@ervaerdal
|
"Halkın telaşa kapılıp ayaklanması yakındır," dedi Valmir öfkeye kapılmış sesiyle. "Peşimizde kara bir gölge dolanıyor. O gölge bize daha fena ayak bağı olmadan evvel ışığı ona tutup kim olduğunu öğrenmeliyiz." Perla, Valmir'in öfkeye tabi tutulmuş sözlerinin hemen ardından eliyle kilitli kafesin içinde tüm kirden arınmış, saf hâliyle duran kartalı gösterdi. "Bu belki bir nebze olsun seni rahatlatır. Aracı kartalı yakaladık, daha doğrusu o bize dünden razı geliverdi." "Aracı kartal mı?" diye mırıldanarak altın kafese yaklaştı Valmir. "Nereden çıktı bu? Benim ruh ordusu yarattığım sürede bir aracı olduğunu düşünüp hemen sonrasında da onu bulmadınız ya?" "Tam olarak öyle oldu," dedi Pamir. Valmir gri gözlerini kartala dikmiş onda bir şeyler görmeye çalışıyor gibiydi. "Daha neler! Madem öyle kartalda bulduğunuz izleri de söyleyin bakalım." "Sahibi peşimizdeki düşman mı bilmemekle beraber o, Katrin'de yaşayan birisi ve yardımcıları var veyahut kendisine eşlik eden, en az kendisi kadar söz sahibi olan işbirlikçileri var. Görebildiklerim bunlardan ibaret." "Bölgenin şifacısı bu aracıyı fark etmemize sebep oldu," diyerek araya girdim. "Belli ki o bir şeyler biliyor. Onunla konuşmaya ne dersin? Bildiklerini seninle paylaşacaktır diye düşünüyorum." "Bölgenin şifacısı, öyle mi?" Gözlerini hızla bana dikti. "Sana onun sözlerine kulak vermen gerektiğini söylemiştim. Hırçınlığını bir kenara koyup kelimelerin asıl anlamlarına odaklanmalısın." "Bu çok tuhaf çünkü onun bana söylediği ilk şeylere odaklanınca Alisa'nın defterine eriştik, hoş ondan da bir şey çıkmadı. Onunla diğer karşılaşmamda sarf ettiği sözlere odaklandığımda ise bir aracıyı bulduk," dedim. "Bunların tatlı tesadüfler olmadığını anlayabiliyorum. O, sandığımızdan çok şey biliyor. Onunla konuşman gerekiyor Valmir. Birkaç uyarı vermek dışında zihnini bize tam açmıyor." "Zihnini sana tam açmıyorsa elbet bir nedeni vardır. Sabırlı olmasın," dedi Valmir. "O, senin bildiğinden daha fazla şey biliyor ve senin sezdiğinden daha fazla tehlike seziyor. Açık açık konuşmuyorsa çevresine yayılmış tehlikeyi sezdiğinden ötürü konuşmuyordur. Onun yanına giderek düşmana yeni bir hedef göstermek dışında bir şeye yaramayız." "Ne yapacağız peki?" diye sordu Perla. Sabırsızdı, hepimiz gibi. Valmir bilgeliğin getirisi olarak fazlaca sabırlı ve sakindi lakin biz onun kalibresinde değildik, yani ben değildim. Sakin olamadığım gibi onun hemencecik bedenini terk eden öfkesi ve siniri karşısında iyice soğukkanlılığımı kaybediyordum. "Siz buralara göz kulak olacaksınız ve biz, Atlas ve Alisa ile yarın sabaha karşı Alsondro'ya geçit oluşturup gideceğiz," dedi Valmir. "Büyü kitaplarının derhâl özüne kavuşması gerek. Başka türlü bu sorunla baş edemeyeceğiz." "Kartalı bir de sen kontrol etsene Valmir," dedi Perla istekle. "Kartalın aracı olduğunu anladığımız vakitlerde kartalı Alisa'nın odasının önünde baygın bulduk. Bir iki yöntemle bedenini inceledim ama kartalın bedeninde buna sebep olabilecek hiçbir iz bulamadım." "Anlaşıldı, anlaşıldı. Bir de ben bakayım ama sen ufak bir iz bulamadıysan benim bulmam da beklenemez," dedi Valmir. "Odadan çıkın bir bakayım, işinizin başına dönün. Atlas ve Alisa, siz de yolculuk için kendinizi hazırlayın. Gerekli gördüğünüz şeyleri yanınıza alın. Kaç gün orada kalırız bilemiyorum." Bu sözlerin ardından herkes bir tarafa dağıldı. Odaya geçip Alsondro'da işimize yarayacak malzemeleri hazırlamaya koyuldum. Birkaç kese büyü tozunu da yanıma alacağım çantanın içine koyduktan sonra üç şişe de Valmir'in hazırlattığı içecekten aldım. Bunların yeterli olacağını düşündüm zira daha fazla eşyaya yer yoktu. Bir tanesini de sabah yola çıkmadan içmeyi aklıma koydum ve unutmamak adına raftan yeni bir şişe içeceği çantamın yanına koydum. Yüreğime bir sıkıntı salınmıştı. Eğer Alsondro'da kitapların saf hâline ulaşmanın bir yolunu bulamazsak ne yapacağımızı düşünüp duruyordum. Tozlu bir yolda ilerliyorduk ve meltem dört bir yandan esiyordu. Ne atacağım adımın nereye denk geleceğini biliyordum ne de yolun sonunda bizi bekleyen manzaradan haberim vardı. Kartalı kolayca yakalamış olmamız büyük bir şanstı ama bu talihin içinde gizlenmiş bir tuzak var mıydı bunu bilemiyor olmak, dahası temkinli davransak bile günün sonunda ufak da olsa hasar alacağımızı biliyor olmak umudun yitip gittiğini hissetmek gibiydi. Görüyordum, bir noktada biliyordum ama elimden gelen bir şey yoktu; her şey olacağına varacaktı. İyi yönden bakacak olursak düşmanı nerede aramamız gerektiğini artık biliyorduk. Buralardaydı ama buralar da çok genişti. Onun bıraktığı izi takip edip onun hemen birkaç adım gerisinde olduğumuzu düşünüyorduk ama o izlerin bizi götürdüğü yer ıssızlıktı. Biz oraya vardığımızda düşman çoktan kendine yeni bir gözlem alanı oluşturmuş oluyordu bile. Bir de savaş gerçeği vardı ve düşmanın bu vahim meseleyi çoktan akıl edip hazırlık yaptığı aşikârdı. Neticede o, neyle uğraştığını iyi biliyordu. Onun önüne serilen yol