@elfhikayelerii
|
Gençtim. Tüm bunları yaşamak, yaşadıklarımı günlerce düşünmek ve kafamın patlama noktasına geldiği an yaşananlardan bir ders çıkartmak zorunda olduğumda, çok gençtim. Bazen neden tüm bunları yaşadığıma anlam veremezdim. Neden tüm bu acılara katlanmak zorunda olduğumu. Bu bir isyan değildi. Sadece sorguluyordum. Sonra babamın sözlerini hatırlardım. Bana anlattığı adaletsiz dünyayı düşünürdüm. Öyleydi gerçekten. Dünya dönüyordu. Her şekilde dönüyordu. Güneş parlıyor, ısıtıyordu. Ay bize uydu oluyordu. Koskocaman gezegenler birbirlerine çarpmadan hareket edebiliyolardı. Her şey oluyordu şu koca evrende de bir bizim dünyamız adaletten yoksun kalıyordu. Sonra sorgulama sürecim bitti, yani büyüdüm. Kabullenmeye başladım. Beni asıl güçlü kılan da buydu. "Afra, uyan!" Gözlerim kapalı olmasına rağmen, onları oynatmaya çalıştım ve başarılı da oldum. Zar zor açtığım gözlerim ışık nedeniyle kamaştı ve bir müddet etrafımı göremedim. Kuruyan boğazımı öksürerek temizledim ve birden gelen doğrulma isteğiyle harekete geçtim. "Afra?" Eli yanağımdan ayrılmayan Karan'a baktım. Alnında ter damlaları birikmişti. Yüzündeki endişe yavaş yavaş benim de endişelenmeme neden oldu. "Neler oluyor?" "Bilmiyorum. Odaya geldiğimde baygındın. Ne kadar baygın kaldın bilmiyorum. Deniz'i çağıracağım." Gidecekken elini yakaladım. "Hayır!" dedim muhtemelen beni taşıyarak yatırdığı yataktan kalkarak. "Bekle!" Etrafıma bakındım. Hızlı adımlarla, ilk birkaç adımım dengemi sağlayamadığım için yamuk yumuk olmuştu, camla kaplı duvara doğru ilerledim ve dışarıya göz attım. "Annem buradaydı." Dışarıda kimse görünmüyordu. Hızla arkamı döndüm. "Karan, annem buradaydı!" "İmkansız." dedi Karan başını sallayarak. "Adamlarım tüm gün evin etrafındaydı. Biri görmese başkası görür. Değil annen, buraya tek bir sinek bile giremez. Hissederim." "Bana neden inanmıyorsun? Buradaydı diyorum. Beni kafamdan vur-" Kaşlarımı çattım. Elim kafama gitti ve Karan'a göz göze geldik. "Bekle." dedi kaşlarını çatıp yüzüme yüzünü buruşturarak bakarak. "Annen buradaydı ve seni kafandan vurdu, öyle mi?" Yüzüne bakmaya ve tepkisiz kalmaya devam ettim. Deliriyor olmam muhtemeldi. "Yemin ederim Karan. O buradaydı. Onu hissettim. Annemdi." Kaşlarımı çatıp düşünmeye devam ettim ama olanlara bir türlü anlam veremedim. Derin bir nefes alıp anlattıklarımı sindirmeye çalışan Karan bana doğru birkaç adım atıp birden bana sarıldı. Hangi olay daha olağanüstüydü. Annemin burada olup beni kafamdan vurması ve benim hâlâ yaşıyor olmam mı yoksa Karan'ın bana sarılması mı? Elimi kafamdan çoktan indirmiş, beni kolları arasına alan Karan'a sarılmayıp öylece dikiliyordum. "Bana inanmıyor musun? Yemin ederim Karan, gördüm onu. Hatta konuştum." Karan büyük elini saçımda gezdirdi ve kafasını salladığını hissettim. "Tamam, Afra. İnanıyorum sana. Hadi, bir an önce gidelim. Yeterince geç kaldık zaten." Kafamı sallayıp ondan hemen ayrıldım ve odadan çıkmak için kapıya yöneldim. Eşyalarım umrumda bile değildi. Merdivenleri nasıl indim, dışarı nasıl çıktım, arabanın ön koltuğuna nasıl oturdum hiç hatırlamıyordum. Tek bildiğim bu evden bir an önce kaçmaktı. Evet, kaçmak. Yanıma oturan Karan, yol boyunca tek kelime etmedi. Sadece araba hareket etmeden önce kemerimi takmamı söyledi. Delirdiğimi düşünüyor olmalıydı. O susuyorken, benim daha fazla konuşmam saçma olurdu o yüzden nefeslerimi bile sessiz aldım. Sadece dışarıyı izledim ve ona bir kez bile bakmadım. Yansımasına bile. Araba durduğunda etrafıma bakındım. Bir başka ev vardı karşımda. Tüm bunlar daha ne kadar sürecekti bilmiyordum ama şimdiden yorulduğumu hissediyordum. "İçeri girip dinlen. Kapıyı açacaklar sana. Benim çok acil bir işim var. Hemen döneceğim." Yüzüne bakmadan kafamı salladım ve arabadan indim. Neden yüzüne bakmıyordum ya da neden tek kelime etmiyordum bilmiyordum ama korkuyordum. Dediği gibi adamları yine evin bahçesine dağılmışlardı ve içlerinden biri, bu Aslan'dı, önüme geçerek elindeki anahtarla evin kapısını açtı. "Buyurun efendim. Bir ihtiyacınız olursa hemen kapının önünde olacağım." Kafamla onaylayıp içeri girdim. Kapıyı kapatmaya bile tenezzül etmeden ve evi gezmeden direkt üst kata çıktım ve odalardan birine girip yatağa yattım. Yorganı kafama kadar çekmeyi ihmal etmedim. Korkuyordum. "Cehennemde görüşürüz, güzel kızım." Bir silah sesi. Öldüğümü hissetmiştim. Bedenimin soğuduğuna, hissiz kaldığıma yemin edebilirdim. Ölüm nasıldı bilmiyordum ama bunun ölüm olduğuna emin gibiydim. Korkuyordum. Şimdi bu yatakta, bu büyük odada tek başıma olmaktan delicesine korkuyordum. Yeniden gelir miydi? Hayır, asıl soru bu değildi. Binlerce soru sorabilirdim ama bu binlerce sorunun arasında en önemli olan soru şuydu; O gerçekten, burada mıydı? Travmaları olan insanların, hayal ürünü bir dünyada yaşayabilme ihtimalleri olduğunu duymuştum. Sık sık hayal görürlerdi ve bu hayaller oldukça gerçekçi olurdu. Travmalarım boyumu almıştı ve annemi o şekilde konuşturmak travmalarım sonucu fazlasıyla zarar gören bilinçaltımın bir oyunu olmalıydı. Bu mantıklıydı. Yorganın altından çıktım ve etrafına bakındım. Olması gerekenden çok daha sessizdi ve bu beni az öncekinden daha fazla korkutuyordu. Yataktan bir an önce ayrıldım ve hızlı adımlarla aşağı kata indim. Evde kimse yoktu. Ses olsun diye salona yöneldim ve televizyonu açtım. Karşısına geçip televizyon izlemeye odaklandım. Tabii ki, başarısız oldum. Oflayıp televizyonu kapatarak dışarı çıktım. "Bakar mısınız?" Az önce bana kapıyı açan ve bahçedeki tüm adamların başı olduğunu bildiğim, Aslan isimli adam bana baktı ve birkaç adımda yanıma ulaştı. "Buyrun efendim. Bir isteğiniz mi vardı?" Kafamla onu onayladım. "Çok acil içeri girmen gerek. Adamlarına söyle gözlerini dört açıp hareketlenme olursa sana bildirsinler. Karan gelene kadar içeride kalacaksın." Adam şaşkınlıkla boğazını temizleyip yüzüme bakmaya devam etti. "Nedenini öğrenebilir miyim efendim?" Kafamı olumsuz anlamda sallayıp kaşlarımı çattım ve sert bir duruş sergiledim. "Nedenini öğrenemezsin ama çok önemli." Adam sıkıntıyla arkasını dönüp adamlarından