@elifdidar
|
HAYAL KIRIKLIKLARI 1 hafta sonra Rosa Hera hâlâ uyanmamıştı. O günden sonra herkes perişan olmuştu ama kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. O gün Poseidon bir hışımla odadan çıktıktan bir yirmi dakika sonra Hera çırpınmayı bırakmıştı ama uyanmıyordu da. Şifacıların da elinden bir şey gelmiyordu. Poseidon da bize bir şey demiyordu ama işin garip yanı ise annem sürekli "Biz Hera'ya bir şey olursa ne yapacağız? Bittik, koruyamadık bir kızı" diyordu. Annem böyle dedikçe babam onu susturuyordu. Kızı için üzüldüğünü varsaydım ve üzerine pek durmadım. Odamda durmak beni boğmaya başlamıştı. Biraz nefes almak için bahçeye indim. Bahçede bile içim içime sığmıyordu. Sanki yeryüzü ile gökyüzü bir araya gelecekmiş de ben de altında ezilecekmişim gibi hissediyordum. Bir insana annesi ölürse öksüz, babası ölürse yetim derler ya, insanın kardeşi, canı, kanı ölürse ona ne denir? Hiçbir şey denmez. Samimiyetten yoksun bir "Başınız sağ olsun" başka da bir şey denmez. Benim kardeşim ölüm döşeğinde yatarken ben burada rahat nefes almam imkânsızdı. İleriden bir muhafızın bana doğru geldiğini fark ettim. Delici bakışlarıyla bana doğru bakıyordu. En sonunda önümde durdu. Meraklı gözlerle ona bakarken o önce selam verdi, sonra ise, "Rosa Hanım, Poseidon sizi odasında beklediğini haber vermemi istedi," dedi ve tekrar selam vererek uzaklaştı. Poseidon'un odasına çıktım, kapıyı iki kere tıklattım ve "Gir" sesini duyunca içeriye girdim. Çalışma masasında oturuyordu, beni görünce hafif bir tebessümle konuşmaya başladı. ...... Duyduklarım karşısında şok olmuştum. Böyle bir güç üzerinde bizim etkimiz ne kadar etkili olabilirdi ki? Şu anda biz tek başımıza bir hiçtik, ne bir gücümüz vardı ne de Medusa'dan bir haber. Günler böyle boş boş geçiyordu, vaktimiz daralıyordu ama elimizden bir şey gelmiyordu. Odama doğru giderken anne ve babamın odasından sesler geliyordu. Ne oluyor diye merak edip içeriye girecektim ki annemin sinirli sesi yükseldi. "Barlas o kız bizim yaşam biletimiz anlamıyor musun eğer Hera'nın başına bir şey gelirse Medusa bizi yaşatmaz." "Bir sus be kadın Hera'ya bir şey olursa eğer Medusa oradan nasıl çıksın?" "Bizi öldürmesi için oradan çıkmasına gerek yok ki biz zaten yıllar önce Medusa tarafından lanetlenmiş miyiz laneti etkinleştirme yeter onun için. Bak Hera'ya lanet yüzünden ne halde 1 haftadır komada kız ya komada." Ne demek şimdi bu annem ve babam Medusa tarafından lanetlenmiş miydi nasıl yani ne zaman bu lanet bizde de var mıydı yani bir hışımla kapının kolunu tutup sertçe kapıyı açtım ikisi de kapıya korku dolu gözlerle bakıyordu. "Siz ne lanetinden bahsediyorsunuz?" dedim sert çıkan sesimle. İkisi de donup kalmıştı sanki ne söyleyeceklerini seçmeye çalışır gibi bir halleri vardı. "Bana sakın yalan söylemeyin ve tüm gerçekleri tüm çıplaklığıyla açıklayın." Annem her zamanki gibi bir adım gerilemiş ve topu babama fırlatmıştı. Ben babamın gözlerinde cevap vermesini beklediğimi belli eden bir şekilde bakıyordum. Babam da en sonunda bundan bir kaçışın olmayacağını anladığında konuşmaya başladı. "Bak kızım, biz Medusa lanetlenmeden önce onunla birlikte çalışıyorduk. Annen saray işleriyle ilgilenirken ben de kütüphane işleriyle ilgileniyordum. Bir gün bizden kendisini idare etmemizi istedi. Kendisi Poseidon'la buluşacakmış ama biz bunu kabul etmedik. Athena'ya ihanet edersek bizi cezalandırmasından korktuk. Yardım etmesek bile haberimiz olduğu için bile bizi cezalandırabilirdi. O zamanlar annen size hamileymiş. Bu olanları Athena'ya anlatmaya gidiyorduk ki Medusa nasıl olduysa bir yerden haber almış, bizi sizin canınızla tehdit etti ve ardından da bu konu hakkında bir kişiye bile tek bir kelime anlatırsak bizi ölümle lanetledi. Siz de ana rahminde olduğunuz için bu lanetten siz de etkilendiniz." dedi