şeffaftı, nitekim o yolu bizzat kendisi tasarlamıştı. Yalnız değildi, ona eşlik eden işbirlikçileri vardı. Bunları artık biliyor olmak güzeldi ama artık Atlas'a hak verdiğim bir noktaya gelmek durumunda kalmıştım zira öğrendiğim gerçekler beni artık mutlu etmiyor aksine içimde yeşerenleri kasvete boğuyordu. Sabahın ilk ışıklarına kadar ayakta kaldım. Uyku bu gece de bana uğramak istemedi. Beni alaşağı eden tüm düşüncelerin zihnimdeki gölgeleriyle yapayalnız kaldım. Pek sonra yerimden kalktım ve yolculuk için kendimi hazır ettim. Çantamı alıp odadan çıkmadan önce akşamdan hazır ettiğim içeceği içtim. Elimdeki çantadan daha fazla ağırlık yapan, içi boşalan ruhumla beraber odadan çıktım ve doğruca Valmir'in yanına gittim. O, elbette ki hazırdı. Sarayda çok sık kullanılmayan salonlardan birinde çoktan geçidi hazır etmiş ve geçidin başında Atlas ile beraber beni bekliyordu. Oyalanmadan ve konuşmadan sırasıyla geçitten geçip Alsondro'nun giriş kısmına vardık. Önümüzde uzanan orman, ev sahipliği yaptığı hayvanların göğe yükselen sesleriyle bizi karşılamıştı. Ormanın hemen önünde ise ormanın asıl sahipleri duruyordu. Kardeşlerden Yamin ile Marnin ormana açılan patikanın önünde, yanlarına aldığı birkaç süvari eşliğinde bizleri bekliyordu. Valmir tarafından özenle oluşturulan geçidin bu tarafını onlar korumuştu ve böylece sorunsuz bir yolculuk geçirmiştik. Kısa süren selamlaşmanın ardından bize takdim ettikleri atlara binip saraya doğru yol aldık. Yanımda koca bir bilge, koca bir bölgenin hükümdarı ve başka koca bir bölgenin iki sahibi ve onların muhafızları olmasına rağmen kendimi korunaklı hissetmiyordum. Ormanın içine uzanan patikadan geçerken atların çıkardığı tıkırtılar dışında bir ses duymak pek mümkün olmamıştı. Katrin'i kaplayan hüzme buralardan görünmüyordu, henüz Alsondro'ya ulaşmamıştı. Buranın göğü bir bıçak tarafından kesilmiş gibi duran bir yarıkla kaplı değildi ve Katrin'deki etrafı saran kasvetli dumandan hiçbir iz yoktu. Birkaç saat süren yolculuk bizi nihayetinde saraya ulaştırdı. Sarayın ana kapısının önünde diğer iki kardeş bizi bekliyordu. Sarayın bahçesine girdiğimizde atları geride bıraktık, yine kısa bir selamlaşma faslının ardından saraya geçtik. Buralarda ne gibi gelişmeler meydana geldiyse dört kardeş misafirperverliği bir yana bırakıp bizi saraylarındaki toplantı odasına buyur ettiler. Dikdörtgen masanın üzerine yerleştirilmiş birkaç kalın kitap duruyordu ve belli ki ana konumuz olan büyü kitaplarının birkaçıydı bunlar. "Kitaplar bölgemizdeki büyücülerin elinden tek tek geçti," diye söze girdi Yamin, "lakin durum vahim. Kitaplar, oldukça sağlam, kırılması mümkün olan ancak bizi epey uğraştıracak Enk Mührü'yle mühürlenmiş. Tabii sen bu mühür hakkında daha fazla bilgiye sahipsindir Bilge Valmir." "Korktuğumuz başımıza geldi demek," dedi Valmir. "Baş edilemeyecek bir mühür değil neyse ki lakin Yamin haklı. Bu mührü çözmek bize vakit kaybettirecek. Sizin de onayınızdan geçerse en kısa sürede, bana kalırsa hemen yarın, topraklarınızdaki büyücülerle bir görüşme yapmak isterim." "Bizim toprağımız her daim sizin hizmetinizde Bilge Valmir," dedi Selina. "Nasıl uygun görüyorsanız öyle hareket edin lütfen. Bu mühür sorununu mümkün mertebe kısa sürede çözmek bizlerin vazifesi." "Az çok görüşmenin varacağı noktayı kestirebiliyorum. Antropedos'a gitmek gerekecektir," dedi Valmir. Bu, nedense onu hiç mutlu etmemiş görünüyordu. "E, mührün peşine düşüp bu yolculuğa çıkmak da bizlere düşer! Yapacak bir şey yok, başa gelen çekilir." "Bir yardımımız dokunmayacaktır ama yine de oraya girebilmeniz adına Antropedos yetkililerine dostça bir not göndeririz," dedi Yamin. "Tabii onlar bizim gönderdiğimiz notu dostça görür mü, bilemem." "Hem Katrin'in hem de Alsondro'nun kadim büyücülerinin topraklarına girmek istemelerini pek hoş karşılamayacaklardır," dedi Atlas. "Bu daha büyük bir soruna sebebiyet vermesin sakın. Başımızda yeterince bela var, bir de Antropedos sakinleriyle uğraşmak zorunda kalmayalım." "Ben de bundan endişe duyuyorum Atlas," dedi Valmir. "Son yıllarda yaratıldıktan sonra başıboş bırakılan ruhların ve görevleri bitince sahipleri tarafından ait oldukları yere gönderilmesi tenezzül edilmeyen ruhların acısını çıkarmayı bekliyor Antropedos. Oldukça kötü bir zamana denk geldi bu iş." "Antropedos'u kafanızda çok büyütüyorsunuz," dedi Malin. Dakikalar sonra ilk kez lafa karışmıştı ve yüzünde her zamanki kendinden emin ifadesi vardı. "Onların bir şey yapacağı yok! İntikam almak isteseler idi şimdiye kadar yeri göğü ayağa kaldırırlardı ama sessiz sessiz yerlerinde oturmaya devam ettiklerine göre demek ki bunu yapacak güçleri yok. Çıkartabilecekleri tek sorun gömüldükleri o derin suların altında acı acı fısıldamak olacaktır." "Acı çeken ruhlara biraz saygın olsun değerli kardeşim," diye ikazda bulundu Selina. "Ben ruhların ve diğer Alsondro sakinlerinin sorun çıkaracağını sanmıyorum, hele sizin düşündüğünüz gibi başımıza dert açacaklarını hiç sanmıyorum. Yalnızca