@elifkacmaz
|
Yüzünü inceledim. Koyu kahve saçlı, kahverengi gözlüydü. Saçı büyük ihtimalle partiden dolayı dağılmıştı. Partide olan renkli ışıkların suratına patlaması sebebiyle renkleri tam ayırt edemiyordum. Gözlerim soğuk, ince, kemikli uzun parmaklarına kaydı. Omzumda bulunan ellerinin hissiyatı tüylerimi ürpertiyordu. Gözlerimi kısıp ona baktım.
"Alkol toleransımın düşük olduğunu nereden çıkardın? Ben barmenim."
Duraksadım.
"Barmendim."
Gülümsemekle yetindi. Arkamdan gelen sessiz adımlar bir anlık irkilmeme sebep oldu. Kafamı döndürdüğümde keskin gözlerle bir Aren'in omzumdaki eline, bir bana, bir de Aren'e bakan Feza'yı gördüm. Aren'e baktım, aynı sorgulayıcı ve kinli ifade onda da vardı. Bu ikilinin arasında ne olduğu beni gram ilgilendirmiyordu, barmene döndüm.
"Bana bir Sherry versene."
"Tabii güzellik."
Galiba sürtük muamelesi görüyordum. Feza'ya döndüm.
"Madem beni buraya getirdin, bir şeyler içmeme izin ver. Alkol toleransım yüksek ve %15 oranlık bir şey içeceğim. Ayrıca şu Aren'in kim olduğunu sormayacağım bile."
"Tamam, hazır olduğunda gel. Ayrıca öğrenilmeye değer birisi değil, merak etme."
Bu diyaloğu Aren'in yanında yapmamız onu sinirlendirmiş olacak ki içtiği viskiyi kafasına dikip barmene doğru geri ittirdi. Çenesinin kasılmasını görmek zor değildi. Feza'nın dudağı kıvrıldı ve gururlu bir gülümsemeyle odasına doğru yürüdü. Aren birkaç dakika sonra orayı terketti ve ardından telefonumun titreşimini pantolonumun cebinde hissettim. Bilinmeyen bir numaraydı, büyük ihtimal telefon dolandırıcılarındandı ama umursamadım ve yine de açtım.
"Ben Aren. Kaydet numarayı, lazım olacak."
Ve Aren'in kulaklarımı dolduran buğulu soğuk sesi. Bana söylenmeyen bir şeyler varmış gibi hissediyordum. Arama sadece bu 6 kelimeden ibaret oldu. Aren cümlesini bitirir bitirmez telefon kapandı.
Barmenin bana doğru ittirdiği içkiyi yudumladım. Bu hayatın bu noktasında nasıl bir anda bulunmuştum ki? Ben miydim kendimi bu hale getiren, ben miydim düşüncelerimi bu kadar ileri noktaya getiren? Bu olayların sonunda illa bir şeyler olacaktı. Acaba ben miydim kendi ölüm fermanımı imzalayan, yoksa başkası mı benim adıma imza atan?
Dişlerimi sıktım. Düşüncelerim bazen belli bir noktada kilitli kalmama sebep oluyordu. Ellerimi zincirleyen elbet düşüncelerimdi ama düşüncelerimi oluşturan benim zihnimdi ve zihnim o zinciri açacak tek özel anahtardı.
Barmene baktım. Şu an zihnine girmeye çalışsam problem olur muydu ki? Gerçi zaten şu an uğraşılan problem bendim, çok da takmazlardı herhalde. Zihnine odaklandım. Etraf karardı. Bir tek barmen kaldı. Boşlukta hissettim. Gözlerimi kapattım. Bir beyaz ışık göründü. O ışık genişledi, anılara dönüştü. Anılarının içinde yürüdüm.
Çocukluğunda aile problemleri olan biriydi. İsmi Erdem'di. Babası ile ciddi anlaşamama sıkıntıları vardı. Annesi ise sürekli babasını koruyordu. 23 yaşındaydı. Her zaman ailesinin istediği hayatı yaşamıştı. Hep savcı olma hayaliyle büyümüş, sonra o hayali ailesi tarafından bir toz bulutu gibi dağıltılmıştı. Başıma bir ağrı saplandı. Barmenle aramda kurduğum o ip gözümün önünde koptu. Gözlerimi açtım. Büyük bir ışık patlaması anlık gözümü kamaştırdı. Başıma saplanan ağrıyla kafamı barmene çevirdim. Barmen gözümün önünde sendelendi. Başımı tutarak telefonumu elime aldım ve saate baktım. 5 dakika olmuştu. 5 dakikadır aklındaydım ve vücudum 5 saattir koşu yapıyormuşum gibi ağrıyordu. Burnumun kanadığını ise telefonumun üzerine damla damla düşen kırmızı sıvı sayesinde anladım. Bar tezgahının üzerinde duran Sherry bardağını kafama diktim. Elimin tersini burnumdan akan kanı silmek için kullandım.
