Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@ergnyusra

                 

İNSTAGRAM HESABIM: yusraergn

TİKTOK HESABIM: yusraergunkitaplari

 

Keyifli Okumalar ☘️

 

 

10. Çelişki

 

Uzun bir maraton koşmuş gibi nefes nefeseydim. Kulaklarımda çınlayan nefes seslerim sanki odanın duvarlarına çarparak bana geri geliyordu. Hâlâ hareketsiz bir şekilde Yiğit’in değişen bakışlarını izliyordum. Kuşağı sıkı sıkı tutup başımı önüme eğdim. Yüzüm kulaklarıma kadar kızarmıştı, çok utanıyordum.

Bakışlarını üstümde hissettiğim her saniye yerin dibine girmek ve bir daha da çıkmamak istiyordum. Koşup saklanabileceğim bir yer de yoktu. Öylece ulu orta durmuş, beni seyretmesine izin veriyordum.

Kalbim hızlanmaya, vücudum ise titremeye başlamıştı. Kış soğuğunun ortasında kalmış gibiydim. Kışın yağan karları sanki şu an vücudumda hissediyordum. Fakat gariptir ki üşümüyordum. Aksine kocaman bir ateşin ortasındaymışım gibi yanıyordum. Böyle çelişkili bir durumdaydım ve kendime engel olamıyordum. İçimden bir şeyler akıp gidiyordu.

Bu adam neden hâlâ bakışlarını üstümden çekmiyor ve gitmiyordu? Kafamı hafifçe kaldırıp ıslak saçlarımın arasından yüzüne baktım. Gözlerinde çok farklı bir ifade vardı. Gözlerinde gördüğüm şey beğeni miydi, bilmiyordum.

Benim ona baktığımı görünce hep yaptığı gibi kendini toparladı ve yine ifadesiz hâline geri döndü. Onunla bu evde sürekli köşe kapmaca oynayarak ama hep de birbirimizi yakalayarak geçirdiğimiz anlar artık can sıkıcı olmaya başlamıştı.

“Ben burada olduğunu bilmiyordum, kusura bakma,” deyip hızla çıktı odadan. Ses tonu da az önceki bakışları gibi farklıydı. Karmakarışık ve anlaşılmazdı.

Dolabın aynasından yüzüme baktım. Sanki kafamı salça kavanozuna batırmışlardı. Kızarmış ve yanıyordu. İçimdeki ses, o senin kocan, utanmaman gerek dese de elimde değildi. Hayatımda ilk defa bir erkeğe böyle görünmüştüm.

Her ne kadar kocam da olsa aramızda bir şey geçmemişti ve biz hâlâ iki yabancı gibiydik. Peki ben şimdi nasıl bakacaktım yüzüne? Elimle yüzümü sertçe ovaladım, ardından buz gibi olan ellerimi yanaklarıma koydum. Vücudum sanki ikiye bölünmüştü. Bir yanım üşürken bir yanım da yanıyordu. Acaba hiç çıkmasam mı bu odadan? Ama öyle de olmaz ki.

Makyaj aynasının önündeki sandalyeye bedenimi güç bela bıraktım ve bir süre kendime gelmeye çalıştım ama pek başarılı olamıyordum. Çünkü aklıma geldiği her an kızarıyor ve utanıyordum. Tabii içimdeki heyecan da cabasıydı.

Bedenim hâlâ heyecan dalgasıyla titriyordu. Ne kadar o hâlde kaldım bilmiyorum ama gözüm makyaj masasının üstündeki telefonumun saatine, gelen bildirim sayesinde kayınca, bu sefer de telaşla ayağa kalkıp hazırlanmaya koyuldum. Gelmelerine az bir zaman kalmıştı ve ben hâlâ hazır değildim. Ayrıca sofranın son hâlini kontrol edip eksik var mı diye bakmalıydım. Her şey tam olmalıydı çünkü annem bu konuda oldukça titizdi. Bu nedenle sofra düzeni için beni görevlendirmişti ve ben de çalışanlara gereken şeyleri söyleyip, hazırlanmak için odama çıkmıştım.

