@ergnyusra
|
instagram hesabım: yusraergunn Beklerim:)
Keyifli Okumalar☘️ Evliliğimizin üzerinden iki hafta geçmişti. O günden bu yana değişen bir şey olmamıştı. Ben bu eve ve yeni aileme alışmıştım fakat Yiğit ile hâlâ birbirimize alışamamıştık. Hâlâ aynı evde, aynı odada, iki yabancı gibiydik. O bana adım atmıyor, benim de ona adım atmama izin vermiyordu. Gerçi izin verse ne olacak ki? Her şeyi unutup ona teslim mi olacaktım? Ruhumu yaralayan o sözlerden sonra bunu yapamazdım. Evet, onu seviyordum, o yanımdayken bedenimin ona tepki vermesi kontrolüm dışıydı fakat unutamıyordum. Yiğit’in istediği gibi ondan uzak duruyordum ve gerekmedikçe yakınında olmamaya çalışıyordum. Aynı çatı altında ve aynı odayı paylaştığımız için bu bazen çok zor olabiliyordu ama istikrarımı koruyordum. Çok nadir de olsa arada aramızda oluşan o kısacık çekimlerden sonra birbirimizden bir o kadar daha fazla uzaklaşıyorduk. Fakat şöyle bir şey var ki, bunca sene sonra ona böylesine yakın olup da uzak durmak canımı yakıyordu. Bazen bana kalbinin etrafına ördüğü kalın duvarları aşabileceğimi hissettiriyordu fakat sonrasında bir önceki duvardan daha sert ve kalın bir duvar inşa ediyordu. Kanadı kırık olan umudum tamamen yok olmak üzereydi, kalbim acı içinde inim inim inliyordu. Anladım ki uzaktan sevmek benim için daha kolaydı. O da acı veriyordu ama yakınında olup da ondan uzak kalmak daha can yakıcıydı. Bize, yakın olmak iyi gelmemişti. Ona yakın olmak canımı yakmasına neden oluyordu. Bana artık kötü davranmıyor, herhangi kötü bir söz etmiyordu. Soğukluğu ise hâlâ aynı şekilde devam ediyordu. Sanki kendini korumak ister gibi bu tavrından ödün vermiyordu. Yiğit bu iki haftada sabahları erken çıkıyor, geceleri ise geç geliyordu. O gelene kadar ben uyumuş oluyordum, uyandığımda da o gitmiş oluyordu. İşlerinin yoğun olduğunu biliyordum fakat bu uzaklığı ve evde kalmayışı sadece işten dolayı değildi, farkındaydım. Yine benden kaçıyordu. İlk başta canımı sıkan bu duruma alışmaya başlamıştım ama mutsuzdum. İçimde ona kırık olan tarafım engel olmasaydı evliliğim için bir şeyler yapabilirdim, ona adım atabilirdim fakat ruhuma batan kırıklarımın sızısı ve ağırlığı buna izin vermiyordu. O geceden sonra kanepede o yatıyordu. Gerçekten bazen çok dengesiz oluyor, kafamı karıştırıyordu. Kokusunun yayıldığı yatakta, o gece sabaha kadar huzurlu bir şekilde uyumuştum. Bu nedenle de uzun bir zaman çarşafları değiştirmemiştim. Ta ki kokusu silinene kadar. Ah be adam! Senin için bu yürekteki kor yangın hiç dinmiyor, her gün daha da artıyordu. Yine son iki haftadır olduğu gibi, Yiğit’in olmadığı bir sabaha uyanmıştım. Üstümü değiştirerek odadan çıktım ve aşağı indim. Sonbahara girdikçe havaların yakıcı sıcaklığı da kırılmaya başlamıştı. Havaların en güzel zamanları yaklaşıyordu, ne soğuk ne de sıcaktı. Merdivenlerin son basamağını da inerken büyük balkona doğru yürüdüm. Kahvaltı hazırdı ve masada bir tek Avşin vardı. Telefonla konuşuyordu. Konuştuğu her neyse ve kimse mutlu olmuş bir ifade vardı yüzünde. Beni görünce konuşmasını sonlandırıp, yanına hızlı gitmem için elini kaldırmıştı. Sanırım bana söyleyeceği bir şey vardı ve sabırsızdı. Yanına vardığımda beni hemen sandalyeye oturttu ve konuşmaya başladı. “Arya, sana güzel bir haberim var.” Onun bu heyecanına ortak olup, nedir anlamında kafamı salladım. “Hani Buse denen o yılan kız var ya, İstanbul’a geri dönmüş. Daha doğrusu abim postalamış,” dedi. O kızın ismini duymamla kaşlarım çatılmış, öfkelenmiştim. Fakat Avşin’in söylediğini idrak edince yüzüm öfke hâlinden sıyrılmış, yerini şaşkınlık almıştı. O kız gitmişti. Artık Yiğit’in etrafında olmayacak, ona yaklaşamayacaktı. Ama Avşin bunu nereden biliyordu ve Yiğit neden böyle bir şey yapmıştı? Aklımdaki soruları elimdeki küçük deftere yazıp Avşin’e gösterdim. “Öncelikle yengecim, istihbaratım sağlam,” dedi kendini beğenmiş bir şekilde. Gözlerimi devirdim ve bakışlarımdaki meraklı ifadeyi artırdım. “Abimin sekreteri İpek söyledi. O yılan iki haftadır abimin peşinden ayrılmıyor, onu baştan çıkarmak için elinden geleni yapıyormuş. Abim de Sedat Bey, yani amcası için katlanıyordu. Ama abimin canına tak etmiş ve buna herkesin ortasında bağırıp çağırmış. Bir de ‘Ben evli bir adamım. Hareketlerine ya dikkat et ya da seni buradan gönderirim,’ demiş. Tabii laftan anlar mı o arsız? Abimi takmayıp daha fazla üstüne gitmiş. Abim artık dayanamayıp amcasına her şeyi anlatmış ve onu buradan göndermesini