordum. Canım yanıyordu elbet ama ölmüyordum. Adalet terazisinde ağır basan taraf bendim. Kazanan bendim o çocuklara göre. Babam şükretmeliyiz demişti. Şükretmiştim. Ama şimdi fark ediyordum ki adalet terazisinde ağır basan taraf da değildim, yükselen taraf da. Ortada adalet terazisi yoktu ki. Ortada sadece adaletsizlik vardı ve ben bu çocuk yaşımda, çok erken farkına varıyorum. Hayat herkese adaletsizdi. Ama bana, açlıktan, dayak yemekten ölen çocuklara çok daha adaletsiz. Sonra yanıma annem geldi. Bana doğru eğildi ve kulağıma fısıldadı. Yüzündeki gülümseme dışarıdan masum görünebilirdi ama bana, daha sonra olacakların kısa bir kesiti gibi gelmişti. "Hemen özür dile. Bunun hesabını vereceksin!" Eliyle bileğimi yakaladı. Kadınların hepsine teker teker bakarak gülümsedi ve yeniden bana döndü. Gözlerimi kaçırıp ağlayan çocuğa döndüm. Özür dilememe rağmen, yeniden özür dilememi istemişlerdi. Sanki özrü kabul eden onlar olacaktı. Ben zaten özür dilemiştim. Özrümün kabul olması için, gerçekten özür dileyen bir insan sayılmak için özrümün herkes tarafından duyulması mı gerekiyordu? Öyle bir durum varsa şayet, özür dilemekten çekinmezdim. "Özür dilerim. Bir daha yapmayacağım, söz." Annem bileğimi hafifçe sıktığında ona döndüm. Gözleriyle çocuğun ve annesinin yanına gitmemi işaret etti. Onu anladım ve ufak adımlarla iç çeken çocuğun yanına gidip elini tuttum. "Özür dilerim. Bir daha yapmayacağım. Barıştık mı? Lütfen barış benimle. Hiç arkadaşım yok benim." Tüm konuşmamı kaşları çatık bir şekilde dinleyen çocuğun, son söylediğim cümleden sonra sert yüzü yavaş yavaş yumuşadı ve annesinin kucağından doğruldu. Anneme hissettirmeden baktığımda çocuğun annesini süzdüğünü gördüm. Hiç arkadaşımın olmadığını söylemem sorun olur sanmıştım ancak annem beni duymamış gibi davranıyordu. Oysa başkalarının yanında söylediklerime dikkat etmemi, bizim asil bir aile olmamız gerektiğini söylemişti. Asil ne demekti bilmiyordum. Sanırım iyi bir şeydi. Sormaya korkmuştum. Bu yüzden sadece anladığım kadarıyla yerine getiriyordum. Belki de akşam soracaktı hesabını. Doğru! Annem beni hiç kalabalıkta dövmezdi ki. Kesin yalnız kaldığımızda dövecekti. Gözlerimin dolduğunu hissettim ve anneme kaçamak son bir bakış attım. Çocuk bana doğru yaklaştı. Ne yapacağını izliyor ama annemin sinirli olup olmadığını bilmediğimden, çocuğu izlemekten çok kendimi yiyordum. Çocuk karşımda durdu. Gözlerime baktı. Saklamama fırsat vermeden dolduklarını anladı, dudaklarını büzdü ve kollarını küçük bedenime doladı. Ne olduğunu anlayamıyordum ama babam dışında ilk defa birine sarılıyordum. Nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Dolu gözlerim yavaş yavaş kısıldı. Küçücük bedenlerimiz birbirine kenetlenmişti ama ben, onun küçük bedeninden güç alıyordum. O beni koruyamazdı annemden. Ama bazen korunmak değil, sarılmak isterdik. Bir yabancıya ya da bir tanıdığa. Sadece sarılmak... İlk defa babam dışında birine sarılmıştım. İlk defa babam dışında birinden güç almıştım. Bu annem için sorun olur muydu? Bir kez daha göz ucuyla anneme baktım. Sarıldığımız için kızar mıydı? Kızgın görünmüyordu. Küçük bedenimi kolları arasına alan çocuk ise bana sarılmaya devam ediyordu. Kafasını hafifçe kaldırdı ve fısıldadı. "Annem sana kızdı diye üzüldün mü? Üzülme Afra. O kavga ettiğim arkadaşlarıma hep kızar." Geri çekildi ve gülümsedi. Şaşkınlıkla onu dinliyordum. Annesinin yanına gitti ve bu defa onun kulağına fısıldadı. Annesi ile göz göze geldiğimizde kaşlarını çattı. Ondan da korkuyordum. Ben herkesten korkuyordum. Kadın doğruldu. Oğlunun elini tuttu. "Kusura bakma, Neriman. Aşırı tepki verdim." Anneme göz ucuyla baktım. Ne tepki vereceğini bilmiyordum ama şimdiye kadar benim dışımda kimseyi dövdüğünü görmemiştim. Kadın annemden özür dilemişti. Oysa ilk benden özür dilemesi gerekmez miydi? Anlayamıyordum. Sadece kafamı çeviriyor, annemin tepkilerini bekliyor ve kadının söylediklerini dinliyordum. "Bir daha olmayacak zaten." dedi annem otoriter bir sesle. "Sinirlerine hakim olmalısın, tatlım. Çocuklarla konuşurken dikkatli olmalıyız. Öyle değil mi hanımlar?" Etraftaki birkaç kişiden yükselen fısıltılardan ben bile rahatsız olmuştum. Kadın bana döndü. Çocuğun elini bıraktı ve yanıma kadar gelip önümde diz çöktü. "Senden de özür dilerim, tatlım. Korktuğum için sana bağırdım." Elimi kaldırdım. "Önemli değil, teyze. Düşsün istememiştim ama düştü. Bir daha yapmayacağım. Söz!" Kadın bana gülümsediğinde üzgün olsam da ben de gülümsedim. Nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum ama annem ilk defa beni korumuştu. İlk defa. Çocuk yanıma kadar geldi ve elimi tuttu. "Hadi oyun oynayalım, Afra! Benim daha çok oyuncağım var. Hem, ben senin arkadaşın olurum artık." Kafamı salladım ve hâlâ birbirine bakan annem ve onun annesine son bir bakış atıp beni sürüklemesine izin verdim. "Oynayalım!" İlk oyunumu, o çocukla oynadım. ***** Kötü bir kızdım ben. Değerlerimi diğer insanlardan üstün tutmam, sinirlendiğimde onlara zarar vermeme neden oluyordu. O zaman anlayamamıştım. Kadın benden gerçekten özür diledi sanmıştım ancak kadın sadece annemden korkmuştu. Yaşanan olay sonrasında, orada kadına karşı fısıldayan o insanlar da o kadın da samimi değildi. Oradaki tek samimi insan oydu. Sonradan öğrenmiştim. Annesi ona, birisi sana zarar vermeye çalışırsa bağır demiş. Benim gibi baskı altında büyütülmüş bir çocuktan, farklı davranmasını kimse bekleyemezdi. Ancak o, o kadar ağır başlı ve halden anlayan bir çocuktu ki bana gönderilen bir melek olduğuna inandırmıştım kendimi. Aslında o, korkarmış kavga etmekten. Saçıma uzanmasının sebebi de saçımda yaprak olmasıymış. Ben yanlış anlamışım. Annem bana yeterince zarar veriyor zaten demişim o küçük yaşımda. Bari diğer insanlar vermesin diye eklemişim. Herkese canavar gözüyle bakmışım, insanlardan nefret etmişim. Ama atladığım bir şey varmış işte. Atladığım şey, Deniz'in de bir çocuk olduğuymuş. O beni anlarmış çünkü çocukların kalbini kötülük attırmazmış. Çocukların kalbinde kötülük taht kurmazmış yetişkinlerin aksine. Çocuğun adı Deniz'di. O gün onunla ilk defa konuşmuştuk ve o benimle ilk defa oynamak istemişti. Diğerleri beni dışlarken hem