@ervaerdal
|
Gün battı ve yeni bir gün doğdu. Alsondro'nun gökyüzünü gri, istikrarlı dumanlar sardı. Gökyüzü ile yeryüzü birleşmiş ve bir bütün hâline gelmiş gibiydi. Etrafı saran grilik, bırakın öteleri birkaç adım ileriyi bile görmemize fırsat vermiyordu. Valmir yanına aldığı iki büyücü dostuyla Alsondro'nun çıkışına doğru ilerlemeye başlamıştı. Ne zaman Antropedos'a varacakları ve Antropedos'a vardıktan sonra geçirecekleri vakit meçhuldü, tıpkı ne zaman döneceklerinin meçhul olduğu gibi. Dönüşleri bir haftayı ve daha fazlasını bulsa da önemli değildi. Alsondro'nun, ona hiç yakışmayan buharlı, soluk havasını geride bırakıp geçitten geçtim. Çalışma odasına geçtiğimde Atlas harekete geçip masaya bir kâğıt ve kalem getirdi. Masanın başındaki sandalyeye oturdum ve hatırladığım kadarıyla dün gördüğüm haritayı resmettim. "Büyülü Orman'a bağlanan bir yeraltı yoluymuş sanırım burası." Gördüğüm haritaya benzer sonucu çıkardığımda kâğıdı Atlas'a uzattım. Kâğıda uzun uzun baktı. Baktığı yer tanıdıktı ama koyulmuş kısımlara da sahipti sanki. "Bu yolu biliyorum. Büyülü Orman'a bağlanmakla birlikte başka noktalara çıkan birçok kolu var. Haritada bölge işaretli değil miydi?" "Hayır, zaten Timun Bey de tam yerini hatırlamadığını, yalnızca buralara bağlanan kısımlardan birinde olduğunu söylemişti." "Tuhaftır ki bu yolun bağlandığı kollardan biri Demitre'nin bulunduğu yere çıkıyor," dedi. "Timun Bey de bunu biliyor olsa gerek. Acaba Alisa'nın Demitre ile olan ilişkisi bildiğimizden daha farklı bir boyutta mıydı ki?" Masaya yeni bir kâğıt çıkardı, bir iki şey karaladı. Kâğıdın son hâli, çizdiğim yolun bağlantılarını gösteriyordu. Bir noktayı yuvarlak içine aldı. "Burada Demitre bulunuyor," dedi. "Eğer aradığımız yer buraya yakın bir kısımda ise ben, bu işin içinde Demitre'nin de olduğunu düşüneceğim." Başka bir noktayı kalemle işaret etti. "Burada olabilir. Gittiği yerde büyüyle ilgilendiğini söylemiştin. Burası, Büyülü Orman'a çıkan en kısa yol ve yakınlarında boş bir alan var. Büyü ve araştırma yapmaya yetecek büyüklükte bir alan. Hatta uğraştıysa etrafını korumaya alıp bu alanı gizlemiş olabilir." "O zaman bu bölgeye kesin bakacağız," dedim düşünceli bir hâlde. "Bu yolu tamamen dolanacak mıyız?" "Mümkün değil," dedi sıkıntıyla. "Yol, Alsondro'ya kadar uzuyor ve her on, yirmi metrede bir yeni bir kola bağlanıyor. Tüm bölgeyi keşfedemeyiz, yalnızca gerekli gördüğümüz kısımlara bakınırız. Biz bulamazsak Timun Bey'den bize eşlik etmesini isteyeceğiz." "Demitre'nin yanına da uğrayacak mıyız?" "Öyle görünüyor. Belli başlı yolların sonu ona çıkıyor," dedi. "Bizimle konuşur mu bilemem ama şansımızı deneyeceğiz." "Kim kim gideceğiz?" "Yalnızca Perla'yı yanımıza alacağız," dedi ve masaya doğru eğdiği bedenini düzeltti. "Yanımızda büyülerle ilgilenen birinin olması, en azından Demitre ile konuşacağımız zaman, işimize yarayabilir." Kâğıtların ikisini de elime aldım ve onun peşi sıra odadan çıktım. Aşağıda kattaki büyük salona indik, diğerleri de buradaydı. Vaktimizin bir kısmını dün yaşanan şeylerin üstünden geçerek harcadık. Geri kalan kısmında ise Büyülü Orman'a gitmek için hazırlık yaptık. Büyülü Orman'nın girişine geçitle gidecek, yeraltına açılan tünele kadar atlarla yolculuk yapacaktık. Yol kısa süreceğinden yanımıza fazla eşyaya almaya gerek duymamıştık. Perla'nın hatırlatması üzerine Valmir'in hazırlattığı içecekten bir şişe içip hazırlığa öyle devam ettim. Nitekim dün içmeyi unutmuştum. Düzenli içmediğimden ötürü bir etkisini göreceğimden şüpheliydim ama bir yararı olmadığını iddia etmek saçmalık olurdu. Perla'nın özenle hazırladığı geçit bizi bekliyordu. Önce Atlas, ardından benimle birlikte koruyucu ruh ve en sonda da Perla geçidi kullandı. Ormanın, daha önceki Büyülü Orman ziyaretlerimde görmediğim bir kısmına varmıştık. Atlarımıza atlayıp tünele doğru yol aldık. Orman, Katrin'in geri kalan kısımlarından farklı olarak parlak renkleriyle hâlâ canlılığını koruyordu. Ağaç yaprakları