Hazırlanmakla meşgul olurken bu sayede düşüncelerimin de dağılması, kalbim açısından iyi olmuştu. Elbisemi giyip saçlarımı kuruttum. Saçlarımı tepeden atkuyruğu yaparak topladım ve yüzümü çok hafif bir makyajla canlandırdım.

Aynadan son kez kendime bakıp görüntümden emin olunca giyinme odasından çıktım. Allah’tan Yiğit odada yoktu. Olmasa ne olur, sanki hiç karşılaşmayacaksınız, diyen iç sesim haklıydı. Fakat ben yine de düşünmek istemiyordum, aklıma geldiği her an yanaklarıma ateş basıyordu.

Aşağı indiğimde kızların sofrayı kurduklarını gördüm. Sofraya baktığımda neredeyse tamamlanmıştı ve hiçbir eksik yok gibi görünüyordu. Gerçekten çok güzel bir sofraydı. Yok yok denilecek türdendi. Hazırlanmış bir şekilde yanıma gelen anneme baktım.

Üstüne giydiği siyah elbisesi ve kafasına taktığı koyu mavi şalıyla çok güzel ve asil görünüyordu. Annem yüzünde beliren memnuniyetle sofraya bakıyordu. Bakışları bana dönünce sıcacık gülümsedi.

“İşte benim gelinim,” dedi ve devam etti. “Her şey çok güzel görünüyor kızım. Teşekkür ederim.” Gülümsedim. Beğenmesine sevinmiştim. Onu memnun etmek hoşuma gidiyordu. Çünkü o da benim için elinden gelen her şeyin en güzelini yapıyordu.

Herkes, her şey hazırdı ve biz şimdi misafirlerin gelmesini bekliyorduk. Yiğit de az önce inmişti. Kafamı kaldırıp yüzüne bakamıyordum. Onu gördükçe olanlar aklıma geliyordu. Üstümde hissettiğim bakışların ona ait olduğunu biliyordum.

Kalbim yanımdaki varlığını ve bakışlarını kulaklarıma bas bas bağırıyordu. Ondan tarafa dönmedim. O ise bakışlarını inat etmiş gibi üzerimden çekmiyordu. Beni kısacık bornozun içinde görmüş ve bakışlarını her yerime dokundurtmuştu. Üstelik sonradan fark ettiğim önümün fazlasıyla açık olması beni utanç girdabına sokmuştu. Derin bir nefes çektim içime. Buna ihtiyacım vardı.

Neyse ki kapının açılmasıyla bakışları üstümden çekilmişti. Sanırım beklenen misafirler gelmişti. İçeri giren kırk beş yaşlarında bir adam, yanında eşi diye tahmin ettiğim güzel ve bakımlı bir kadın vardı. Arkalarından da genç bir kız kapıdan içeri girmişti.

Adam güler yüzle babama yaklaştı ve onunla tokalaştı. Ardından bayanlar tanışıp kaynaşmıştı. Kısa bir tanışmadan sonra bir müddet oturup sohbet edildi.

“Maşallah kocaman kızınız var ama hâlâ çok genç ve güzel görünüyorsunuz,” dedi annem. Evet, haklıydı. Kadın en fazla otuzlarının sonundaydı.

“Ah hayır, Buse benim kızım değil, eşimin yeğeni. Bu işte beraber çalıştıkları için o da bizimle geldi. Bir oğlum var ama o, bu tür yemekleri pek sevmediği için otelde kalmayı tercih etti,” dedi kadın tatlı bir tebessümle.

Bakışlarım istemsiz kıza kaydı. Beyaz teni, açık kahverengi gözleri ve siyah saçlarıyla oldukça güzel bir kızdı. O da erkeklerle iş muhabbetine girmiş, onlarla oturuyordu. Kızın ara ara Yiğit’e takılan bakışları beni rahatsız etmişti. Kaşlarım çatıldı.