üzgün bir şekilde ama benim aklıma bir şey takılmıştı. Madem tek bir kişiye bile bir şey anlatamaması gerekiyordu, bana şu anda nasıl bu olayı anlatıyorlardı? Babama bu sorumu sorduğumda bana "Lanet sizin için geçerli olduğundan dolayı size söyleyebiliriz ama Dariana sakın bir şey söyleme. Bir şey bilmiyorsa kimseye de bir şey diyemez, değil mi? Sizin can güvenliğiniz için bunu sizden sakladık ama sen bir şekilde öğrendin artık. Sakın hiç kimseye bu konu hakkında konuşmuyorsun." "Eee, bize neden emanet ettiler o zaman?" diye sordum. "Biz zaten lanetli olduğumuz için kimseye bu çocuğun Medusa ile Poseidon'un kızı olduğunu söyleyemezdik. Ağzımızı açtığımız anda ruhumuz bedenimizden çıkardı. O yüzden de Heray'ı bize emanet ettiler." dedi. "Ş-şimdi siz bizim de mi lanetli olduğumuzu söylüyorsun baba" dedim şok olmuş bir şekilde babam üzgün bir şekilde başını salladı. "Bizi tek kurtarabilecek kişi Hera ama o da komada, uyanıp uyanmayacağını bile bilmiyoruz." "Artık herkes Medusa ile Poseidon'un ilişkisini biliyor zaten. Sizin üzerinizdeki laneti neden kaldırmadılar?" "Bir kere lanetledi, daha sonra da işlerine yarar diye kaldırmadılar." Demek bunca yıl bizi kullanmışlardı. Herayı bize değil de başka bir aileye verselerdi, bunların hiçbiri başımıza gelmeyecekti. Darian'la bunca yıl gizli saklı görüşmek zorunda kalmayacak, hep beraber mutlu olabilirdik. Ama bir yandan da Heraya üzülmeden edemiyordum. Sonuçta onun bir suçu yoktu ve Hera benim için çok değerliydi. Sıkıntılı bir nefes verdim ve duyduklarımı sindirmeye çalıştım. "Anne, baba daha demin Poseidon beni odasına çağırdı ve Hera'nın uyanması için gerekli olan bir ritüelden bahsetti," dedim. Bunu duyan annemin gözleri parladı. "Ama bunun için gerekli olan şey ise onu büyüten her kişiden farklı farklı bir parça isteniyormuş," dediğimde annemden büyük bir çığlık koptu. "Ne demek bir parça?" Ben de bilmiyordum nasıl bir parça isteniyor. Bir uzvumuz mu gerekli yoksa saç teli gibi şeyler yeterli gelir mi, aklımı kurcalayan bir şeydi. Herkes bir köşeye çekilmiş, sessiz bir şekilde oturuyordu. Ama birden kapı açıldı ve içeriye Poseidon girdi. İlk önce hepimize bir baktı, sonra da söze girdi. "Rosa size her şeyi anlatmış gibi görünüyor ve olayı da çok fazla uzatmaya gerek yok. Üçünüzü de birazdan aşağı salonda bekliyor olacağım. Ritüel ’in yapılacağı yere gideceğiz," dedi ve odadan çıktı. "Ne olacak Barlas, bize ne yapacaklar?" "Belki de kaderimize razı gelmemiz gerek, Linda," dedi sanki artık ölümü kabullenmiş gibiydi. Aradan geçen on dakikanın ardından hepimiz salona indik. Salonun ortasında, çam ağacının karşısında dikilen Poseidon bizi görünce, "Hiç vakit kaybetmeden gidelim. Gözlerinizi kapatın," dedi ve onunla beraber birden sanki bir kuyudan aşağıya doğru düşer gibi olduk. Gözlerimizi açtığımızda bir mağaranın içindeydik. Mağarayı sadece duvarlara asılmış olan meşaleler aydınlatıyordu. Karşımızda, yerde boylu boyunca yatan Hera vardı. Bir çemberin içindeydi ve etrafında da tasların içinde bulunan kanlar vardı. Bu kanların kimden ve nasıl alındığını hiç merak etmiyordum. "Şimdi üçünüz de çemberin etrafına geçiyorsunuz," dedi Poseidon otoriter bir şekilde. Arkasından da sabah beni Poseidon'un yanına çağıran muhafız elinde bir baltayla ortaya çıktı. "Mark, başla," diye konuştu Poseidon. Adının Mark olduğunu öğrendiğim muhafız el hareketi yapmasıyla iki tane daha muhafız ortaya çıktı. Ardından da Poseidon konuşmaya başladı: "Şimdi her birinizden bir uzvunuzu alacağım ve bu uzvunuzdan akan kan yere akmasıyla bu yerde görmüş olduğunuz taslara dolacak. Bu tastaki kanlar da Hera'nın vücuduna girdiğinde ben de gerekli olan sözleri söylediğimde Hera uyanacak." Onun yerine elimizi kesip kan akıtmak olmaz mı?" diye sordum Mark'a ama bana üzgün gözlerle bakıp başını iki yana