hâlâ yemyeşil, otlar hâlâ dimdik, çiçekler hâlâ taze ve canlıydı. Buraya ilk geldiğimde gördüğüm şelalenin akıp gittiği nehrin sesi çok uzaklardan hayvan sesleriyle beraber duyuluyordu. Ormana bağlı yola çıkmak yerine ormanın içine daldık ve kaba ağaçların arasından el verdiğince hızlı bir şekilde geçtik. Neyse ki ağaçların arasındaki mesafe korkulacak kadar az değildi de sıkışmadan aralarından geçebiliyorduk. Bazı noktalarda ağaç dalları geçtiğimiz kısma uzanıyor, dipdiri yaprakları saçımıza, yüzümüze değiyor ve hızımızı yavaşlatıyordu. Bir süre daha düz ilerleyip ağaçların sıklaştığı, yolun daraldığı kısımda yönümüzü batıya verdik. Sabahın ilk saatleriydi, güneş henüz bizi rahatsız edecek bir noktada değildi. Kaldı ki artık istese de birkaç hafta önceki kızgınlığına ulaşamayacaktı. Bizi yolumuzdan edecek bir soğuk da yoktu. Eğer böyle devam ederse bir süre daha rahattık. Yaklaşık bir saatlik sürüşün ardından ormanın boş bir noktasına vardık. Otların süslediği boş arazinin ortasında denebilecek bir yerde betondan bir zemin dikkat çekiyordu. O noktanın başına geldiğimizde atlardan iniverdik. "Burası mı tünele inen yer?" Perla kısaca, "Evet," diyerek onayladı beni. Perla elini büyü kesesine daldırdı ve aldığı bir avuç büyü tozunu uzaktan uzaktan zemine döktü. Zemin yüksek sesle içe doğru açılmaya başladı. "Buranın gizli olması gerekmiyor mu?" "Hayır, burası herkesçe bilinen ama pek kullanılmayan bir tünel," dedi Perla. "Girişinin saklanmaya veya gizlenmeye ihtiyacı yok. Zaten herkes nerede olduğunu yıllardır biliyor. Dahası aşağıda yarar sağlayacak bir şey yok. O yüzden gizlenmesi tuhaf kaçar." Zemin kenara kayıp tüneli gözler önüne serdi. Duvara dayalı, hatta duvarla bir bütün olmuş medivenlerden önce Atlas indi. Bir süre gözden kayboldu. Geri döndüğünde aşağı inebileceğimi işaret eden bir hareket yaptı. Perla'yı yukarıda bırakıp, düşmemek adına oldukça yavaş bir şekilde merdivenleri indim. Hemen ardımdan, bana kıyasla daha hızlı ve çevik hareketlerle, Perla aşağı indi. Ruh da ardımızdan süzüldü. O, hareket konusunda en rahat olanımızdı, ne de olsa uçabiliyordu. O, hâlâ bir boşluğu andırdığından diğerleri onu göremiyordu. Yanımıza geldiğini benim bakışlarım sayesinde anlamışlar ve öyle yola koyulmuştular. Nereye uzadığı görülmeyen tünelde temkinli adımlarla ilerliyorduk. Duvarlarda ne olduğunu anlamadığım görsellerle birlikte, ortada bir orman olduğunu kolaylıkla söyleyebilirim, birkaç kısa kelime ve semboller vardı. "Burada ne anlatılıyor?" "Demitre'nin bu ormanı yarattığı zamanlar anlatılıyor," dedi Atlas. Bizden birkaç adım önde gidiyor ve güvenliği sağlamaya çalışıyordu. Sesi tünelden ötürü hafif boğuk çıkmış ve yankı yapmıştı. "Henüz hâlâ özgürken hatıra kalması adına kendi kendine çizdiği resimler bunlar." "Hepsini kendisi mi çizmiş?" "Öyle söylüyorlar," dedi Perla. "Ama resimlerde Efendi Ruh'a dair hiçbir iz yok. Belki de bu yalnızca bir söylentidir; Demitre hiçbir zaman Efendi Ruh'la bir araya gelmemiş olabilir." Dikkatimi çok vermeden resimleri incelemeye çalıştım. Burası bana pek güven vermiyordu, odağımın kayması isteyeceğim son şeydi. "Belki resimlerin bir köşesinde onun varlığı gizlenmiştir veya Demitre bile isteye onu resmetmemiştir." "Aslında ben de aynısını düşünüyorum," dedi Perla. "Efendi Ruh bir zamanlar Demitre'nin korumacılığını yaptıysa da Demitre bunu gizlemek isteyecektir. Nitekim böyle bir bilgi, Efendi Ruh'un sonunu getirebilecek güçte bir bilgi. Demitre'ye yardımı dokunmasın diye Efendi Ruh'u da ortadan kaldırmaya çalışacak çok insan var." "İyi de Efendi Ruh'u ortadan kaldırmak o kadar kolay mı ki?" "Değil," dedi Atlas, "ama bu riski göze alacak insanların olduğunu da bilmelisin." Sesi ima doluydu ama ben kimden bahsettiğini anlayamadım. Sonra sessizce yolumuza devam ettik ve nihayet tünelin başka kollara ayrıldığı kısımlara geçiş yaptık. Cebime koyduğum kâğıdı çıkarıp Perla'ya uzattım. "Ben Alisa'nın oluşturduğu bölgenin Demitre'ye yakın