Buse gözlerinde saklamaya gerek duymadığı hayranlıkla Yiğit’i seyrediyordu. Sanırım yeni bir Rojin vakasıyla karşı karşıyaydım. Buse onun yanında, yakınındaydı. Arada gülerek bir şeyler anlatıp elini koluna koyuyordu. Kaşlarım daha da çatıldı, sinirden dişlerimi birbirine geçirdim. Bu kızın Yiğit’e ilgisinin olduğu apaçık belliydi. Bu düşünceyle içimdeki öfke ve kıskançlık kıvılcımları büyüyüp harlı bir ateşe dönüşmeye başlamıştı. Bir de sürekli beraber çalışacaklardı. Fakat anlamadığım bir şey vardı, bu samimiyet nereden geliyordu?

Tırnaklarımı sertçe dizime geçirdim. Canım yanıyordu ama umursamadım. Kor ateşler kanımı kaynatıyordu. Kıskançlık damarlarımda bir yılan misali dolanıyordu. Canımı en çok yakan şey ise elimden bir şeyin gelmemesiydi. Yiğit benim kocamdı ama üstünde hiçbir hakka sahip değildim. Yiğit, bana bu hakkı tanımamıştı.

Buse ile ilgilenmiyordu ama Buse onun dikkatini çekmek için her şeyi yapıyordu. Bu kız, günün birinde onun aklına girip kendine âşık ederse, yapabileceğim bir şey yoktu. Kalbim sızladı.

Yiğit’in bir şey yapmaması ise beni kırıyordu, kalbimdeki sızlıyordu. Buse’den çektiğim gözlerimi içimdeki harlı yangınıma çevirdim. Gözlerimin dolmasına engel olamadım.

Kalbinin bir başkasına ait olma düşüncesi ruhuma zincirler vurduruyordu. Ona baktığımı hissetti ve Buse’nin ona anlattıklarını umursamayarak gece karası gözlerini yüzüme dikti. Ardından gözlerimin içine baktı ve kaşlarını çattı. Anlamıştı bende bir şeyler olduğunu. İçimdeki acıyı daha fazla görsün istemedim, gözlerimi kaçırdım. Ondan başka her şeye baktım ama o, hâlâ bana bakıyordu.

İnsan sahip olmadığı bir şeyi kaybetmekten korkar mıydı? Ben korkuyordum. Henüz kavuşmadığım bu adamı kaybetmekten ölesiye korkuyordum. Çok saçmaydı ama bu korku kalbimi esir almıştı.

Uzun zamandır susturduğum mantığım yine kendini gösterip konuşmaya başladı. Seni defalarca kez kıran bu adamı neden hâlâ sevmekten vazgeçmiyorsun? Kalbimin sesinden fırsat buldukça hep bunu fısıldıyordu. Neden hâlâ vazgeçmediğimin hesabını soruyordu.

Yanıt kalbimden geldi:

Bu adama vazgeçilmez bir aşkla bağlıydım.

“Buyurun, sofraya geçelim,” diyen babamla birlikte herkes ayaklanıp masaya geçmeye başlamıştı. Ben de yerime, Yiğit’in yanına geçip oturdum. Servisi çalışanlar yapacaktı. Tülay hanımın bakışları üstümdeydi ve kafamı kaldırıp küçük bir tebessüm yolladım. O da aynı şekilde karşılık verdi.

“Yakın zamanda evlendiğinizi duydum, tebrik ederim,” dedi Tülay Hanım.

“Teşekkür ederim,” dedi Yiğit silik bir tebessüm ile. Ben de Tülay Hanım’ın bizi tebrik etmesine gülümseyerek hafif bir baş hareketiyle karşılık vermiştim. O sırada soğuk bakışlarıyla Buse’nin beni süzdüğünü fark ettim. Gülümsemem yüzümde soldu.

Benden hoşlanmadığını bakışlarından anlıyordum. Yanımda oturan Avşin’in elini bacağımın üstünde hissettim. Kafamı çevirip ona baktığımda bana güven ve destek veren bakışlarıyla karşılaştım. Ona zor da olsa küçük bir tebessüm yollayıp önüme döndüm. Masada ara ara iş, ara ara da normal, samimi bir sohbet dönüyordu. Yemekleri çok beğenmiş ve hayran kalmışlardı.