topraklarına girilmesini istemeyeceklerdir. Derdimizi anlattıktan sonra yeni bir itirazda bulunup kararlarında ısrarcı olacaklarını da düşünmüyorum." "Olaya dramatik bir noktadan bakıyorsun Selina," dedi Marnin. "Antropedos'un almak istediği bir intikam var ve bu göz ardı edilemez. O yüzden oraya hazırlıklı gitmelisiniz Valmir. Ben sizler için bir ordu hazır edeceğim." "Onların savaşmak gibi bir amaçları yok," diye ısrarcı oldu Selina. "Yalnız onların kapısına bir orduyla dayanırsanız bu hiç barışçıl olmayacaktır ve Antropedos sakinleri kendilerini korumak isteyecektir, hem de sizden!" Biraz daha sessiz kalırsam Alsondro sahiplerinin dikkatini çekerim diye korktum ve söze karıştım. "Orduyla gitmekte bir sakınca yok ki. Amacımız saldırmak değil olası bir saldırıda savunma yapabilmek." "Endişelerinizi anlıyorum ancak oraya hazırlıklı gidecek olmamız bir savaş çağrısında bulunduğumuz anlamına gelmiyor," dedi Valmir. "Tüm yaşananlar size her şartta tedbirli olmanız gerektiğini hâlâ öğretemedi mi?" Valmir'in sözleri Selina'nın sözlerine devam etmesine müsaade etmedi. Selina her ne söyleyecekti ise tüm kelimelerini yutuverdi. Oluşan gergin sessizliği, maalesef ki, Malin bozdu. "Hüzmenin bu yana doğru gelmesini engelleyecek bir şeyler bulabildiniz mi?" "Hüzme geçmişten süregelen hayâsız büyülerin ortaya yeni yeni çıkardığı bir dışa vurum," dedi Valmir. "Uzunca geçen yılların ardından doğanın ortaya çıkardığı bu ifadeyi hemencecik yok edebileceğini düşünmüyorsundur herhâlde." Aksi sesiyle uyuşan çatılmış kaşlarını yumuşattı ve sözlerine tane tane devam etti. "Hüzme bir süre daha olduğu yerde yayılmaya devam edecektir. Önümüze dizilen engelleri temizlesek zaten o hüzmeden de kurtulacağız. O yüzdendir ki hüzmeye odaklanmak saçmalık olur." "Hüzme bizim için de hiçbir zaman asıl mesele olmadı zaten. Malin yalnızca ve doğal olarak topraklarımız hakkında endişeleniyor," dedi Yamin. Sesi uyarı doluydu. Diğer kardeşlerin de Malin'in nereye vardığı belli olmayan cümlelerinden sıkılmış olduğu ortadaydı. Hatta bize kıyasla bu durumdan bayağı sıkılmıştılar. "Katrin güvende olmadığı müddetçe bizim de güvende olmamız dahası huzurlu olmamız beklenemez. Ortaya çıkan risk hepimizi ve herkesi kapsıyor, bunu yıllar önce öğrendik." Bilge oturduğu sandalyeye iyice yaslandı, derince bir nefes aldı ve aynı derinlikte o nefesi boşalttı. "Tehlike bizi yutmadan evvel birlik olalım. Nitekim sonrasında keyfini süreceğiniz bir toprağınız kalmayabilir." "Bu konuyu bir kenara bırakalım," dedi Atlas. "O günden bu yana buralarda bir değişiklik oluştu mu? Yoksa Alsondro hâlâ bıraktığımız gibi mi?" "Ne tam anlamıyla değişmiş ne de tam anlamıyla aynı kalmış sayılır," dedi Yamin. "Kitaplar bu toprakları besleyen yegâne unsurdu ve onların bozulmuş olması şimdi olmasa bile önümüzdeki günlerde topraklarımızda parçalanmalar meydana getirecektir. Fakat kitaplar dışında bir gelişme veya değişiklik gözlemleyebilmiş değiliz. Sanıyorum ki asıl sarsıntı Katrin'de yaşanıyor." "Doğru," dedi Valmir beklemeden. "Gökteki yarığın genişlemesi ve hüzmenin etrafa yayılması dışında da birtakım değişiklikler ve aksaklıklar meydana gelmiş durumda. Daha beteri, size yolladığım notta da bildirdiğim üzere kitaplardaki bozulma tüm diyarca duyuldu. Bunun bedeli bizlerce ağır olacak." "Aranızda... Aramızda bir hain olduğunu mu söylüyorsun? Şüphelendiğiniz birisi var mı?" diye sordu Yamin. Açılan konu herkesin dikkatini konuşmaya iyice vermesini sağlamış ve görebildiğim kadarıyla Malin hariç herkesin içini sıkıntıyla doldurmuştu. Malin nedendir bilinmez konuştuğumuz şeyleri ciddiye almıyordu. "Kitapların mühürlenmiş olması bile bu kadar şaşırtıcı bir gelişme değildi açıkçası," diye devam etti Yamin. "Şüphelerimiz o yönde lakin henüz bir yargıya varmak mümkün değil," dedi Atlas. "Nihayetinde tüm bunların sorumlusu olan kişi bizi gözetliyor olabilir." "Ya zaten olandan bitenden haberi olan biri, yakın çevremizden biri tüm bunların sorumlusu ise ne olacak?" diye sordu Marnin. "Büyülerden medet umamıyoruz ancak eğer varsa aramızdaki haini başka yollarla da yakalamaya çalışabiliriz." Zaten hâlihazırda yapmaya çalıştığımız şey buydu. Onların tam anlamıyla bizim tarafımızda olup olmadığını bilmediğimizden sakladığımız gerçekler vardı ve bunun sebep olduğu o uçurum her fırsatta karşımıza çıkıyor, kendini belli ediyordu. Valmir'le göz göze geldiğimiz kısacık anda onun da benimle aynı düşünceleri paylaştığını anladım. Yalan söylemek, doğruların farklı açılarıyla yeni bir yol inşa etmek omuzlarımıza konan çok da yeni olmayan ama epey ağır bir yüktü. "Aklında yatan bir plan mı var Marnin?" diye sordu Bilge. "Henüz yok ama bir plan yapılması gerekiyorsa o planı oluşturmak zamanımızı almaz," dedi Marnin. "Yarın yeni bir toplantı yapacaksın sen ve ondan sonraki günlerde Antropedos'a doğru yol alacaksın. Eğer isteğin bu yönde ise senin mühür işiyle ilgilendiğin bu süreçte elbette bir plan hazırlayabiliriz." "O hâlde siz de bir şeyler