de. Defalarca çocuklarla oynamam için annem tarafından zorlamıştım ama yaptığım tek şey, onların oyunlarını izlemek olmuştu. Çünkü benim oyuncağım yoktu. Çünkü nasıl oyun oynanır bilmiyordum. Ben nasıl çocuk olunur, onu bile bilmiyordum. Ama insan alışıyordu bir müddet sonra. Çocuk olmak şarttı. Ama yetişkin olmak daha güçlü hissetmeme neden olmuştu. Mesela annem beni çocukken döverdi. Güçsüzken, karşı koyamıyorken. Ancak büyüdüğümde ve olması gerekenden çok daha fazla hayatına karıştığımda bana vurmak bir yana dursun, sırf yüzümde iz olmasın diye yüz bakımına gönderdiğini hatırlıyordum. Evet, benim annem bir psikopattı ve ben o psikopat kadınla aynı evde hayatta kalmayı başaran küçük bir kızdım. Başarmıştım. Bugün burada, babasızlık çekerken bile güçlü durmayı akıl edebiliyorsam, bu benim gücümden kaynaklanıyordu. Ne Karan'ın düşman dediği korkutucu adamlar yok ederdi bu saatten sonra beni, ne de kendim. Çünkü ben arkamda bir korku bırakmıştım. Annemin o çok yükseklerde olan tahtının tek tehdidi benim varlığımdı ve tahttakinin beni öldürmek istemesinin sebebi de tam olarak buydu. Sonuçta taht, tehdit tanımazdı. Annem beni asla öldüremezdi. Ne bugün, ne de yarın. Ancak ben onu öldürebilirdim. "Siktir!" Karan'ın tepkisi sonucunda gözlerimi kırpıştırdım ve bileğime dolanan eline tutundum. "O kim, neler oluyor Karan?" Bileğimi tutan elini diğer elimle daha fazla sıktım. Bunun korku olduğunu biliyordum. Bu tepkilerimin korku sonucu ortaya çıktığını biliyordum. Ancak yutardım ben korkumu. Böyle ayakta kalırdım. "Afra," dedi Karan gözlerini adamdan ayırmadan. Adamı daha dikkatli inceledim. Karan'dan çok daha büyük görünüyordu. Gözlerini Karan'dan daha kızıl değildi ama. Önemli olan şu an hangisinin göz renginin daha koyu olduğu da değildi. Üzerinde pelerin benzeri tuhaf bir giysi vardı. Boynundan başlamış, diz kapaklarına kadar uzanmıştı. Normalde görsem, vampir olduğunu düşünebilirdim. Adamda olan gözlerim Karan'a döndü ve ondan ayırmadım bakışlarımı. Bu halleri beni daha çok korkutuyordu. Devam etmesini bekledim. "Bu adam tehlikeli. Duydun mu?" Elini kendime çektim. "Ne demek tehlikeli? Ne yapmam gerekiyor? Beni koruyamaz mısın?" Karan adamdaki gözlerini bana sabitledi. "Korurum. Seni her zaman korurum Afra. Beni dinle, sorduğu hiçbir soruya cevap verme. Yalan söylersen, senden beslenir. Yalanları çok severler. Anlıyor musun beni? Doğu yöneticilerinin uzaktan bir aile üyesi. Muhtemelen arandığını bilmiyor. Onlara henüz haber uçmamıştır. Gücünü hissetmiş olmalı. Dediğimi yap, tamam mı? Asla cevap verme. Tüm gücünü saklayacağım. Anlıyor musun?" Anlattıklarını masal gibi dinlemiştim. Korkmalı mıydım bilmiyordum ama karşımızdaki bu adam hiç iyi gözlerle bakmıyordu. Arabadan çıkarken ona seslendim. "Sakın elimi bırakma." Duraksayıp bana döndü. Ellerimize baktı ve kafasını yavaşça salladı. Ellerimizi kendi dizinin üzerine koydu ve baş parmağıyla elimin üzerini okşadı. Gözleri kısa süreliğine elleriyle hapsettiği ellerimde gezindikten sonra, kafasını kaldırdı ve bu defa gözlerime baktı. "Dediklerimi yaparsan, zarar görmezsin, Afra. Unutma, kimse benden daha karanlık olamaz. Burada kimse, benden daha kötü olamaz. Anlıyor musun? Seni canım pahasına korurum." Kafamı salladım. Konuşması içimde bir yerlerde o ölü bedenlerin arasına çökmüş acı içerisinde inleyen, hıçkırıklarını bir türlü dizginleyemeyen küçük çocuğun kendine gelmesini sağlamıştı. O çocuğu uyandırması iyi miydi kötü müydü bilmiyordum ancak yanımda olması, o çocuğa güven veriyordu. Ben bu güveni hiç hissetmemiştim o çocuk gibi ve içten içe korkmadan da edemiyordum. Alışmaktan korkuyordum. Geciktirilmiş bir kararla yoldan çıkmak, en başta yola girmekten çok daha fazla zarar verirdi ne de olsa. Ancak şimdilik, bu aykırı duruma karşı kafamı salladım. "Hissedebiliyorum. Çok güçsüz. Senin gücünü de benim gücümü de hissedemez. Yalansız kalmış." Tamam, bende yalan boldu. Ama ona verecek yalanım yoktu. "Cevap veremiyorsan, sessiz kal. Anladın mı?" Kafamı salladım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Arabanın kapısına doğru döndüğünde ellerinin arasındaki ellerimi çekip ben de onun gibi dışarı çıktım. Önümde yürürken, sırtı oldukça dikti. Güçsüz olduğunu biliyordum ancak o gece bile tüm düşmanlarının arasında dimdik durmuştu. Güçsüz olmak onda bir şeyleri değiştirmiyordu belli ki. Kendine güveniyordu. Az önce, o koltukta bana yanan gökyüzünden bahsederken acı çeken adam, omuzları düşen adam değildi şu an. Çok daha yıkılmaz, çok daha dikti. Gökyüzünü bile kendine cehennem kılan adam şimdi, beni korumak için başkalarına cehennem olacaktı ve ben ilk defa kendi ateşim dışında, başkasının ateşi sayesinde yakacaktım. Güç kaynağıydım. Dahası değildi. Onun güç kaynağıydım, o kadar. Önüne kadar geldiğimiz adam büyük, iğrenilesi bir kahkaha atıp Karan'a baktı. "Uzun zaman oldu, Karan? Öyle değil mi? Uzun zamandır ortalıkta yoktun. Nedeni malum." Duraksayıp gözleriyle beni süzdü. Karan sağ eliyle beni arkasına çekse bile, adamın iğrenç bakışlarından rahatsız olmuştum. Karşımızdaki adam konuşmaya devam etti. "Güçsüz olmalısın." Elini Karan'ın omzuna attığında Karan kafasını çevirdi ve omzu üzerinde gezinen ele baktı. "Elini kendin mi çekersin ben mi çekeyim?" Adamın yüzündeki alaycı ifade yavaş yavaş kayboldu. Elini Karan'ın omzundan çekti ancak toparlanması uzun sürmedi. Bozulan yüz ifadesi, bana dönmesiyle düzeldi. "Yanında taşıdığın bu kız da kim? Oldukça tanıdık geliyor. Yeni oyuncağın mı yoksa?" Bana doğru yürümeye başladı. Geri geri gitmedim her zamanki gibi. Ayaklarımı yere sağlam bastım. Korkmama rağmen, ona korktuğumu hissettirmedim. Hatta Karan'ın arkasından çıktım. Yanında dikilmeye başladım. Sadece gözlerine odaklandım ifadesiz gözlerimle. Aramızda üç adımdan daha kısa bir mesafe kala, Karan'ın geniş omuzları görüş alanımı kısıtladı. Bu defa önüme geçen oydu. "Ah, pardon! Birine benzettim de." Adamın yüzünü görüyordum ancak ses tonu, alaylı olduğunu açıkça belli ediyordu. Karan hemen önümdeki ellerini yumruk haline getirdiğinde gerildiğini ve onun gerilmesiyle, kendi bedenimin de gerildiğini hissettim. Adamın tavırları, Karan olmasa elime düşersin dermiş gibiydi