“Bunun adı ne ve kim yaptı?” diye sordu Tülay Hanım sac tavayı işaret ederek.

“Bu yemeğin adı sac tava, gelinim Arya yaptı,” dedi annem gururla.

“Gerçekten çok güzel ve farklı bir lezzet. Yapan da güzel yapmış tabii,” dedi bana tebessüm ederek. Bu kadın, gerçekten çok zarif ve narin, bir o kadar da güzeldi. Yine başımı hafifçe eğip tebessüm ettim.

“Ayrıca abimin en sevdiği yemek ve yengem de onun için her zaman yapar,” dedi Avşin.

Ben dâhil annem ve Seniha teyze de Avşin’in bunu neden söylediğine anlam verememiştik. Ben daha önce hiç bu yemeği yapmamıştım ki? Ayrıca Yiğit’in en sevdiği yemek miydi? Annemden onun kaburga dolmasını daha çok sevdiğini duymuştum. Bakışlarımı Avşin’e çevirdiğimde onun Buse denen kıza bilmiş bir gülümseme yollamakla meşgul olduğunu gördüm. Yaptığı şeyi şimdi anlamıştım. Avşin de her şeyin farkındaydı.

Allah’tan erkekler koyu bir sohbete dalmış, sadece biz hanımlar duymuştuk ve tabii mesajın gönderilmek istendiği asıl kişi de dâhil. Buse’nin yüzü düşmüş, kafasını yemeğine gömmüştü. Avşin’e baktığımda bana göz kırpıp sinsi bir gülüş yollamıştı. Ah, bu kız çok fenaydı.

Yemekler bitince sofradan kalkıp sedirlere geçtik. Çalışan kızlar kahveleri dağıtıp gitti. Beyler iş muhabbeti yapmayı bırakıp normal sohbete döndüler. Bir süre sonra Yiğit çalan telefonunu cevaplamak için ayaklandı. Balkonun öbür tarafına gidene kadar ardından baktım. Gözden kaybolunca bakışlarımı önüme çevirdim ve elimdeki fincana baktım.

Ne kadar böyle kaldığımı hatırlamıyorum ama kafamı kaldırdığımda Buse’nin yerinde olmadığını gördüm. Kaşlarım çatılmıştı. Bu kız nereye kaybolmuştu? Ve neden bu eve gelen her kadın tahmin ettiğim şeyi yapıyordu? Elbette Yiğit’in peşinden gittiğini düşünüyordum ama yine de emin olmak istedim. Cebimdeki defteri çıkarıp yazdım ve yanımda oturan Avşin’e gösterdim.

“Tuvalete gideceğini söyledi,” diyerek yanıtladı beni. Fakat içimi saran ve huzursuz olmamı sağlayan kafamdaki düşünceyle beraber dayanamayarak kalktım ve Yiğit’in telefonla konuşmak için gittiği yöne doğru yürüdüm. Burası büyük salonun duvarından dolayı bizim oturduğumuz kısımdan görünmüyordu. Yaklaştıkça Buse’nin sesini duydum.

“Kusura bakma Yiğit, dün gece seni aradığımda ve mesaj attığımda kafam pek yerinde değildi.” Dün gece geç bir saatte Yiğit’e mesaj atan Buse miydi?

“Önemli değil ama bir daha olmazsa sevinirim,” dedi Yiğit onu sertçe uyararak.

“Tamam, merak etme olmaz bir daha.” Buse’nin sesi işveli bir hal mi almıştı yoksa kulaklarım bana oyun mu oynuyordu?

Bu konuşma bana onların önceden tanıştığı hissini vermişti. Zaten Buse’nin rahat tavırlarından anlamıştım. Aklıma gelen şey ile sanki başımdan kaynar sular akmıştı. Yoksa dün gece düşündüğüm şeyler gerçek miydi, aralarında bir şey mi vardı? Yapmaz dediğim şeyi yapmış mıydı Yiğit? Sırtımı duvara verdim ve güç almak ister gibi sıkı sıkı tutundum. Ciğerlerime giren hava yetmiyordu. Yüreğim acıyla kasılıyordu.