birkaçına işaret verdi ve yanlarına gelenlere durumu izah etti. Söyledikleri adamları arasında bir emir gibiydi ve hızla yayıldı. Herkes olması gerekenden daha dikkatli bir şekilde etrafı süzüyordu. "Buyurun efendim. Hemen arkanızda olacağım." Kafamı salladım ve önden içeri girdim. "İstediğini şey nedir?" Dudağımı büzüp mutfağa girdim. "Kahve içmek istiyorum ama mutfakta böcek gördüm." "Nerede?" dedi mutfağa girerek. "Şurada bir yerlerde." Elimle rastgele bir yeri işaret ettim ve kontrol etmesini istedim. "Ben çok huylanırım. Böcek gördüysem yalnız kalamam. Bana kahve yapar mısın lütfen. Kendine de yap ki, yanımda sıkılma." Cevap vermesine izin vermeden hızla salona ilerledim. Otuzlarının başında olduğu belli olan bu adamla uğraşmak, sıkıcı değildi. Hatta ağzından Karan'la ilgili birkaç bilgi alabilirdim. Kapalı kutumuz açılmıyorsa, açılması için başkalarından yardım alacaktım. Böylelikle hem günüm boş geçmemiş olacaktı hem de korkmamış olacaktım. Elindeki kahveyi bana uzatıp dudaklarını araladığında elimle onu susturup konuşmaya başladım. "Buyurun efendim diyip durma. Sen demesen de buyuracağım zaten. Otur lütfen." Kaşlarını kaldırıp kahvemi elime verdi ve kupasıyla birlikte işaret ettiğim yere oturdu. "Aslan'dı değil mi?" Kafasını sallayıp zoraki gülümsedi. "Kaç yaşındasın Aslan?" "32." Tahmin ettiğim gibi otuzlarının başındaydı. "Senli benli konuşuyorum ama sıkıntı olur mu?" "Hayır efendim, olmaz." Gülümsedim. "Sen de bana adımla seslenebilirsin. Sandığın gibi efendilik bir yanım yok." Ne diyeceğini bilemez bir hâlde yüzüme baktı. "Afra diyebilirsin." Kahvemden bir yudum aldım ve ben bunu yaparken Aslan beni izledi. "Karan ile yakın mısınızdır, Aslan?" Kaşlarını çattı. "Nasıl yani?" Omuz silktim ve kahveme bakarak konuşmaya devam ettim. "Bir teslimat olacakmış sanırım. Karan bunu seninle konuşuyorsa sana güveniyor demektir. Yakın olmalısınız." "Neden bunları soruyorsunuz?" Sert tavırları karşısında gülümsemeye devam ettim. Bana siz diye hitap etmişti. Bu sorularıma karşı bir tür dik duruştu. "Özür dilerim. Niyetim kötü değil. Sadece seninle konuşmaya çalışıyorum ve şimdilik ikimizin tek ortak noktasının Karan olduğunu biliyorum. Başka konuşacak bir şey bulamadım. Karan akşama kadar gelmeyeceğini söyledi. Bu yüzden sıkıldım. Yalnız kalmamak için seninle konuşmaya çalışıyorum." Kafasını sallayıp derin bir nefes verdi. "Karan Bey hakkında konuşmak seçeneklerimin arasında bile değil. Başka bir şey var mıydı?" Ayaklanmaya çalıştığında onu durdurdum. "Lütfen gitme. Böcek var. Tamam sessiz kalırım. Ama burada dur." Elindeki kahveyi masaya bıraktı ve eliyle yüzünü sıvazladı. "Kusura bakmayın efendim. Konu Karan Bey olduğunda haddimi aşabiliyorum." "Hayır hayır!" dedim elimi kaldırarak. "Kusura bakılacak bir şey yok. Aksine, bu çok iyi bir şey. Karan'ın güvenebileceği birilerinin olması beni mutlu eder. Yanlış anlamazsan bir şey sormak istiyorum. Karan'ın yanına gelirken halkın onun ismini söylemeye bile çekindiğini fark ettim. Ama siz çok rahat bir şekilde Karan Bey diyorsunuz. Bu sizin için sorun olmuyor mu?" Kafasını olumsuz anlamda salladı ve bıraktığı kahveyi yeniden eline aldı. "Kendisi sandığın gibi biri değil. Halkın öyle bilmesini istiyor. Herkes onu acımasız, merhametsiz, hâlden anlamaz, çıkarcı, insanları kullanan bir yönetici olarak biliyor. Her şeye rağmen çok çok iyi bir yönetici. Adaletlidir, herkese aynı hakları verir. Ama bilirsin, korku olmazsa, kural da olmaz kanun da. Bir de buradan ayrılırken yöneticisiz kalacak bir bölgenin ne hâle geleceğini az çok tahmin edebiliyordu. Herkesin gözünü korkuttu. Böylece o burada olmasa bile düzen bozulmadı. Gerçi, diğer bölgeler bizim kurallarımızı es geçti ama hepsi bedelini ödeyecektir. Ödetir." Fazla konuştuğunu düşünmüş olmalı ki yüz ifadesi birden değişti ve arkasına yaslanarak sessiz kalmaya devam etti. Sanırım onun zayıf noktası da efendisiydi. Gözünde Karan oldukça yükseklerde bir yerlerde olmalıydı. "Anladım. Peki sence, Karan tüm bu halkı, tüm bu bölgeyi toparlayabilecek mi?" Aslan kaşlarını kaldırdı ve yudumladığı kahveyi dudaklarından ayırdı. "Eskisi gibi olur mu bilemem ama şimdiden toparlamaya başladı. İlk yaptığı şey okulları ve parkları yenilemek oldu. Çocuklara fazla değer verir." Gülümsedi. Hayranlık dolu bakışları sehpahada takılı kaldı ve gözleri uzaklara daldı. "Haddime değil belki ama onu farklı bir yere koymuşsun. Tahmin ettiğim gibi oldukça yakınsın ona." Kafasını salladı. "Onun için gözümü bile kırpmadan ölürüm." "Neden?" Ani sorumu beklemiyor olmalı ki birkaç saniye yüzüme bakakaldı. Sanırım şaşırmamı bekliyordu ama şaşırmamıştım. "Çünkü bana para ödüyor." Evet, mantıklı bir cevaptı. Ama beni tatmin etmemişti. Kimse patronu için ölmezdi. "Anladım." dedim gülümseyerek ve kahvemden bir yudum daha aldım. Bu zorlamak istediğim bir konu değildi. Karan için ölebilecek birileri vardı ve bunun düşüncesi bile mükemmeldi. Düşündüm. Karan bazı konularda benden daha şanslıydı. Kimse benim için ölümü göze almazdı. Ama bu Karan'ın evreninde olması gereken bir şeydi. Karan birileri tarafından, kim olduğu önemli değil, korunmak zorundaydı çünkü Pamir denen o değişik insanın yüzündeki sırtışı ve alay dolu bakışlarını görmüştüm. Cüretkârdı. Kardeşim dediği adama meydan okuyordu. Onların kardeş olduklarını hiç zannetmiyordum. "Dışarıyı kontrol etmeliyim." Kafamı salladım. "Kontrol edip hemen dönün lütfen. Böceklerden korkuyorum." Beni kafasıyla onaylayıp dışarıya çıktı. Karan gelene kadar Aslan'la burada ne konuşacaktık bilmiyordum. Can sıkıntısından ölecektim. Ben de kapıya doğru ilerleyip dışarıya çıkacaktım ki kulağıma tanıdık bir ses çalındı. "Efendim, Afra hanım az önce ağzımı aradı. Teslimattan haberi var. Sizinle ilgili sorular sordu. Ona bazı bilgiler verdim ama soru sormaya devam edecek gibi." Karşıdaki, yani Karan bir şeyler söyledi. "Tabi efendim. Oyalayacağım." Kim kimi oyalayacaktı? Ayıp oluyordu. Karan'dan böyle bir şey beklemezdim. Çocuk muydum canım ben! Aslan beni fark etmeden tıpış tıpış yerime döndüm. "Ah, geldin mi?" dedim yapay bir gülümsemeyle. "Sohbet