istemiş. Amcası da çok sinirlenmiş ve onu ilk uçakla İstanbul’a postalamış,” dedi gülerek. Avşin’in bu anlattıklarıyla içim rahatlasa da bir taraftan da onun gibi gülüp mutlu olamıyordum. Yiğit’in bu zamana kadar onu burada tutması hataydı. Ona verdiği fırsatlar yüzünden öfkeliydim. O kıza haddini bildirmesi elbette hoşuma gitmişti fakat bunda biraz geç kalmıştı. Bunu Avşin’e yansıtmadım ve gülümsemeye çalıştım. Kahvaltıdan sonra Seniha teyze ve annem bir arkadaşlarına, babam da şirkete gitmişti. Avşin’le evde tek kalmıştık ve canımız çok sıkılmıştı. Avşin bir anda ayağa kalkarak, “Hadi Arya, kalk gidiyoruz,” dedi. Ona anlamadığımı belirten bir bakış attım. “Dışarı çıkalım, alışveriş yapalım veya gezelim. Ne bileyim? Bir şeyler yapalım işte. Ben çok sıkıldım evde oturmaktan,” dedi şikâyet ederek. Benim kararsız kaldığımı görünce, “Hadi ama Arya,” dedi direterek. Buraya geldiğimden beri hiç dışarı çıkmamıştım ve biraz değişiklik iyi olabilirdi. Avşin’e bakıp kafamı olumlu anlamda salladım. Küçük bir çocuk gibi ellerini çırptı ve yerinden zıpladı. Gülümsedim. “Tamam o zaman, ben annemlere haber veriyorum, sen de gidip hazırlan,” diyen Avşin, odasına doğru yürümeye başlamıştı bile. O esnada da cebindeki telefonunu çıkarıp bir yandan annesiyle konuşup bir yandan da merdivenlerden çıkıyordu. Ben de peşine takılıp odama çıktım. Üstüme nadiren giydiğim bir kot pantolon geçirdim. Siyah kotumun üstüne mavi bir gömlek giydikten sonra açık olan saçlarıma dokunmayarak odadan çıktım. Kapıdan çıkarken koluma astığım çantamın içine çok da kullanmaya gerek duymadığım telefonumu bıraktım. Bazen varlığını unutsam da amcam ve Murat sayesinde elime alıyordum. Aşağı indiğimde Avşin’in hazır bir şekilde beni beklediğini gördüm. Yanına vardığımda koluma girip, “Hadi gezelim, güzelleşelim,” dedi. Gülerek kafamı iki yana salladım. Bu kız iflah olmaz bir deliydi. Dış kapıdan çıktığımızda bizi bekleyen arabaya bindik. Arabayı kullanan Bekir abiye kısa bir selam verdikten sonra o da beklemeden yola koyuldu. Eski tarihi Mardin çarşısına geldiğimizde yol üstündeki esnaf dükkânlarını gezmeye başladık. Avşin kendine birkaç takı aldıktan sonra turumuza devam ettik. Çarşı oldukça kalabalıktı ve tek bir caddesi olduğundan insan kalabalığında sürekli birilerine çarpmak an meselesiydi. Buranın yerlisinden tut turistlere kadar her türlü insan vardı. Mardin güzel yerdi ve bu güzelliği görmek isteyen insan çoktu. Sokakta yürürken burnuma dolan kavrulmuş kahve kokusu, çeşit çeşit sabun kokuları ve buraya özgü olan tarçınlı çöreğin kokusunu derince soludum. Sokağı saran bu kokular insanın içine işliyordu. Bir taraftan eski tarihi binalar, bir taraftan da esnaf dükkânlarının sıra oluşturduğu uzun bir cadde ve o dükkânların önlerine asılı duran rengârenk puşiler gözlere harika bir manzara sunuyordu. Avşin’in beni soktuğu takı dükkânlarından bir tanesinde kendime beğendiğim bir halhal almıştım ve Avşin’in ısrarları sonucu hemen ayak bileğime takmıştım. Oldukça zarif olan bu telkâri halhal bileğime çok yakışmıştı. Ardından kahve içmek için bir kafeye geçip oturduk. Oturduğumuz terastan Mardin’in seyranlık olan manzarasına baktım ve huzurla iç çektim. Sıra sıra dizili sarı taşlardan oluşan tarihi yapılara gözlerimi diktim ve esnafın çıkardığı sesleri, insan kalabalığının oluşturduğu gürültüyü dinledim. Hem gözlerimle hem de kulaklarımla dokunuyordum bu şehre. Evlerin ardından görünen ve eski dönemlerden kalan kale kalıntıları Mezopotamya’nın tarihini gözler önüne seriyordu. Kim bilir buralarda kimler yaşamış, kimler bu diyarlar için mücadele etmişti. Sipariş ettiğimiz ve yine buraya özgü olan dibek kahvelerimizi sohbet eşliğinde içtikten sonra kalkmıştık. Burası bana çok iyi gelmişti, biraz da olsa içimdeki sıkıntılardan uzaklaşmıştım. “Burası beni kesmedi Arya, bir de alışveriş merkezine mi gitsek?” diyen Avşin’in bu isteğini geri çevirmedim. Yönümüzü bu sefer alışveriş merkezine çevirdik. Çok da büyük olmayan bu şehirde kısa sürede alışveriş merkezine gelmiştik. Bekir abi bizi bıraktıktan sonra annem çağırdığı için eve dönmüştü. Avşin, acıktığını söyleyince kafeterya bölümüne geçtik. Avşin ile vakit geçirdiğim bu süre boyunca o kadar iyi hissetmiştim ki, daha öncesinde bir arkadaşınla vakit geçirmenin nasıl bir şey olduğunu bilmezken Avşin bunu bana öğretmişti. İstanbul ‘da okuduğum zamanlarda bir arkadaşım olmuştu fakat bu çok kısa sürmüştü. Çünkü ailesiyle birlikte yurt dışına