bölgelerde bir yerde olduğuna inanıyorum," dedi Perla. "Demitre neredeyse tünelin sonlarında bir yerde ama güvenlik açısından sorun yaşanmayan kollara da bir girip bakmalıyız. Sonuçta nerede olduğunu bilmiyoruz." "Bakmayı planladığım birkaç kol var zaten," dedi Atlas. "Vakit kaybetmeden oralara bakalım ve aradığımızı bulamazsak doğrudan Demitre'nin yanına doğru yola koyulalım." "Geceye dek vaktimiz var," dedi Perla. "Ne de olsa ışık sorunu yaşamayacağız ama yine de gece olduğunda buradan gitmekte fayda var." İki bedenin arasındaki geniş sayılabilecek alanda önümdeki adım izlerini takip ediyordum. Bilmediğim bir yerde olduğumdan konuşmaya dahil olmuyor, yalnızca yapacaklarımızı dinliyordum. Tünelin sağa ve sola açılan kanatlarına pek yaklaşmadan kolların nereye doğru uzadığına geriden geriye bakıyordum. Perla ışık sorunu yaşamayacağımızı söylemiş olsa da tünelin açılan kolları çoktan siyahlara boyanmıştı. Kanatların izlediği yolu görebilmem mümkün olmuyordu ama neyse ki tünelin ana hattında böyle bir sorun yoktu. "Bu tünel kim veya kimler tarafından yapıldı? Bu kadar çok ayrılan kola ihtiyaç var mıydı?" "Aslında burası da Demitre'nin hazır ettiği bir yer," diyerek açıklamaya koyuldu Perla. "Ormanı yarattıktan hemen sonra burayla ilgilenmeye başladığı söyleniyor. Bastığımız zeminin ve kollara ayrılan duvarların iç taraflarında, ormandaki tüm bitki ve ağaçların kökü, hazırladığı sistem sayesinde birbirine bağlanıyor ve oradan da doğruca Büyülü Orman'da gördüğün Helris Ağacı'nın köküne uzanıyor. Bu, ormanı şifa ağacı yardımıyla beslemek için hazırladığı bir tür düzenek. Tabii ilerleyen yıllarda bu inşa ettiği düzenek boşa çıkıyor ama nihayetinde burayı yapmaktaki amacı, Orman'ı ve Orman'a bağlı tüm yaşamı beslemekti." "Yine de bu kadar fazla kola ayrılması gerekli miymiş?" "Buranın inşasının yarım kaldığına dair bazı söylentiler var," dedi Atlas. "Burayı yaparken daha farklı amaçları da varmış ama aldığı cezadan sonra burasıyla ilgilenememiş. Tabii bunlar yalnızca birer söylenti; ne kadar doğrudur bilemeyiz ama kulağa mantıksız ve asılsız gelmiyor." "Evet, bunları ben de duymuştum," diye tasdikledi Perla. "Bu çizimlerin akşam vakitlerinde, hava karardığında ışık saçmaya başlamasını diğer yapmak istediği ama yapamadığı planlara bağlıyorum." "Çizimler ışık mı saçıyor?" diye sordum. Perla birkaç küçük mırıltı çıkardı. "Evet, geceleri yolu epey aydınlatıyorlar ve hatta oldukça hoş bir hava katıyorlar etrafa." Demitre ile tanışmak için daha da bir can atmaya başlamıştım. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlayıp koca bir ormanı yaratmış birinin karşısına çıkacak olmak beni heyecanlandırıyor ve birazcık da geriyordu. Bir yandan da göreceğim şeyden korkmuyor değildim. Beni nasıl bir manzaranın beklediğini az çok tahmin edebiliyordum ve tahmin ettiklerim bile yüreğimin ritmini bozmaya yetiyordu. Bizden epey önde ilerleyen Atlas, bir kolun önünde durdu ve bizi beklemeye başladı. O an, o koldan içeri gireceğimizi anladım. Atlas, bizim ona yeterince yaklaştığımızı düşünmüş olmalı ki bizden önce davrandı ve bizi beklemeden kola girdi. Birkaç adımın ardından ilk kola girmiş bulundum. Bizi yolun sonunda neyin beklediğini tahmin etmek zordu ama aradığımız o yer bu kolda değilmiş gibi hissediyordum. "Buralarda farklı canlılar yaşıyor mu?" "Tünelin içinde mi?" diye sordu Perla. Sesi, sorduğum soruya şaşırmış gibi çıkmıştı. Benden onay aldığında, sözlerine, "Hayır, ama yine de tünelde birilerini görebilme ihtimalimiz var," diye devam etti. Temkinli adımlarla Atlas'ın peşi sıra ilerledim. Demitre'nin çizimleri bu kanatta da devam ediyordu. Bakışlarımı kısa süreliğine de olsa çizimlere değdiriyor, gördüğüm resimlerin neye ait olabileceği hakkında kendi kendime varsayımlarda bulunuyordum. Önüme döndüğümde Atlas'ın bizi epey gerisinde bıraktığını ve gözden kaybolduğunu fark ettim. Perla bu durumu yadırgamış ya da stres olmuş gibi durmuyordu. Ben de ona ayak uydurdum ve düz