Daha fazla burada beklemek istemediğimden arkamı dönüp gideceğim sırada ayağım, dibimdeki büyük saksıya takıldı ve gürültülü bir ses çıkardı. Olduğum yerde donup kaldım ve gözlerimi sertçe yumdum. Bu sesi duymamaları imkânsızdı.

Gözlerimi aniden açtım ve onlar yetişmeden hızla oradan uzaklaştım. Merdivenlerden yukarı çıkacağım sırada Yiğit’in geldiğini ve bana baktığını göz ucuyla görebilmiştim. Odamıza girdiğimde kapıyı sertçe kapattım fakat kapı kapandığı gibi açılmıştı. Yiğit gelmişti. Onları dinleyenin benim olduğumu biliyordu, anlamıştı. Ona dönmedim.

Banyoya gideceğim sırada, “Arya!” diyen sesini duydum. Kalbim atmayı bırakmış, nefes almayı unutmuştum. İlk defa bana adımla sesleniyordu. Adımı onun sesinden duymak başka zaman olsa içimde kelebekler uçururdu ama şu an cevabını alamadığım sorularla meşgul olan beynim buna müsaade etmiyordu. Bana doğru geldi. Ama yine de ona dönmedim, buna hazır değildim. Toparlanmam lazımdı. Fakat o buna izin vermedi.

Sıcak ellerini kolumda hissettim. Daha sonra beni yavaşça kendine doğru çevirdi. Bakışlarımı beyaz gömleğine sabitledim, gözlerine bakamadım. Elini bu sefer de çenemde hissetmek kalbimi hızlandırmıştı. Eli sıcacıktı.

Çenemden tutarak başımı kaldırdı ve göz göze gelmemizi sağlamıştı. Ağlamamak için direndim ve tıpkı onun gibi duygularımı gizledim. Ne kadar başarılı olduğumu ise bilmiyordum.

“Ne oldu? Neden kaçar gibi gittin?” dedi.

Bir de soruyor muydu? Az önce duyduklarımı hatırlayınca öfkeyle çenemi elinin arasından kurtardım ve ondan bir adım uzaklaştım. Bu ani hareketime şaşırmıştı, gözlerimdeki öfkeye bir anlam veremediği belliydi. Dayanamıyordum, daha fazla içimde tutamayacaktım. Elbisemin cebini yokladım ama defter ve kalemimi bulamadım. Yiğit bunu fark etmiş olacak ki bana telefonunu uzattı.

“Al, buraya yaz,” dedi. Şaşırmıştım. Bana bu kadar anlayışlı ve yumuşak davranmasını anlayamamıştım. Çok da düşünmeden telefonu elinden aldım ve mesaj kısmına girerek yazmaya başladım. Şu an o kadar öfkeliydim ki, az sonra soracaklarım ve söyleyeceklerimi büyük ihtimalle sonra düşününce çok pişman olacaktım.

Yazmayı bitirdiğimde okuması için ona gösterdim. Sormak istediğimi direkt sormuştum.

“Buse ile bir ilişkiniz mi var?” Yiğit okuduğu an yüz ifadesi sertleşmişti. Gözleri saklayamadığı öfkenin tutsağı olmuştu.

“Ne saçmalıyorsun sen?” dedi.

Elimde duran telefonu kendime çevirdim ve tekrar yazmaya başladım.

“Sizi duydum. Samimi görünüyordunuz, ayrıca geceleri seni arıyor. Tüm bunlardan nasıl bir sonuç çıkarmamı bekliyorsun?”

Yazdıklarımı okuduktan sonra soru işaretleriyle dolu olan bakışlarını üstümde dikti.

“Sen gece uyumuyor muydun?” diye sordu.

Pot kırdığımın yeni farkına varırken bozuntuya vermedim. Ayrıca ben ondan bir cevap beklerken onun takıldığı yer, gerçekten komikti.