taşınmak zorunda kalmıştı. Ondan sonra da hiç arkadaşım olmamıştı. İçimdeki boşluklar oldukça fazlaydı. Hayatıma giren bu insanlar sayesinde yavaş yavaş o boşluklar dolmaya başlıyordu. Sevgi içimdeki yalnızlığı, karanlığı alıp götürüyordu, bana ışık tutuyordu. Fakat içimdeki âşık kadın hâlâ sevgiye açtı, sevdiği adamın sevgisini istiyordu ve o boşluğun dolması için can atıyordu. Bir yandan da bu boşluğun hiçbir zaman dolmayacağını biliyordu, biliyordu ama istemekten de geri kalmıyordu. Avşin ile gelen yemeklerimizi yedikten sonra, “Hadi biraz alışveriş yapalım,” dedi, yine tüm enerjisi üstündeydi. Konu kıyafet oldu mu Avşin de her kadın gibi kendini kaybediyordu. “Ama önce lavaboya gitmem gerek. Sen bekle, ben hemen gidip geliyorum,” demesiyle kafamı olumlu anlamda salladım. Ben Avşin’in gelmesini beklerken, ne olduğunu anlamadan omzuma bir şeyin çarpmasıyla öne doğru savrulmuş ve aynı zamanda kolumdan tutulmuştum. Önce kolumdaki ele baktım, daha sonra bana çarpan kişiye. “Ben çok özür dilerim hanımefendi.” Karşımda gördüğüm mavi gözlü ve uzun boylu adama kaşlarım çatık bir şekilde baktım. Düşme korkusunun verdiği adrenalinle kalbim hızlı atıyordu. Eğer adam kolumu tutmasaydı yere yapışmam kaçınılmazdı. Adamı incelemeyi bırakıp kolumu elinden yavaşça çektim ve kendimi toparladım. Önemli değil anlamında kafamı sallayıp gideceğim sırada önüme geçmişti. Bu hareketiyle düzelen kaşlarım tekrar çatılmıştı. Bakışlarındaki ifadeyle rahatsız olmuştum. Bunu anlamış olacak ki, “Rahatsız etmek değil niyetim, sadece bir yeriniz acımamıştır umarım diye soracaktım,” dedi. Kafamı hayır anlamında sallayıp gidecekken tekrar konuştu. Bıkkınlıkla ona baktım. “Bir şey demediniz,” dedi. Allah’ım deli mi bu ya? Kafamı salladım ya işte. Yazmak için çantamdaki defteri çıkaracağım sırada duyduğum ses ile donup kaldım. “Eğer biraz daha orada dikilirsen ben sana bir şey diyeceğim,” diyen Yiğit’in sesi soğuk ve bir o kadar da sinirliydi. Yiğit’in ne işi vardı ki burada? Ona döndüğümde yüzündeki ifadeden korkmuştum. Her an bu adamı öldürecekmiş gibi bakıyordu. “Kusura bakmayın. Acelem vardı ve ben hanımefendiye çarptım. Niyetim özür dilemekti,” dedi. “Dilediğine göre gidebilirsin,” dedi kabaca. Ardından yanıma geldi ve beni kolumdan tutup oradan uzaklaştırdı. Olanları ağzım açık bir şekilde izlemiştim. Ne olmuştu bu adama böyle, neye bu kadar sinirlenmişti? Ayrıca korkmalı mıydım ondan, bilemiyordum. Şu an öfkenin bedenine yaydığı gerginliği hissedebiliyordum ve ne yapacağını kestiremiyordum. Olanları gören fakat abisini yeni fark eden Avşin aramızdaki az bir mesafeyi kapatarak yanımıza hızlı adımlarla geldi. “Abi! Sen ne zaman geldin?” dedi şaşkınlıkla. Yiğit cevap vermedi. Sinirli bir şekilde Avşin’e baktı. Bunu fark eden Avşin sertçe yutkundu. “Abicim ne oldu?” diye sordu. “Ne olduğunu göstereceğim size. Yürüyün gidiyoruz,” dedi sert bir ses tonuyla. Tuttuğu kolumu bırakmıştı ve arkasını dönüp önden yürümeye başladı. Avşin ile birbirimize korku dolu gözlerle baktıktan sonra Yiğit’in peşinden yürüdük. Yiğit’in arabasına binince içime dolan kokusundan bir nefes aldım. Bakışlarım ona kayınca yüzündeki öfkenin ve çatık kaşlarının hâlâ yerli yerinde olduğunu gördüm. Neden bu kadar sinirlenmiş olduğunu düşünmeye başlamıştım. Eve geldiğimizde Yiğit yüzümüze bakmadan yukarı çıkmıştı. Adımları hızlı, bedeni ise gergindi. “Ne oldu şimdi?” diyen Avşin’e bilmiyorum anlamında dudaklarımı büktüm ve omuzlarımı kaldırdım. Bir süre sonra yüzü aydınlanan Avşin sırıtarak bana baktı ve “Bir dakika! Yoksa abim seni kıskandı mı?” dedi. Bu söylediğiyle inanamayarak yüzüne baktım. Yiğit ve beni kıskanmak mı? Hiç sanmıyordum. Düşündüklerimi Avşin’e de yazıp gösterdim. “Saçmalama Avşin, abin beni neden kıskansın ki?” “Neden olmasın Arya? Sen abimin karısısın ve senin yanında gördüğü yakışıklı erkekten kıskanmış olamaz mı?” dedi. Olabilir miydi? İyi de Yiğit bana karşı bir şey hissetmiyordu ki? İnsan sevmediği birini kıskanmazdı. “İnsan sevmediği birini kıskanmaz Avşin.” Asılan yüzümle beraber ona yazdıklarımı gösterdim. İhtimal vermediğim ama çok istediğim o cümleyi Avşin’den duydum. “Ya abim sana karşı bir şeyler hissetmeye başladıysa?” Avşin benim duymak istediğim şeyi sormuştu fakat buna verecek bir cevabım yoktu. Tıpkı ihtimalimin olmadığı gibi. Yiğit’in bana olan tutumu ortadaydı ve bana karşı soğuk halleri buna imkân vermiyordu. Eğer bana karşı bir şey hissediyor olsaydı bunu