yolda pek de dikkatli olmayan bir şekilde ilerledim. Yarı yolda bu tarafa doğru gelen Atlas ile karşılaştık. "Bu kolda bir şey yok," dedi sakin sesiyle. "Geri dönelim." Ona itaat edip geldiğimiz yere, tünelin ana hattına doğru geri döndük. Tünelin ana merkezine vardığımızda hedef belirlediğimiz kola doğru pek aceleci olmayan ama yavaş da olmayan adımlarla yürüdük. "Küçükken bu tünel gözümü çok korkuturdu," diye bir itirafta bulundu Perla. Hafiften ona döndüm. "Neden yoksa tünelle ilgili korkunç hikâyeler mi anlatılırdı?" "Söylenenlere göre Demitre buraya haplsolduktan sonra buralarda bazı başıboş ruhlar dolanmaya başlamış," dedi Perla. "O zamanlar ruhlar beni çok korkuturdu. Hâliyle bu tüneli düşman bellemiştim ama şimdi düşündüğümde anlatılanlar ilginç geliyor." "Eğer anlatılanlar doğruysa bu, Demitre'nin gerçekten de Efendi Ruh ile birlik olduğunu gösterir," dedi Atlas. "Lakin asılsız olma ihtimali de yok değil. İnsanımız olaylara gizem ve gerilim katmayı sever." "Ruhlar öyle her istediği yerde dolanabiliyor mu?" "Özgür bırakılmış bir ruhsa elbette istediği gibi dolanabilir etrafta ama tuhaf olan da bu zaten," dedi Perla. "Özgür ruhlar kendi bölgeleri dışına çıkmayı sevmez ve genelde de tercih etmez. Bu noktada Atlas'ın haklı olduğunu görüyoruz. Eğer burada dolanan ruhlar varsa Demitre vakti zamanında Efendi Ruh ile birlik olmuş demektir. Büyük ihtimalle ruhlar da onu gözetlemeye geliyordu. Tabii bunu, onlardan Efendi Ruh istemiş olmalı." "Efendi Ruh'un nerede olabileceğine dair bir fikriniz var mı?" diye sordum merakla. "Yakınlarımızda dolanıyor olmalı ki sana bir not yollamış olsun," dedi Atlas. "Eğer düşmanla anlaşmaya vardıysa Antropedos'da bir yerlerde ruh ordusu topluyor olmalı. Böyle bir girişimde tüm ruhların onunla birlik olacağını sanmam. Önce, yıllarca yalnız bıraktığı halkını ikna etmesi gerekecektir." "Efendi Ruh bile olsa böyle bir şeye cesaret edebilir mi ki? Ruhların kızgınlığını tatmak istemezdim açıkçası," dedi Perla. "Yıllarca yalnız bırakılmış ve bu yüzden hor görülmüş ruhlar, karşılarında efendileri de olsa kolay kolay ikna olmayacaktır, dahası bir savaş başlatmak isteyecektirler." "Efendilerine karşı mı?" "Niye şaşırıyorsun Alisa?" diye sordu Perla. "Özgür kalmış ruhlar hizaya getirebileceğin, hızlı hızlı emir yağdırabileceğin canlılar değildir. Diyorum ya, karşılarındaki efendileri bile olsa ikna olmayıp ilerleyen süreçte bir savaş başlatabilirler." "Ruhların kendi ırklarına savaş açmak istemeleri seni neden şaşırtıyor?" diye bir soru yöneltti Atlas. "Zaten insanların da yıllar boyunca yaptığı şey bu değil mi?" "Haklısın," dedim. "Yine de dehşete düşmekten kendimi alamıyorum." "Yolun sonunda aradığımız şeyin olup olmadığını gösteren büyülü bir sistem geliştirmediğimiz kötü olmuş," dedi Atlas. "Doğrusu böyle bir şey mümkün mü orasını da bilmiyorum." "Seni geçelim Atlas, ben bile bilmiyorum," dedi Perla, "ama fena fikir değil ve imkânsız durmuyor. Eminim ki Valmir böyle bir sistem kurmanın bir yolunu biliyordur." "Şansımıza küselim," dedim. "O bir süre aramızda olamayacak." Yeni bir kola doğru saptık ve kolun sonuna doğru yol aldık. Bu kolun bir önceki koldan görünüş olarak hiçbir farkı yoktu. Sanırsam diğer kollarda da göreceğim görüntü aşağı yukarı aynıydı. "Bu duvarlarda kapıya benzer bir yapı mı arıyoruz?" "Eğer Alisa vakit geçirdiği bölgeyi gizlemek istediyse evet, o tarz bir şeyler arıyoruz," dedi Perla. "Fakat gizleme gereği duymamış da olabilir. Umarım duymamıştır çünkü bir de kilitli bir kapıyı açmakla uğraşmak istemiyorum." Duvarları, bir çıkıntı var mı diye dikkatle incelediğim vakitlerde hafif bir sarsıntı hissettim. Yerin çok derinliklerinden geliyormuş gibiydi. Perla'ya soru soran gözlerle baktım. Aynı şeyi o da hissetmişti. "Bak işte bunun ne olduğunu ben de bilmiyorum." "Atlas!" diye seslendi Perla. Neredeyse bir karartı gibi görünen beden bu tarafa doğru yaklaşmaya başladı. "Bu da neydi?" "Bilmiyorum, ama daha da dikkatli olalım," dedi