“Telefon sesiyle uyandım.” Küçük bir yalanın kimseye zararı olmazdı, değil mi?

Yiğit söylediğime inanmış olacak ki daha fazla üstünde durmadı. Benimse hâlâ öfkem yerli yerindeydi. O kadın gece boyu ona sırnaşmış ve dokunmuştu.

Tüm bunları düşünmek, şu an yaptığımın Yiğit’e hesap sormak olduğunun henüz farkına varmamı engelliyordu. Daha sonrasında pişman olacağım kesindi. Ancak öfkeme hâkim olamıyordum. Bu öfkemin nedeni hem kıskançlık hem de onu kaybetme korkusundan kaynaklanıyordu.

“Beni nasıl bir adam yerine koyuyorsun? Ben, evli olduğu hâlde başka bir kadınla olacak kadar adi biri miyim?” dedi, öfkesi tekrar gün yüzüne çıkmıştı.

Acı bir gülümseme belirdi dudaklarımda. Gözlerimde beliren acımın ortağıydı bu gülümseme. Kalbimden taşan acım, yüzüme yansıyordu. Gizlemedim, açıkça gösterdim çünkü görsün istedim. Elimdeki telefona yazdım. Ellerim titriyordu, şu an acım öfkemin önüne geçmişti.

“Ben senin nasıl bir adam olduğunu bilmiyorum ki? Sen hiçbir zaman bana kendini soğuk ve öfkeli hâlinden başka bir şekilde göstermedin. Gerçi benim sana bunları sormaya da hakkım yok.”

Yiğit okuduğunda surat ifadesi bir kere daha değişmişti. Yüzü gerildi, bakışları ise ifadesizleşti. Sustu, cevap vermedi. Ne diyebilirdi ki zaten?

Elimdeki telefonunu arkamdaki yatağa bıraktım ve kapıya doğru hareketlendim. Kapı kolunu tuttum ve tüm gücümle sıkmaya başladım. Tükenmiştim. Sanki avucumda tuttuğum acıyla kavrulan kalbimdi. Acısını bastırmak için sıkı sıkı tutmak istedim fakat elimde duran kalbim değil kapının koluydu. Kalbim, ulaşamayacağım kadar acıyla çevrelenmişti.

Kapıyı açtığım an tekrar, gürültülü bir şekilde kapandı. Kapının gürültüsüyle irkildim. Kapı Yiğit’in büyük eli tarafından bastırılarak kapanmıştı. Arkamda bedenini hissettim. Göğsü sırtıma çok hafif de olsa değiyordu, sıcaklığını hissedebiliyordum. Kapı ve bedeni arasında kapana kısılmıştım.

Kalbim yine göğüs kafesimi şiddetle dövüyordu. Az önce acı ile zayıflayan kalbim, şimdi bu adamın bana olan yakınlığıyla yeniden canlanmıştı. Kendimi kontrol edemiyordum, kalbim kontrolümden çıkmıştı, yine ve yeniden.

Koca cüssesi tarafından her tarafım sarılmıştı. Sıcaklığına alışamamışken, bir de sıcak nefesini saçlarımın arasında hissetim. O an içimden akıp giden şeyleri tarif edecek kelime bulamadım. Kulağıma doğru eğildi ve o güzel sesiyle konuşmaya başladı.

“Buse ile aramızda bir şey yok, olamaz da. Ben evli bir adamım ve evliyken asla başka bir kadınla ne beraber olurum ne de bir kadına bakarım,” dedi ve sıcak nefesinin bir kere daha saçlarımın arasından enseme doğru aktığını hissettim.

İçimde sanki akışkan bir sıvı vardı da içimden akıp gidiyor gibiydi. Bu his ölümüm olacaktı, kalbim bu yoğun heyecandan yorulmuştu ama asla atmayı bırakmıyordu.

“Buse ile üniversiteden tanışıyoruz, sadece o kadar,” diye devam ettiğini duydum.