ve bu oldukça rahatsız ediciydi. "Hareketlerine dikkat et. Biliyorsun, ben her zaman uyarırım. Sabırlıyım ancak sabrım taşarsa, taşırdığın kadar kötü anlar yaşatırım sana. İkile!" Bakıştıklarına emindim. Ama Karan'ın arkasından çıkıp bir kez daha adama bakmaya cesaretim yoktu. Dik durmak bir yere kadardı. Herhangi bir saldırıya karşı, elimde güç sayılabilecek bir silahım yoktu. Kısacası, tamamen savunmasızdım. Karan olmasa, gerçekten ortada kalırdım. Karan güçlüydü. Karan kullanılmalıydı. "Hadi ama, Karan! Oyuncağınla sohbet etmek isterim." Karan derin bir nefes aldı. Kafasını geriye doğru yatırdı. Gökyüzüne doğru sesli bir nefes bıraktı ve yeniden adama baktı. "İlla öldür diyorsun yani?" Sabırsız ve oldukça kurnaz gelen ses tonu karşısında, adamın sesi çıkmadı. "Yoksa, bu kız senin için önemli mi?" Karan birkaç saniye duraksayıp adama bakmaya devam ederken ben, adamın ne kadar zeki olduğunu düşünüyordum. Bir şeyler biliyordu. Benim bilmediğim bir şeyler ve Karan'a karşı bunları kullanıyordu. Ayrıca Karan için değerli olmadığımı sadece güç için yanında kalmam gerektiğini anlarsa, ne yapardı bilmiyordum ve bilmediğim için şimdi daha da gerilmiştim. "Bak," dedi Karan ellerini önünde bağlayarak. "Bunlar bana işlemez. Anlıyor musun beni? Seni uyardım. Zorla katil ediyorsunuz adamı. Siktir git dediysem siktir olup git. Seninle konuşmayacak. Benim bölgemde, bana saygısızlık yaparsan seni öldürürüm. Sen de bu saçma sapan tutumunla mecliste haklı çıkmam için bana geçerli bir sebep vermiş olursun. Yıllardır süren aile savaşımızın, önemsiz bir kurbanı." Kafasını sallayarak güldü ve devam etti. "Senin için bile fazla ağır bir yenilgi." Adam Karan'ın söylediklerini dikkate almamış olmalı ki bir adımda bana arkası dönük olan Karan'ın yan tarafına geçti ve görüş açıma girmiş oldu. "Ona ne kadar da benziyorsun böyle!" Hayret ve alayla karışık cümlesi karşısında kaşlarımı çattım. Büyüyen gözlerini dikkatle izledim. "Kime?" Sırıttı ve önündeki Karan'a baktı. Bana yeniden döndüğünde benden saklanan bir şeyler olduğuna emin olmuştum. Ve ben hayatım boyunca, yalnızca annesine benzetilen küçük bir kız olmuştum. Dış görünüşümden nefret ederdim. Bu özgüvensizlikle alakalı değildi. Bu, anneme benzetilmemle alakalıydı. Bence asla benzemiyorduk. Bunu söyleme nedenlerinin anneme karşı bir yalakalık olduğunu düşünüyordum ancak annem de bu durumdan memnun olmamıştı hiçbir zaman. Şimdi tanımadığım ve Karan olmasa beni paramparça edecek bu adam, ki Karan olmasaydı beni paramparça edecek bir nedeni de olmazdı, dış görünüşümü birine benzettiğinden söz ediyordu. Fazla fantastik düşünmeliydim belki de. Annem, evrenler ile ilgili bilmediğim şeyler biliyor olabilir miydi? "Burada soruları ben sorarım küçük hanım." Tam birkaç adım önümdeydi ve ben ona hâlâ şüpheyle bakıyordum. Korkum yerini meraka bıraktığı için nefesim artık düzene girmişti. "Neden buradasın? Karan'ın yanında olma sebebin, gerçekten bir oyuncaktan ibaret olman mı?" Adama cevap verirsem ne olurdu? Ona gerçekleri anlatamazdım. Ama yalan da söyleyemezdim. En mantıklısı susmaktı ancak suskunluğumdan çıkarabilecek cevaplar da olabilirdi. Eminim, bir şeylerden şüphelenmişti. Susmayı tercih ettiğimde yüzüme dikkatle bakan iğrenç gözlerinin sırıtışıyla birlikte kısıldığına şahit oldum. "Ah, tanrım! Yalanları çok severim. Sessizlikten de bir o kadar nefret ederim." Karan'a kısa bir bakış daha attığında ben de Karan'a baktım. Sabrediyordu ancak kendini tutamıyor gibiydi ve eminim bu olayın sonu, iyi bitmeyecekti. "Karan'la aranızda bir şey mi var yoksa? Uzun zamandır yanında bir kız görmemiştim. Hem de yabancı gibi görünen bir kız. Yabancı olmayan, yabancı bir kız. İlginç doğrusu!" Karan artık tamamen bana dönmüştü ancak gözleri, adamın üzerinde geziniyordu. "Benden korkuyor musun?" Karan'da gezinen bakışlarım hızla sorunun sahibini buldu ve kaşlarımı çatarak ona baktım. "Hayır." dedim net bir sesle. Ondan korkup korkmadığımı bilmiyordum açıkçası. Şimdilik pek korkulacak bir şey yoktu ancak ne yapacakları da belli olmazdı. Kafasını arkaya yatırıp güçlü bir kahkaha attı. "Seninki fazla yalancı, ne dersin Karan?" Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştığına kanaat getirdiğim Karan, kıpkırmızı kesilmişti ve parmak boğumları resmen beyazlamıştı. Dudağımı ısırdım. Yalan mı söylemiştim şimdi? "Kendini öldü bil, orospu çocuğu!" Adama doğru hırsla atıldığında bir adım geri çekildim ancak adam, gözümle göremeyeceğim kadar hızlı bir şekilde kaçtı. Arkamda varlığını hissettiğimde hızla ona doğru döndüm. İnip kalkan göğsüm yüzünden, mantıklı düşünemiyordum. Arkamda kalan Karan'ın önce kolunu gördüm. Daha sonra elini karnıma götürdü ve beni, arkasına doğru çekti. "Fazla güçsüzsün. Bir kaçarsın, iki kaçarsın ama üçüncüde ezerim başını. Dayanabilecek misin?" Karan'ın alaycı sözlerine adam gülümsedi ve kaşlarını kaldırıp indirdi. "Ben alacağımı aldım sanırım, Karan." Karan adama atılacağı sırada, adam arkasında uzanan pelerini tuttu ve gözden kayboldu. Arkasından birkaç saniye boşluğu izleyen Karan'a doğru bir adım attım ve elini tuttum. "Yanlış bir şey mi yaptım? Yalan söylediğimin farkında değildim. Özür dilerim. Hâlâ koruyabilir misin beni?" Karan diğer eliyle yüzünü sıvazladı ve beni arabaya doğru götürdü. Bağlı olan ellerimize bakıyor, vermediği cevap yüzünden huzursuz hissediyordum. Şimdi gerçekten tehlikede olmalıydım. Beni arabaya otutturduktan sonra kendisi de sürücü koltuğuna oturdu ve arabayı çalıştırdı. Ona sormaya korkuyordum. Cevap vermemesi onun cevabıydı bir bakıma. Ama sormazsam da bütün bir hafta bunu düşünebilirdim. Kendimi sorup sormama konusunda yiyip bitirirken, Karan'ın sesini duydum. "Sorun olacağını sanmıyorum. Yanımdan ayrılma yeter." Kısa ve net cevabı, beni daha da korkutmuştu açıkçası. Sorun olmayacağı hakkında pek emin değildim. Tıpkı sorun olursa, neler olabileceği hakkında pek bir bilgi sahibi olmadığım gibi. Çoktan çalıştırdığı arabayla derin bir nefes aldım. İçimdeki huzursuzluğu bastırmak için elimden gelen her şeyi yapabilirdim şu an. Ne hissetmeliydim bilmiyordum. Elimden bir şey gelmemesi ve olanların tamamen benim aleyhime olması beni hiç olmadığım kadar şanssız hissettiriyordu. Elim kolum bağlı oturmaktan oldum olası nefret ederdim zaten. "Daha ne kadar sürecek bu? Sürekli yer değiştirip duracak mıyız?" Arabanın sessizliğini bozan sesim ve sorduğum soruyla birlikte, Karan gözlerini yoldan kısa süreliğine ayırdı. "Bilmiyorum, uğraşıyorum. Zamanında o kadar çok güç kaynağı avladım ki onlar da benim güç kaynağımın peşine düştü." Gözlerimi açıp ona ciddi mi diye daha dikkatli baktım ve dudaklarımın aralanmasına engel olamadım. "Ne demek güç kaynağı avladım? Hayvan mıyız biz? Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Ayrıca sen milletin güç kaynağını neden öldürüyorsun Karan! Şimdi ben elimde olmayan saçma sapan bir durum yüzünden ölüp gidecek miyim?" Sinirle güldüm. "Saçmalık!" "Bunlar fazla karışık olaylar Afra. Anlayabileceğini sanmıyorum." Hayvan muamelesi gördüğüm yetmiyormuş gibi, bir de aptal muamelesi görüyordum ki bu iki olay en nefret ettiğim şeylerin başını çekebilirdi. Elimde olsa onu burada lime lime eder ve güçlü bir kahkaha atarak psikopatlığımı kanıtlayabilirdim ancak ne yazık ki bunu yapabilecek güçte değildim ve karşımda oturan bu adam bana lazımdı. O benim buradan çıkış kapımdı ve ben kapıyı yok edemezdim. Tüm bu saçmalıkların bittiği günü iple çekiyordum. "Ne demek anlayabileceğini sanmıyorum? Anlasam da anlamasam da bana bir şekilde olan olayları açıklamak zorundasın Karan. Bilmem farkında mısın ama evren değiştirir değiştirmez peşime tonla adam taktın. Üstelik bana seni yaşatacağım zırvalıklarını dinlettikten sonra. Senin suçun olsa da olmasa da en azından ne gibi bir durumun içinde bulunduğumu bilmek isterim." Karan gözlerini kapatıp tek eliyle şakaklarını ovuşturdu ve derin bir nefes verdi. Uykusuzluğu gözlerinden belli oluyordu. Başının ağrıdığına emindim. Ancak bunlar konuşulması gereken konulardı. Beni korumasına izin vermiştim. Üstelik korunmaya ihtiyacımın olmadığını kendime ilk defa anlatmayı başarabilmişken. Şimdi içinde bulunduğumuz durumu tüm detaylarıyla bilmek benim hakkımdı ve ben sormasam, Karan'ın anlatmaya niyeti yok gibi duruyordu. "Haklısın ama bilmen gerekenler ve bilmemen gerekenler var. Emin ol, hepsi senin iyiliğin için. Bildiğinde daha çok tehlikede olacaksın. Şimdi tek bilmen gereken, onların senin peşinde olduğu. Nedeni de bana güç sağlaman. Neden onca kişi içerisinde senin bana güç sağladığına dair mantıklı tahminlerim var. Ama emin olmadan her şeyi sana anlatmam, kafanı daha çok karıştıracak. Sadece keyfine bak. Ben halledeceğim." Böyle bir durumda nasıl keyfime bakacaktım? Arkama yaslanıp kafamı salladım. "Sana güvenmek istiyorum. Umarım sen de saçma sapan bir hata yapıp canımı yakmazsın. Pes etmek için bahane arıyorum. Dua edelim, bahanem senin herhangi bir hatan olmasın." Karan'a bakmadım ama kısa süreliğine gözlerini üzerimde hissettim. Yol boyunca pek konuşmadık. Sonunda araba durduğunda etrafıma bakındım. Ormanın ortasında sayılırdık. Geldiğimiz yol, oldukça dardı ve böylesine bozuk bir yoldan araba geçeceğine dair pek inancım yoktu. Terk edilmiş bir bölge olmalıydı. Aynı zamanda bana oldukça korkunç da görünmüştü. Şahsen böyle bir yerde evde tek başıma kalamazdım. Ormanın kenarında, karşımda İlke ile yaşamak basit gelmişti ama iş, ormanın içine girmeye gelince hiç güvende hissetmiyordum. Arabadan inmeden önce Karan arka koltuğa doğru uzandı ve eline büyük, siyah bir kutu aldı. Kaşlarımı çatarak ona baktığımı fark ettiğinde kutuyu elime tutuşturdu. "Al, kıyafet. Giyersin." Siyah kutuyu kucağıma koydum. Ne kıyafetiydi şimdi canım? Sırıtıp kutuya döndüm. Yeni kıyafetleri severdim. Karan'da para boldu. Karan kullanılmalıydı. Karan arabanın kapısını açtığında, kutuyu daha sonra açma kararı alarak ben de peşinden arabadan indim. Karan önde ben arkada eve doğru yürümeye başladık. Ev, diğerlerinden çok daha küçüktü. Ancak yine de büyük sayılırdı. Kapının önüne geldiğimizde Karan'a baktım. Elini ceplerinde gezdiriyordu. "Sakın bana anahtarı unuttuğunu söyleme Karan." Yalnız kalamazdım. Cidden bu ormanın ortasında, sırf bir anahtar için ortada kalamazdım. "Unutmuşum." Elimdeki kutuyu resmen yere attım. Elini saçlarına götürdüğünde koluna yapıştım. "Tek durmam ben burada. Gücünü falan kullan ben sana güç sağlarım daha sonra. Hadi!" Karan kaşlarını çatıp kolunu çektiğinde ona bakmaya devam ettim. "Saçma sapan konuşma Afra. Tabii ki seni burada yalnız başına bırakmam. Ayrıca kapı açmakla güç tükenmez. Merak etme, güç sağlamak istersem ruhun duymaz zaten!" Yine neye sinirlenmişti şahsen hiç merak etmiyordum. Kapıya doğru döndü. Gözlerini kapının kilit yerine sabitledi ve birkaç saniye sonra aralanan kapıyla rahat bir nefes verdim. "Son zamanlarda oldukça korkaksın. Bir şey mi oldu?" Şimdi de benimle dalga mı geçiyordu? Yerdeki kutuyu aldım. Eve girip üzeri beyaz örtüyle örtülen mobilyalara baktım. "Dur bir düşeneyim. Birden bire fantastik bir şekilde evren değiştirdim. Hadi buna tamamım diyelim, ki asla tamam falan değilim, evren değiştirir değiştirmez peşime tonla adam taktım ve kendini bilmez bir adamla neredeyse her gün ev değiştiriyorum. Gerçekten mükemmel bir durum. Ayrıca sadece şu görüntü bile beni korku filminde olduğumuza inandırabilir." dedim elimdeki kutuyla üzeri kapalı mobilyaları işaret ederek. "Bence sen, o kızıl gözlerinle etrafta fazla dolanma. Şeytana benziyorsun!" "Afra!" dedi cık cıklayarak. Kafasını beni ayıplarmış gibi salladı. "Sanki daha önce şeytan gördün de bir de beni şeytana benzetiyorsun. Sana o kadar yardım ediyorum bir teşekkürünü duyamadım." Eliyle gözlerini işaret etti. "Bu gözlere düşen kadın çok güzelim. Bence sen fazla yorum yapma." Göz kırpıp evde dolanmaya başladığında göz devirdim. "Sanki kendi isteğimle geldim bu lanet yere! Nereden karşıma çıktın da senin yüzünden buralara kadar sürüklendim ben. Şuna bak!" dedim masanın üzerindeki tozu parmağımla göstermeye çalışarak. "Evi resmen bo-" "Biliyorum evi bok götürüyor, Afra. En azından susarak bana yardımcı olabilirsin. Ayrıca, kendini bina tepelerinden atıp, sana yardım etmem için beni sınarken hiç öyle söylemiyordun. Hatırlamıyor musun? Fazla merak zararlıdır derler. Merak etmeseydin ve benimle daha fazla muhatap olmasaydın ne senin