Perla. "Tek başına hareket etme artık." "Bu kolda da aradığımız şey yok." Ana tünele çıkmak için geri döndük ama artık hepimiz daha bir dikkatliydik. Birkaç dakikanın ardından yeniden ana hatta vardık ve bu sefer hızlı adımlarla işaretlediğimiz diğer kanada ilerledik. "Katrin bu tarz sarsıntılara alışkın değil," dedi Perla. "Acaba şehirdekiler de hissetti mi bunu?" "Öğrenmenin tek bir yolu var." Neyse ki devam eden yolculuğumuzda yeni bir sarsıntı hissetmedik ve rahat bedenlerimizle arayışımıza devam ettik. Girdiğimiz dördüncü koldan da hüsranla ayrıldık. Duvarlardaki simgeler parlamaya, sarı bir ışık yaymaya başlamıştı. "Hava kararıyor," diye bizi uyardı Perla. "Birkaç kola daha bakınca dönmemiz gerekecek." İşaretli iki kol kalmıştı. Bu da demek oluyordu ki, en azından bugün için hedefimizi tamamlayabilirdik. Sessizce varış noktasına gittik. Karşı karşıya duran iki kol, son hedeflerimizdi. "Demitre'nin yanına en son gidelim," dedi Atlas. Sağ taraftaki kola doğru döndüğümüzde o küçük sarsıntıyı yeniden hissettik. Atlas vazgeçerek bize doğru döndü. "Perla neden siz ikiniz hızlıca Demitre'nin yanına gitmiyorsunuz? Ben bu kola hızlıca bakıp yanınıza geleceğim. Sarsıntı tehlikeli bir hâl almadan önce buradan çıksak fena olmaz." Perla bir an ikilem yaşadı. "Tamam, olur ama acele et." İsteksiz ve endişeliydi ses tonu. Perla başıyla sol taraftaki kolu işaret etti. Yönümü sol tarafa doğru çevirdim ve Atlas'ı geride bıraktım. "Perla, olası bir tehlikede önce Alisa'yı koru." Perla aldığı emir sonrasında yanıma ulaştı ve fazla aceleci adımlarımızla Demitre'nin yanına doğru ilerledik. İçimde bir sıkıntı vardı. Atlas'ı tek bıraktığımız için hiç memnun değildim ama biliyordum ki, Atlas kafasına bir şey koyduysa onu vazgeçirmek zordu. "Umarım sorun çıkmaz," dedim gergince. Perla benden daha sakin ve soğukkanlı duruyordu. "Onu değil, kendini düşün. Unutma, karşımıza biri çıkarsa önceliğin kendini korumak olsun." Yol sanki daha da uzuyordu. Kendini iyiden iyiye belli eden sarı ışık ruhumu karartıyordu. Nihayetinde Perla'nın adımları, karşımıza çıkan daire alanı görünce yavaşladı. Epeyce aydınlatılmış alanın ortasında gördüğüm en büyük ikinci Hales Çiçeği duruyordu. Yerlerde büyüğünden küçüğüne, incesinden kalınına onlarca kök, kıvrıla kıvrıla geniş gövdeli bir ağaca doğru bağlanmıştı. Nitekim ağaca bağlanan tek şey kökler değildi. Solmuş bir insan bedeni de ağacın gövdesinde âdeta zincire vurulmuş bir hâldeydi. Ellerine, ayaklarına kökler dolanmış, bedeni ağacın gövdesine yapışık bir hâle gelmiş bir kadın bedeniyle karşı karşıya kalınca hazırlığını yaptığım her şey önemsiz kaldı. Beline uzanan grileşmiş, kıvır kıvır saçları, geri kalan bedeninin aksine hâlâ parlaktı. Önce en önde bulunan Perla'ya, ardından bana ve sonrasında arkamda duran koruyucu ruha dikti gözlerini. Ya da ben öyle olduğunu sandım, nitekim koruyucu ruh görünmez hâldeydi. Onu, benden başka kimse göremezdi. Kirece dönmüş yüzünde hafif bir tebessüm meydana geldi. Perla'nın yüzünü göremiyordum ama artık adım atmayı kesen bedeni, onun da dumura uğradığını gösteriyordu. "Yeni misafirler gelmeyeli çok uzun zaman olmuştu," dedi yaşlı kadın. "Öyle ki sizi en son gördüğümde küçük birer çocuktunuz." Perla kendine gelebilmeyi başardığında saygıyla eğildi. "Habersiz geldik, kusura bakmayın." Hemen ardından ben de eğildim. "Haber verseydiniz de hiçbir şey değişmeyecekti zaten," dedi ve bana değdi bakışları. Onun gözleri de tıpkı Henna Hanım'ın gözleri gibi rengini kaybetmeye başlamıştı ama o, Henna Hanım'ın aksine görebiliyordu. "Aslında yardım istemek için gelmiştik," dedi Perla zar zor. Böylesi bir bedenden yardım isterken utanmış olmalıydı. "Alisa eskiden buralara uğrar mıydı? Sizinle görüşmeye gelmiş miydi daha evvel?" Demitre aslında oldukça geniş ama kendisine yetmeyen odaya bir göz attı. Ağzını açtı ama kelimeler dudaklarından çıkamadı. Birkaç adımla Perla'nın yanına doğru geçtim ve ona yaklaştım. Onu bu denli dehşete