salladı. Mağaranın içinde kadın sesleri yankılanıyordu. Değişik bir tarzda şarkı gibi bir şey söylüyorlardı. Söyledikleri ritim arttıkça annemin hıçkırıkları da çoğalıyordu. Babam ise sessizce olacakları bekliyordu. Poseidon'dan "bitirin şu işi" komutunu alınca Mark ve diğer Muhafızlar ellerindeki baltayı havaya kaldırdılar ve bir anda karşımızdaki kayalara fırlattılar. Ne olduğunu anlamamıştım. Vücuduma baktım, hiçbir yerimde kesik yoktu. Anneme ve babama baktığımda ise onlarda da bir hasar göremedim. "Bu yapılan sizin sadakatinizi ölçmek içindi ama ne yazık ki Linda bu sınavdan kaldı. Onun için kendi canı her şeyden önemli olduğu görülüyor. Sadece kan akıtmanız yeterli," dedi ve Mark cebinden çıkardığı bir bıçakla elini öne uzattı. Ben de elimi avucuna bıraktığımda; "Özür dilerim" dedi ve avucuma bir kesik açtı. Elimden akan kan yere değince kanın etrafında farklı renklerden oluşan bir ışık huzmesi belirdi. Kanlar Hera'nın etrafında toplandığında Poseidon da anlayamadığım bir dilde bir şeyler söylemeye başladı ve sonra etraftaki kanlardan da ışık çıkmaya başladı ve bütün ışık bir anda Hera'nın bedenine girdi. Işık huzmesi Hera'nın içine girdiğinde Hera bir miktar havaya kalktı ama o sırada Hera'nın solmuş teni eski rengine kavuşmaya başladı, yanaklarının pembeliği geri gelmeye başladı. Herkes pür dikkat ne olacağını bekliyordu. Şu anda Hera'da bir tık bile yoktu. "Neden bir şeyler olmuyor?" diye sordum. "Biraz daha bekle," dedi Poseidon. Bekliyorduk ama sanki dakikalar geçmek bilmiyordu. Aradan geçen beş dakikanın ardından sonunda Hera gözlerini açtı. Herkes bir anda sevinçten çığlık atınca Hera yattığı yerden korkuyla kalktı. "Neler oluyor burada?" dedi çatallaşmış sesiyle. Kendimi tutamayıp çemberin içine koştuğum gibi Hera'nın boynuna sarıldım. Kokusunu içime çektiğimde burnumun direği sızladı, genzim yandı. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Hera benim hayatımın tamamıydı. Çocukluğum, gençliğim, mutluluğum, hüznüm hep onunla beraber olmuştu, hatta belki de ölüm bile onunla beraber olacaktı. HERA Gözlerimi açtığımda bir anda çığlık sesleri duydum. Korkuyla doğrulduğumda birisi boynuma sarıldı. Kim olduğuna baktığımda ablam olduğunu anladım. “Abla neler oluyor?” dedim tekrar ama ablam bana daha da sıkı sarıldı. Etrafa baktım, bir mağara gibi bir yerdeydim ve herkes de buradaydı. Tekrardan “Neler oluyor burada?” diye sorduğumda Poseidon konuşmaya başladı. “Sen anne karnındayken Medusa lanetlendiği için lanetten sen de etkilendin. Bu yüzden de bir haftadır komadasın.” Ne demek bir haftadır komadayım? En son ne olduğunu hatırlamaya çalıştım ama en son hatırladığım şey sarayda acı çektiğimdi. “Nasıl uyandım o zaman?” “Uzun hikaye. Şimdi bunları takma, gel eve dönelim.” Eve dönelim... Evi ev yapan neydi? İçindeki eşyalar mı yoksa üzerindeki çatı mı? Evi ev yapan içindeki kişilerdi, yaşanmışlıktı. Peki benim bir evim var mıydı? Herkesle birlikte saraya döndüğümüzde Darian’ı bahçede gördük. O da bizi görünce hızlıca yanımıza geldi ama beni fark etmemişe benziyordu. Hedefi ablamdı. “Rosa, sabahtan beri siz neredesiniz?” diye bağırıyordu ki etrafına bakmasıyla göz göze geldik. “Hera?” dedi sorgulayan bir ses tonuyla. “Efendim?” “Sen ne zaman uyandın?” “Yeni uyandım,” dedim, sanki normal bir şeymiş gibi. Hâlâ olayın ciddiyetini kavrayamamıştım. “Darian, kızı yorma. Yeni kalktı zaten. Hadi içeri,” dedi annem kısık sesiyle. Darian da annemi ikiletmedi ve hepimiz içeriye geçtik. Herkes içeri geçmiş, salonda oturuyorduk ama vücudum öyle ağrıyordu ki, kolumu kıpırdatsam canım acıyordu. Ablam tüm olayı bana özet geçmişti. Madem Athena şu anda güçsüz bir durumda tutuluyorsa, neden onu öldürüp Medusa’nın lanetini kırmıyoruz ki? Bu düşüncemi ablama söylediğimde, ablam başını iki yana salladı. “Hera, bu öyle kolay bir şey