düşünüverin," dedi Valmir memnuniyetle. "Antropedos'tan geri dönmek mümkün olursa planın inceliklerini benimle paylaşırsınız. Şu anki ana hedefim, yalnızca, mührü kırmak." "Elbette bir şeyler düşünürüz," dedi Selina. "Anlaşılan bir süre misafirimizsiniz. İzninizle ben kalacağınız odaları hazır ettireyim." Selina'nın odadan çıkıp gitmesinden sonra neredeyse bir saat kadar daha o odada durduk ve Alsondro sahipleriyle izleyeceğimiz yolun taslağını çizdik. Toplantı bittiğinde çoktan öğle saatlerinde idik. Bana, bundan önceki gelişimde verilen oda yeniden verilmişti ve bildiğim o odaya geçtiğimde peşimde dolanan koruyucu ruha rağmen önceki ziyaretimde bu odada yaşanan şeyden ötürü kendimi huzursuz hissetmiştim. Kolyenin anlamına ulaşamamış olmamız da cabası. Çok gerideydik ve kim bilir ufak bir nokta gibi konulan o hedefe nasıl ve ne zaman varacaktık? Koruyucu ruh yeni bir bölgede olduğumuzdan beni odada dahi yalnız bırakmamayı tercih etmişti. Sanırsam bundan böyle bu şekilde ilerleyecektik. Alsondro sahipleri bunun altında farklı bir anlam arar mıydı bilmiyordum ama hiç riske atmaya gerek duymayarak koruyucu ruhun burada da kendini gizlemesini doğru bulmuştum. Onu bu formda yalnızca ben görebiliyor, ben hissedebiliyordum. Burada günler geçmek bilmeyecekti. Nitekim burada yapabileceğim bir şeyin olmadığı gibi bir de gizlemem gereken bir kimliğim vardı. Oda yavaştan yavaştan beni havasıyla boğmaya başlayınca odadan çıktım ve bahçeye kadar indim. Buraya geldiğime pişman olmuştum. Hareketlerim kısıtlanmış ve çizilen bu dar alan bir zindan gibi hissettirmeye başlamıştı. Katrin'de kalıp diğerleriyle birlikte oralara sahip çıkmak daha cezbedici bir seçenekti elbet. Alsondro sahipleriyle yalnızca Valmir ve Atlas'ın görüşmesi yeterli olurdu ancak iş işten geçmişti. Hissettiğim pişmanlık ve mutsuzlukla beraber taş zeminde yürümeye devam ettim. Karşıma aniden Valmir'in bedeni çıkıverdi. Ona çarpmaktan son anda kurtuldum ve geriye doğru birkaç adım attım. "Beni korkuttun Valmir." Ona karşı beslediğim yersiz öfke sonunda bedenimden ayrılmıştı. Gri gözleri içinde bulunduğum durumu anlıyor gibi bakıyordu. "Sende bir şeyler var. Son günlerde eskiye göre daha durgunsun." "Beni tanıyor gibi konuşuyorsun." "Elbette tanıyorum," dedi. Az ileride kurulmuş çardağa ilerledi. "Seni tanımam ya da herhangi birini tanımam için o kişiyle uzunca vakitler birlikte olmam gerekmiyor. Gözler, kişiliğin ve gizlenmeye çalışan her mücevher ile pisliğin bir çeşit yansımasıdır." "O hâlde neden hâlâ düşmanı bulamıyoruz?" Kısa bir kahkaha attı. Oturduğu yere bedenini iyice yerleştirdi. "Vakti gelince sorunun cevabına kendi kendine ulaşacaksın," dedi. Gökyüzü gibi dipsiz bucaksız, nereye vardığı belirsiz ormana dikti gözlerini. "Burada hava Katrin'dekinden daha iyi." "Seninle oturup Alsondro havası hakkında konuşmak istediğim bir şey değil. Böyle bir durumda bunları konuşarak vakit kaybetmiyor muyuz?" "Vakit yapacak kıymetli bir şeylerin varsa kaybedilir Alisa. Bizim gibi ne yapacağını bilmez varlıkların kaybedecek vakti yoktur." "Katrin'de böyle söylemiyordun ama." "Demek ki Katrin'de kaybedecek bir vaktimiz varmış," dedi. "Bir bilge olarak bile yüreğinden geçenleri bilebilmem mümkün değil ama anlamak için bir bilge olmama gerek yok. Mühür kırılırsa tek derdimiz büyünün malzemelerini bulmak olacaktır." "Bir bilge olarak o büyüyü bilmiyor oluşun koca bir eksiklik değil mi?" "Sen böyle mi görüyorsun?" "Sana haksızlık etmek istemem ama bedenimi dahası ruhumu delip geçen bir sabırsızlık besliyorum yüreğimde," dedim. Hiç kırpmadan beni gözetleyen gözleri beni fazla fazla geriyordu. "O yüzden bunu eksiklik olarak görüyorum. Böyle görmem mazur görülebilir, değil mi?" "Doğrudur, bir bilge olan benden ihtiyaç duyduğun o büyüyü biliyor olmamı bekliyorsan ve ben o büyüyü bilmiyorsam bunu eksiklik olarak görmenden daha doğal bir durum yoktur," dedi. Hiç alınmışa veya kızmışa benzemiyordu. "Yalnız bilgelik, olan şeyi bilmekle bitmiyor. Bilgelik, öteyi görmektir; öteden geleni duymaktır." "Mühür kırıldıktan sonra bulduğumuz büyü ya işe yaramazsa diye hiç düşünüyor musun Valmir?" diye bir soru sormuş buldum kendimi. "Sonuçta işe yaramayan bir büyü yapmış bulunduk. Aynısı bir daha yaşanmayacak diye bir şey yok." "O büyünün işe yarayacağına dair içimde engin bir umut var," dedi Valmir. "Eğer işe yaramazsa başka başka büyülere bakacağız Alisa. Hayat bundan ibaret işte. Olmayanı oldurmaya çalışmakla geçiyor zaman." "Doğru büyüyü bulmaktan başka çare yok diyorsun yani." Uyuşan sağ elimi birkaç kere sıktım. "Valmir," dedim, sesimin meraklı çıkmasını engelleyemedim. "Antropedos'u bu denli tehlikeli yapan şey ne ve neden oranın halkı sizden intikam istiyor?" "Antropedos başlı başına tehlikelidir zaten. Gerek yolu gerek havası olsun insanı yorar, zehirler," dedi. "Halk öfkeli çünkü kendilerine saygı duyulmadığını düşünüyorlar. Eh, yaratıldıktan sonra önemsemeyen o kadar ruhtan sonra Antropedos halkının bu düşünceye kapılması