sokan şey neydi anlayamamıştım ama bir türlü ne söyleyecekse söyleyemiyordu. Açtığı ağzından yalnızca birkaç ses çıkıyordu ama ne dediği anlaşılmıyordu. Belki Perla anlamıştır diye sol tarafıma döndüm ama Perla şok olmuş bir şekilde, gözünü bile kırpmadan Demitre'ye bakıyordu. "Neler oluyor Perla?" Perla beni duymadı. Duyduysa da cevap vermedi. Sonunda, zor bela, "Kolye," diyebildi Demitre. Bir an elim boynuma gitti. Demitre'ye döndüğümde onun yeniden bir şeyler söylemeye çalıştığını gördüm ama artık gözleri yaşlarla kaplıydı. "Kolye..." Gözüme şaşkınlığın, farkına varışın hain bitkinliği çöktü. Hızla Demitre'nin boynundaki kolyeye doğru atıldım. Kolyeye değer değmez hissettiğim acıyla elimi geri çektim. Kendine gelen Perla eline aldığı bıçağıyla Demitre'nin kolyesini kopardı. Elimde oluşan kızarıklığa baktım ve hissettiğim acıya rağmen Demitre'ye döndüm. Nefes nefese kalan Demitre, "Çabuk gidin!" dedi. "Çabuk, çabuk!" Perla anın şaşkınlığıyla önce bana sonra elime baktı. Gözlerinde dehşetin izleri vardı. "Çabuk çıkın buradan!" Yer müthiş sarsıldı. Perla hızla yere düşen kolye parçasını cebine attı. Kolumdan çekiştirmeye başladı. Sonra durup ardına baktı. "Biliyorsun," dedi belli belirsiz. "Kim olduğunu biliyorsun." Sarsıntının boyutu iyice artıyordu. Neredeyse tünel çökecek gibiydi. Uzaklardan gelen uğultular beni değil ama Perla'yı kendine getirdi. Tuttuğu kolumu çekiştire çekiştire beni geldiğimiz yola sürükledi. Demitre'nin hıçkırıkları o hengâmede dahi kulağıma doldu. Perla, "Alisa kendine gel ve önüne çıkacak tehlikelere karşı kendini hazırla!" diye sertçe uyardı beni. Koşa koşa tünelin ana hattına çıktık ama artık etrafa bir sis dağılmıştı; göz gözü görmüyordu. Daha fenası sarsıntı korkunç bir şekilde devam ediyordu. Bir an bu tünelde kapana kısıldığımızı hissettim. Biz geldiğimiz yolu koşar vaziyette geri dönmeye koyulmuştuk bile. O an aklıma Atlas geldi. "Perla, Atlas yok!" dedim dehşetle. Beni duydu ama duymamazlıktan geldi. Kolumu bırakmadan koşmaya devam etti. Sonra birden etrafta yeşil dumanlar meydana geldi. Perla'nın ağzının içinde bir şeyler söylediğini duydum ama ne dediğini anlamadım. Yeşil havayı soludukça midem bulunmaya ve nefes alamamaya başladım. Perla gücü tükeniyor olmasına rağmen kolumu hiç bırakmadan koşmaya devam etti. Hızlıca geriye dönüp baktığımda dumandan ötürü hiçbir şey göremedim. Tek temennim Atlas'ın kendi canını düşünüp tünelin dışına çıkmış olmasıydı ama biliyordum ki bu, imkânsızdı. O, önce bizi arayacaktı. Gözlerim yanmaya başlıyordu, nefessiz kalmıştım. Sanıyordum ki yeşil duman bir tür zehirdi. Ne kadar daha o hâlde koştuk bilmiyorum ama mucizevi bir şekilde tünelin sonuna varabildik. Perla önce benim çıkmam için kenara çekildi. Sonra bunu yaptığından ötürü pişman oldu. "Yukarıda biri olabilir, dikkat et Alisa. Hemen arkandayım, endişelenme." Zar zor kurduğu cümleleri bitince bir öksürük krizine girdi. Olabildiğince hızla merdivenden çıktım. Sonra elimi uzatarak Perla'ya yardımcı olmaya çalıştım. Neyse ki o da kendini merdivenden kurtarabildi. Bir süre ikimiz de kendimize gelmeye çalıştık. Tünelin açık kısmından gri ve yeşil dumanlar ormana doğru yükseliyordu. Telaşla Perla'ya baktım. O, nedense benden daha kötü bir hâldeydi. Öksürükleri son bulunca bana döndü. "Koruyucu ruhuna söyle tüneli arasın ve Atlas'ı bulmaya çalışsın." Ona uyup koruyucu ruhu tünele yolladım. Yanan elimi görmezden gelip, "Duman ormana yükseliyor. Ne yapacağız?" diye sordum. Perla tüm gücünü kullanıp ayağa kalktı. "Geçit oluşturup saraya dönmemiz lazım. Ruh, Atlas'ı bulur diye umut ediyorum. Seni acilen ormandan çıkarmam gerekiyor." Mavi geçit oluştuğunda beni kolumdan tutup ayağa kaldırdı ve doğruca geçide girdi. Saraydaki odama vardığımızda Perla hiç beklemeden odanın kapısını açtı ve saraydaki çalışanları hiç umursamadan Aren'e ve Pamir'e seslenmeye başladı. Tabii öksürmekten ve zehirli havayı solumaktan ötürü kısılan sesi el verdiğince yaptı