göstermeye çalışmaz mıydı? Yine de küçük bir umudun içimde baş göstermesine engel olamadım. Ancak çok da düşünmek istemedim çünkü Avşin gibi düşünen yanımı çürütecek kanıtım çoktu. Avşin’in heyecanlı hâline buruk bir tebessüm ettim. Bu hâlimi görünce, “Hadi ama Arya, bu kadar umutsuz olma. Bu olmayacak bir şey değil. Sen çok güzel ve çok iyi bir kadınsın. Ayrıca unutma ki boş bir kalbe girmek çok da zor değil ve abimin kalbi boş,” dedi ve gülümseyerek devam etti. “Ben inanıyorum, abim sana âşık olacak. Bak bunu ikinci defadır söylüyorum ve üçe kalmadan olacak, gör bak.” Avşin bana umut veriyordu ama ben umutlanmak istemiyordum. Çünkü daha fazla canımın yanmasına dayanamazdım. Her acıya katlanan ruhum, sevdiğim adamın bana yaşattığı acılara dayanamıyordu. Bu aşk beni güçsüzleştiriyordu. Ondan kurtulamayacak kadar bağımlıydım. Avşin’e bir şey diyemedim. Ne diyebilirdim ki zaten? Avşin odasına çıkarken ben de mutfaktaki kızların ne âlemde olduğuna bakmak için yönümü mutfağa çevirdim. Yemek yapmayı ve yemekle ilgilenmeyi seviyordum. Kızlar yardım edecek bir şey olmadığını söyleyince ben de Avşin sever diye limonlu kek yapmıştım. Bunu sohbet ettiğimiz bir zamanda öğrenmiştim. Aslında tüm bu yaptıklarımın oyalanmak olduğunu söyleyen tarafımı daha fazla bastıramadım. Odama çıkıp Yiğit ile karşılaşmak istemiyordum çünkü öfkeli hâlinden çekiniyordum. Yiğit ne zaman öfkeli olsa ağzından çıkanları duymaz, bilmezdi. Fakat her şeyin bir sonu olduğu gibi işlerimin sonu da olmuştu. Daha fazla yapacak bir şeyim kalmadığını anlayınca mecburen odama çıkmak için hareketlendim. Odaya girdiğimde Yiğit yoktu. Çalışma odasında olmalıydı, buna sevinmiştim. Üstüme daha rahat bir şeyler geçirdikten sonra banyoya geçtim ve elimi yüzümü yıkadım. Banyodan çıktığımda Yiğit’in odaya geldiğini gördüm. Daha sakin görünüyordu. Bakışları bir süre yüzümde gezindi, daha sonra gözlerimin içine baktı. Yüzünde allak bullak olan bir ifade vardı. Sanki çözemediği bir problemin içindeydi. Gözleri giderek yoğun bir hal aldı ve birkaç saniye süren bu yoğunluk yerini öfkeye bıraktı. Bu öfkenin nedenini anlayamıyordum. Kendini gizlememesine ve açıkça göstermesine de şaşırmıştım. Daha fazla gözlerine bakamayıp bakışlarımı kaçırdım ve odadan çıkmak için hareketlendim. Ben yanından geçip gitmeyi düşünürken bir anda önüme geçmesiyle duraksadım. Kafamı kaldırıp yüzüne bakamıyordum. Gözlerimi geniş göğsünde sabitlemiş, çekilmesini bekliyordum. Çekilmiyordu, inat etmiş gibi heybetli bedeniyle önümde dikilmeye devam ediyordu. Sertçe yutkunup, derin bir nefes aldım. Yiğit’in ne yapmaya çalıştığını gerçekten anlayamıyordum. İstediği gibi ondan uzak durmaya çalışırken, onu sürekli dibimde, yanımda buluyordum. Bakışlarını üstümde hissediyor ve bununla beraber geriliyordum. Yana doğru bir adım attım ve tekrar gitmek için hareketlendim fakat Yiğit bu sefer de kolumdan tutmuştu. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda çatık kaşlarını ve öfkeli gözlerini üstüme diktiğini gördüm. Bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. Üstüme yürümeye başladığı sırada bilinmezliğin verdiği endişeyle ben de geri geri adımlar atmaya başladım. Ne yapıyordu bu adam böyle? Sırtım duvarla buluşunca durmak zorunda kaldım. Göz bebeklerim titredi, bedenim bana yakın olan bedeninden dolayı bir kere daha gerildi. Gerilen kaslarımın ağrımaya başladığını hissettim. Ellerimi soğuk duvara yasladım ve bakışlarımı siyah gözlerinden kaçırdım. Yüzümün her yerinde bakışlarını hissedebiliyordum. Aldığım nefesler ciğerlerime yetmemeye başladı. Yine o heyecan sarmıştı tüm benliğimi. “Bir daha böyle bir olay istemiyorum,” dedi. İlk önce ne dediğini anlamamıştım fakat bana çarpan adamdan bahsettiğini anlayınca kaşlarım çatılmış, ondan kaçırdığım bakışlarım tekrar yüzünü bulmuştu. “Yabancı bir erkekle bu derece yakın olamazsın,” dedi, bu cümleyle beraber dişlerini sıkmıştı ve gözleri öfke ateşiyle parlamıştı. Onun gibi öfkelendiğimi hissettim. Ne diyordu bu adam? Ben ne yapmıştım ki? Adam geçerken bana çarpmıştı ve Yiğit sanki bilerek onunla yakınlaşmışım gibi konuşuyordu. Gözlerinin içine öfkeyle baktım. Daha sonra Avşin’in bana söyledikleri aklıma gelince öfkem bir anda dağılıvermişti. Beni gerçekten de kıskanmış olabilir miydi? Fakat sarf ettiği sözlerle filizlenen küçük umuduma basıp ezmişti. “Buraların tanınan bir ailesiyiz ve aynı zamanda ünlü bir iş adamıyım, bu yüzden adım çıksın istemiyorum.” İçimde az önce