etmeye devam edelim. Böceklerin verdiği korkudan kurtulmak için oyalanmam gerek." Yüzüme bakıp o da yapay bir şekilde gülümsedi. İspiyoncuydu, ispiyoncu! "Ailen var mı?" Kafasını salladı. "Bir çocuğum var." "Öyle mi? Kaç yaşında?" "Beş yaşında." "Ne güzel." Konuşacak bir şeyler bulmalıydım. Yoksa kalkıp gidecekti. Ben bunları düşünürken, bana soru yönelten kişi bu defa o oldu. "Siz kaç yaşındasınız?" "Yirmi dört yaşındayım." "Gençmişsiniz baya." Kafamı salladım. Sessizleştik. Kimse konuşuyordu ve bu olay beni böceklerden, yani annemden daha fazla geriyordu. "Alex Bey ile çok yakınmışsınız. Neden?" Birden sorduğu soruyla yüzüne bakakaldım. Alex'le yakın değildik aksine kanlı bıçaklı olacak kadar sinir oluyordum o saygısıza. Bu konuyu neden açmıştı dahası Alex'le yakın olduğumu nereden çıkarmıştı bilmiyordum ama bir anda aklıma gelen düşünceyle gülümsedim. Normal bir gülüş değildi. Pis bir gülüşü. Az önce telefonla konuşmuşlardı. Karşımdaki adam ona beni ispiyonlamıştı ve bu soruyu bana defalarca soran Karan'ın ispiyoncu adamı şimdi bana bu soruyu soruyordu. Oldukça şüpheliydi. "Evet baya yakınız Alex'le. Nasıl oldu anlamadım. Çok iyi bir insan. Şu an durumu nasıl tam bilmiyorum. Karan iyi olduğunu söyledi ama keşke onu görebilsem. Merak ediyorum." Dudağımı büzüp arkama yaslandığımda bana gözlerini hafifçe büyüterek baktı ama geç olmadan toparlandı. Sahte bir gülüş eşliğinde, "Öyle mi?" dedi ve dizine vurdu. Sanki 'Bittik biz.' dermiş gibi. Omuz silkip önüme döndüm. "Karan ne zaman gelecek biliyor musunuz?" "Birkaç saat daha işi olmalı. Akşama doğru gelir. İşini erken bitirmek için elinden geleni yapıyor." "Ne işi var ki?" "Bunu size söyleyemem efendim. Kendisi paylaşmak isterse size bilgi verebilir." Kafamla onu onayladım. Pek bir beklentim yoktu zaten. Söylememesi önemli bir işi olduğu anlamına gelirdi ve ben bunu öğrenmek istiyordum. Ancak kendimi dizginliyordum çünkü işime her burnumu soktuğumda bana kızıyordu. Aramızı bozmak istemiyordum. Nedeni belliydi. Bu arada, Aslan'ın yine sizli bizli konuştuğunu fark etmemiş de değildim. Sanırım rahat edememişti. Onu zorlamayacaktım. "Böceği mutfakta gördüm. Sanırım yukarı kata çıkarsam pek etkilenmem. Seninle tanışmak güzeldi, Aslan. Daha sonra tekrar konuşuruz. Biraz uyuyacağım. Kolay gelsin." Benimle birlikte kalktı ve başıyla selam verip yanımdan ayrıldı. Adamları oldukça sadıktı. Karan'a olan sadakâtlerinden ben de faydalanabiliyordum ancak ağızlarından tek bir kelime bile alamıyordum. Bu sinirimi bozsa da aynı zamanda etkilenmeden de edememiştim. Deniz denen o doktorla yaptığı konuşmadan çıkarttığım pek çok sonuç vardı. Mesela Karan eskiden çok çok güçlüydü ama şimdi güç denince akla bile gelmiyordu. Öyle söylemişti doktor. Ama nasıl hem bu kadar güçsüz olup hem de iç otoriteyi sağlayabiliyordu. Onları fazlasıyla korkutmuş olmalıydı ya da Alex'in de dediği gibi tüm bunlar halkın abartmasıydı. Oflaya oflaya yukarı kata çıktım ve az önce çıktığım odaya döndüm. Dağınık olan örtünün altına girdim ve gözlerimi kapattım. Kafam o kadar doluydu ki uyuyacak kadar bile kendimden geçemiyor, resmen capcanlı bir bilinçle boğuşuyordum. Mesela ben Karan'a güç sağlayabiliyorsam dedikleri gibi, ne kadar sağlayabiliyordum? Neden ben sağlıyordum? Karan şu an neredeydi ve tüm bu harabeyi nasıl toparlayacaktı? Bilmiyordum ve bu beni delirtiyordu. Hep içinde bulunduğum durumun içeriğini bilmeye kodlamıştım kendimi. Daha doğrusu öyle kodlanmıştım çünkü annemi ve ablamı korumak zorundaydım. Şirket içinde ayrı bir savunma departmanı vardı ve ben o departmanın başkanıydım. Departman dışarıdan bakıldığında hukuk bürosu gibi duruyordu ancak içeride o kadar çok yolsuzluk davası dönüyordu ki tüm olanları harfi harfine bilmiyorsam şayet, hem ben hem annem hem de ablam ölürdük. Biz ölürsek otomatik olarak babam da ölürdü. O şirketten ekmek yiyen çalışanlar da ve bilmediğim daha yüzlerce kişi. Olay bu değildi. Asıl olay, tüm o adaletin, tüm o davaların arkasında benim ve o departmandaki adamlarımın kötü işler yapmasıydı. Başkan, annemdi. Öldür derse öldürüyorduk. Ben hiç öldürmemiştim ama adamlarıma öldürtmüştüm. Yani binevi öldürmüş oluyordum. Şimdi hiç bilmediğim bir evrende, hiç tanımadığım insanlarla birlikteydim ve ne tür bir olayda başrol olduğumu bilmeden sadece kanlı tabloya takıntılı olduğunu bildiğim bir adamla kafa kafaya vermiş kendi evrenime dönmeye çalışıyordum. Üstelik yanımda birini öldürtebileceğim bir adamım da yoktu. Tek silah ve tek asker... Düşünmek bile zorken, ben tüm bunları nasıl aşacaktım? İçimde nükseden zift karası bir sıkıntıyla ofladım ve yattığım yatakta üzerimin açılmamasına özen göstererek arkamı döndüm. "Nasılsın, Afra?" Kaskatı kesildiğimi ve gözlerimin kocaman açıldığını hatırlıyorum. Duyduğum yabancı ses, gittikçe büyüyen korkumun sebebiydi. Nefesim bir anlığına gitti ve refleks olarak hızla yataktan ayrıldım. Yatağımda uzanan, çoktan öldüğünü bildiğim bir beden, bana gözlerini dikmiş bakıyordu. Yüzünde beni kusturacak cinsten bir kan gölü, onu her kabusumda gördüğümde gözlerinden eksik olmayan suçlayıcı bakışları ile tam olarak yatağıma yatmış bir an bile hareket etmeden bana bakıyordu. Alnının ortasında, kan sızdıran bir delik vardı. Sızan kan adamın cansız bedenine, beyaz örtülü yatağıma yayılmış ve her yeri kan içerisinde bırakmıştı. "Beni sen öldürdün. Şimdi benden mi korkuyorsun?" Yüzüm ağlamaklı bir hâl aldı ve onu daha fazla dinlemeden kendimi odadan dışarı attım. Merdivenlerden inerken arkamı kolaçan ediyor, kimseyi görmemenin verdiği endişeyle daha hızlı koşmaya çalışıyordum. Hemen karşımda belirebilirdi ya da görmememe rağmen beni saçımdan yakalayıp sürükleyebilirdi. Arkamda olsaydı şayet, daha az korkardım. Şirketimizin yönetim kurulu üyesi, annem tarafından iki sene önce kafasına yediği bir kurşun sebebiyle ölmüştü. Gözlerimin önünde. Öldüğüne emindim. Kesinlikle emindim. Kapıyı hızla açtığımda Karan'ın bahçedeki adamları bana döndü ve birkaçı bana doğru gelmeye başladılar. Kapının hemen önündeki Aslan beni kolumdan yakaladı. "Efendim, bir şey mi oldu?" Nefesimi