bunu. Saray çalışanlarına buraya şifacı yollamalarını emretti. Ardından zahmet edip kapıyı kapamadı bile. "Alisa yatağına geç, eline bir bakayım." Hala öylece, olduğum yerde dikiliyordum. Kendime geldiğimde, "Sen kendinle ilgilen. Sen daha kötü görünüyorsun," dedim. Yüzü birkaç ton açılmıştı âdeta. Açık kapıdan içeri Aren ve Pamir hızla girdi ve bizi gördüklerinde ikisi de neler olduğuna anlam yükleyemedi. Perla, konuşmayı bırak, nefes alacak hâlde bile değildi. O yüzden konuşmak ve açıklama yapmak için kendimi zorladım. "Tünelde sanırsam saldırıya uğradık, ne olduğunu ben de bilmiyorum açıkçası," dedim, "ama sanırım biraz zehirli duman soluduk." Geçen dakikalar sonrasında hem Perla hem de ben şifacının kontrolünden geçtik. Tahminlerim doğruydu; yeşil duman bir zehirmiş. Perla zehirden daha fazla etkilenmişti çünkü büyülü kolye elime etki ettiği için korkmuş ve tünelden çıkmaya çalıştığımız anlarda, yapabileceği tek şey birkaç sözlü büyü olduğundan, bana şifa büyüsü yapmaya başlamış ve sözlü büyülerin etkisi hafif olduğundan dolayı da tünelden çıkana dek şifa büyülerinin nefesini yalnızca bana üflemiş. Şimdi ise, içtiği birkaç şifalı içecekten sonra, şüphesiz daha iyi görünüyordu. Elimdeki iz ise şu anlık muammaydı. Yapılan büyüden etkilendiysem bile etkiler şimdi gün yüzüne çıkmayacaktı çünkü yolculuğa çıkmadan evvel, Perla'nın hatırlatması üzerine, Valmir'in içeceğinden içmiştim ve belli ki, o şifalı içecek beni bu büyünün hasarından bir süre koruyacaktı. Bugün Perla, farkında olarak ya da olmayarak, iki kere hayatımı kurtarmıştı. Atlas ise hâlâ ortalarda yoktu. Aynı şekilde koruyucu ruh da yoktu. Aren birkaç koruyucu ruhu tünele yollamıştı ve şimdi onlardan gelecek haberi bekliyorduk. Yaşananlar Perla ile beni derin bir sessizliğe gömmüştü. Onun zihni ne hâldeydi tahmin edebiliyordum zira aynı yıkım benim zihnimde de barınıyordu. Aren ve Pamir'in sormak istedikleri sorular vardı ama biliyorlardı ki şu an sırası değildi. Aklıma gelen şeyle birlikte erkeklere döndüm. "Valmir'in içeceğinden Perla'ya versek ne olur?" Pamir mantıklı bulmuş olmalı ki yerinden kalktı ve gösterdiğim raftaki şişelerden birini alıp Perla'ya uzattı. Perla halsizce ve isteksizce içeceği yavaş yavaş yudumladı. Pamir, sevgilisinin içeceği bitirmesini sabırla bekledi. "Ağrıların fazlaysa bölgenin şifacısını çağıralım." "Sadece bitkin hissediyorum. Biraz daha dinlenirsem kendime geleceğim." Çoktan gece olmuştu ama hâlâ koruyucu ruhlardan bile haber yoktu. İlerleyen saatlerde Aren, Perla ile benim uyumam gerektiğini söylemiş ve odada bizi yalnız bırakmıştı. İkimizde de karşı çıkacak güç yoktu. Nitekim, oda boşaldıktan birkaç dakika sonra Perla, biraz sonra da ben uykuya daldım. Gözlerimi açtığımda güneş çoktan ışıklarını odaya doldurmuştu bile. Perla hâlâ yanımda uyuyordu. Bir an onu uyandırıp uyandırmamak arasında gidip geldim. Sonra fikrimden vazgeçtim ve ayağa kalkıp hazırlanmaya başladım. Dünkü faciadan sonra hiç ertelemeden Valmir'in içeceklerinden birini yudumladım. Şişe boşaldığında son kez Perla'yı kontrol edip odadan çıktım. Odanın önünde duran görevlilerden, diğerlerinin üst kattaki geniş balkonda bulunduğunu öğrenince oraya doğru yol aldım. Balkona çıktığımda görmeyi beklemediğim bir yüz gördüm. Rahat ve derin bir nefes verdim. Atlas oldukça sağlam görünüyordu; öyle ki, dünkü zehirli havayı hiç solumamış gibiydi. "Alisa nasılsın?" "Daha iyiyim," diye kısa bir cevap verdim Aren'e. Bakışları elimdeki ize kaydı. "Valmir'in içeceğinden yeni bir tane içtim. Sonrası ne olur bilemem ama şu anlık beni idare ediyor." Masanın etrafına geçip oturdum. "Nerelerdeydin?" "Şu anlık hikâyenin benden taraftaki kısmını es geç ve asıl, Demitre'nin orada ne olduğunu anlatmaya başla." Diğer ikisinin gözü de merakla bana dönmüştü. Belli ki onlar Atlas'ın hikâyesini çoktan dinlemiştiler. "Demitre'nin yanına ilk vardığımızda bir sorun yok gibi duruyordu," diye söze giriştim. "Lakin Demitre, Perla birkaç soru