kaybolan öfke tekrar baş göstermişti. Onu aldatmışım gibi konuşması canımı yakmıştı. Aptal gibi bir de beni kıskandığını düşünmüştüm. Ellerimi duvardan çektim ve arka cebimden çıkardığım deftere yazmaya başladım. Gerçekten ona karşı hiç olmadığım kadar öfkeyle dolmuştum. “Benim bir suçum yok. Adam sadece geçerken bana çarptı, ben kötü bir şey yapmadım,” diye yazıp ona gösterdim. Dişlerini sıktığında çenesinin seğirdiğini gördüm. Sanki o anı hatırlamak onu daha da öfkelendirmişti. “Biliyorum ama yine de dikkat et,” dedi. Madem suçumun olmadığını biliyordu, peki neden beni suçlar gibi sarf etmişti o sözleri? Gerçekten yaptıklarına ve söylediklerine bir anlam veremiyordum. Benden uzaklaşan bedeniyle beraber gözlerimizin teması da kopmuştu. Yüzü düşünceli bir hal aldı. Sanki kendini sorguluyor gibiydi. Bir anda arkasını dönüp odadan çıktı ve beni kafamdaki sorularla bıraktı. Hızla inip kalkan göğsümü sakinleştirmek için ayakta durmayı kesip bana yakın olan kanepeye oturdum. Onun bu tutarsız hâllerini düşünmekten başıma ağrılar girmişti. Burada böyle ne kadar durduğumu bilmiyordum ama oldukça uzun bir süre olduğunu akşam karanlığının çökmesinden anlamıştım. Ayağa kalkıp aşağı indim ve hazır olan sofraya oturdum. Yiğit de her zamanki gibi yanıma otururken yüzüme bakmamış, sanki ben burada yokmuşum gibi davranmıştı. Benden uzak durmaya çalışıyordu. Onun bu tavrına ve az önce bana söyledikleri yüzünden canım sıkılmıştı, yüzümdeki asıklığı kaldıramıyordum ve beni gizleyen ifadesizlik maskemi yüzüme takamıyordum. Her geçen gün daha da anlaşılmaz olan bu adam beni yoruyordu. Yemek sessiz bir şekilde geçerken ben çaya kalmayıp odama çıkmıştım. Zihnimde dönüp duran düşünceler yüzünden ruhum yorgundu. Bu nedenle de biraz dinlenmek istiyordum. Yiğit bugün eve erken gelmişti fakat yine odaya geç gelmenin bir yolunu bulmuştu. Çünkü yemekten sonra o da çalışma odasına kapanmıştı. Derin bir nefes alarak yatağıma girdim. Zihnimi bir sarmaşık gibi saran düşüncelerden bir an önce kurtulmak için uyku ilaçlarımdan bir tanesini içmiştim. Uzun zamandır peşimi bırakan kâbusların yerini, uyumamı engelleyen düşünceler ve bu düşüncelerin sahibi olan adam almıştı. Sabah, derin ve deliksiz bir uykunun kollarından sıyrıldım ve yataktan doğruldum. Bakışlarım kanepeye kayınca Yiğit’in hâlâ uyuyor olduğu gördüm. Onu burada beklemiyordum ve bu durum karşısında kısa bir şaşkınlık yaşadım. Uzun zamandır sabahları erkenden işe giden adam bugün gitmemişti. Umursamadım çünkü artık onunla ilgili bir şey düşünmek istemiyordum. İstemeden de olsa onu incelemeye başladım. Kanepe genişti ama çok uzun değildi, daha doğrusu Yiğit’in boyuna göre kısaydı ve bacakları sığmıyordu. Kanepenin koluna doğru taşan bacakları onun bir dev gibi görünmesine neden olmuştu. Bu hâli gözüme çok komik görünmüştü, gülmeden duramadım. “Hayırdır, sabah sabah neye gülüyorsun?” diyen aksi sesini duyunca gülüşüm yüzümde donmuştu. Ne diyecektim şimdi? Sana gülüyorum desem kesin çok kızardı. Kaşları her zamanki gibi çatıktı ve şu an benden bir cevap beklercesine yüzüme bakıyordu. Hiç anlamında kafamı salladım ve hızla yataktan çıkıp banyoya doğru gittim. Eğer daha fazla diretirse diyecek bir şeyim yoktu ve o yüzden tek çare kaçmaktı. Kahvaltıdan sonra babam işe gitmeden önce amcamın aradığını ve bizi bu akşam yemeğe beklediklerini söylemişti. Hayat ne kadar da garipti. Daha birkaç hafta öncesine kadar o evden bu eve amcamlarla bir misafir olarak gelirken şimdi ise amcamın evine bir misafir olarak gidecektim. Artık o evin kızı değil, bu evin geliniydim ama burası bana gelinden çok evin kızı gibi görüldüğüm bir yuva olmuştu. Her ne kadar yengem ve Rojin’i görmek istemesem de amcamı çok özlemiştim. Seniha teyze gelmeyeceğini söylemişti ve kimse de onun bu isteğine karşı çıkmamıştı. Onu anlayabiliyordum ve bu yüzden de hak veriyordum. Elimde olsa ben de gitmezdim ama amcam için gidecektim. Murat’ı da özlemiştim ama o iki gün önce Antalya’ya gitmişti. Orada kuzenimiz olan Baran’ın yanında kalıyordu çünkü Murat liseyi isteği üzerine orada okuyordu. Gitme vakti yaklaşınca odama çıkıp hazırlandım. Üstüme beyaz, üstünde mavi desenleri olan elbisemi giydim. Açık kumral saçlarımı da ördüm ve önden kısa olan iki tutamını serbest bıraktım. Beyaz babetlerimi de giyip aynadan kendime baktım. Elbise üstüme tam oturmuş, güzel durmuştu. Daha fazla geç kalmadan odadan çıkıp aşağı indim. Avşin telefonuyla oynuyordu. Sessizce yanına