düzene sokmaya çalıştım ve elimle evi gösterdim. "Yine mi böcek gördünüz. Durun ben bir bakayım." Yanımdan ayrılmak için harekete geçtiğinde onu yakaladım. "Böcek değil! Karan'ı ara! Hemen buraya gelsin, çabuk!" Elimi başıma koydum ve nefeslerimi düzenlemeye çalıştım. Hâlimi gören Aslan dediğimi yapıp Karan'ı aradı ve onunla kısa süreli bir konuşma yaptı. Konuşmadan beş saniye sonra, Karan karşımda belirdi. Evet, tam beş saniye sonra. Sanırım o çok bilindik özel güçlerini kullanmıştı. Yüzü, gömleği gibi kan içerisindeydi. Bu bana daha büyük bir şok yaşattı ama Karan buna izin vermeyip hemen yanıma geldi ve yüzümü avuçları arasına aldı. "Ne oldu? Afra, iyi misin?" Kafamı salladım. Şu an önemli olan bu değildi. Kaşı ve dudağı patlamıştı. Elmacık kemiğinde morarmalar vardı. "Sen iyi misin?" Hızla nefes alıp veriyordu ve neden bahsettiğimi anlayamıyordu. Sanırım yüzünün hâlini buraya telaşlı bir şekile geldiği için unutmuştu. "İyiyim. Sıkıntı yok." Eve kısa bir bakış attı ve bana döndü. "Ne oldu?" Elim alnıma gitti ve derin bir soluk aldım. "Ben, uyumak için yatağa yatmıştım. Hemen yanımda bir adam vardı." Gözlerini büyüttü. Refleks olarak eve girmek için adımını attı ama onu durdurdum. Gözü dönmüş gibiydi. Kulağına yavaşça eğildim. "Ölmüştü, Karan. Gözümün önünde öldü o adam. Ama yanımda uzanıyordu. Yatağımda. Benimle konuşmaya çalıştı, adımı söyledi." Artık Karan'dan bile daha hızlı nefes alıp veriyordum. Panikten nefesim kesilmişti ve kesik kesik konuşabiliyordum. "Alnı delikti. Tıpkı son gördüğüm gibi. Kurşunun açtığı delik. Her yer kandı. Yatağım bile. Her yer!" Karan kafamı omzuna yatırdı ve sırtımı sıvazladı. "Tamam, tamam sorun yok. Ben yanındayım. Korkma." Ağlayamıyordum. O kadar çok korkmuştum ki. Titrediğime emindim ve bunu bir türlü durduramıyordum. Karan saçlarımı arkamda toplamıştı ve elini başıma koymuş bedenimi bedenine yaslamıştı. Yavaş yavaş beni ele geçirecek diye korktuğum duygularımı dizginlemeyi başardım. Az önceki panik halim sadece iki dakika içerisinde yok olmuştu. "Gel, beraber gidelim. Ben yanındayım. Korkma, kimse sana bir şey yapamaz." İlk başta pek tabi ikna olmuştum. Onunla gitmemem için hiçbir sebep yoktu. Ancak sonra aklımda o kadın geldi. Zamanı durdurabilen o ruh kapanı... Bunu yapan o olabilir miydi? Belki de şekilden şekle girebiliyor ve benimle eğlenmekten zevk alıyordu. Şayet bunu yapan o kadınsa, Karan beni koruyamazdı. Kimse beni koruyamazdı. Beni elimden tutup eve doğru yürütmeye çalışan Karan'ın durdurdum. "Olmaz, olmaz Karan. İstemiyorum o eve girmek. Ya gerçekse. Zarar verir bize, olmaz!" "Afra," dedi Karan kafamı elleri arasına alarak. Ellerini elmacık kemiklerime koydu ve böylece göz göze gelmiş olduk. "Yemin ederim, kimse sana ben yanında olduğum sürece," Duraksadı. "Artık ben yanında olmasam bile zarar veremeyecek. Seni her zaman, her yerde korurum. Anladın mı beni? Korkularını yenmek zorundasın. Bu gördüğün saçma sapan şeyler ne bilmiyorum. Ama bana ormanda ayaktayken kabus gördüğünü söylemiştin. Hatırlıyor musun? Belli ki bunlar da onlardan." Kahretsin. "Doğru, doğru." dedim kafamı sallayarak. "O zaman korkularını yenmelisin. Yoksa bunlar devam edecek. Hadi, tut elimi gidip bakalım." "Yok teşekkür ederim. Ben almayayım." Arkamı dönüp kendimi dağa taşa vuracakken Karan elini karnıma koydu ve beni durdurdu. "Afra!" dedi ismimin son harfini uzatarak. Ofladım. "Tamam, tamam bakalım gidip. Ama sakın beni yalnız bırakma. Lütfen, korkuyorum." Korkuyordum çünkü Karan bana söylediği gibi beni koruyamazdı. Değil yanımda değilken, yanımdayken bile koruyamazdı üstelik. Bir anlığına sığındığım güvenli limanım şimdi çıkan fırtınayla yerle bir olmuştu ve ben tüm o harabenin altında kalmıştım. "Yanındayım zaten. Gerçek olmadığını sen de biliyorsun. Sadece sakin ol." Kafamı salladım. Karan elime uzandı ve yönünü yeniden iki katlı olan eve çevirdi. Attığı büyük adımlara yetişebilmek için hızlı yürüyordum. Eve girdik ve hiç beklemeden merdivenlere yöneldik. Az önce buradan çıldırmış gibi koşarak çıkmıştım. Şimdi ise sakinleşmiş ama korkusu bin kat artmış bir şekilde, her an karşıma çıkabilecek bir tehlikeye karşı tetikte bir hâlde merdivenlerden çıkıyordum. Yukarı kata çıktığımızda Karan duraksadı. "En sağdaki oda." dedim güçsüz çıkan sesimle. Diğer elimle Karan'ın koluna sarıldım. Bir an bile beklemeden malum odaya yöneldi ve odaya girdi. Nefesimin kesildiğini hissettim ve zorla da olsa göğsümü şişirdim. Korkudan gözlerimi kapatmıştım. "Sakin ol ve gözlerini aç. Odada kimse yok, Afra." Karan böyle söylediği an gözlerimi açıp odaya baktım. Cidden kimse yoktu. Karan'ın elini bırakıp kendi kendine çatılan kaşlarımla yatağa doğru birkaç adım attım ve gözümde bir problem olup olmadığını düşündüm. "Umarım kör olmuşuzdur Karan. Aksi takdirde delirdiğime emin olacağım. Yatak tamamen kandı, tamamen!" Elimi saçlarıma gömdüm ve gözlerimi sımsıkı yumdum. Alnımda ter damlaları oluşmuştu. "Gitmemiz gerek. Tüm bu olanlar, yaklaştıklarının bir işareti olabilir." Gözlerimi açıp Karan'a baktım. "Nasıl yani?" "Pek olası değil ama tüm bunları, seni içten içe öldürmek için yapıyor olabilirler. Yavaş yavaş artacak ve-" Duraksadı. "Ve ne?" Sıkıntılı bir nefes aldı. "Ve delirecek noktaya geleceksin. Mantıklı düşünemeyeceksin." Kaşlarımı kaldırdım. "Hangi konuda mantıklı düşünemeyeceğim? Söyle Karan." "İntihar etmeni sağlayacaklar!" Elimi alnıma koydum ve yatağa oturdum. "Çok güzel. Gerçekten, çok güzel." Şaka gibiydi. Daha yeni yeni uzaklaşmışken ölme düşüncesinden, bana inat oyunlar oynanıyordu ve bu oyunda beni intihar ettirme amacıyla ilerleniyordu. Akli dengemi kaybedeceğim aşikardı. Belki de çoktan kaybetmiştim. Ancak bir çözüm yolu olmalıydı. Bu dipsiz kuyuda tutabileceğim bir dal, hiç değilse bir taş olmalıydı. "Bir şeyler düşüneceğim. Dinlen." Kafamı sallayıp hızla oturduğum yataktan kalktım. "Olmaz. Birlikte düşünelim. Hem de hemen." "Afra, sakin ol diye kaç defa söyleyeceğim. Tamam, gördüklerinden korktuğunu biliyorum ama elimden şimdilik bir şey gelmiyor. Aklımda bir şeyler var. Sadece biraz dayan. Hem