Yiğit konuşuyordu ama ben onu anlamakta güçlük çekiyordum. Son kez sıcak nefesini tenimde hissettim, ardından arkamdan çekildi ve beni tarumar olmuş bir hâlde kapıya yaslı bir şekilde bıraktı.

Ne ara alnımı kapıya dayadım ne ara gözlerimi yumdum hatırlamıyordum bile. Buradan uzaklaşmalıydım yoksa dermanı kalmamış bacaklarım beni daha fazla taşıyamayacaktı. Bedenimin serbest kalmasını fırsat bilip kapıyı hızla açtım ve aynı hızla dışarı çıkıp kapıyı ardımdan kapattım.

Bedenimi yan taraftaki duvara yasladım ve elimi kalbimin üstüne koydum. Kalbim avuçlarımda atıyordu, sıksam tutabilecektim. Ne zaman onunla böyle yakınlaşsam hep bu oluyordu. Dağılıyor, parçalara ayrılıyor, sonra da tekrar birleşiyordum. Bacaklarım hâlâ titriyordu, tıpkı içimdeki yoğunlukla titreyen ruhum gibi. Geceyi sesleriyle süsleyen cırcır böcekleri bile kalbimin sesine yetişemiyordu.

Elimi kalbimden çekip alev topuna dönen yanaklarıma her iki elimi de bastırdım. Kuruyan boğazımı yutkunarak biraz da olsa ıslattıktan sonra dilimle de kuruyan dudaklarıma can verdim.

Ne olmuştu öyle az önce?

Bana açıklama yapmış, Buse ile aralarında bir şey olmadığını sakince izah etmişti. Üstelik ona hesap sorduğumu bile bile bana kızmamıştı, buna hakkım olmadığı gibi cümleler de kullanmamıştı. Fakat bana yine kafama takacağım bir soru daha bırakmıştı ama bunu düşünmeyi sonraya bıraktım. Hâlâ az önce olanların izlerini bedenimde ve kalbimde taşıyordum. Daha fazla burada kalmayı bırakıp aşağı indim.

Merdivenlerden inerken dağılmış hâlimi toparlamaya çalıştım. Ben aşağı indiğimde misafirlerin gitmek için ayaklandığını gördüm. Onlara yetişip dış kapıya vardım. Yiğit’in de geldiğini fark etmem çok uzun sürmedi. Benim olduğum tarafa hiç bakmayarak yanımdan geçti. Kaşlarım çatılmıştı. Tıpkı onunkiler gibi.

Misafirleri kapıya kadar geçirdiğimiz esnada Sedat Bey’in sesini duyduk.

“Her şey için çok teşekkür ederiz. Güzel bir akşamdı,” dedi tebessümle.

“Her zaman bekleriz,” dedi babam. Misafirlerle vedalaştığımızda Buse, Yiğit’e sarılmak için bir atakta bulunurken Yiğit buna fırsat vermeyip Sedat Bey ile tokalaşmak için ona doğru yönelmişti. Buse, bozulan suratını gizlemeye çalışsa da ben yakalamıştım.

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Buse benimle göz göze gelince öfkeyle soludu ve arkasını dönüp kapıdan çıktı. Yiğit’in ona bu sefer fırsat vermemesi hoşuma gitmişti. Az önceki konuşmamızdan sonra belki de benim yanlış anlamamı istememişti. Akıllanıyordu galiba buz kütlesi!

“Helal be abime.” Yan tarafımdan gelen Avşin’in sesine döndüm. Bana göz kırptı ve sırıtmaya başladı. Abisinin yaptığını o da fark etmişti. Yüzümdeki memnun ifadeyi silmedim. Yiğit bu hâlime kaşları havada bakmıştı. Anlamamıştı ama ben biraz daha bu hâlimle duracak olursam anlaması an meselesiydi.

Misafirler arabalarına binip giderken herkesle birlikte ben de odama gitmiştim. Odama girdiğimde az önce olanlar aklıma gelmiş ve ben yaptığımın tam olarak yeni yeni farkına varmıştım. Utanarak dudağımı dişledim. Ben Yiğit’e hesap sormuştum değil mi? Birden kaşlarım çatıldı. Ben neden utanıyordum ki? O benim kocamdı ve her ne kadar aramızda bir şey olmasa da ihanet, hiç kimsenin kabul edebileceği bir şey değildi. Bu yüzden çok da üstünde durmadım ve kendimi haklı çıkarmanın yolunu bulmanın sevinciyle üstümü değiştirmek için giyinme odasına girdim.