kaçınılmaz." "Koruyucu ruhların Antropedos halkıyla ne ilgisi var ki?" "Şu mirasçıları bir hizaya getirmek gerek. Sana hâlâ bu diyara ait bazı bilgileri sunmadılar mı?" diye sordu. "Antropedos koruyucu ruhların bölgesidir. Antropedos halkı, yaratıldıktan sonra ait oldukları yere gönderilen koruyucuların ruhlarıdır. Lakin bazı efendiler, işi biten ruhları Antropedos'a doğru kıvrılan nehre akıtmak yerine başka sulara hapsediyor çünkü ruhları özen göstermeye değer görmüyorlar. Antropedos halkı buna sinirli işte ama Selina doğru bir noktaya adım attı. Ruhlar intikam istemiyor, ki istiyor olsalar bile oraya girişimiz konusunda bir sorun yaratmayacaklardır." "Antropedos ruhlara mı ait?" diye sordum şaşkın şaşkın. "Başka kimseler yaşamıyor mu o topraklarda?" "O topraklar pek tekin değildir ve orada yaşayanlar da öyledir. Ruhlar orada güvende olsa bile Antropedos, ruhlardan daha tehlikeli ve sinsi canlılarla doludur," dedi Valmir. Sesinde insanın tüylerini diken diken yapan bir gariplik vardı ama bakışları her zamanki sakinlikte idi. "Antropedos daha başka canlıların yuvası olsa da asli olarak ruhların krallığı olarak bilinir." "Peki o canlılar da savaş istiyor mu yoksa bu, yalnızca ruhların davası mı?" Keyiften uzak bir kahkaha attı. "Bilmek mümkün değil Alisa," dedi. "Antropedos sakinleri pek dost canlısı değildir. Ne istediklerini bilmek de mümkün değildir, nitekim kendi türleri dışında birileriyle konuşmazlar." "Oranın hükümdarları da mı sizlerle konuşmuyor?" "Antropedos sahipsiz," dedi. Sesi fısıldar gibi çıkmıştı. "Ruhlar yıllar önce orayı kendi bölgeleri hâline getirdi fakat özüne dönüp bakıldığında oraya sahip çıkan, oradaki ruhları dizginleyen birileri yok. Bizden kimsenin orayı işgal etme gibi bir cesareti de yok. Ruhların öfkesi tatmak isteyeceğin bir öfke değildir. İnsanlar ruhlara bulaşmak istemediklerinden dolayı orayı ruhlara ve kaderine bıraktı." Gözlerimdeki soru işaretlerini görünce, "Ruhların da bir efendisi var aslında," diye devam etti. "İlk yaratılan ruh, sonrasında yaratılan ve Tines Nehri'ne aktarılan ruhların efendisidir. Lakin kendisinden uzunca yıllardır iz de yok, ses de yok. Bazı dedikodular var elbette." Benimle açık açık Katrina hakkında konuşan birini bulmuşken bu fırsatı değerlendirmek istedim ve alabileceğim her cevabı almak istedim. "Ne gibi dedikodular?" diye meraklı meraklı sordum. Neyse ki Valmir yüzdende oluşan tatlı tebessümle beni cevaplamaya hazırdı. "Demitre hakkında bir şeyler duydun mu hiç Alisa?" Tebessümü hâlâ yüzündeydi ama gözlerinin içi artık gülmüyordu. "Evet, duydum. Büyülü Orman'ın sahibiymiş. Başına gelen felaketi de duydum. Kısa bir zaman önce Perla anlatmıştı." "Ruhların Efendisi'nin bir zamanlar Demitre'nin yanında dolaştığı ve onunla birlik olduğuna dair bazı dedikodular dolaşıyordu etrafta. Onca zaman kimin veya kimlerin yanında bulunduğu bilinmeyen Efendi Ruh, uzunca bir süre Demitre'nin yanında kalmış ve hatta Demitre'nin, Büyülü Orman'ı Efendi Ruh ile beraber yarattığına dair söylentiler de var ama gerçeği bilebilmem artık imkânsız." "Perla, Demitre'nin haksızlığa uğradığını düşünüyor. Olayı öğrendiğimde ben de aynı şeyi düşündüm," dedim. "Sen de öyle mi düşünüyorsun?" "Yüreği ziftle kaplanmamış herkes aynısını düşünür." "Ona yardım edemez miydiniz? Ya da bu saatten sonra yardım edemez miyiz?" "Ah, Alisa!" diye içli içli kederlendi. "Zihninde tasarladığın gerçek ile yaşadığın gerçek çoğu zaman uyuşmaz. Bu da öyle bir andı ve sanıyorum ki bizler için öyle bir an olarak kalmaya devam edecek. Oturup bir yanlışı mahzun mahzun izlemek zorunda kaldığın olmadı mı hiç?" "Sanırım olmadı." "Öyleyse şanslısın ki hayat seni bu silleden sakınmış," dedi. "Geçmişin tozlu sayfalarında gezinmek insan ruhuna hiç iyi gelmemiştir zaten. Bırakalım da utancımız, zamanla silikleşecek olsa bile, o sayfalarda toza bulana bulana gelecek nesillere aktarılsın. O defter bizler için kapansın." "Böylesi seni ferahlatacak ise dediğin gibi yapalım Valmir." "Ferahlatmayacak ama yaşamama müsaade edecek," dedi. "Yarın ben buralarda olmayacağım. Buradaki diğer büyücülerle bir görüşme yapacağım. Önümüzdeki ormanın diğer tarafında büyü kitaplarının bulunduğu kütüphanenin de olduğu başka bir saray var. Görüşmeyi orada yapacağız. Sen Atlas ile burada kalacaksın. Artık Alsondro sahipleriyle ne yaparsınız bilemiyorum. Orası size kalmış." "Birkaç gün boyunca buralarda olamayacakmış gibi konuşuyorsun. Yalnızca bir gün sürecek bir görüşme değil mi bu?" "Kaç saat, kaç gün sürer tahmin etmek zor. Karar alındıktan sonra Antropedos yolu gözükecek bizlere," dedi Valmir. "Görüşme kısa sürse bile Antropedos'a gidip geri dönmemiz zamanımızı alacak. O vakitlerde artık siz de Katrin'e dönersiniz." "Antropedos'a yalnızca büyücülerle mi gideceksiniz?" "Evet, evet, ki büyücülerin hepsini bu yola sokmayacağız. Bazılarının geride, burada, kalması daha iyi olacaktır." Valmir Antropedos'a gitme konusunda hiç istekli durmuyordu. Sanki orada yaşanacak şeylerden sakınıyordu. "Oraya