değil,” dedi bana. “O bir tanrıça ve onu öldürebilecek tek bir kılıç var. O da şu anda nerede bilinmiyor. Bir rivayete göre, Ant Dağları’nın arkasında bir asma köprü varmış. O asma köprünün başında bekleyen de iki tane koruma var. Önce o köprüyü geçip O korumaları etkisiz hale getirmemiz gerekiyor. Son olarak da kılıcın koruyucusundan kılıcı almanın bir yolunu bulmalıyız. Ama başka bir rivayete göre de koruyucu, her gelen kişiyi o kılıçla lime lime edip öldürüyormuş.” Duyduklarımla bir şok daha geçirdim. Bu kadar zor madem, biz onu nasıl alacağız ki? Başımda hissettiğim keskin bir ağrı vardı. Bu yüzden herkesten izin isteyip odama çıktım. Bir haftadır uyumama rağmen hâlâ çok yorgundum. ... Kalktığımda hava daha aydınlanmamıştı. Lavaboya gitmek için ayağa kalktım ama başım dönmeye başladığı için yatağıma geri oturdum. Beş dakika sonra kendimi daha iyi hissettiğimde kalktım ve lavaboya gittim. Aynada kendime baktığımda göz altlarım şişmiş ve tenim biraz solmuş bir görüntüyle karşılaştım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa indim. Çok susamıştım ben. Madem bir haftadır uyuyordum, nasıl yemek yemiştim acaba? Bir bardağa soğuk su koyup içmeye başladım. Ama arkamdan tıkırtı gelince hemen savunma pozisyonuna geçtim ve ne olacağını beklemeye başladım. Adım sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Tezgahın üzerinde elime ilk geçen şeyi aldım ve beklemeye devam ettim. Bir adım, iki adım derken ayak sesleri bir anda durdu ve ışık yandı. Işıktan gözlerim kamaştığı için gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Gözlerimi açtığımda karşımda Darian vardı. Saçı başı dağılmış ve gözlerindeki uyku mahmurluğu ile çatallaşmış sesiyle konuşmaya başladı: “Hera, senin burada bu saatte ayakta ne işin var?” “Şey, sadece susamıştım. Su almak için aşağıya indim.” “Birisini çağırsaydın. Sen neden yoruldun ki?” “Bir haftadır zaten yatıyormuşum, Darian. Vücudumun biraz da olsa harekete ihtiyacı var.” “Peki, sen nasıl istersen, küçük hanım.” Bu çocuk hem bu kadar ciddi hem de nasıl bu kadar sinir bozucu olabiliyor aklım almıyor. Darian elimi işaret ederek, “Kendini elindeki tavayla mı korumayı düşünüyordun?” dedi. Öyle söyleyince ben de elime baktım. Elimde gerçekten de bir tava vardı. Karanlıkta ne olduğunu anlayamamıştım tam olarak. “Evet, ne var bunda? İnanmıyorsan gel deneyelim seni, ucube.” Dedim ve elimdeki tavayı havaya kaldırıp ona doğru yürümeye başladım. Bir adım geri gitti, ardından bir adım daha. Bu hareketinin üzerine bir kahkaha attım. “Ne oldu? Bir tavadan mı korktun? Sana zarar verir diye mi?” “Hayır, korkmadım. Sadece senin gözlerin bozuk olduğu için kafama filan vurursun diye kendim koruyordum.” “Benim gözlerimde ne varmış be? Bir şahin gibi görüyorum işte.” “Senin mi gözlerinde ne var? Daha demin bana ucube dedin. Bana, sizin dünyanızın Brad Pitt’ine.” Bir kahkaha daha attım. Bir yandan gülüyor, bir yandan da Dariana laf atıyordum. “A-asıl senin gözlerin b-bozuk be kendine B-Brad Pitt dediğine göre.” Gülmekten karnım ağrımaya başlayınca elimi karnıma attım. Bu hareketim gözünden kaçmamış olmalı ki hemen yanıma geldi. “Gülmeyi bırak da geç şöyle otur,” dedi ve beni sandalyeye oturtturdu. Kendisi de yanıma oturdu. “Ağrın sızın var mı?” diye sordu. “Unuttun mu ufaklık?” dedim onun da bana söylediği gibi. “Benim sifacı özlediklerim var. Ben yeni sürümüm, sen eski kalmışsın.” Kendi dediğim şeye kendim gülmeye başladım. Darian bana “Ya sabır!” der gibi bakıyordu. “Neyse ne, sen vücudum ağrıyor diyordun. O zaman kendini iyileştirsene,” dedi. Ama asıl sorun da buydu zaten. Güçlerimi kullanamıyorum. Geçici bir şey miydi yoksa güçlerim gitmiş miydi, bilemiyorum. Yüzüm bir anda düşünce Darian tekrar “Ne oldu?” diye sordu. “Darian,” dedim ve derin bir nefes aldım. “Ben galiba güçlerimi kaybettim.” Darian