"Erdem, para burada. Ekstradan koydum, bahşişim olsun," dedim ve barmeni kafasında soru işaretleriyle bırakarak Feza'nın odasına yürüdüm. Kapıyı direkt açtım.
"Evet, geldim. Ne konuşmak istiyordun?"
"Galiba sizin kapıyı tıklatmadan içeri girmenize alışmak gerekiyor, değil mi Lavin Hanım?" Feza yavaşça koltuğunu bana doğru döndürdü. Yüzünde muzip bir gülümseme bulunuyordu. Bacak bacak üstüne atmış, iki kolunu da sandalyenin kollarına yerleştirmiş, bir eli de çenesinin yaslanmasına yardımcı oluyordu. Anlık suçluluk hissiyle gözümü ondan yana çevirdim.
"Benle konuşurken gözlerinin benimle buluşmamasını sevmiyorum, Lavin. Konuşacaksak yüzyüze, birbirimizin gözlerinin içine bakarak konuşalım."
Yutkundum.
"Ne konuşmak istiyordun?"
Masasının önünde bulunan deri koltuğa doğru adımlarımı atıp oturdum.
"Konuyu uzatmayı sevmiyorum, tanıştığımız günden bunu anlamış olmalısın. Aklında bir plan varsa anlat, o akademide daha fazla kalmaya niyetli değilim, inan bana."
Sessizlik.
"Kumsal'la aranı iyi tut."
"Ne?"
Omurgama bir ağrı saplandı. Gözlerini masasının üstündeki zımbalanmış ve dosyalanmış birkaç belgeye çevirdi.
"Annene ve babana ne olduğunu öğrenmek istiyorsan biraz diğer maskeni oyna Lavin. Unutma, sen o akademide Lavin Verda'sın, Lavin Dora değil."
"Kumsal ailem hakkında ne biliyor, Feza?"
Soğuk gözleri tekrar benim gözlerimle buluştu.
"Her şeyin bir zamanı var Lavin. Satranç oynuyormuşçasına davran."
Öne, bana doğru eğildi.
"Oyun ilerledikçe hamleler büyür. Doğru hamleyi doğru zamanda yaparsan şah mat yaparsın. Oyunun başında veziri ortaya çıkartırsan yenilirsin." Dudaklarını ıslatıp devam etti.
"Ve en önemlisi, kimsenin piyonu olmamaya çalış."
"Gözden kaçırdığın bir şey var, Feza." Gözlerimi onun gözlerine kenetledim.
"Satranç oynanırken piyon küçümsenmez. Piyon, diğer taşların yapamadığı şeyi yapar. Karşı takımın bölgesinin son karesine geldiğinde, önceden kaybedilmiş taşı alabilir ve takımın kazanmasında büyük katkı oynar."
Çenemi gururla ifadesiz bir şekilde kaldırdım. Deri koltuktan yavaşça kalktım ve odasından dışarı çıktım. Gözlerim bu insan topluluğunda Sarp'ı aramaya başladı. Siyah takım elbisesiyle ve elinde daha önce görmediğim bir kadehte Yeşil Peri içkisi bulunuyordu. Kadehi özenle tasarlanmıştı. Kadehi tutmanızı sağlayan ince cam kısım yoktu, tutma kısmında demirle büyük ustalıkla oyulmuş, işlenmiş siyah bir yılan yerini almıştı. Kadehin tutuş kısmını orta parmağı ve yüzük parmağı arasına yerleştirmiş, çok zarif bir şekilde tutuyor ve konuşurken arada sırada küçük yudumlar alıyordu. Yanında bulunan küçük şarap kırmızısı rengi masada ise şampanya, şarap gibi alkollü içecekler bulunuyordu. Barmen olmayı bırakalı içmekten de keyif almamaya başladığımı farkettim.
"Sarp, geri dönelim."
"Feza bırakmayacak mıydı seni Lavin?"
"İşleri var, buradan dışarı çıkalım. Lütfen."