gördüğün o şeyler sıklaşmadı daha. Bu tür şeyler aşamalı olur. Anlayamadığım şeyler var. Mesela ben senin aklını dahi okuyamıyorken, onlar nasıl oluyor da senin zihninde dolaşabiliyolar hatta anılarınla oynayabiliyorlar? Bunun için büyük bir güç gerekir. " Kaşlarımı çattım. Zihnimde binbir türlü düşünce dolaşıyordu ve her birinin ucu sivri olmalıydı. Aksi takdirde düşüncelerim bu denli acıtmazdı. Düşünmek için ekstra enerji harcıyor gibiydim. Tek ihtiyacım olan huzurken, kendimi büyük bir av oyununda bulmuştum. Sorun bu değildi. Sorun, avın ta kendisi olmamdı. "O hâlde, bu onların da güç kaynakları olduğunu göstermez mi?" Kafasını salladı. "Evet, gösterir. Ama göstermeyebilir de. Demek istediğim, birlik olmuş olabilirler. Güney, Doğu ve Batı yöneticileri. Tüm aileler birlik olmuş olabilir ve eğer böyle bir şey varsa, işimiz çok zor olacak." Başım ağrıyordu. Başım cidden çok ağrıyordu ve baş ağrım mideme vurmuştu. Midem bulanıyordu. "Dinlen, Afra. Hâlâ uyuyabiliyorken en azından." Beni korkutmaya mı çalışıyordu bilmiyordum ancak amacı buysa başarılı oluyordu. Hem de fazlasıyla. Arkasını dönüp odadan çıkacakken elini tuttum. "Karan, gitmesen." Bana doğru döndü ve yüzüne bir kez daha dikkatli bakınca yüzündeki yaraları ilk defa görmüş gibi oldum. Anında zihnimde beliren sorularla yönümü tamamen ona döndürdüm. "Otur." dedim yatağı işaret ederek. "Yaralarını iyileştirmemiz lazım." "Gerek yok." dedi beni geri çevirerek. Ancak ısrar ettim. Elimi uzattım ve bekledim. "Güç kaynağın henüz delirmemişken yaralarını iyileştir Karan. Yarın delirerek canıma kıyabilirim. Ben olmasam kimse de sana yaralarını iyileştirecek güç sağlamaz muhtemelen." Sonuna doğru dalgaya vurduğum konuşmamı benim aksime büyük bir ciddiyetle dinledi. "Saçma sapan konuşma." dedi elimi yakalayarak. "Delirmeyeceksin. Delirirsen bile intihar etmeyeceksin. Bir kere izin vermediysem, bundan sonra hiç vermem." Gözlerini kapatıp yaralarını gözle görülür bir hızla iyileştirdi. Gülümsedim. "Yalnız kalmak istemiyorum." dedim mızmızlanarak. "Başında mı beklememi istiyorsun Afra? Yat uyu işte." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "O zaman Aslan'ı çağır. Başımda beklesin. O daha iyi koruyor zaten beni." "Ne?" "Aslan işte. Adamın olan Aslan. Her anlamda aslan olan Aslan." "Onunla ne zaman tanıştınız siz? Bir de övüyorsun karşıma geçmiş. Alex bir, Aslan iki." Gülümsemem büyüdü ve bir kez daha omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bayağı sadık sana. Ağzından tek bir laf bile alamadım." Yüzünde kocaman, gururlu bir gülümseme belirince benim de gülümsemem büyüdü. "Alamazsın." Kafamı salladım. "Neyle tehdit ettin de bu kadar sadık kaldı sana?" Yüzündeki o gururlu gülümseme silindi ve bana ciddi bir bakış attı. "Sadakat tehditle oluşmaz küçük hanım. Öğrenmen gereken çok şey var gibi duruyor. Bir de övünüyorsun kendi evrenimde şöyleydim, kendi evrenimde böyleydim diye." Onun gülümsemesiyle büyüyen gülümsemem, onun gülümsemesini solmasıyla daha çok soldu. "Bu ne demek şimdi? Tehdit etmedin mi yani?" "Hayır tabii ki, etmedim. Bizimki öyle tehditle falan oluşacak bir bağ değildi zaten. Hikayemiz var elbet ama başka zaman. Yorgunum, dinlenmem gerek." Karan'ın ağzından ilk defa yorgun olduğunu duyuyordum. Hep yaptığı gibi muhtemelen yine en fazla bir saat uyuyacak ve sonra uyanıp bomboş olan tavanı izleyecekti. Yıldızlarla arasında engel olan ve aşmaya bile tenezzül etmediği o soğuk, renksiz tavanı. "Yüzün nasıl bu hâle geldi diye sorsam anlatır mısın?" Dilini damağına dayadı ve cıkladı. Bunu yaparken kaşlarını da kaldırmıştı. Omuzlarımı düşürdüm. "Son bir şey isteyebilir miyim acaba?" "Nasıl bir son bu? İçinde bulunduğumuz günün son isteği mi, yoksa saatin mi? Muhtemelen hiçbiri değil içinde bulunduğumuz saniyenin son isteği." Yüzümü buruşturdum. "Sanki her dakika bir şeyler istiyormuşum gibi." Sırıttı. "Tamam tamam, söyle. Ne istiyorsun?" "Korkuyorum ve uykum var." "Yani?" "Senin de uykun var." "Evet var. Uyuyacağım izin verirsen." "Aptal mısın?" "Yavaş!" "Off, birlikte uyuyalım diyorum işte. Hem çabuk toplarsın gücünü. Ben de korkmamış olurum." Kaşlarını kaldırdı. "İyi alıştın sen de." "Karan!" dedim sinirle. Sabrımı zorluyordu. "Birlikte uyumak istemeler falan. Amacın başkaysa söyle ona göre hareket edelim." Tepemden sinir gelmişti. Yatak da yanımdaydı tam zaten. Elime gelen ilk şey de bu nedenle yastık olmuştu. Ama karşımda kurşunu durdurabilen bir adam vardı. Bu demek oluyordu ki yastık da vazoyla aynı kaderi paylaşmıştı. "Şaka yapıyorum, şaka!" dedi gülerek. "Başım ağrıyor. Uyuyacağım. Sen de geliyorsan gel, gelmiyorsan haber ver." "Neden haber verecekmişim?" "Ona göre Aslan'ı evine göndereceğim." Elimi belime koyup sırıttım. Sıra bendeydi. "Sen Aslan'ı mı kıskanıyorsun yoksa? Söyle de biz de ona göre alalım önlemimizi. Süslerim hem ben seni mis gibi. Baş göz ederiz bir an önce sizi. Yoksa başıma kalacaksın bu uğursuzlukla." "Saçmalama." dedi ciddileşerek. Sürekli ciddileşip duruyordu. Ayrıca besbelli Aslan'ı kıskanıyordu. Değişik bir bağları olmalıydı ya da bu tamamen Karan'ın çocukça hareketlerinin bir kısmıydı. Daha fazla konuşmadık ve onun odasına doğru yürümeye başladık. Kendi odamdan uyumak istemiyordum. Aklıma sürekli o saçma sapan görüntü geliyordu. Sesi, gözleri... Korkunçtu. Odasına girip hiçbir şey konuşmadan üstünü değiştirmeye başladı. Ben ise yatağa çoktan uzanmış ona bakmamaya çalıştım. Adam resmen utanmadan karşımda üstünü değiştiriyordu. Ayıptı canım! Daha sonra yatağa doğru yaklaştı ve örtüyü kaldırmadan uzandı. Üstünü örtmeyi sevmiyordu sanırım ben ise cehennem sıcağı bile olsa üzerimi örtmeden uyuyamıyordum. Yine tavana çevirdi bakışlarını. Kaşları hep olduğunu gibi hafif çatıktı. Başının ağrıyıp ağrımadığını merak ediyordum. "Bir yolunu düşüneceğini söyledin, gerçekten tüm bunlardan kurtulmanın bir yolu var mı?" Kafasını sallamakla yetindi. "Bana o yollardan bahseder misin?" "Şimdilik hayır. Zamanı gelince bahsederim." "Neden çoğu şeyi sır gibi saklıyorsun benden. Anlatsan ne değişir ki?" Tavandaki bakışları bana döndü. "Çok şey