şok olmuş bir ifadeyle bana bakıyordu. “Ne demek güçlerimi kaybettim Hera, sen ne diyorsun?” dedi. “Duydun işte, kendi ağrılarımı gideremiyorum.” “Ateş yakmayı dene.” “Ateşi de zaten doğru düzgün bir şekilde kontrol edemiyordum ki.” Dedim. Ardından ayağa kalktı ve tezgaha doğru ilerledi. Çekmecelerden birinden eline bir bıçak aldı. “Bana bak şimdi, ben elimi keseceğim, sen de iyileştirmeye çalışacaksın, tamam mı?” dedi. Başımı olumsuz bir şekilde iki yana salladım. Canı yanardı, iyileştiremezdim. Zaten hayatı boyunca benim yüzümden acı çekmiş birinin daha fazla acı çekmesi vicdanımı çok rahatsız ediyordu. “Olmaz, canın yanar, iyileştiremem.” Dedim. “Yaparsın Hera, ben sana güveniyorum.” “Olmaz, Darian, yapma. Zaten sen bana neden bu kadar iyi davranıyorsun ki? Senin şu anda bana nefret kusuyor olman gerekmiyor mu? Yıllar boyunca aileni senden çaldım. Daha yeni yeni kavuşmuşken de bu sefer benim komadan uyanmam için kurban diye gidiyorlardı. Ama sen gelmiş, burada benimle ilgileniyorsun. Bana böyle iyi davranmana gerek yok. Böyle ilgili davranıp seni de ailemden biri yaparsam, omuzlarıma bir kişinin yükünü daha eklemiş olursun.” Diye bağırıyordum. Ama son dediğimi bir sinirle söylemiştim. Bana sadece “Tamam ben de senin ailenden biri olmak için uğraşmıyorum zaten sen nasıl istersen öyle olsun.” Dedi ve mutfaktan dışarı çıktı. Her şey üst üste geliyordu. Darian’ın kalbini kırmak istememiştim ama istemeyerek de olsa kalbini kırmıştım. Oflayarak odama çıkmıştım. Şimdi nasıl gönlünü alacaktım ki bu çocuğun? Ya dilini eşek arısı soksun Hera ama benden ne kadar uzak olursa o kadar güvende olurdu. Mesele mağarada olan ritüelde neden o yoktu? Çünkü ben onunla büyümemiştim. Benimle beraber değildi. Ailemin benimle olması onların canını tehlikeye atıyordu. Bunun ağırlığı ise canımı çok yakıyordu. Yatağıma uzandım ama bir sağa dönüyorum, bir sola dönüyorum, bir türlü uyuyamıyorum. Vücudumdaki ağrılar daha katlanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Madem Athena şu anda güçsüz bir durumdaysa, neden bedenimden ağrılar artıyordu? Soğuk soğuk terlemeye başlamıştım ama elimden bir şey gelmiyordu. Bu saatte herkes uyuyor olacağından da kimseyi rahatsız etmek istemiyordum. Kalp atışlarımı sanki kulaklarıma duyabiliyorum. Canımın acısını ise hiçbir şekilde geçiremiyorum. Tek yapabileceğim sabah olmasını beklemekti. .... Sabahın ilk ışıklarıyla ablamın odasına gitmeye karar verdim. Yataktan zor zar kalktım. Yalnız başıma bile yürüyemeyecek derecede vücudum ağrıyordu. Karnıma kramplar giriyor, başım fena derecede ağrıyordu. Duvarlardan destek ala ala yürüyordum ki birden gücüm sanki bir anda vücudumdan çekilmiş gibi yere düştüm. Ben düşünce elim yanımda duran masaya çarptı ve üzerindeki vazo yere düşüp paramparça oldu. Çok fazla ses çıkarmıştım. Umarım kimse uyanmaz diyordum ki koridorun sonundaki odanın kapısı ve ablamın odasının kapısı aynı anda açıldı. Ablam “Hera” diye seslendiğinde ona cevap verebilecek kadar güçlü hissetmiyordum kendimi. Ablam şoku üzerinden atlatamamışken koridorun sonundan çıkan Darian koşarak yanıma geldi. “Neler oluyor, iyiminsin?” dedi. Ben birkaç saat önce bu çocuğa bağırıp çağırmamış mıydım ya? Sorduğu soruyu duydum ama ne diyeceğimi bilemediğim ve güçsüz olduğum için bir cevap veremedim. Birden vücudumun yer ile temasının kesildiğini hissettim. Darian beni kucağına almış bir yere doğru koşuyordu. Geldiğimiz yer sarayın içinde bulunan küçük hastaneye benzer bir yerdi. Hemen şifacıları çağırdılar. Beni kontrol ediyorlardı. Kontrol ederken anlam veremediğim kelimeler söylüyorlardı ve ellerimden de renk renk ışıklar çıkıyordu. Aradan geçen yarım saatin ardından muayeneleri bitmiş olmalı ki içlerinden en yaşlı olanı konuşmaya başladı. “Kızın durumu ciddi. Hemen Poseidon’u çağırın.” Dedi. Kapıdaki