gidip arkadan yanağına bir öpücük kondurdum. Bunu yapmamla irkilmişti. Bana döndü ve kaşları çatık bir şekilde beni azarlamaya başladı. “Ya ödüm koptu kızım, ne diye öyle sessiz sessiz gelip öpüyorsun?” dedi ve bakışları üstüme takılınca durdu. Ardından beni baştan aşağı süzdü ve ıslık çaldı. “Vay be! Çok güzel olmuşsun sen,” dedi, bakışları kadar sesi de beğeni doluydu. Tebessüm edip elbisemin eteğinden tuttum ve hafifçe eğilip selam verdim. Bunu yapmamla gülmüş, saçımı çekmişti. Ben de durmayıp koluna çimdik attım ve böylece bir süre didişmenin fitilini yakmış oldum. “Şunlara bak Seniha, biri evli öbürü evlenme çağında koca iki kız, çocuk gibi didişiyorlar,” dedi annem. Seniha teyze gülerek annemi onaylamıştı. Ben utanmıştım ama Avşin her zamanki gibi yine lafını esirgememişti. “Gelin görümce olarak kavga ediyoruz burada, bir rahat verin yahu,” demişti yalancı bir kızgınlıkla. Dediğiyle hepimiz gülerken kollarını omuzlarıma dolayıp bana sarılmıştı. Ona karşılık verip sarıldığım sırada Seniha teyzenin sesini duydum. “Umarım kavgalarınız hep böyle olur.” Herkes hep bir ağızdan ‘amin’ derken ben de içimden söyleyebilmiştim. Biz hanımlar hazırlanmış, Yiğit ve babamı bekliyorduk. Çok geçmeden onların da gelmesiyle konaktan çıktık. Yıllarca yaşadığım evin önünde durduğumuzda özlediğimi hissettim. Arabadan inip hep beraber açılan kapıdan içeri girdik. Amcam güler yüzüyle bizi karşıladı. Tabii arkasındaki asık suratlı bir Sultan Hanım’la. Amcam herkese hoş geldin deyip en son bana geldi. Kollarını açıp özlemle sarıldı. “Babaevine hoş geldin güzel gözlüm,” dedi. Geri çekildiğimde ellerimi harekete geçirdim. “Hoş buldum amca.” Yüzümde beliren gülümsemenin gözlerime ulaştığını biliyordum. Özlediğim amcamı görmek gerçekten beni çok mutlu etmişti. Yengem bana kuru bir hoş geldin diyerek benden uzak durmuştu. Ben de küçük bir baş hareketinde bulunmuş ve bir daha yüzüne bakmamıştım. İçeri geçip oturduğumuz sırada Rojin de gelmişti. Ortaya hoş geldin deyip bizden uzağa oturmuştu. Rojin, Yiğit’in oturduğu sırada kalıyordu ve böylelikle arsız bakışlarıyla ona bakamıyordu. Bense karşısında olduğum için kısa bir an bakışlarımız kesişti. Bana her zamanki gibi nefretle dolu bakıyordu. Yüzümü ondan çekip önüme döndüm. Daha fazla kararmış kalbinden kopup gelen o bakışları görmek istemedim. Erkekler kendi aralarında muhabbete dalarken kadınlar oldukça sessizdi. Çünkü yengem ve annem birbirini sevmezdi ve zoraki birkaç cümle dışında kimse konuşmamıştı. Yemekten sonra amcamın, “Güzel gözlüm, içeriz elinden bir kahve,” demesiyle kafamı olumlu anlamda sallayıp ayaklandım. “Sen benim gelinimi çalıştırmak için mi çağırdın Kerim?” dedi babam. Amcam kaşlarını çatıp, “O ne demek Kadir Ağa? Özlemişim kızımın elinden kahve içmeyi,” dedi. Salondan çıkana kadar iki yaşlı adamın birbirine takılmalarını yüzümdeki gülümseme ile dinlemiştim. Salondan çıkmadan önce göz ucuyla baktığım Yiğit her zamanki gibi ifadesizdi. Onun bu hâline gözlerimi devirdim. Bir kere gülse ölürdü zaten buz kütlesi! Mutfağa girdiğimde Menekşe abla ve Elif ile birbirimize sarılmış, hasret gidermiştik. Az önce sofrayı kurarken buna fırsatımız olmamıştı. “Nasılsın Arya?” diyen Menekşe ablaya gülümsedim. Bir yandan kahveleri pişirirken bir yandan da onlarla konuşuyordum. “İyiyim Menekşe abla, siz nasılsınız?” dedim. Ona ve Elif’e hitaben sorduğum soruya karşılık, “İyiyiz çok şükür,” dedikten sonra burukça gülümsedi. “Yokluğun belli oluyor,” diye devam etti. “Evet, gerçekten sen ve Seniha ablanın yokluğu çok belli oluyor. Siz gittikten sonra evin tadı tuzu iyice bozuldu,” dedi Elif. Onları anlıyordum. Yengeme ve Rojin’e katlanmak zordu. Konuşmamızı bölen kahvenin pişmesi, hatta taşmaya yakın olması oldu. Köpüğünü aldığım kahveyi özenle fincanlara boşalttım ve tepsiyi elime almadan önce kızlara döndüm. “Böyle üzülmeyin ama ben çok sık olmasa da sizi görmeye geleceğim,” dedim işaret diliyle. “Çok seviniriz,” diyen Elif’e gülümsedim. Mutfakta olduğum süre boyunca masada oturan Reyhan, mavi gözlerini üzerime dikip bana bakmakla yetinmişti. Ne o yanıma gelip benimle konuşmuştu ne de ben onun yüzüne bakmıştım. Kahve tepsisini elime alarak mutfaktan çıktım. Salona geldiğimde herkese teker teker verdikten sonra geçip yerime oturdum. Yerime kurulurken kafamı kaldırdığım esnada Yiğit ile göz göze geldim. Dikkatli bakışlarını üstüme dikmiş bana bakıyordu. Kalbim bir an teklerken bakışlarımı ondan kaçırdım. Bir süre