yalnızca büyücüler mi girebiliyor?" "Elbette hayır. Bizi içeri alacakları bile şüpheli ama yine de şansımızı deneyeceğiz," dedi. Valmir'in sözlerine devam ettiği anlarda görüş alanıma Atlas girdi. "Antropedos halkı yalnız bırakılmak istedikleri için kolay kolay kimseyi topraklarından içeri kabul etmiyorlar. Gerekli bir sebebe sahip olduğumuza sığınarak oraya gideceğiz ama bizi içeri alırlar mı bilemem." "Ruhlar içeri girmenize müsaade etmezse ne olacak?" Atlas sohbeti bölmemeye özen göstererek sessizce gelip yanıma oturdu. Muhtemelen ne konuştuğumuzu anlamaya çalışıyordu. "Durum o noktaya gelirse yeni bir plan yapmak üzere buraya geri döneriz," dedi Valmir. "Ruhları kışkırtacak değiliz ya!" Valmir sitem dolu bakışlarını doğrudan Atlas'a çevirdi. "Yabancı bir diyara kısılmış birine ne güzel yardımcı oluyorsunuz! Zahmet edip koruyucu ruhlardan da bahsetmeseydiniz ya!" "Ben onu bulduğumda çoktan koruyucu ruhları öğrenmişti bile," dedi Atlas. "Yoksa koruyucu ruhlardan bahsetmek gibi bir gayem yoktu açıkçası." Atlas'ın eğlenen hâline, neyse ki, Valmir de benim gibi hoşnut kalmamıştı. "Kime ne anlatıyorsam!" dedi. "Yarın ben gittikten sonra gözünüzü dört açın. O maskeli adam yine buralarda dolaşıyor olabilir." Atlas'ın bakışlarını üzerimde hissettim. "Aklın burada kalmasın Valmir." "Kardeşler durumu iyice sorgulamaya başlamadan evvel Antropedos'a girebilirsek hiç fena olmaz," dedi Valmir. "Bir gözün de onların üzerinde olsun Atlas. Gerçeği öğrendiklerinde verecekleri tepkiyi kestiremiyorum. Hele onların topraklarında yaşanırsa bu durum işimiz var!" "Bizi esir tutacak hâlleri yok," dedi Atlas. Fazla sakindi. "Onları da tehdit eden bir durum varken bu gizlenen gerçeğe odaklanmazlar herhâlde." "Diğerlerini bilmem ama Malin bizi esir de tutar, sürgün de eder gibi görünüyor," dedim kendime engel olamayarak. Valmir soluduğumuz boğucu havayı dağıtacak bir kahkaha attı. "Burada geçirdiğin zaman boyunca iyi gözlem yapmışsın Alisa." Valmir asasından güç alarak ayağa kalktı. "İçeri geçip çalışmaya devam etsem iyi olur. Yarınki görüşmede pot kırmamam gerekiyor." Adımlarını acele etmeden atarak gözden kayboldu. "Antropedos'a büyücüler yerine Alsondro sahipleriyle beraber senin gitmen daha etkili olmaz mı?" diye sordum. Oturduğum yerde hafifçe ona doğru döndüm. "Sonuçta diğer iki bölgenin hükümdarı sizlersiniz. Oranın halkı sizin sözlerinize daha fazla değer vermez mi?" "Antropedos uzunca bir süre Katrin ve Alsondro hükümdarlarını görmese daha iyi olacak," dedi. "Onların asıl öfkesi yönetime karşı. Bizi görmek onları epey kışkırtır. O yüzden büyücülerin gitmesi daha iyi. Hem Valmir orta yol bulmakta iyidir." "Valmir Antropedos'a gitmeye pek meraklı değil gibi, çok isteksiz duruyor." "Emin ol kim giderse gitsin hepsinin suratında aynı ifadeyi görürsün. Antropedos'a gitmek pek cezbedici bir şey değil, özellikle de bizler için." "Aranızdaki bu sorunu düzeltmek için bir şeyler yapmıyor musunuz?" "Son birkaç yıldır halkın yarattığı ruhları geri gönderme işlemleri takip ediliyor ama zaten ruhlar, geçmişte yaşananlara karşı öfke duyuyor," dedi Atlas. "Geçmişte işlenmiş bu suçları düzeltmek ve başka yerlere hapsolan ruhları Tines Nehri'ne göndermek için bir büyü var aslında ama böyle bir durumda yapabileceğimiz bir büyü değil. En etkili büyülerden biri ve sonucu ne olur bilemiyoruz. O yüzden o büyüyü yapmak risk almaya değer bir girişim olmayacaktır." "Ruhları Tines Nehri'ne göndermenin başka bir çözümü yok mu?" "Var," dedi Atlas ama bakışlarından o seçeneğin de imkânsız veya imkânsıza yakın olduğu okunuyordu. "Yaratılan ilk ruh, ruhların efendisi olarak kabul görüyor. Başka sulara gömülen ruhları tek bir çağrısı ile Tines Nehri'ne gönderebilecek tek kişi o. Ancak o da ortalıklarda yok. Ruhlar birazcık da bundan dolayı öfkeli. Topraklarında, Antropedos'da olmalarına rağmen başıboş bırakılmış hissediyor olmalılar. Önlerinde duran, yol gösteren bir öncüleri yok." "Onun Demitre ile bir bağı olduğunu düşünen insanlar varmış," dedim. "Valmir öyle söyledi. Belki Demitre onun nerede olduğunu biliyordur." "Demitre onun nerede olduğunu biliyorsa bile bunu bizimle paylaşamaz." Yeni bir soru sormaya gerek yoktu. Geçmişte yaşananların tozları parça parça etrafta uçuşuyordu ve gözüme çarpan her parça soracağım soruların cevapları hakkında oldukça büyük bir ipucu veriyordu. "Yapılan bu yasaklı ve etkili büyüler Antropedos'a zarar vermiyor mu?" "Aslında tam olarak oraya hasar veriyor. Antropedos görmek isteyeceğin bir yer değil, cehennem gibi," dedi Atlas. "Nedense düşman, ruhların öfkesiyle besleniyormuş gibi geliyor bana. Onların öfkesini bize yöneltecek olabilir ve biz günün sonunda asıl savaşı ruhlar ile vermek zorunda kalabiliriz." "Doğru ya!" dedim. "Fakat bu mümkün mü? Ruhların öfkesini nasıl kontrol ediyor olabilir ki? Valmir, Antropedos halkının insanlarla pek konuşmayı tercih etmediğini söylüyordu. İşin içinde yine yeni bir büyü mü var?" "Tahminlerim bu yönde," dedi. "Fakat düşman