korumalardan biri hemen gözden uzaklaştı. “Kardeşime neler oluyor?” Ablamın sesi telaşlı bir şekilde geliyordu ama şifacı ona hiçbir şey söylemedi. “Size bir şey sordum. Cevap versenize artık.” “Size bir şey söyleyemem. Yalnızca Poseidon’a anlatabilirim, leydim.” Dedi şifacı kadın. Poseidon tüm ihtişamıyla odaya girince şifacılar nazik bir şekilde önünde reverans yaptı ama Poseidon’un bunu bekleyecek zamanı yokmuş gibi bağırdı. “Neler oluyor burada?” diye sordu. “Efendim, Hera hanım buraya yarı baygın bir şekilde getirildi. Uyanmış olsa bile vücudu hala lanetin etkisi altında ve ona zarar veriyor.” Dedi. Ardından söze Darian girdi. “Sabah şans eseri ikimiz de su içmeye kalkmıştık. Mutfakta karşılaştık ve bana gücünü kullanamadığından bahsetti.” Dedi. İyileştirme gücümden bahsetmemişti. “Ne demek gücünü kullanamıyor?” dedi ve bir süre düşündü. Ardından da “Olamaz!” diye birden bağırdı. Ablam ve Darian aynı anda “Ne oldu?” diye sordu. Poseidon da açıklama yapmaya başladı. “Lanet çok güçlü bir lanetti ki bu yüzden Herada özel güç olmasına sebebiyet verdi. Bu laneti yapan şu anda güçsüz bir durumda olduğu için de lanet etkisiz hale geldi ve Hera’nın güçleri elinden gitti. Uyanmış olabilir ama lanet vücudunda çok büyük hasarlara yol açtı.” Dedi. Ne demek yani ben Athena’dan kurtulmayı başarırsam güçlerim elimden gidecek miydi? Buna üzülmüştüm işte. “Şifacılar, elinizden ne geliyorsa eksiksiz bir şekilde yapıyorsunuz ve kızımı hemen iyileştiriyorsunuz. Duydunuz mu beni?” Her biri bir anda “Tabi efendim,” dedi. Poseidon bu cevabı duyunca odadan çıktı. Ablam yanıma geldi ve elimi tuttu. “Nasılsın canım? Şifacıların yaptığı büyüler iyi geldi mi?” dedi. Ben ise sadece başımı salladım. “Neden erkenden gelmedin de sabah olmasını bekledin, ablacım?” “Bir haftadır zaten benim yüzümden yorgunsunuz, biraz dinlenin istedim,” dedi ablam. Bu söylediğim üzerine sinirlenmişti. “Aileler bugün için vardır, kardeşim, sakın bunu unutma,” dedi ve bana sıkıca sarıldı. Bu sözü üzerime sabah Darian’la yaptığımız konuşma geldi. Darian’a baktığımda o da bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde onun da aklına o konuşma gelmiş olacak ki hemen odadan çıktı. Arkasından seslenemedim, yaptıkları için bir teşekkür bile edememiştim. Ablam beni odama çıkarmış ve kapıdan da Sara’ya bir şeyler söylemişti. Aradan geçen on dakikanın ardından kapı çaldı ve Sara elinde bir tepsi yemek ile içeriye girdi. “Leydim, size yemek getirdim, güçten düşmeyin diye,” dedi ve tepsiyi önüme bırakıp bir şey isteyip istemediğimi sorduktan sonra odadan çıktı. Ablam bana yemeğimi yedirirken onun yemediğini fark ettim. “Abla sen de yesene neden yemiyorsun?” “Ben aç değilim ablacım sen ye ben sonra da yerim” dedi. “Olmaz abla sen yemezsen ben de yemem” dedim ve elime bir zeytin alıp ablamın ağzına doğru uzattım. Ablam zeytini yiyince ben de yemeğimi yemeye başladım. Arada bir ağzına bir şeyler tıkıyordum. “Ben mi hastayım sen mi hastasın abla? Kendim yemek yiyeceğime sana yemek yediriyorum. Yesene şunlardan” diye kızdım. “Yiyorum ya Hera” diye o da bana kızdı. “Kızma bana.” “Kızmıyorum ki sana!” Ama yine bağırıyordu. Biz bağrışırken kapının önünden bir ses geldi ve o da bağırarak konuştu. “Ne bağırıyorsunuz? Sesiniz ta dışarıdan duyuluyor. Azıcık sessiz olun!” Gelen babamdı. Ablamla göz göze geldiğimizde gülmeye başladık çünkü bize bağırmayın derken kendisi bağırıyordu. Arkadan annem de geldi. Yatağıma doğru yürüyüp yanıma oturdu. Bir haftada iyice çökmüş gibi görünüyordu. “İyisin kızım?” dedi ve elini başıma atıp saçlarımı okşadı. “İyiyim anne, sen merak etme,” dedim. Saçlarıma bir öpücük kondurup odadan çıktı. Babam da bir süre başımızda oturduktan sonra önümüzdeki bitmiş yemek tepsisini de alıp odadan çıktı. “Abla, sen de yoruldun. Git, azıcık dinlen. Sonra gelirsin. Hem ben de iyiyim işte,” dedim. “Ben iyiyim, sen merak etme,” dedi. “Abla, git ve dinlen dedim. Hem benim biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var. Lütfen,” dedim. En sonunda ikna olmuş olmalı ki “Tamam,” deyip odadan çıktı. Sonunda ağrısız bir şekilde tek başıma kalabilmiştim. Peki bu saatten sonra ne yapacaktım? Gücüm yokken o kılıcı ve meşaleyi nasıl bulabilirim ki? Peki ilk hangisini bulmam gerekiyordu, meşalemi yoksa kılıcımı? 