değişir. Çok şey. Beni sırtımdan bıçaklayabilirsin. Pamir'le ya da diğerleriyle iş birliği yapabilir bilgi sızdırabilirsin. Sırf canını kurtarmak için. Ve ben de bu yüzden sana kızamam bile. Ölüm korkusu çok başka bir şey. Öğrenmiş olman gerekirdi." Kafamı salladım. "Yani bana güvenmiyorsun?" Güvenmemesi normaldi. Ben olsam ben de güvenmezdim. "Güvenmemeliyim." dedi kendine bir şeyleri hatırlatırmış gibi. Ya da ben öyle zannettim. Sonra yeniden tavana döndü. "Uyu, ben yanındayken o şeyleri yeniden görmezsin. Senden aldığım gücü seni korumak için kullanacağım." Bunu söyledikten sonra tek kelime etmedi. Ben de etmedim. Gözlerimi açık tutabildiğim kadar onu izledim. Yorgun olduğunu söylemişti ama ondan önce gözlerimi kapatmıştım. Son duyduğum şey ise kendimi dinlemeye zorlandığım nefeslerinin, sesi olmuştu. ***** Ağzımda hissettiğim kurulukla zorlanarak gözlerimi açtım. Sanki kirpiklerim birbirine dolanmış, düğüm olmuşlardı. Akşam olmuştu. Karanlık olan odada kimse yoktu. Karan beni yalnız bırakmayacağını söyleyip gitmiş miydi? Yataktan hızla ayrıldım çünkü içten içe korkudan ölüyordum. Yalnız kalmak istemiyordum. Her anlamda... Odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Aşağıya indiğimde Karan'ı karşımda buldum. Üzerini değiştirmişti. Gözleri daha öncesine göre daha az kızarık görünüyordu. Sanırım bir saatten daha fazla uyumayı başarabilmişti ancak her şeye rağmen çok yorgun görünüyordu. Sanırım onu dünya gözüyle dinç göremeyecektim. "Bir yere mi gidiyorsun yine?" dedim korka korka. Gitsin istemiyordum. "Evet." dedi ve bana arkasını dönüp koltuğa oturdu. "Ben de seni uyandırmaya geliyordum. Hazırlan, birlikte gidiyoruz." Kaşlarımı kaldırıp yüzüne soru sorarmış gibi baktım ama ne demek istediğimi anlamadı. Her zamanki Karan'dı işte. "Nereye?" Bu soruyu daha ne kadar soracaktım acaba? "Seni biriyle tanıştıracağım. Sorularım var, bu gördüğün saçma sapan şeylerin nedenini anlamamız lazım. Düşündüğüm gibi miymiş yoksa daha başka şeyler mi dönüyor öğrenelim bakalım." Sonunda beni de oyuna katıyordu. Oyunun merkezinde olmama rağmen bana ne bir şeyler anlatıyor ne de gösteriyordu. Buraya geldiğimden beri ilk defa oyunda gibi hissediyordum. Sonunda kahramanlık yapmayı bırakmış, hayata dönmüş olmalıydı. Üstelik bunu sana güvenmemeliyim dedikten sonra yapıyordu. Bir şeyler düşünmüş, planlar yapmıştı muhtemelen. "Hemen hazırlanıyorum." Günlük bir şeyler giymem yeterli olurdu çünkü o da öyle giyinmişti. Siyah pantolon, siyah tişört ve siyah deri ceket... Bunları giymesinin altında art niyet arayacaktım neredeyse. Hızla odama çıktım ve üzerime sıradan şeyler giyip saçımı topladım. Genelde hızlı hazırlanan bir insan olmamıştım çünkü yavaş hareket etmeyi seviyordum ama iş merak ettiğim şeyleri öğrenmeye gelince dünyanın en hızlı insanı olabilirdim. Merdivenlerden ikişer üçer zıplaya zıplaya indim. Ayağım takılsa merak ettiklerimi öğrenemeden ölür giderdim ama sabırsızlığımın sonumu getirme ihtimali şu an umurumda bile değildi açıkçası. "Hazırım, hadi gidelim!" dedim. Sesimdeki mutluluğu o da fark etmiş olmalı ki gülümseyip yüzüme baktı. "Yüzünde güller açıyor bakıyorum. Bilseydim daha önce dışarı çıkartırdım seni." Bilerek söylemişti. Dalga geçiyordu. Merakımı biliyordu bu yüzden beni küçük görüyor olmalıydı. "Aynen, çıkartırdın." dedim ve yüzüne ters ters bakıp açtığı kapıdan dışarı çıktım. "Aslan, sen de bizimle geliyorsun değil mi?" dedim ona doğru yürüyerek. Aslan arkamdan gelen Karan'a baktı ve bana dönüp kafasını olumsuz anlamda salladı. Kaşlarımı çatıp Karan'a döndüğümde omuz silkti ve kendi kullanacağı arabaya doğru yürüdü. "Aslan da bizimle gelsin Karan. Ne oluur! Korur hem bizi." Karan tam arabaya girecekti ki söylediklerime birlikte tekrar arabanın önünde durdu. "Ben korurum bizi. Saçmalama da bin şu arabaya. Öldürttüreceksin Aslan'ı bana." Kıskanıyordu. Aslan'ı değil, beni. "Emredersin, Kızıl!" Hedefime ulaşmış bir şekilde arabaya yerleştim. O benim tadımı kaçırıyorsa şayet, bana da onun tadını kaçırma hakkı doğuyordu. "Ee, nereye gidiyoruz şimdi?" Bir çocuk kadar mutluydum neredeyse. Ellerimi çırpıp ayaklarımı sallamadığım kalmıştı. "Kemerini tak." Ofladım. Bu adam beni öldürecekti. Yemin ederim öldürecekti. Ağzını yüzünü dağıtmak istiyordum. Dediğini yapıp dışarıyı izlemeye başladım. Belli ki her zaman olduğu gibi nereye gittiğimize dair bir ipucu bile vermeyecekti. "Sana güvenebilir miyim, Afra Suskun?" dedi tok bir sesle. Dışarıda olan bakışlarım onu buldu. "Ne demek istiyorsun?" dedim yüzüne alık alık bakarken. "Seninle paylaştığım sırlar bir gün, gün yüzüne çıkar mı?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sana söyledim. Senin durumunda olsaydım şayet, kendime bile güvenmezdim. Evet, benimle bazı şeyleri konuşmanı, içinde bulunduğum durum hakkında bilgi vermeni çok isterim. Hatta benimle tüm bu evren hakkındaki gizli saklı ne varsa hepsini konuşmanı isterim ama olmaz. Bana beni ilgilendiren kısımları ve içten içe biriyle paylaşmak istediğin kısımları anlat. Benden sır çıkmaz ama bana ya da herhangi birine körü körüne güvenmek senin aptallığın olur." Demek istediklerimi tam olarak yansıtabildiğimi düşünmüyordum ama sustum. Bana her şeyi anlatsın istiyordum ancak bir yandan da korkuyordum. O da söylemişti. Eğer fazla şey bilirsem, fazla dikkat çeken bir hedef haline gelecektim. "Anlatmak istediğim çok şey var ama anlatamam. Bu siktiğimin Dünya'sında sana tek bir sır vermem demek, seni bataklığa itekleyip kaçmam demek. Bilmen gereken çok şey var ama bilirsen, ölürsün. Abartmıyorum bak. Yaşadım da biliyorum. Gözünün yaşına bakmadan indirirler seni. Düşünmeye fırsatın bile olmaz." "Anlatmak istediklerin, bilmem gerekenler tamamen benimle ilgili konular mı?" "Tamamen seninle ilgili olmasa da başrollerden biri sensin." İşte bu, kopuş anıydı. Bulunduğum zamandan, çevreden, konuştuğum insandan. Düşünmeye bile vaktin olmaz demişti. Gücüm yetmezdi, bunu biliyorum. Ama ya bilmediklerim beni öldürürse diye de düşünmeden edemiyordum. Delirecek gibiydim. "Arabayı durdur!" dedim bağırarak. "Ne oldu?" Karan'ın telaşlı çıkan