bizi şaşırtabilir de. Şayet düşman, ruhlara hükmetmeye başladıysa Valmir'in diğer büyücülerle Antropedos'a gitmesi kötü bir sonuç doğuracaktır." "Valmir'i bu konuda uyardın mı?" "Elbette, isteksiz olmasının en temel nedeni de bu. Oraya hazırlıklı gidecekler ve karşı taraf bir hamle yapmadıkça saldırıya geçmeyecekler fakat ne olursa olsun bir savaşa girmek onun istediği bir şey değil." "Ruhların Antropedos'a girmek isteyen büyücülere karşı nazik davranmasını temenni etmekten başka çaremiz yok mu şimdi?" diye sormaktan kendimi alıkoyamadım. "Güz neredeyse geldi sayılır, sonrasında ise bizi zor geçecek bir kış bekliyor. Eğer düşman, ruhların kontrolünü eline aldıysa ruhların şu anda bir savaş başlatmasını istemeyecektir," diye yanıtladı beni. "Kara bulanmış topraklarda, yanında ruhlar ordusu bulunuyor olsa bile, savaşa girmeyecektir. Elinde savaşı kazanmasına yardımcı unsurlar bulunuyorsa bile kışın geçip gitmesini bekleyecektir." Atlas hiçbir zaman sorularımı cevaplamaktan kaçınmamıştı ama Valmir'in ilettiği uyarı sonrasında, belki de ben soru sormadan evvel zihninde yatan gerçekleri ve yaşananları benimle paylaşması gerektiğini anlamıştı. O yüzdendir ki sözlerine ben yeni bir soru sormadan önce devam etti. Mimikleri ve bedeni bundan rahatsız olmuş durmuyordu. "Karşımızda yıllar evvel hazırlığı planını uzunca bir sürece yaymış bir düşman var. Kabul etmeliyiz ki düşman fazlaca zeki ve bir o kadar da sabırlı. İstediği artık her ne ise onu elde etmek için bir kış süresince daha bekleyebilir ve bekleyecektir de." "Ki bu da bizim işimize gelir," dedi. "Kışı geçirene dek bol bol hazırlık yapma şansımız olacak. Hem kendimizi hem orduyu hem de halkı bu kaçınılmaz savaşa hazır hâle getirmek için vaktimiz olacak. Bana kalırsa düşman da bizim elde ettiğimiz bu avantajın pekâlâ farkında ama elinde nasıl bir güç tutuyorsa bizim savaş hazırlığı yapmamızı sorun dahi etmiyor. Kendine ve sakladığı, belki de sahip olduğu o güce fazlaca güveniyor." "Düşmanın sahip olduğu o gücün ruhların efendisi olma ihtimali var mı?" Sonrasında hemen kendimi düzelttim. "Var tabii biliyorum, ihtimaller çok fazla. Yalnızca senin bu ihtimal hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum." "Efendi Ruh göze batacak kadar fazlaca bir süre ortalarda yok. Düşman ona reddemeyeceği bir teklifle gittiyse birlik olmuş olmaları olası," dedi Atlas. "Lakin dedikodular doğruysa ve Efendi Ruh gerçekten de Demitre'nin korumacılığını yaptıysa onu o hâlde bırakıp başka bir insanla anlaşma yapması tuhaf. Belki de Efendi Ruh, düşmandan her şey bittikten ve savaş sona erdikten sonra Demitre'yi özgür bırakmasını istedi. Böyle bir senaryo kulağa mantıksız gelmiyor ama yine de eksik parçalar da yok değil." O konuştukça zihninde yeni bir kapı açılıyordu ve o kapının uzandığı ve benim zihnime uğramayan o manzarayı benimle paylaşıyordu. "Şayet böyle bir durum yaşandıysa karşımızdaki düşman Demitre'nin yakınlarından biri olmalı ki, bir zamanlar Demitre'yi koruyan ruh o kişiyle sorun yaşamadan anlaşma yapmış olsun," dedi. "Fakat Demitre'ye kıymet veren biri ne amaçla bize, daha önemlisi Katrina'ya saldırsın ki?" "Düşman, Demitre'yi umursamayan biri olamaz mı?" diye sordum. "Efendi Ruh'un bu teklifini kabul etmiştir çünkü tek istediği şey ruhlar ordusunun hâkimiyetine sahip olmaktır. O yüzden Efendi Ruh'la inatlaşmak yerine ona uyum sağlamıştır ve hatta belki de düşman, Efendi Ruh'u kandırıyordur. Böyle bir şey mümkün olabilir mi bilmiyorum ama her şey sona erdiğinde düşman belki de Efendi Ruh'a istediği o şeyi vermeyecektir." "O zaman kendisini yeni bir savaşa hazırlaması gerekir. Nitekim Efendi Ruh ve onun emri altındaki diğer tüm ruhlar bu ihanete karşılık vermeden yerlerinde durmazlar." "Düşmanın elde etmek istediği şey, vakti gelince düşmanı ruhlardan koruyacak bir güç olamaz mı?" "Olabilir," dedi ama sözlerine hemen devam etmedi. Zihnine doluşan düşünceler onu rahatsız etmiş görünüyordu. "Elbette olabilir." "O gücün ne olabileceğini biliyorsun," dedim, "ve bildiğin bu şey seni rahatsız ediyor." Bana, daha önce hiç bakmadığı bir şekilde baktı. Bakışlarında yatan anlamı anlayamadım. "Artık karşımda yalnızca evine dönmek isteyen bir kız durmuyor gibi görünüyor." Oturduğu yerden kalktıktan sonra benim de kalkmamı isteyen bir bakış attı. "Biri böyle bir işe kalkışır mı bilemiyorum ama sözlerinin ucu Katrina'ya hükmetmeye değiyor." Çardaktan çıktı ve sarayı geride bırakarak bahçedeki taşlı yola saptı. Minik adımlarla onu takip etmeye başladım. "Şu an kim hükmediyor ki?" "Kimse hükmetmiyor," dedi. Adımlarını yavaşlattı ve ona yetişmemi bekledi. "Üç parçaya bölünmüş bu kıta birileri tarafından yalnızca korunuyor, hükmedilmiyor." "Kim koruyor, siz mi?" "Hayır, bizim gücümüz bu koca ülkeyi korumaya yetmez," dedi. "Ne Katrin'deki ne Alsondro'daki ne de Antropedos'daki bir güç bu kıtayı korumaya yetebilir." "Kim koruyor o zaman? Ayrıca neden bize yardım etmiyorlar?" Birkaç dakikanın ardından hâlâ bir cevap alamayınca