2 saat sonra Odanın içinde kafayı yemek üzereydim. Ayağa kalktım ve odanın içinde biraz yürümeye başladım. Yürürken odanın içindeki boy aynası gözüme çarptı. İyice çökmüş durumdaydım. Makyaj masasının önüne geçip elime ne geçiyorsa kullanmaya başladım: fondöten, pudra, eyeliner, maskara, allık... Makyajım bittiğinde sanki eski sağlığıma kavuşmuş gibi görünüyordum. Elbise olarak üst kısmı beyaz, etekleri yeşil olan güzel bir elbise giydim ve ardından da üzerime korsemi geçirince kombinim hazırdı. Çekmecede bulduğum pembe kurdeleyi de saçıma takınca tam anlamıyla hazır olmuştum. Bayram zamanı bayramlıklarını giyen kız neşesiyle hemen ablamın odasına doğru ilerledim. Acaba uyuyor muydu? Uyuyorsa uyandırmamak için sessizce kapısını araladım, ama içerideki koltuğun üzerinde oturuyordu. İçeriye seslendim: “Abla!” diye. Sesimi duyan ablam cevap olarak “Efendim Hera,” dedi. “Gelebilir miyim?” “Tabii ki gel Heracım ,” dedi bu dediğine sevinerek. “İlk önce gözlerini kapat,” dedim. Şaşırmıştı ama yine de dediğimi yapıp, “Tamam kapattım, gelebilirsin,” diyerek beni çağırdı. “Hemen yanına gittim ve etrafa bakmadan aç dedim. Etrafımda bir tur döndüm.” Ama odaya koşarak girmem ve etrafımda dönmem yüzünden başım dönmüş ve biraz sendelemiştim. O sırada belimde bir el hissettim. Kimin olduğunu görmek için başımı kaldırdığımda karşımda gördüğüm kişi Dariandı. “Yeni yeni iyileşiyorsun, ortalıkta böyle çocuk gibi koşuşturma. Yapman gereken işleri yap,” dedi buz gibi bir sesle bana. Bana böyle demesi hem hevesimi kırmış hem de birazcık da olsa beni üzmüştü. Yüzümün düştüğünü fark eden ablam Dariana kızdı. “Kızım, hevesini kırmasana Dariana,” dedi. Darian umursamaz bir şekilde omuz silkti ve “Ben gerçekleri söylüyorum,” diyerek odadan çıktı. Ablamla ben Darian'ın arkasından boş boş bakıyorduk ama en sonunda ablam bana baktı ve yanını işaret etti. “Gel bakalım küçük cimcime, ne güzel olmuşsun sen,” dedi ve beni yanına çağırdı. “Abla, ben küçük değilim. Biriniz küçük der, biriniz ufaklık. Benimle derdiniz ne sizin ya?” diye sitem ettim ama ablam sadece gülmekle yetindi. “Nereden çıktı bu süslenme işi?” “Şifacılar üzerimde şifalı büyüleri kullandıktan sonra vücudumda hiç ağrı kalmadı ama aynanın karşısına geçince de kendimi çok çökmüş hissettim. Ben de kendimi azıcık şımartayım dedim, hem de moral olur diye.” “İyi yapmışsın, canım. Gel madem kendini iyi hissediyorsun, bahçeye çıkalım da azıcık hava alalım.” Beraber aşağıya indik. Hava gerçekten çok güzeldi. Bahçede dolanıyorduk ki tekrar o heykelin önünden geçerken vücudumda inanılmaz derecede bir elektrik akımı geçti. O heykelde beni kendine çeken bir şey vardı. Kendime engel olamayıp ablamın yanından ayrıldım ve heykele doğru ilerledim. Ablam bana sesleniyordu ama ben büyülenmiş gibi ona doğru gidiyordum. Heykelin gözleri birden renk değiştirdi. Beyaz taştan olan gözler bir anda alev kırmızısına döndü. Öyle güzel bir kırmızıydı ki sanki insanı günaha davet ediyordu. Dayanamadım ve ellerimi heykelin gözlerine değdirirken bir anda kolumu birisi tuttu. Ama artık çok geçti, parmaklarım gözlere değmişti bile. Bileğimi tutan kişiyle heykele doğru çekildik ve heykel bizi içine çekmesiyle kendimi bilmediğim bir ormanda buldum. Etraf çok güzeldi. Minik bir gölün etrafında renk renk çiçekler, kelebekler, cıvıl cıvıl kuşlar vardı. Ortam sanki büyülü