sonra sohbete dalan ailemi ardımda bırakarak salondan çıktım. Yönümü direkt eski odama çevirdim. Ben gider gitmez yengemin odamı değiştireceğini sanmıştım ama büyük ihtimalle amcam buna izin vermemişti. Odamdan çıktıktan sonra bu evde huzur bulduğum tek yer olan terasa geçtim. Hafif ama rahatsız etmeyen serin havayı içime çektim ve tenime dokunmasına izin verdim. Gözlerimi yumarak kafamı gökyüzüne doğru kaldırdım fakat arkamdan gelen ses ile gözlerimi araladım ve arkamı döndüm. Yanıma gelen Rojin ile kaşlarımı çattım. “Ne o, beni gördüğüne sevinmedin mi kuzen?” dedi her zamanki iticiliğiyle. Cevap vermedim. Gözlerinin içine bakıp derdinin ne olduğunu söylemesini bekledim. “Nasıl, mutlu musun Yiğit Ağa ile?” dedi. Yüzünde iğrenç bir gülümseme, gözlerindeyse alay vardı. Mutlu olduğumu gösteren bir gülümseme yüzüme oturttum ve ellerimi hareket geçirdim. “Evet, burada olduğumdan çok daha mutluyum.” Bir anda kahkaha atmaya başlamasıyla neye uğradığımı şaşırdım. “Zavallısın Arya. Yalan söylemeyi bile beceremiyorsun. O adam seni zerre sevip umursamıyor. Hem zaten senin gibi dilsizi kim sever ki o sevsin? Ayrıca o gün onlara yemeğe gittiğimizde bunu ona da söyledim ve biliyor musun? Hiçbir şey demedi. Çünkü haklı olduğumu o da biliyordu,” dedi. Demek o gün yukarı çıkmasının sebebi buydu. Söylediklerinin canımı yaktığını göstermedim. Rojin haklıydı, evet ama bunu ona gösterecek değildim. İçimden geçen derin sızıyı bastırdım. Meydan okuyan bakışlarımı üstüne diktim ve ellerimi harekete geçirip, “Haklısın, yalan söylemeyi beceremem çünkü o konuda üstüne yoktur. Ama o kadar emin olma. Nereden biliyorsun beni sevmeyip umursamadığını?” Yüzünde eğreti duran gülümsemesi soldu. Bana bir adım yaklaşıp parmağını göğsüme vurarak konuşmaya başladı. “Eğer sen olmasaydın onunla ben evlenecektim ve biz mutlu olacaktık. Senin gibi onu mutsuz etmeyecektim. Ama ne var biliyor musun? Sen kendini kandırmaya devam et. O seni hiçbir zaman sevmeyecek,” dedi tüm nefretini kusarak. Ellerimi kaldırıp ona cevap vereceğim sırada duyduğum ses ile şaşkınlıkla kalakaldım. “Arya.” Yiğit’in ikinci defa adımı söylemesi beni tuhaf bir heyecana sürüklemişti. Sık sık adımı söyleyen biri değildi ve onun sesinden, onun ağzından duymak hoşuma gidiyordu, bunu inkâr edemezdim. “Burada mıydın güzelim? Her yerde seni aradım,” dediği an bir şok daha yaşadım. O... O bana güzelim mi demişti? Yok artık! Kesin rüya görüyordum. Rojin’in şok olmuş ifadesini görünce hiç olmadığı kadar gerçek olduğunu anlamam uzun sürmedi. İşte şimdi düşüp bayılabilirdim. Bu adam tek bir sözüyle bile beni mahvediyor, heyecandan tüm bedenimin titremesine neden oluyordu. Ona şaşkınlıktan kocaman olmuş gözlerle baktım. Bana doğru yürüyüp yanıma geldi ve belimden tutup kendine çekti. Yok yok, ben kesinlikle rüya görüyordum. Çünkü Yiğit’in bana kendi isteğiyle bu derece yakın olması rüya görmemden olmalıydı. Çaktırmadan sağ elimle sol elimin üstüne küçük bir çimdik attım. Acıyan elimle hafifçe irkilmiştim ve bu Yiğit’in kısa bir an bana tuhafça bakmasına neden olmuştu. Kendimi toparladım ve yüzümdeki şaşkın ifadeyi sildim. Tamam, şimdi emin olmuştum. Tüm bu yaşadıklarım gerçekti! Çünkü bedeninden bedenime yayılan sıcaklığı net bir şekilde hissedebiliyordum. Dönüp Rojin’in yüzüne baktım. Sinirden kızarmıştı ve yumruklarını sıkıyordu. Ah tabii bir de kafasının üstünden çıkan dumanları unutmamak lazım. Onun bu hâline içimden kahkahalarla gülüyordum. Gözleri ikimiz arasında gidip geliyordu ve en son Yiğit’in belime attığı elinde durdu. Kafasını hızla kaldırıp son kez bize baktı ve ardından arkasını dönüp bedeninden yayılan öfkesiyle birlikte gitti. O gider gitmez Yiğit kolunu çekmiş, benden uzaklaşmıştı. Bedeninin bedenimden uzaklaşması, kendimi boşluğa düşmüş gibi hissetmeme neden oldu. Bu kısacık zamanda bedenim nasıl da alışmıştı sıcaklığına? Karşıma geçen Yiğit, “Bu kız bir dersi hak etmişti,” dedi. O an anladım ki her şeyi duymuştu ve sırf Rojin’e ders vermek için bana güzelim demiş ve benimle yakınlaşmıştı. Yüzüm düşecek gibi olsa da toparlandım ve gözlerime ifadesiz bir bakış yerleştirdim. Gözlerini gözlerime dikti, sanki bir şeyler arar gibi bakıyordu fakat bir şey anlaması imkânsızdı. “Hadi aşağı inelim,” demesiyle kafamı olumlu anlamda salladım. Yan yana aşağı indiğimizde salona girdik. Rojin ortalıkta görünmüyordu. Sanırım kendini odasına kapatmış, sinirden kudurmakla meşguldü. Böyle bir şeyi beklemiyordu. O, yine