yürümeyi bıraktım ve ona döndüm. Benim ardımdan yürümeyi bırakan Atlas birkaç saniye geçtikten sonra, "Bu soruya cevap vermek yerine bir gün bu sorunun cevabını sana göstermeyi tercih ederim. Öylesi daha kolay olur," dedi, "ve kuşkusuz daha açıklayıcı da olur." "Yine bir bilinmezlik, öyle mi? Bu sefer sana uyacağım ama bahsettiğin o gün, çok geçmeden gelir umarım." "Söz veremem," dedi. "Şartlar izin verirse cevabın barındığı yere seni götürebilirim. Öbür türlü saatler harcayarak sana durumu anlatmaya çalışmak durumunda kalacağım." Sonrasında pek bir şey konuşmadık ve saraya geçtik. Sarayın bir noktasında onun yanından ayrıldım ve bana ayrılan odaya geçtim. Sanıyordum ki yalnızca akşam yemeği için salona inecektik. O zamana kadar odada vakit geçirmeyi planlıyordum. Dakikalar normalden daha yavaş geçerken çantama koyduğum malzemeleri odaya yerleştirdim. Özellikle içecekleri gözümün kolayca seçebileceği bir noktaya dizdim ki, içmeyi unutmayayım. Çok vaktimi almayan bu işlerin ardından gün boyu uykusuz dolanmamdan kaynaklı hissettiğim yorgunluğun dinmesi için kendimi yatağa bıraktım ama henüz istediğim o rahata kavuşamadan bir ses duydum. Cama çarpılması sonucu çıkan 'tak' sesi bir notun gönderildiğini müjdeliyordu ama not göndermesini beklediğim birisi yoktu. Yerimden doğrulup pencereyi açtım ve cama çarpan kâğıt parçasını aldım. Bomboş kâğıda bir süre aval aval baktım ama hayır, bana hiçbir şey çağrıştırmıyordu. Kâğıdı bir o yana bir bu yana çevirerek bir şeyler olmasını bekledim ya da bir şeyler görmeyi diledim ama faydasızdı. Kapının yanı başındaki koruyucuya döndüm. Sonrasında aklımdaki şeyden vazgeçtim, Atlas'ı veya Valmir'i bulmak için odadan çıktım. Bulunduğum katın koridoru sessizdi, adımlarımı alt kata yönelttim. Bir yandan da karşıma kardeşlerden birinin çıkmaması için dua ediyordum. Alt kata indiğimde önümde uzanan koridorun bir köşesinde Valmir'i gördüm ama sevincim yarım kaldı çünkü yanında Yamin de vardı. Adımlarımı ters yöne çevirmek yerine onların yanına ilerledim. Kısa bir baş selamından sonra, "Katrin'dekilerin gönderdiği nota bir baksan fena olmayacak Valmir," dedim. Valmir'in hızla büyüyen gözleri ve Yamin'in çatılan kaşları yanlış bir şey söylediğimi anlamama yardımcı oldu. "Not mu?" diye sordu Yamin kuşkuyla. "Yaptığımız koruma işe yaramamış mı yoksa?" Elini uzattı. "Notu görebilir miyim?" "Ver bir bakayım şu nota." Aynı anda çıkan iki sesin bir tanesi hayatımı kurtardı ve notu hızlıca Valmir'e uzattım. Valmir'in hızlı hızlı notu açtığı sıralarda Yamin'in şüpheyle parlayan gözleri üzerimde durdu. Onun bakışlarına karşılık vermek yerine Valmir'e döndüm. "Sen neyden bahsettiklerini anlayabildin mi?" "Neler dönüyor burada?" Valmir kafasının hizasında tuttuğu kâğıdı katlayıp cebine attı. "Odaya geçsek daha iyi." Bizi bekleme zahmetine girmeden yan taraftaki odaya girdi ve kapıyı açık bıraktı. Yamin her an kollarımdan tutup beni sorguya çekecekmiş gibi duruyordu. Neyse ki böyle bir girişimde bulunmadı ve sakince odaya geçti. Odaya girip zaman kazanmak adına, ne için zaman kazanacağımı bilmeyerek, kapıyı ağırca kapadım. Arkamı dönüp iki adamla yüzleşmek şu anda başıma gelecek en kötü şeydi sanki. Yüzümü hızlıca ve doğruca Valmir'e çevirdim. Sinirli değildi kesinlikle ama yaptığım hatayı yüzüme vurmaktan çekinmeyen bakışlarını giymişti. "Bölgeyi koruyan kalkanı zedeleyecek bir büyü mü yaptınız?" "Daha neler Yamin!" dedim. Valmir artık susmamı diler gibi baktı bana. "Başımız büyülerle beladayken neden öyle bir şey yapalım?" Valmir pes eder gibi bir nefes verdi ve kendini odadaki koltukların birine atıverdi. "Neden oturmuyorsunuz?" Asasını çaprazındaki koltuğa fırlattı. Birazdan beni azarlayacak gibi bir hâli vardı. Onun sözüne uydum, yanına değil ama kenardaki tekli koltuğa oturdum. Nitekim yanına veya karşısına oturacak cesaretim yoktu. Yamin benim cesaret edemediğimi yaptı ve Valmir'in yanına geçip oturdu. "Gelen nota bakabilir miyim Valmir?" Valmir cebinden çıkardığı kâğıdı Yamin'e uzattı. Söz hakkım olsaydı ona ne yaptığını sorardım ama sanırsam bugünlük konuşma sınırımı çoktan aşmıştım. Gerginlik tüm bedenimi damarlarımdan akan kan gibi dolaştı. Yamin kâğıda bakıverdi ama yüzündeki ifadeye bakılacak olursa bir şey anlamış değildi. "Nedir bu?" Ben de bilmiyordum, nitekim biliyor olsaydım bile şu ortamda söylemeye cesaret edebileceğimi sanmıyordum. Valmir biliyor olmalıydı ama sanki hiç soru sorulmamış gibi bir sükûnet içindeydi. Yamin, Valmir'den bir cevap alamayacağını anlayınca bana döndü. O da bir hükümdardı, ben de öyle. Onun bilmiyor olması normal ise benim bilmiyor olmam da normal olmalıydı. "Ben de bilmiyorum." "Bu Katrin'den gelmedi, değil mi?" diye bir tahmin yürüttü. Valmir yavaş yavaş aşağı yukarı salladığı başıyla onayladı onu. "Bu, Ruh'un lisanı. Antropedos'tan geliyor olma ihtimali daha yüksek." "Ruhların bir lisanı olduğunu bilmiyordum." "Ruhların değil zaten Ruh'un," diyerek düzeltti onu Valmir. "Efendi Ruh'un lisanı." |
0% |