Sarp baştan aşağı beni süzdü, beni süzen gözleri yorgun olan gözlerimle buluşunca biraz daha yumuşadı. Kaşlarını hafifçe çattı. Arkada çalan müzik esnasında kaşlarını hafifçe çatmasıyla oluşan kırışıklığa odaklandım. Dudakları düz bir çizgi aldı, arkasına dönüp konuştuğu kişilere baktı. Siyah ve bordo detayları olan gömleğinin yakasını düzeltti.
"Sohbet buraya kadarmış." Alaycı bir ses tonunu takınmıştı.
"Erken değil mi daha, Sarp?" Lacivert tonlu mavi gözlere sahip bir adam araya girdi.
"Benim için erken, ama değerlimiz için geç anladığım kadarıyla. Konuşacak vaktimiz daha çok olacak, emin ol." İnce, kemikli ve şahmeran bulunan eli içinde Yeşil Peri bulunan ilgi çekici kadehini tekrar aldı, son defa yudum aldı ve geri masaya bıraktı. Bana döndü.
"Tamam, gidelim."
Müzikten duyulmayacak bir şekilde sonunda diye fısıldadım. Dirseğimi sıkı olmayacak bir şekilde kavradı. Kapıdan dışarı yavaş adımlarla çıktık. Siyah, Feza'nın 'işçilerinin' bulunduğu arabalara yönelmemizi beklerken tamamen zıttına yürümeye başladık.
"Arabalar o yönde."
"Gitmek için benden izin istedin. Ben de seni kendi arabamla bırakacağım Lavin."
Şaşırmış bir edayla ona baktım. O kadar yorgundum ki, laf edecek en ufak halim yoktu ve sinir bozulmasıyla alt dudağımı ısırdım. Biraz daha yürüdükten sonra biraz köşede bulunan bir yola saptık. Dirseğimi tutan elini gevşetti, bıraktı ve eli pantolonunun cebine uzandı. Hem ruhuna, hem kıyafetine yakışan siyah araba anahtarını cebinden çıkardı, arabanın kilidini açtı. Karanlıkta belli bile olmayan araba, önce arka kırmızı farlarının, sonra ise öndeki beyaz farlarının açılmasıyla kendini belli etti. Tamamen siyah olan bir Bugatti Chiron ile karşılaşmıştım.
"Akademiye gitmiyoruz Sarp."
Kapıya uzanan eli durdu.
"Ne?"
"Evime gideceğim."
"Feza'nın haberi var mı peki?"
"Haberi olmasına gerek yok."
Gözlerini şüpheli bir şekilde kıstı, dudağının bir kenarı kıvrıldı.
"Geç arabaya."
Gülümsedim. Telefonumdan konumu açıp ona verdim.
"Aren'le mi konuştunuz?" Gözleri yoldaydı. Yüzünü arada sırada yanıjdan geçtiğimiz sokak lambaları sayesinde ayırt edebiliyordum.
"İnan kim bilmiyorum. Ve bilmeye de hiç niyetim bulunmuyor." Arkama yaslandım ve uçsuz bucaksız görünen siyah asfalt yola döndüm. Gecenin saat üçü, tüm dükkanlar kapalı, ve yolları silik bir şekilde aydınlatan sokak lambaları. Gökyüzündeki yıldızlı karanlık tek süsü olan, yalnız, sade ve boş sokaklar. Arada sırada etrafta görünen ve ruh gibi yürüyen insanlar, ve rüzgarın saf fısıltısı. Umutsuz sokakları seviyordum. Kirpiklerim bile gözüme ağır gelmeye başlamıştı.
"Yorgunsun."
"Yoruldum."
"Gelmek üzereyiz."
"Peki."
"Belgende motosiklet kullandığın yazıyordu."
"Evet. Kullanıyorum."
"Nasıl bir motosiklet?"
"Siyah. İsmi Astra." Çok uykuluydum.
"Astra. Gökyüzündeki yıldız. Sevdim."
"Teşekkürler."
Kafamı cama doğru dayadım. Uyumamak için gayret ettim. Uzun süredir gözüme en ufak uyku girmemişti. Yanan gözlerimi sonunda biraz dinlendirmek için kapattım. Eski anılarım çerçevesi kırılmış sararmış, yırtık fotoğraflardan ibaretti. Tek sıkıntı, bu fotoğraflar gerçek hayatta değil, bir tek benim zihnimde var olmuştu.
"Burası mı?"
Dinlendirdiğim gözlerimi açtım ve doğruldum. Sarp arabayı durdurdu.