gibiydi. Koluma birisi dokundu ve bir anda irkildim. Kafamı çevirip kim olduğuna baktığımda karşımda gördüğüm kişi Dariandı. “Senin burada ne işin var?” “Büyülenmiş gibi görünüyordun. Heykelin gözlerinin renk değiştirmesine ve farklı derecede bir frekans yaymasına rağmen sen yine de ona dokunmak istiyordun. Tam bileğini tuttum, seni engelleyecektim ki birden kendimi seninle burada buldum.” “Peki biz şu anda neredeyiz?” “Ben de tam sana bunu soracaktım.” Bilmediğimiz bir yere gelmiştik. Peki buradan nasıl geri dönecektik? “Darian, biz burada ne yapacağız?” “Sen büyülenmiş gibi heykele dokunmasaydın biz şimdi burada olmazdık, Hera.” “Neden şimdi bana bağırıyorsun ki? Bilerek mi yaptım sanki?” dedim. Sesim titremeye başlamıştı. “İstemiyorsan gelmeseydin, engellemeseydin beni. Ben mi dedim sana, ‘Gel beni kurtar’ diye?” Sesim sona doğru gittikçe kısılmıştı. Darian’ı arkamda bırakıp ilerlemeye başladım. Olmaz, şimdi ağlayamazdım. Bunu yapmamalıydım. Arkamdan ayak sesleri gelmeye başlayınca kafamı çevirdim ve gelen beni hiç şaşırtmamıştı. Tabii ki de Dariandı. “Neden peşimden geliyorsun?” “Tek başımıza kaldık zaten, bir de kayıp mı olalım Hera?” “Ben sana sabah ne dedim Darian? Bana iyi davranma, başına iş açarsın, sana zarar veririm dedim. Bak şimdi neredeyiz? Bak halimize bak, bak düştüğün duruma. Burada başına bir şey gelse sence seni buradan kurtarabilir miyim? Şu anda bende o güç var mı!” diye bağırdım ama en sonunda gözümden bir damla yaş düştü. Benim yüzümden kimseye zarar gelmesini istemiyordum. Gözlerimden yanağıma süzülen bir damla yaş toprakla buluştuğunda toprak birden sallanmaya başladı. Öyle hızlı sallanıyordu ki ayakta zor duruyordum. Korkudan tir tir titrerken Darian’la göz göze geldik ama ben ağlamaya hâlâ devam ediyordum. Hemen yanıma geldi ve beni sıkıca tuttu. “Hera, ağlamayı keser misin?” “S-sana ne be? Ağlıyorsam ben a-ağlıyorum.” “Salak mısın kızım sen? Ağlayınca burası sallanmaya başladı.” Öyle sert sallanıyorduk ki ileriden bir kırılma sesi geldi ve başımı çevirdiğimde bir ağacın bize doğru devrildiğini gördüm. Korku ile direkt Darian’ın üzerine atladığım gibi ikimiz de yere düştük ama ağacın altında kalmaktan kurtulmuştuk. “İnat etme de bir dene ağlama bakalım duracak mı?” Kendimi kontrol etmeye çalışıyordum, ağlayışlarım yavaş yavaş iç çekişlere dönüyordu. Ama işin tuhaf kısmı ise salınmanın şiddeti azalıyordu ve en sonunda da durmuştu. “Durdu,” dedim şaşkınlıkla. “Beni dinlemiyorsun ki.” Mahcup bir şekilde yüzüne bakıyordum. “Özür dilerim,” dedim. “Ne için?” “Sabah söylediğim şeyler için.” “Önemli değil, haklısın zaten. Bir de omuzlarına ben yük olmak istemiyordum.” “Ben öyle demek istemedim. Ne dersem diyeyim bana yardım etmeyi bırakmayacağını biliyordum. O yüzden ben de olayı kendi üzerime çekip kendimi senden uzak tutmak ve seni korumak istedim. Beni uyandıracakları zaman neden sen o mağarada yoktun, bir düşün. Çünkü benimle çok vakit geçirmedin. Sana zarar vermek istemiyorum. Ne kadar seni ailemden biri gibi görmek istemiyorum desem de seni de ailem olarak gördüğüm için kendimden uzak tutmak istedim. Bak şimdi senin de başını belaya soktum. Yani haklıymışım.” Dedim ama gözlerim tekrar dolmaya başlamıştı. “Sakın Hera, sakın ağlama.” Sakinleşmeyi bekledim. Biraz da olsa sakinleştikten sonra Darian konuşmaya başladı. “Kaderimizde ne varsa onu yaşarız ufaklık, ben halimden şikayetçi değilim.” Dedi ve kollarını açık “Gel bakayım buraya.” Dedi. Ben onun benim için açtığı kollarının arasına girdim. Kollarının arasında çok küçük kalmıştım. Acaba bana ufaklık demekte haklı mıydı? Biz sarılırken çalıların arasından yılan sesleri gelmeye başladı. Korku ile Dariana baktım ama tam o sırada bir ses duyuldu. “Kızım...”
Yeni bölümle karşınızdayım. Bölümü nasıl buldunuz? Yorum ve beğenilerinizi bekliyorum.
|
0% |