sesini umursamadan bağırdım. "Arabayı durdur, hemen!" Karan direksiyonu sert bir hamleyle sağa kırdı ve arabayı durdurdu. Onu beklemeden kemerimi çözdüm ve arabadan inip geriye doğru baktım. Neden bilmiyordum ama karanlığı kaplayan bir sis vardı ve ben gözlerimle gördüklerimi sorguluyordum. Yine o hastalıklı şeylerden biri olabilir miydi bu? "Ne oldu?" dedi Karan arabadan inip bana dönerek. Yerimden ayrılmadan yüzüne baktım. "Birini gördüğümü sandım. Lütfen hemen gidelim. Sanırım o korkunç şeylerden biri bu da." Beni kafasıyla onaylayıp hemen arabaya bindi ve çalıştırdı. "Arkada kimse yok, değil mi?" Dikiz aynasından arkayı kontrol etti ve kafasını olumsuz anlamda salladı. Ama ben görebiliyordum. Yan aynalardan, içinde bulunduğum arabaya doğru yavaşça yürüyen o tanıdık simayı görebiliyordum. Duru'ydu bu. Ama normal görünmüyordu. Dövülmüş gibi görünüyordu. Burnu kanıyor, eliyle kafasını tutuyordu. "Göremediğine emin misin?" Karan bana döndü ve yeniden dikiz aynasına baktı. Bir cevap vermeden gaza bastı. Hızla uzaklaşmamıza ve Duru'nun bedeninin gittikçe küçülmesine rağmen, gözlerini çok net görebiliyordum. Hayal kırıklığıydı bu... Ama içimde ona karşı tek bir duygu bile kalmamıştı. Ne kırgınlık, ne nefret, ne de sevgi. Onu affetmiş sayılmazdım. Benim için artık o yoktu dolayısıyla affetmem gereken bir şeyler de yoktu. İhanet edeni, silerdim. Bu bana çok küçükken öğretilmişti ve iyiki de öğretilmişti. "Yine tanıdığın biri miydi?" dedi bu defa Karan. Kafamı salladım ve dışarıyı izlemeye devam ettin. Daha fazla soru sormadı. Düşen yüzümden, bir şeylerin yanlış gittiğini anlamış olmalıydı. Araba sonunda durduğunda, derin bir nefes aldım ve arabadan indim. Karşımda tam anlamıyla bir meyhane vardı. Tam anlamıyla bir meyhane. Oldukça işlek bir caddedeydik. Buraya kadar gelirken o kadar dalmıştım ki aklımdan geçen düşüncelere, nerede olduğumu yeni yeni idrak edebilmiştim ve bunu başarır başarmaz Karan'a hesap sormak istemiştim. "Karan delirdin mi sen, Allah aşkına! Kaçtığımız insan görünümlü tuhaf yaratıklar varken beni biriyle tanıştırmak için meyhaneye mi getirdin? Bilmem farkında mısın ama şu kaldırımda yürüyen tek bir kişi bile seni tanısa başımız belaya girer." Karan sırıtmayla karışık gülümsedi ve omuz silkti. "Kimse bizi tanıyamaz burada. Yöneticiler olarak haber kanallarında yüzümüzün ifşa olmasına izin vermeyiz. Bizi görüp tanıyan çok nadirdir. Onlar da insanlarla konuşur ve görünüşümüz hakkında dedikodu çıkartır. Dedikoduları bilirsin. Hangisi doğru, hangisi yanlış belli değildir. Yani rahatız." Ellerini arkada bağladı ve meyhaneye doğru yürüdü. Tanrım, sanırım onu çok hafife alıyordum. O kendinden ölesiye korkutmuştu ve aynı zamanda nasıl bir insandan korktuklarını bilmemlerini de sağlamıştı. Bu resmen, güç demekti. "İyi ama ben ne olacağım? Yerimi bulurlarsa biterim!" "Dırdır etmeyi kesip yürürsen, anlayacaksın." Oflayıp peşinden tıpış tıpış meyhaneye girdim. Kapı kapanır kapanmaz önümüzde eğilen garsonlar gördüğümde ufak çaplı bir şok yaşayıp Karan'a yanaştım. "Hani kimse tanıyamazdı bizi? Şu hâle bak!" Karan gözlerini devirip ilerlemeye devam etti ve ben de saniyeler içerisinde meyhaneyi taradım. Hiç müşteri yoktu. Bu nasıl meyhaneydi be!? Karan sonunda bir kapının önünde durdu ancak etrafa bakmayı kesmediğim için sırtına çarptım. Elim anında alnıma gitti ancak Karan bu darbeyi hissetmemişti bile. Arkasında bağlı ellerini çözdü ve kapıyı açıp içeri girdi. Benim de girmemi bekledi. İçeriye girdiğimde tam anlamıyla hiçbir şeyle karşılaşmadım. Resmen bomboş bir odaydı. Karan'ın devasa cüssesinden göremediğim için kapıdan içeri girerken kapıda yazan 'Girmek yasak!' yazısını yeni görüyordum. Kapıyı arkadan kapattığında ona döndüm ve yanındaki boşluğa doğru elimi uzatıp tokalaşır gibi yaptım. "Ah, tanıştığımıza memnun oldum Bay Olmayan Adam Bey. Ee, işleriniz nasıl gidiyor? İyi para varsa söyleyin de biz de girelim bu meyhane işlerine." Karan'a doğru elimi kaldırdım. "Ya da dur, tanıştığımıza memnun oldum Bay Garson Bey. Bize sek lazım, çok zor durumdayız arkadaş dipsiz kuyulara düşmüş, çaresiz dertleri varmış içmesi lazım." "Ne saçmalıyorsun, Afra?" Gülmek istediğini ancak bunu yapmamaya çalıştığını fark etmedim değildi. "Asıl sen ne saçmalıyorsun? Kör müsün, burada kimse yok." Karan yüzüme boş gözlerle baktı. "Sen neden hiç susmuyorsun?" "Sana ne be! Getirmiş beni boş bir odaya. Dalga mı geçiyorsun sen benimle?" Yaklaşmasındı, yakardım. Bu aralar zaten sinirlerim tepemdeydi. Çaresiz dertlere düşen bendim. Regl ağrım vardı... "Neden?" Bu soru bana değildi. Bu soru, tavanaydı. Daha sonra sabrettiğinin göstergesi olan derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu ve yürümeye başladı. Duvara doğru üç defa tıklattı. "Hadi canım!" dedim hayranlıkla. Zira duvarda küçük, kare bir cihaz belirmişti. Karan'ın baş parmağını okudu ve karşımızdaki büyük duvar ortadan ikiye ayrıldı. Sürgülü bir dolap gibi. "Oha lan!" dedim elimi ağzıma götürerek. "Kibar ol biraz!" Onu dinlemeyip ilerledim. Karşımızda bir asansör vardı. Kapısı açılır açılmaz Karan'ın büyük cüssesini nasıl başardığımı bile anlamadan itekledim ve fazlasıyla ışığı olan asansöre bindim. "Ay ayna çok güzel!" Duraksadım. "Aslında aynadaki çok güzel, değil mi?" Karan'ı kolundan dürttüğümde elini yüzüne koydu ve sıvazladı. Daha sonra aynaya döndü ve kendi yansımasını bakıp "Evet," dedi. "Aynadaki aşırı güzel!" Elimle yanağından makas aldım ve "Öyle olsun, güzellik!" dedim ve açılan asansör kapısından dışarıya doğru süzüldüm. Zira Karan beni o asansöre gömecekti. "Saçma sapan hareketler yapma Afra." "Tamam tamam, özür dilerim cici kız!" "Afraa!" "İyi be!" Bu dilden anlıyordu beyefendi. Karşımda kocaman bir meyhane vardı. Evet, üst kat da bir meyhaneydi ve gizlice girilen alt kat da. "Burası, benim mekanım." "Üst katta normal insanlar, alt katta önemli. Yanlış mı anlamışım?" "Doğru anladın." Elini uzattı. Ne yapacağına bakarken elimi tuttu ve beni yürütmeye başladı. Şokla ona baktım ama bir adım önümde olduğu için yüzünü göremedim. Beni masalardan birine götürdü. En