Küçüklüğüm. Gözlerim evi taradı. Terk edilmiş küçüklüğüm. Arabadan dışarı çıktım. Rüzgar yüzümü yalayıp geçti. Dizlerimin şiddetli titremesini görmezden gelmek için ciddi bir çaba gösteriyordum. Ev kalbime bir kurşun gibi saplandı, göğsümü tırmaladı. Hırıltılı nefesimi görmezden geldim. İrkildim. Kurşunla beraber kafama saplanan anılarla, yanan gözlerimi kapattım. Hissetmek istemediğim bir nostaljiydi. Hatırlamak istemediğim anılardı. Her hatırladığımda bedenime acı veren hatıralardı.
Eve doğru geri gitmek isteyen ayaklarımla adım attım. Beynim direkt kaçmam için komut veriyordu. Cama doğru adımlarımi attım. Anılar etrafımı kelepçe gibi sarıp sarmaladı. Yavaşça, tereddütle elimi cama koydum. İçerisi can acıtacak kadar kapkaranlıktı. Perdeden ve karanlıktan dolayı çok göremesem de içeriyi görebileceğim küçük bir boşluk bana yeterli gelmişti. Tozlanmış masa ve koltuk. Üstünde oturup televizyon izlemeyi sevdiğim bana ayrılmış olan o koltuk içimi burktu. Yine de acının tatlı tebessümü olacak ki küçük bir gülümseme yerleştirdim suratıma. Arkamı döndüm. Sarp araba camından sessizce buğulu gözlerle beni izliyordu. Arabaya doğru tekrar adımlarımı attım. Kapıyı açtım ve sessizce içeri girdim. İkimiz de tek kelime etmedik. Sessizliğin güzelliğini sürdürmeye sanki yeminliymiş gibi sessizliği bozmadık. Sarp tekrar akademiye sürmeye başlarken kafamda binlerce düşünceyle yavaşça uykuya daldım.
Arabanın durmasıyla geldiğimizi anladım. Akademinin personeller için bulunan otoparkındaydık.
"Saat kaç?"
"Dört buçuk."
Kafamı hafifçe salladım.
"Lavin."
Kafamı ona çevirdim.
"Tanıdığını düşündüğün kişileri aslında tanımıyorsun."
Kaşlarımı çattım ve kafamı biraz eğdim.
"Ne?"
"İyi geceler." dedi kafasını bana çevirip fısıltı gibi bir sesle. Suratına bakıp bir şeyler daha söylemesini bekledim ancak istifini bozmamakta gayet kararlıydı.
Gözlerimi devirdim. Yine soru işaretleriyle ve beni düşünmekten oluşacak baş sancımla bırakıyordu. Dediği şeyler aklımda dönüp dururken bu garip sessizlikten hemen kurtulmak istediğimi farkedince hızlı bir şekilde telefonumu aldım, ve arabadan çıkıp akademiye doğru gitmeye başladım. Cam kapıyı itekledim ve içeri girdim. Lobinin ışıkları halen açıktı. Merdivenlere yöneldim. Kapıma doğru giderken gelen mesajla telefonumun ekranını açtım. Özgür'dü.
"Yarın programın gözden geçirilecek. Normalde bugün senle konuşacaktım fakat akademide değildin."
Görüldü, 04.39.
"Kusura bakma. Yarın konuşuruz. İşlerim vardı."
Görüldü, 04.40.
Telefonu kapattım ve odama girdim. Biri beni aramıştı fakat ekrana bile bakmadan telefonu sessize aldım. Tüm uzuvlarım ağrıyordu. Hoyratça banyo kapısını açtım. Telefonu banyodaki küçük çekmecenin üzerine bıraktım. Baygın bir ifadeyle hemen duşa girdim. Bıkkındım. Sersemlemiş hissediyordum. Duş son zamanlarımda ıstıraplarımdan kurtulmamın tek çaresi olmuştu. Katlanmak zordu. Algılayamıyordum. Ne yaptığımı bile bilemeyecek duyarsız birine dönüşmüştüm. Ardı ardına sıralanan yalanlar zihnimin içinde kıyamet oluştururken hala adıma imzalanmış belgelere körü körüne uyuyordum. Banyonun loş ışığının altında zihnimi sonunda ele geçirmiş düşüncelerle boğuşmaya devam ettim. Sesler gittikçe azaldı. Gittikçe bir boşluğa düştüm. Bu boşluğun da beni çekmesine izin verdim. Komidinin üzerinde titreşimde bulunan Feza'nın aradığı telefonu cevapsız bıraktım ve sessizliğe büründüm.
|
0% |