Buradaki işim bittikten sonra odaya döndüm ve yatağımı kurmaya başladım. Yatağımın çarşafını serdim ve yastığımı rahat edeceğim şekilde bıraktım. O esnada odaya gelen Yiğit, giyinme odasından üstünü kısa bir zamanda değiştirip gelmişti. Kanepeyi yatmak için hazırlamayı bitirip gireceğim anda ensemde hissettiğim nefesle olduğum yere çakılıp kaldım. İşte yine yapıyordu, yine o hislerin benliğime hâkim olmasına neden oluyordu. Ben ne olduğunu anlamadan kolumdan tutmuş, beni yatacağım kanepeden uzaklaştırmıştı.

“Sen yatağa geç, burada ben yatacağım,” dedi.

Ne dediğini ilk önce idrak edememiştim, idrak ettiğimde ise şaşırmış bir şekilde yüzüne bakakaldım. Gözlerinden bir şeyler anlamaya çalıştım ama ifadesiz olan bakışları hiçbir şeyi görmeme izin vermiyordu. Kaşlarım çatıldı.

Dalga mı geçiyordu bu adam benimle? Önce beni yatakta istemeyip kovdu, şimdi de gelmiş burada ben yatacağım, sen yatağa geç diyordu. Bu adam benim dengemi bozmuştu. Onun da dengesinin sağlam olmadığını düşünmeye başlamıştım. Az önce Avşin, aşağıda unuttuğum defterimi ve kalemimi bana vermişti ve ben de onları komodinin üstüne bırakmıştım.

Gözüm onlara takılınca hemen almak için atıldım. Ben yazmaya başlayınca Yiğit de ayakta dikilmiş beni bekliyordu. Dengesizliği beni gerçekten sinirlendiriyordu.

“Gerek yok, ben yerimden memnunum.” Şimdi sinirlenme sırası ondaydı.

Bana doğru bir adım atıp, “Lafımın ikiletilmesinden hoşlanmam. Şimdi geç şuraya ve uyu,” dedi eliyle yatağı işaret ederek. Ayrıca emir kipiyle sarf ettiği sözler, kaşlarımın daha çok çatılmasına neden olmuştu.

Ben yine bir şeyler yazmaya çalışırken elimdeki defter ve kalemi alıp, kendim için hazırladığım yatağa girdi ve gözlerini yumdu. Ağzım açık bir şekilde bu yaptığına bakarken tekrar konuşmasıyla kendime geldim.

“Başımda dikilip durmayı bırak ve git yat,” dedi sert sesiyle.

Ne olmuştu bu adama? Neden böyle bir şey istiyordu şimdi? Elimde bunları ona soracak bir şeyim kalmamıştı. Telefonuma yazmayı düşünsem de buna da engel olurdu. Vallahi dengesizdi bu adam!

Sert hâllerine geri dönmüştü. Gerçi hiç yumuşamamıştı ki. Az önce bu odada yaşadıklarımız bana bunu düşündürtmüş olmalıydı. Kendimi çok da kaptırmamam gerektiğini bir kere daha hatırladım. Anlaşılmaz ve kafamı karıştıran hallerini çözmeye çalışmak beni yoruyordu.

Yiğit’in de dediği gibi daha fazla başında dikilmeyi bırakıp, hâlâ şaşkınlığın izlerini taşıdığım bedenimle yatağa girdim. Çarşafları bile değiştirmeme izin vermemişti. Artık ne düşüneceğimi ve ne hissedeceğimi bilemiyordum. Ayrıca yatağa sinmiş olan kokusu da bana hiç yardımcı olmuyordu.

 

 

Oylamayı unutmayın lütfen❤️

 

 

 

Loading...
0%