başında böyle bir dert olurdu, ne de benim. Şimdi söylenmeyi bırak ve çözüm odaklı düşün." Tekrar göz kırptığında ona sert bakışlarımdan yolladım. "Dua et kaybedeceğim kavgalara girmiyorum, Karan. Dua et!" Kendini koltuğa bıraktığında havada uçuşan tozlarla hapşırmaya başladım. Karan ise bacaklarını önündeki orta sehpahaya koydu ve kollarını da koltuğa yasladı. "İyi edersin." Yüzündeki gülümsemeye odaklandım. İki saniye boyunca beynim tüm fonksiyonlarını yitirdi ancak neyse ki, kendimi toparlamayı başardım. "Neyse, gidene kadar idare edebilirim bence." Ona olan sinirimden ayaklarımı yere vura vura merdivenlerden çıktım ve tüm evi gezmeye başladım. İkimiz için ayrı ayrı odalar vardı. Odalardan büyük olana, şeytani bir sırıtışla girdim. Elimdeki kutuyu yatağa bıraktım. "Acıktım ben!" dedim aşağıya doğru. Bir yandan da odayı inceliyordum. "O zaman yemek ye!" Gerçekten mi? "Evde bir şey var mı?" Birkaç dakika ses gelmedi ancak daha sonra, Karan'ın sesi tüm evde yükseldi. "Yine mi bir şey yok lan!" Gözlerimi devirip kutuya döndüm ve gülümsedim. Kutunun kapağını araladığımda, gözüme ilk çarpan şey, açık mavi, uzun, günlük bir elbiseydi. Oldukça şık duruyordu. Bunun dışında birkaç renk pantolon, hırka ve sıfır kollularla doluydu. Ayrıca evde giyilecek birkaç parça rahat giysi de vardı. İç çamaşıra kadar her şey düşünülmüştü. Alınan iç çamaşırı görmemle kutunun kapağını kapatmam bir olmuştu. Şahsen bu tür bir şey için pek utanmazdım. Sadece garip hissetmiştim o kadar. Dinlenmek istiyordum. Uykusuz olmama rağmen yorgun hissediyordum. Sabah yaşanılan aksiyondan kalan adrenalin, hâlâ taptazeydi. Üzerimdeki yorgunluğun nedeni hem çok tanıdık, hem de çok yabancıydı ancak eminim, uyursam geçerdi. Uyursam, her şey geçerdi değil mi? ***** "Afra, uyan!" Sarsılan bedenime inat uykudan kopamayan beynimle büyük bir savaş veriyordum. Karan'ın sesimi duymama rağmen üşümeme engel olamıyor tir tir titrediğime bizzat şahit oluyordum. Yüzümde gezinen eller vardı. Saçlarımda, alnımda, yanaklarımda... Daha sonra, alıp verilen sıkıntılı nefesleri duyuyordum. Nefesler kesildiğinde daha da yükselen uğultulu sesler vardı ve bu seslerin sahibi, her defasında beni uyandırmaya çalışıyordu. "Afra, güzelim uyan ne olursun!" Karan. Karan'ın sesi. Kuruyan dudaklarımı yaladım ve gözlerimi açtım. Yüzümü buruşturdum. Bunun sebebi, her yerimin ağrımasıydı. Ellerim kollarımda gezindi. Kendimi sarıp sarmaladım ve titrediğim için birbirine vuran dişlerimi, sıkarak durdurmaya çalıştım. Oldukça uykuluydum. "Afra, gözlerini açık tut, güzelim. Tamam mı? Bana bak," Büyük elleri yanaklarıma dokundu ve ürperdiğimi hissettim. Ellerinin arasındaki yanaklarımı, baş parmağıyla sevdi. Göz göze geldik. O sağlıklı görünüyordu ancak sanırım ben, hastalanmıştım. "Ne oluyor?" dedim kuru sesimle. Karan nefesini sesli bir şekilde verip çöktüğü yerden doğruldu. Kafamı çevirdiğimde, komodinin üzerine konulan ıslak bez ve suyu gördüm. Ateşim mi vardı? Sanırım ben gerçekten hasta olmuştum. Çok nadir hasta olurdum. Oldukça güçlü bir bünyeye sahiptim. Neden böyle olmuştu şimdi? "Sorun yok, güzelim. Sorun yok. Çok ateşin vardı. Gerçi hâlâ yüksek. Ilık bir duş alman için uyandırdım. Sana yardım ederim, olur mu?" Belli belirsiz bir şekilde kafamı salladım. Gözlerim hala kapalıydı ve fazlasıyla üşüyordum. Açıkçası şu an, iyi olmaktan başka bir şey düşünemiyordum ve Karan ne derse uymaya hazırdım. "Çok sık...hasta olmam...aslında." Ellerimi kollarıma doladım. Yataktan çıkmadan önce yaptığım açıklamada zorlanmıştım çünkü titremeden duramıyordum. "Tamam, tutun bana." Yataktan kalkar kalkmaz Karan'ın omuzlarına tutundum ve hızlı olmaya çalışarak banyoya doğru ilerledim. Karan elini belime sarmış, beni resmen ayakta tutuyordu. Banyoya girdiğimizde, beni klozetin üzerine oturttu. Saçlarımı geriye attı ve yüzüme baktı. "Hemen suyu ayarlayacağım. Tamam mı?" Kafamı salladım. Elimle gözümü ovuşturarak dudaklarımı dişlemeye başladım. Hem uykulu olmak hem de delicesine titremek beni güçsüz düşürmüştü. Karan küveti doldurmaya başladı. Arada arkasını dönüp beni kontrol ediyordu. Bense dönen başıma rağmen dik duymaya çalışıyordum. Her yerim hassastı ve oturduğum zemin, beni rahatsız ediyordu. "Gel bakalım." Karan beni kaldırıp küvete kadar eşlik etti. İlk önce ayağımı suya soktum ve Karan'ın omzuna attığım elim, boynuna dolandı. Su o kadar soğuktu ki... "Hadi Afra, ateşin düşecek hadi güzelim." Beni küvetin içine tamamen soktu. Su diz altlarıma kadar geliyordu. Şimdi nasıl olacaktı da tüm bedenimi suya sokacaktım bilmiyordum ancak dişimi sıkmam gerekiyordu. Ellerimi yumruk haline getirip tüm bedenimi suyla buluşturduğumda titreyen bir nefes bıraktım. Beni izleyen Karan'ın da aynı şekilde nefes verdiğini duyduğumda ona döndüm. Küvetin kenarına oturdu. Hâlâ akan suya elini götürdü ve ılık olup olmadığını kontrol etti. Bana dönüp küvetteki suya elini daldırdı ve kaldırıp, omuzlarımdan aşağıya bıraktı. Kapanan gözlerime direndim. Su o kadar soğuk geliyordu ki. Aslında şu an bana her şey soğuk geliyordu. Karan beni, küvetteki suya elini daldırarak narince yıkamaya devam ederken bacaklarımı kendime doğru çektim. Bir hasta olmadığım kalmıştı. Oldukça güçlü bir bünyeye sahiptim. Hastalığımı neyin tetiklediğini hiç bilmiyordum. Sanırım, dün gerildiğim için terlemiştim. Bardan çıktığımızda hava serindi ve benim üzerimde resmen bir kumaş parçası vardı. Yani hasta olmam kaçınılmazdı. Karan'ın eli, önüme gelen saçlarımda dolaştı. Saçlarımı omzumdan geriye doğru atarken, eli çıplak tenime temas etti ve ürperdim. O da bunu hissetmiş olmalı ki daha fazla temas etmekten kaçındı. Eli diğer tarafımdaki saçlarımda gezindi bu defa. Ancak çok daha uzun. Dizime kapandığımdan yüzünü göremiyordum. Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda, gözlerini saçlarımdan ayırmadığını fark ettim. "Kıyafetlerin," dedim kuru bir sesle ve sesim, onu kendine getirdi. "Tamamen ıslandı." Saçlarımı yeniden geriye attı ve eline aldığı suyu omuzlarımdan aşağıya bırakmaya devam etti. "Sorun değil." Derin bir iç çekti. Anlam yüklü bir nefesti bu. Gözlerine bakmaya devam ettim ancak o gözlerime bir kere bile bakmadı. Tam anlamıyla, göz göze gelmemeye çalışıyordu. Herhangi bir anlam aramadım. "Daha iyi misin?" Bilmiyordum. Hâlâ üşüyordum. "Üşüyorum." dedim sadece ve bacaklarımı kendime daha fazla çektim. Elini suya daldırdı. Islak eliyle yüzümü yıkadı. Daha sonra ateşim var mı diye kontrol etmek için olsa gerek, alnıma yaslandığı eliyle bir müddet bekledi. Kaşlarını çattı. Yanağıma elinin tersini koydu ve hissetmeye çalıştı. Yeniden derin bir nefes verdiğinde ona baktım. "Düşmüş sayılır. Emin olmak için doktor çağıracağım. Fazla sürmez, gelene kadar suyun içinden çıkma. Tamam mı?" Gözlerine baktım ama o bana bakmak yerine doğruldu. Bir gariplik vardı. Ayağa kalkıp arkasını döndüğünde kaşlarımı çatıp eline tutundum. Bana döndü. "Bir şey mi oldu?" Benim gibi o da kaşlarını çatıp tamamen bana döndü. "Ne gibi?" Omuz silktim ve birbirine vuran dişlerimi sabit tutmaya çalıştım. "Bilmiyorum. Bir gariplik var sende. Yüzüme bakmıyorsun. Ne olduysa anlat, Karan? O adamlarla mı ilgili?" Karan beni sabırla dinledikten sonra, kolundaki elimi diğer eliyle yakaladı ve yavaşça dizimin üzerine bıraktı. "Bir şey olsaydı, anlatırdım. Önemli bir şey değil ve seninle ilgili de değil. Güven bana, sadece bekle." Çatık olan kaşlarım düzelmedi ya da içimdeki şüphe bitmedi. Aksine, daha fazla şüphelendim. Bir şeyler olmuştu. Benimle ilgi ya da değil, keyfi yerinde değildi. Bunun nedeninin o adamlar olduğuna emindim. "Çabuk gel." dedim o gitmeden önce. Kafasını salladı. Onu izliyordum ama kapıdan çıkmıyordu. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı ve kalkan göğsüne bakarken, aniden gözden kayboldu. Doğrulup şaşkınlıkla banyoya bakındım. Elimi koyduğum küveti kenarı beni ürpertti. Banyoda tek olduğumu anlamamla, Karan'ın bir diğer tuhaf gücünü öğrendiğimi fark ettim. Şaşkınlığım yerini, sakinliğe bıraktı çünkü artık alışmaya başlıyordum. Dizlerimi karnıma bastırdım. Kafamı da dizlerimin üzerinde sabitledim ve bekledim. Sadece birkaç dakika içerisinde geri döndüler. Karan'a baktım. Daha sonra yanındaki Karan'ın boylarında, koyu kumral saçları ve masmavi gözleri olan adama baktım. Bu doktor olmalıydı. Elinde bir çanta vardı. Yüzünde ise bariz belli olan bir şaşkınlık. Bana öyle bir bakıyordu ki dış görünüşümden şüphe duydum. Muhtemelen şu an, tamamen bitik haldeydim ve karşımdaki adam bu halime gereğinden fazla şaşırmıştı. Yüz ifadesinin üzerinde durmadım. Yeniden Karan'a döndüm. "Neden Alex'i çağırmadın? Onun da doktor olduğunu sanıyordum." Kaşlarını çatan Karan yavaşça yanıma geldi ve oturarak konuşmaya başladı. "Neden Alex'e bu kadar takıntılısın bilmiyorum ama onun son hâlini gördün. Rahatsızdı. Şimdi gelemez." Kafamı salladım ve çatık kaşlarıyla kısılan gözlerine baktım. Arkadaki adam yavaşça yanımıza geldi. "İzin verirsen, muayene etmem gerekiyor. Onu yatağa almamız lazım." Karan doktora kısa bir bakış atıp bana döndü. Banyonun içerisinde ilerledi. Bir havlu alıp geri döndü ve doğrulmam için elini uzattı. Eline tutunarak ayağa kalktım. Elindeki havluyla tüm bedenimi kapattı ve beni küvetten çıkartmadan kucağına alıp banyodan çıktı. Kollarımı boynuna doladım. Daha önce Karan dışında kimse beni kucağına almamıştı, annem bile, bu yüzden Karan beni kucağına aldığında tuhaf hissediyordum. Sanki, özgürce uçuyormuş gibi. Oysa tek yaptığım Karan'a tutunmak oluyordu. Uçmak için özgür olmak gerekirdi ve ben bir adamın beni taşımasını özgürce uçmak olarak tanımlıyordum. Saçmalıktan ibaretti. Hâlâ titriyordum. Duş sanki sadece uykumu alıp götürmüştü benden. Bedenim öylesine yorgun, öylesine yıpranmıştı ki geldiğimden beri bir an bile durulmayan olaylara kısa süreliğine veda etmek zorundaydım. Şu an kesinlikle hiçbir şey umurumda değildi. Tek istediğim yatıp dinlenmek ve uyandığımda daha iyi olabilmekti. "Yalan mı söyledin, hani düşmüştü ateşim?" Fısıldadığımda Karan'ın sırtının dikleştiğini hissettim. "Tamamen düştü demedim. Doktor muayene ettikten sonra daha iyi olacaksın." Kafamı sallayıp beni yatağa bırakmasına izin verdim. Arkamdaki yastığı yatak başlığına yaslandı ve arkama yaslanmam için yardım etti. "Teşekkür ederim." Gülümseyecek kadar gücüm yoktu ama ona tebessüm ettim. "Neden Alex'i değil de bu doktoru getirdin? Doğru söyle gerçekten iyi mi o?" En son yanlarından ayrıldığımızda hiç iyi görünmüyordu. Hatta benden daha kötü bir durumda bile olabilirdi. Sorumu duyan Karan, eğildiği yerden doğruldu ve kaşlarını çatarak üstten üstten bana bakmaya başladı. "Alex iyi, konuştum sabah. O iyi de, sen pek iyi değilsin. Bence başkalarını düşünmek yerine önce kendini düşün. Alex'e karşı bir takıntın var ama anlamış değilim henüz. Neyse, yakında çıkar kokusu." Yüzüme sert bir bakış daha atıp arkasını döndü ve dolaba doğru yürüdü. Islak olduğum için onun da üzeri ıslanmıştı. Benim odamda bulunan dolap muhtemelen onun eşyalarıyla doluydu. Her evinde ona özel kıyafetlerinin bulunmasına şaşırsam mı şaşırmasam mı bilmiyordum ama kıyafet, temizlik, bakım konusunda oldukça hassas duruyordu. Sürekli aynı boyda olan saçları ve sakalları, sakalları hep kısa olurdu, bunu kesinlikle kanıtlıyordu. Üzerindeki beyaz gömleğin düğmelerini teker teker çözdü. Arkası bana dönük olduğu için sadece öne eğdiğim başını ve ensesini görebiliyordum. Daha sonra geniş omuzlarından gömleği yavaşça sıyırıp bir kenara bıraktı. Sırtına bakmaya devam ettiğimi fark ettiğimde kendime geldim. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Büyü falan mı yapmıştı bana? Olabilirdi. İlk tanıştığımızda oldukça cüretkârdı. Eminim saygı duymadığı insanlara cüretkâr davranıyordu. Hem de herkese. Kaşlarımı çatıp onu izlemeye devam ettim çünkü onu izlemek garip hissettiriyordu. Dolabı açtı, eline geçirdiği siyah bir gömleği üzerine geçirdi ve bana döndü. Kaşlarım çatık bir şekilde yüzüne bakmaya başladığımda gözlerinin kısıldığına ve şüpheli bakışlar attığına şahit oldum. Boğazımı temizleyip çoktan odaya giren ve çantasıyla uğraşan doktora döndüm. "Afra Hanım," dedi ona baktığımı fark eden doktor. Başımda dikilmek istemiş olmalı ki birkaç adımda baş ucumda belirdi. Ses tonu oldukça sakindi ancak kesinlikle hiçbir duygu barındırmıyordu. İşini ciddiye alması hoştu. Ama iğne yaparsa işini ciddiye alması hiç hoş olmayacaktı. "Şikayetleriniz neler? Ateş dışında belirtmek istediğimiz herhangi bir şey var mı?" Kafamı salladım. "Başım çok ağrıyor. Ayrıca çok halsizim. Ayakta duracak gücüm bile yok." Normalde pek hasta olmazdım. Doktor başını sallamakla yetindi. Elindeki rapora bir şeyler karalarken, aynı zamanda Karan'la konuşmak için dudaklarını araladı. "Kaçmak hiç senin tarzın değildir, Karan? Kaçmanın sebebi nedir?" Karan elleri ceplerinde arkadan adama baygın bakışlar attı ve derin bir nefes verdi. Doktor ise işiyle meşguldü ve yüzünde ciddi bir ifade vardı. Ancak öyle bir ciddiyetti ki bu, birazdan bozulacağına emindim. Çünkü yüzünde okunabilir bir şekilde, öfke vardı. Neden öfkeliydi bilmesem de sessiz kalıp anlamanın daha mantıklı olabileceğini düşündüm. "Emanete hıyanet etmek bana göre değil, Deniz. Biliyorsun. Onu korumak zorundayım. Kendi prensiplerimi çiğneme pahasına da olsa. Verdiğim sözleri tutmak zorundayım. O bana canını emanet etti." Tüylerim tam anlamıyla diken diken oldu. Gözlerim, Karan'ın az önce Deniz diye seslendiği adama döndü. Deniz, ilk ve Duru'nun ihanetinden sonra artık tek gerçek arkadaşımdı. Yeniden Karan'a döndüm. Gözlerini gözlerime diktiğinde benden bahsettiklerine emin oldum. Zira ben burada değilmişim gibi konuşuyordu. Ancak bir yandan da benimle ilgili böyle konuşması kaşlarımı çatmama neden oldu. Ne emanetiydi bu şimdi? Ben kimseye canımı emanet falan etmemiştim. Sanırım bunu daha sonra konuşabilirdik. Şimdi doktora bakmakla meşguldüm çünkü. "Emanetine pek iyi sahip çıkamamışsın sanırım, kardeşim. Bir kez daha. Prensiplerden söz etmemeliyiz sanırım. Çünkü sen kalmayı prensip benimserken, kaçmayı seçmiştin." Ölmüyorsam sorun yok demekti. Yine de gözlerim, doktorun alaycı ve bir o kadar da tehlikeli gülüşüne takıldığında kaşlarımı çattım. Ortama hakim olan gerginliği yeni yeni fark edebiliyordum. Aralarında ciddi bir konu vardı ve ben, ne olduğunu öğrenmek için can atıyordum. Karan kaçmayı sevmiyordu. Bunu anlayabilmiştim. Ama belli ki, bir şekilde bir durumdan kaçmıştı. Deniz Karan'ın kaçtığı konunun bizzat içinde olmalıydı. Nerede olsa tanırdım. Eminim Deniz denen adam, Karan tarafından yüz üstü bırakılmıştı. "Konuşmayı kes ve işine odaklan. En azından ağrı kesici falan yaz. İşini sana ben öğretmeyeceğim." Karan'ın sert ses tonundan sinirlendiği belliydi. Muhtemelen karşılaştığı tavırdan hoşlanmamıştı ve konu büyümeden kapatmak istiyordu. Kendisine toz kondurmuyordu. Ortamdaki gerginliğin tam ortasında, kendime daha fazla odaklanarak dudaklarımı araladım ve Deniz denen doktora soru sormaya çalıştım. "Neyim varmış, doktor bey?" Doktor bana baktığında ben de ona baktım. Göz göze geldik. Tıpkı benim arkadaşım gibi mavi gözleri vardı. Koyu kumral saçları, açık sayılabilecek teni... Ortam yüzünden kasılan tüm kaslarımın, onunla göz göze geldiğimizde yavaş yavaş rahatlığını fark ettim. Diken diken olan tüylerim normale döndü. Nefeslerim de öyle. Üzerimde bir bakışıyla büyük bir etki bırakan bu adamın adı, Deniz'di. O benim arkadaşıma çok benziyordu. Bir anlığına bana da öfkeyle baktığını fark etsem de, gözlerinin ifadesiz bir hâl alması uzun sürmedi. Bu tavrının, Karan'a olan kavgasından kaynaklandığını düşündüm zira ona en ufak bir zararım dokunmamıştı. Hatta onu tanımıyordum bile! "Önemli bir şey yok, Afra Hanım. Size birkaç ilaç yazacağım. Düzenli kullanın lütfen. Dinlendiğinizde geçecektir." O bana birkaç tavsiye vermişti ancak ben onu izlemeye devam ediyordum. Komodinin yanına yaklaştı. Çantasından birkaç paket ilaç çıkarttı. Üzerine onu dinlemediğim için anlamamın pek mümkün olmadığı birkaç şey not aldı. Göz göze geldiğimizde, onu dinlemediğimi anlamış olmalı ki doğruldu ve sabır dilenircesine derin bir nefes aldı. Bu hareketine anlam verememiştim. Anlamak için onu dikkatle süzmeye devam etmeme rağmen, beni dikkate almadı ve yeniden Karan'a laf atmak için uğraştı. Şimdiye kadar Deniz ismiyle on dört defa karşılaşmıştım. Bu on beşinci karşılaşımdı ve her defasında acı katlanarak artıyordu. Boğazıma simsiyah eller yapışıyordu. Nefesimi kesiyorlar ve ben bir kez daha anısız kalmanın anılarla acı çekmekten çok daha iyi olduğunu düşünüyordum. İyi anılar katilim oluyordu. Kuruyan dudaklarımı yaladım, ıslak saçlarımı omuzlarımdan aşağıya sarkıttım. Sanırım şimdi, ölü birini yad etmek için fazla kalabalık bir ortamdaydım ancak içime çöken karanlığa da engel olamıyordum. "Siz yokken hastanelerin ne kadar dolu olduğunu o çok bilmiş arkadaşın Alex ve yanındaki ufaklık biliyor musunuz, Karan?" Alaylı sesine karşılık Karan'a kısa bir bakış attım. Gözlerini tıpkı az önce Deniz denen doktorun yaptığı gibi sabır dilenircesine kapattı. Ceplerindeki ellerini çıkarttı ve onları önünde birleştirip dinlemeye devam etti. "Hepsiyle ben ilgilendim. Sırf siz yoksunuz diye, sen halkını yüz üstü bıraktın diye kaç kişi ölümle burun buruna geldi haberin var mı? Savaş çıkacaktı lan! Savaş! Küçücük çocuklar kan revan içinde, yaşlılar dövülmüş kadınlar koca koca adamlar tarafından işkenceye maruz kalmış. Sen hâlâ halkımın sağlığı yerinde diye gezin ortalıkta. Yolda yürürken yüzlerine bakamıyorum. Bakamıyoruz, doktorlar olarak! Çünkü ya onların ya da yakınlarının uyuşturucusuz bir yerlerini diktik, çıkıklarını oturttuk! Sen şimdi bir de," Bana döndü ve nefesini tuttu. Elini kaldırıp beni işaret ettiğinde şaşkınlıkla açılan dudaklarım kapandı. Karşımdaki adam her şeyi içine atmıştı. Belliydi bu ve şimdi patlamıştı. Patlamasıyla birlikte ortalığa saçılan tüm her şeyi Karan'la birlikte ben de duyuyordum ve bu oldukça şaşırtıcıydı. Bir şeyler olmuştu. Bahsettiği şeyler basit şeyler değildi ve her şey, Karan'ın yokluğunda meydana gelmişti. Karan neden gitmişti? Gittiği yerin benim evrenim olduğu apaçık belliydi. Karan tüm bunların olacağını bile bile, nasıl sırf suçluları yakalamak için benim evrenime gelebilirdi. Aklım almıyordu. Ben şaşkınlığımı atlatamazken, Deniz elini kaldırdı ve beni işaret etmeye devam etti. Şişirdiği göğsü ve dolan gözlerine baktım. Çaresiz ve olduça dertli görünüyordu. "Gönül eğlendir, yansımasıyla. Ne oldu, ölünün arkasından bu kadar mı yas tutabildin! Ölünce mi kıymete bindi! Öldürdün de iyi mi oldu lan! Sevmişmiş! Sen sevme, Karan. Sen sevince açan güneş bile terk ediyor seni. Kalpsiz olduğunda daha iyi. Sen kalpsiz davran!" Yeniden bana baktı. Ben ise sadece ona bakıyor, neden bahsettiğini anlamaya çalışıyordum. Birkaç adım geri gitti. "Aferin kardeşim, aferin! Sen çok ah aldın, Karan! Çok ah aldın! Şimdi o çok yetenekli bulduğun Alex'inle yönet hastaneleri. Bir de karşıma geçmiş, telaşlı telaşlı yardım istiyorsun. Buraya geldiğinde verdiğin ilk emir neydi? Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Amacın ne senin? Ne demek, kızı korumak lan! Çıldırtacak mısın sen beni?" Elini saçlarına daldırdı. Bir izleyici gibi oturmuş, boğazını yırtarcasına bağıran bir adamın ve karşısındaki ifadesiz bir diğer adamın kavgasını izliyordum. Tamamen kaskatı kesilmiş bedenimin dumura uğradığını belli etmeyen tek bir zerresi bile yoktu. Dilim damağım kurumuştu. Korkuyordum çünkü bu adamın kesinlikle gözü dönmüştü. Korkuyordum çünkü bu gözü dönmüş adam, yalan söylemiyordu. Deniz denen adam saçlarındaki elini çekti ve yeniden Karan'a doğru yöneldi. "Bak kayıtlara! Canı yanmayan bir kişi kalmış mı bölgende? Savaşsa savaş! Gücünün tek bir zerresini bile harcamayacaksın bu kız için! Yoksa unut, geçmişi de unut geleceği de unut. Vicdanını dile getirmiyorum bile. Sen," Ufak bir kahkaha attı ancak kahkahasının boş olduğunu fark etmiştim. Çıkan kargaşadan zaten halsiz olan bedenimi, yeniden bir titreme esir aldı. Hem üşüyordum hem de panik olmuştum. Koca adamlar karşımda ciddi ciddi kavga ediyorlardı, tek taraflı bir kavgaydı zira Karan duruşunu bozmuyordu, ben ise ne yapacağımı bilemeden öylece onları izliyordum ve elimden bir şey gelmemesi daha çok panik olmama neden oluyordu. Ayrıca tüm okların bana dönmesinin verdiği haklı şaşkınlıkla hareket dahi ettiremediğim kollarıma küfürler savuruyordum. Konuyu bilseydim bir şekilde kendimi savunabilirdim ancak bu adamı karşımda ilk defa görüyordum. Karan'ın beni korumasına neden bu denli karşı çıkıyordu? "Vicdanın nerede oğlum senin! Sen dedin bana, çocuklar için lunapark yapacağım dedin. Adamlar kadınları dövmeyecek dedin." Elini Karan'ın göğsüne birkaç defa vurdu ve devam etti. "Adalet olacak burada, kimse kimsenin üzerinde baskı kuramayacak dedin. Ben çektim, halkım çekmeyecek dedin. Dedin lan, çok şey söyledin sen. Nerede senin umutların! Nerede vicdanın! Bir kız için değer mi lan tüm o suçsuzlara bu kadar yük yüklemeye!" Cevap alamadı. Kafasını onu ayıplarmış gibi sallayıp arkasını döndü. Çantasını alırken dolu gözlerinin artık yaşları taşıyamadığını fark ettim. Elleri titriyordu. Bana bir kez daha baktı. Dudaklarını aralayıp muhtemelen bana da bağıracağı sırada, kendini dizginlemeyi başarmış olmalı ki kafasını olumsuz anlamda sallayıp dışarı çıktı. Arkasından bakarken, ciddi bir kaskatılıkla savaşıyordum. Bu kız diyerek beni tüm konuya dahil etmiş, üstelik Karan'a canımı hiçe saymasını söylemişti. Sahi, Karan ne hâldeydi? Kafamı çevirip ona baktığımda hâlâ aynı yerde, aynı pozisyonda dikildiğini gördüm. Bir şeyler eksikti. Dimdik duran ve örnek aldığım omuzları, şimdi yerle bir olacak kadar düşmüştü. Koca bedenini taşıyamadığını fark ettim. Üzerimdeki örtüyü bir kenara koydum ve ayağa kalkıp, hâlâ hasta ve bitkin olmama rağmen, Karan'ın karşısında dikildim. Tamamen duygusuzdu. Şoka girmiş gibi karşı duvara bakıyordu. Karşısında dikilip kendisine gelmesi için koluna tutunmaya çalıştığımda hızla bir adım geri gitti. Çarpan dış kapının sesiyle birlikte önünde bağladığı ellerini çözdü. Kafasını ellerinin arasına alarak şakaklarını ovuşturdu. Bana arkasını dönmesine karşılık ona doğru bir adım attım. Üzerine gitmek istemiyordum. Ağır laflar işitmişti ve şayet, Deniz'in dedikleri doğruysa ve ben Karan'ın şu kısacık sürede biraz olsun tanıdıysam, o şu an zaten bir cehennemdeydi. Ancak o, vicdanlıydı. Bana bile karşılıksız yardım etmişti. Ölmek istemiştim. Beni bırakabilirdi. Ama o, bana yardım etmişti. Vicdansız bir adam değildi ki o. Nasıl olabilirdi böyle bir şey, aklım almıyordu. Adamın tüm söylediklerini teker teker düşündüğümde benim bile başım ağrırken, o bunca zaman neler çekmişti? Şimdi anlıyordum bedeninin neden tamamen soğuk olduğunu. Neden bu denli ifadesiz bir yüze sahip olduğunu. Ancak bir şeyleri anlamanın bedeli, yeni soru işaretleriydi. Her şeye rağmen, içimde bir yerlerde Karan'ın tüm bunları göze alarak benim evrenime gelmesine şaşırıyordum. Haddim olmasa bile hayal kırıklığına uğruyor, bana kendi evreninin oldukça adaletli olduğunu fısıldayan adamı arıyordum. Adalet diye bir şey yoktu. Çünkü insanlar, adaleti katleden ilk ve tek türdü. Bana sırtını dönmesinin sebebini bilmeme rağmen, elimi kaskatı kesilen, buz gibi sırtına koydum. Yalnız hissetmemeliydi. Belki böyle daha iyi olurdu. Ama yalnız olmak istemeseydi, bana arkasını dönmezdi? Ne yapacağımı bilmiyordum. Şu an yaptığım şeyin doğru olup olmadığını da bilmiyordum. Tek bildiğim Karan'ın böyle olmasının beni incittiğiydi. Elini kafasında çekti. Derin bir nefes alıp verdi ve bana döndü. Sakin bir ses tonuyla konuştu ancak bir kez olsun gözlerime bakmadı. "Saçlarını tamamen kurut ve yatıp uyu. Şimdilik alman gereken bir ilacın yok." Yanımda daha fazla durmadan kapıya yöneldi. Koca cüssesini dışarıya zor taşıdı. Sarsak adımlarına, yığılmak üzere görünen hep dik duran ancak ilk defa düştüğünü gördüğüm omuzlarına içten içe duyduğum bir şaşkınlıkla baktım. Ona yardım etmek istedim. Ancak yapamadım. Yardımımı istemediğini biliyordum. Bunu benden kaçarak göstermişti. Gözlerime bile bakamayan bir adam vardı tam olarak karşımda ve ses tonunda bile, bariz belli olan bir utanç vardı. Benden mi utanıyordu? O adamın sözleri yüzünden mi utanmıştı? Ne yapacağımı bilemedim. Onu yalnız bırakmak belki de en iyisiydi. Dediğini yaptım. Saçlarımı kuruttum. Akşam saatlerinde olmamıza rağmen hava zifiri karanlıktı. Onun büyülü gözleri kadar karanlıktı hatta. Yatağa uzandım, üzerime örtüyü yavaşça çektim. Delicesine yanında olmak istememe rağmen, gözlerimi kapattım. Zihnimden utanç dolu sesi, utanç dolu gözleri bir an olsun eksilmedi. Ve ben o gece ilk defa, kendi derdime yanarak değil de başkasının derdine yanarak uykuya daldım. |
0% |