beni alt edeceğini sanmıştı ama amacına ulaşamamıştı. Aslında ben de onun gibi böyle bir şey beklemiyordum fakat Yiğit’in bu yaptığı hoşuma gitmişti. Böylelikle Rojin’in de ağzı kapanmış olurdu. *** Ertesi gün Avşin ile avluda oturmuş, ona dün gece olanları anlatıyordum. Şu an bir yandan gülüyor bir yandan da Rojin’e saydırıyordu. Abisinin bu yaptığına sevinmiş, ben tutmasaydım ciddi ciddi şirkete gidip abisine sarılacak, öpecekti. Deli kız. Seniha teyzenin beni çağırmasıyla sohbetimizi bırakıp mutfağa gittim. “Ne oldu?” dedim ellerimi oynatarak. “Kuzum, senin hep yaptığın bu böreğin harcı böyle miydi?” diye sordu. Hazırladığı peynirli harca baktıktan sonra ellerimi harekete geçirip, “Evet ama yarısı da patatesli olsun, belki öyle seven vardır,” dedim. “Tamam ama burada patates yok, hepsi kilerde,” deyince, “Ben getiririm şimdi,” diyerek mutfaktan çıktım. Kiler mutfakla aynı hizadaydı ama mutfağın biraz ilerisinde kalıyordu. Kilere girip patates torbasını aramaya başladım. Birkaç saniye daha baktıktan sonra bulunca tam elime birkaç tane almıştım ki ben ne olduğunu anlamadan kilerin kapısı rüzgârdan kapanmış, karanlıkta kalmıştım. Birkaç saniye öylece durup şoku atlatmaya çalıştım. Zihnime yavaş yavaş dolan görüntüler ile geçmişimde yaşadığım o olay gözlerimin önüne üşüşmeye başlamıştı. Elimdeki patatesler yeri boylarken korkuyla kapıya doğru koştum. Kapıyı açmaya çalıştım fakat açılmıyordu, sıkışmış gibiydi. Titriyor, gözümün önüne gelen silüetlerle can verecek gibi oluyordum. Deli gibi kapıya vuruyordum. Bağıramıyor, kimseyi yardıma çağıramıyordum. İçimi saran o korku tüm hücrelerime etki ediyordu. Titreyen ellerimle hızlı olmaya çalışarak kilerin kapısına vurmaya devam ediyordum. Gözümden düşen yaşların ise ardı arkası kesilmiyordu. Geçmişimdeki o günü âdeta tekrardan yaşıyordum. Arkama doğru baktığımda silüetlerin arttığını ve üstüme doğru geldiğini gördüm. Kesilen nefesim ile ciğerlerim yanmaya başlamıştı. Çok korkuyordum. Yaşlardan dolayı bulanıklaştığını hissettiğim gözlerimi tekrar kapıya çevirdim. Ellerim kapıya vurmaktan acıyordu. O kadar sert vuruyordum ki moraracağına emindim. Sesim çıkmıyordu, bağırmak istiyordum ama yapamıyordum. Çıkardığım anlamsız sesler ise asla yeterli gelmiyordu. Ben deli gibi kapıya vururken az sonra dışarıdan gelen sesleri duymaya başladım. Bu Seniha teyzemin sesiydi ve bağırıyor, yardım istiyordu. Onun sesiyle herkes toplanmış olmalıydı, birileri kapıyı açmak için zorluyordu. Bense sesleri uğultulu bir şekilde duyuyordum. Bedenimdeki gücün çekildiğini hissediyordum. Gözümün önünde canlanan şeyler giderek artıyordu. Aradan kaç dakika geçti bilmiyorum ama onun sesini duydum. “Ne oluyor burada?” dedi Yiğit. “Yiğit, Arya içeride kaldı, ne olur kurtar onu. O, orada kalamaz,” diye feryat eden Seniha teyzenin de o günü hatırladığını anladım. Gücüm kalmamıştı ama hâlâ durmadan kapıya vuruyordum. Kendimde değildim ve ne yaptığımı bilmiyordum. Beynim bulanıklaşmıştı ve ben hiçbir şey düşünemiyordum. “Arya, çekil kapının arkasından!” diyen Yiğit’in sesini duyuyor ama ne demek istediğini anlayamıyordum. “Hadi Arya, çekil oradan!” dedi tekrar ama ben hâlâ kapıya vurmaya devam ediyor, onlardan kaçmaya çalışıyordum. Yiğit de dışarıdan benim gibi kapıya vurdu ve “Arya, seni oradan kurtarabilmem için çekil oradan, hadi güzelim,” dediği an kapıdan bir adım uzaklaştım ve yan tarafımdaki duvarın dibine çöktüm. Kafamı dizlerime gömerek kulaklarımı kapattım. Deli gibi olduğum yerde sallanmaya başladım. Hıçkırıklarım artmıştı. Anlamsız seslerle bir ileri bir geri sallanıyordum. Titriyordum ve korkuyordum. Kalbim çok hızlı atıyordu. Geri çekilmemin ardından kapının kırıldığını duydum. Bedenimde hissettiğim kollara sığındım. Düşünme yetimi kaybetmiştim ve hiçbir şeyi algılayamıyordum. “Geçti güzelim geçti, yanındayım,” diyen Yiğit’in sesinin bile gerçekliği bana çok uzaktı. Sanki bir hayalin içinde gibiydim. Beynim de ruhumla birlikte o güne hapsolmuştu. Geçmişe gitmişti ve oradan çığlık çığlığa kurtulmanın yollarını arıyordu ama hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Yiğit beni kucağına aldı ve dışarı çıkardı. Bilincim yavaş yavaş kapanıp kendimden geçmek üzereyken, sevdiğim adamın kollarına sığındım. Gözlerim tamamen kapanmış, başım geriye doğru düşmüştü. Yanağımdan kulağıma doğru akan yaşların sıcaklığı hâlâ tenimdeydi.
Bölümü nasıl buldunuz? Hadi yorumlarda buluşalım canlarım ❤️ Görüşmek üzere ☘️ |
0% |