köşedeki, köhnede bir yerlerdeki masaydı. Masada yalnız başına bir adam oturuyordu ve tam anlamıyla sek rakı içiyordu. Atmışlarının başında olduğunu düşündüğüm bu adam, önce Karan'ı gördü daha sonra ise beni. Eliyle karşısını işaret etti. "Uzun zaman oldu, Dayı. Nasılsın iyi misin?" Oturur oturmaz yerinde rahat bir pozisyon edinmek için kıpırdanan ve aynı zamanda da bu soruyu karşısındaki adama yönelten Karan'a hayretler içinde baktım. Bu adam onun dayısı mıydı yani? "İyiyim, iyiyim de sen nasılsın?" Adam bana baktı ve bir şeyler biliyormuş gibi, hayır bir şeyler biliyormuş gibi değil çok şey biliyormuş gibi gülümsedi. Eliyle yanımızdan geçen garsona işaret verdi. Etrafta tek tük insan vardı ve onlar da Karan'a bakmamak için ekstra uğraş veriyorlardı. Gözlerini korkutmuş olmalıydı. Karan'ın dayı diye seslendiği adam garsona eliyle işaret verdikten hemen sonra sek rakısını eline aldı ve bardağı dudaklarıyla buluşturdu. Dudakları çoğu yaşlı gibi incelmişti. Sakalları uzamış, saçları kafasındaki kasketten görebildiğim kadarıyla beyazlamıştı. Üzerinde beyaz, kısa kollu bir gömlek ve onun üzerinde de kolsuz bir deri ceket vardı. Masanın üzerinde sigarası duruyordu. Adamda tam anlamıyla meyhaneci tipi vardı. "Senin iyinle benim iyim bir değil ki be Dayı. İyi diyelim, iyi olsun." Az önce karşımda oturan adamın eliyle işaret verdiği garson Karan'ın önüne servis açtı. Beni buraya rakı içmeye getirmiş olamazdı. "Anlat bakalım. Anlatmadan derman aranmaz derde. Biliyorsun bal gibi de dilini kesenlerden korkuyorsun hâlâ. Oysa elinde ne kaybedecek malın kaldı," Bana baktı ve sonra tekrar Karan'a baktı. "Ne de canın." Karan derin bir nefes verip rakısını yudumladı. Kafasını salladı. Diyecek bir şeyi yok gibiydi. "Neyse, açmayacağım şimdi o mevzuları." Bana döndü. "Hoşgeldin kızım, nedir ismin? Tanıt bakalım kendini. Karan birini getirdiyse buraya, bana işi düşmüştür." Karan'ın dudakları suçlu bir gülümseye ev sahipliği yaptı. "Afra ben. Karan'ın ortağı gibi bir şeyim." Devam etmesi için Karan'a baktım. "Yeni güç kaynağım." Aslında bilerek güç kaynağı olduğumdan bahsetmemiştim ancak Karan'ın çok rahat bir şekilde bu meseleden söz etmesi onun karşımızdaki bu yaşlı adama güvendiği anlamına gelirdi. Yani söyleyeceğim şeyleri filtrelememe gerek yok gibiydi ama yine de dikkatli olmaya çalışacaktım. "Bahsettiğin kız demek. Yeniden hoşgeldin kızım." Kafamla selam verdim. "İçmek istediğin bir şey var mı? İstediğini söyleyebilirsin, benimdir burası." "Öyle mi? Çok güzel bir yermiş." Ortalık sakindi. Muhtemelen fazla müşterileri olmuyordu. Tabi bu olay, gizli bir mekanda olmamızın sonucu da olabilirdi. "Sağ ol, sağ ol. Ben Karan'ın akıl hocasıyım kızım. Bebekliğinden beri elimde büyüdü kerata. Bakma bana Dayı dediğine. Ben buna rakı masasının adabını öğretirken söylemiştim öylesine. Rakı masasında kendinden fazla büyüklere Dayı denir demiştim. Öyle değil de işte, rakı masası ağzı. Ben uydurdum. O gün bu gündür Dayı der bana." Şen bir kahkaha attı. "Geldiyse derdi büyüktür." Yüzü düşer gibi oldu. "Ben hep buradayım. Ben hep rakı masasındayım da o savaş meydanında. Ayık kalmak zorunda." Karan'ın hâline üzüldüğü açıkça belliydi. Kısa sürede dağıttıklarını kısa sürede topladı ve Karan'a döndü. "Anlat bakalım, ne için geldin? Bir şey mi oldu?" Karan boğazını temizledi. Önündeki rakısını yudumladı ve adama döndü. "Afra, gerçek olmayan şeyler görüyor." Hızla Karan'a döndüm. Oldukça ciddi görünüyordu. "Başlayalı çok olmadı. Sebebini sen de, ben de çok iyi biliyoruz ama-" Adam Karan'ın sözünü kesti. "Ama ne yapman gerektiğini sadece ben biliyorum, öyle mi?" Karan kafasını salladı. Karşımızdaki bu adam, düşündüğümden de çok şey biliyordu belli ki. "Bilen tek ben değilim ki evladım. Sen de biliyorsun ama fazla düşünüyorsun ne yapman gerektiği konusunda. Haklısın da. Çünkü eğer yanlış bir karar verirsen, bu sadece senin değil bu evrende yaşayan herkesin sonu olur." "Bu bölgede yaşayan herkesin demek istedin herhalde." "Ne dediğimi iyi biliyorum." Karan kaşlarını çatıp adama baktı. "Demem o ki fazla düşünmek yerine tehdidi kökten kaldırsan, çözüme baştan kavuşmuş olmaz mısın?" Karan adama baktı. Adam da Karan'a. Ben de maç izlermiş gibi bir ona bir de Karan'a baktım. "Derin sular Dayı, derin sular." "Senin girdiğin su temizdir Karan'ım, temizdir. Su yutmaktan korkma. Yalnız girmeyeceksin hem bu sefer. Zor olacak, biliyorum. Unutacaksın. Unuttur kendine yaşananları. Her şeyin bir çaresi vardır," Karan'a daha dikkatli baktı. "Ölüm dışında." Karan kafasını salladı ve ikisi de aynı anda rakısını içti. Ben de önüme yeni konulan kolayı. Tanrım, onlar ne hakkında konuşuyorlardı? Karan bana bir kere baksa gözlerimle sorabilirdim ama bana bakmıyordu. "Ben her şeyi halledene kadar, en azından birkaç gün kalsın burada Dayı. Gözünü seveyim sahip çık. Çok işim var ama aklım kalıyor. Biliyorsun, burası güvenli. Hissedemezler gücünü." Kim, nerede kalıyordu? "Başımın üstünde yeri var. Hem sevdim ben Afra kızımı. Ona bir oda veririm. Yeterince yerimiz var zaten. Sıkılırsa gelir burada benimle sohbet eder. Olmazsa arkadaş edinir kendine. Aklın kalmasın, merak etme sen." Karan beni burada bırakmak için mi getirmişti yani? Kafam o kadar karışmıştı ki. "Kusura bakmayın. Ben pek bir şey anlamadım. Bana da açıklar mısınız?" Adam gülümsedi ve rakısına yöneldi. Sanırım sözü Karan'a vermişti. "Sana söylemiştim ya, bir çözüm düşüneceğim diye. Düşündüm, şimdi de akıl hocam olan Rasım Dayı'ya danışmaya geldim." "Planı çoktan yapmıştın yani?" Adam Karan'a bu soruyu yöneltince Karan ona döndü. "Plan değil de, korktum işte." Karan bir şeylerden korkabiliyor muydu? "Ee?" dedim konunun dağılmaması için. "Plan hazır işte. Şimdi tek yapmam gereken, seni ikna etmek. Çünkü başka yol yok gibi." İşte şimdi korkmaya başlamalıydım sanırım. "Plan ne?" Gerginliğim sesimden, dahası yüzümden bile belli oluyordu muhtemelen. "Plan," derin bir nefes verdi ve bana kısa bir bakış atıp Dayı'ya döndü ve beni nefessiz bırakacak kadar şaşırtan o tek sözcükten oluşan ama oldukça etkili olan cümleyi kurdu. "Evleneceğiz." |
0% |