sorduğunda cevap veremedi. Başta olayı algılayamadım, fakat o, zor bela 'kolye' diye mırıldanınca boynundaki kolyenin konuşmasına engel olduğunu anlayabildim. Sonra bir anlık dalgınlıkla kolyeyi çıplak elimle koparmaya çalıştım." Aren bir şey diyecek gibi olduysa da vazgeçti. "Sonra Perla olaya müdahale etti ve bıçağıyla kolyeyi parçaladı. Ancak bu noktadan sonra Demitre yalnızca bizi gitmemiz konusunda uyardı; başka bir şey demedi. O esnada zaten yer inanılmaz sarsılmaya başlamıştı. Perla da beni tünelin sonuna doğru ilerletti. Yani çok bir şey öğrenemedik ama asıl önemli olan bu değil. Tüm o zehirli dumandan falan o da etkilenmedi mi? Bir haberiniz var mı?" "O hâlâ onu en son gördüğünüz hâlindedir," dedi Aren. "Ona daha fena bir şey olmamıştır." Atlas elime uzanıp ize bakındı. "Valmir döndüğünde onun kontrolünden de geçsen fena olmaz. Ya da bölgenin şifacısına gitmek gerekecek. Perla nasıl?" "Onun durumu daha kötü," dedim. "Zaten anlatmışlardır. Zehir onun bedenine daha fazla zarar verdi." "Zehrin etkisinden kurtulmak kolay," diye lafa girdi Pamir. "Lakin aynısını lanetli bir büyü için söyleyemeyeceğim. Zaman kaybetmeden bölgenin şifacısına görün bence." "Fazla dikkatsiz davranmışsın Alisa," dedi Atlas. "Demitre'nin bedenin bile anca kaldırdığı büyülü bir kolyeye öylece atlarken ne düşünüyordun?" "Olan oldu bir kere," dedim. "Fakat dikkatimi bir nokta çekti. Demitre sanki benim koruyucu ruhumu görüyormuş gibiydi. Dahası bu kolye, Efendi Ruh'un gönderdiği notta sözüne ettiği kolye olabilir. Efendi Ruh, efendi bellediği kişiyi kurtarmamızı istiyor olabilir mi?" "Olabilir tabii ama konumuz şu an bu değil," dedi Aren. "Bunları düşünmeyi bir süreliğine bırak ve artık büyük bir tehlikenin ortasında olduğunu anlamaya çalış." Onu umursamayıp Atlas'a döndüm. "Şimdi hikâyenin senden tarafta olan kısmını anlatabilir misin?" "Timun Bey'in sözüne ettiği o yeri bulamadım. Gittiğim o kolda da işe yarar bir şey yoktu. Yanınıza geleceğim sırada, henüz sarsıntı başlamadan önce, tünelde birinin gölgesini gördüm ve peşine takıldım. Yanında Perla olduğu için içim rahattı, o yüzden doğrudan gördüğüm gölgeyi takip ettim ama bir noktada izini kaybettim. Fakat zaten o noktadan sonra gidebileceği tek yer, tünelin Büyülü Orman'ın diğer tarafındaki girişi idi. Ben de peşine takıldığım kişi her kimse artık, onun tünelden çıktığını düşünüp tünelden çıktım. Sarsıntı ben tünelden çıktıktan birkaç dakika sonra başladı. Sarsıntı başladığında tünelin o taraftaki girişi kapandı ve ne yaptıysam açamadım." "Tüm onlar yaşanırken tünelde olmaman büyük bir şans doğrusu." "Yanınızdaki koruyucu ruha güvenip ormanı aramaya başladım. Fakat gördüğüm bedenden iz bulamadım. Sonrasında koruyucu ruhun yanıma ulaştı zaten. Ben de sizin saraya döndüğünüzü öğrenince ormanı biraz daha aramaya karar verdim ama boşuna zaman harcadım. Diğer koruyucu ruhlar da bir şey bulamayınca geri dönmeye karar verdim." "Kim olabileceğine dair bir tahminin var mı?" "Gördüğüm bedeni birine benzettim ama hızlıca yargıya varmak istemiyorum," dedi Atlas. Onu ilk kez bu kadar tedirgin görüyordum. "Sanırım üzerine biraz düşüneceğim." Aren ve Pamir'e baktığımda Atlas'ın kimden bahsettiğini biliyor olduklarını anladım. Atlas onlarla şüphesini çoktan paylaşmıştı, nitekim aynı tedirginlik ve rahatsızlık hissi onların da yüzünü ele geçirmişti. "Ne zaman Alsondro'ya döneceğiz?" Aren bana, 'Yok artık!' dercesine bakıyordu. "Bilmiyorum," dedi Atlas. "Ama kesinlikle bugün dönmeyeceğimizi söyleyebilirim." "Perla nasıl akıl ettiyse o anda, parçalanan büyülü kolyeyi de yanına aldı. Yamin'in bahsettiği yere o kolyeyi de götürüp okutsak işimize yarar bir şeyler bulabilir miyiz?" "Her türlü Tarnit Dağı'na gideceğiz. Yanımıza fazladan bir eşya almanın bir sakıncası olmaz ama kolye koparıldığından dolayı Jar Taşı tarafından okunsa bile hiçbir şey öğrenemeyebiliriz." "Kesin yargıya varabilirsiniz," dedi Pamir. "Jar Taşı bozulan hiçbir nesneyi okuyamaz. Onu yanınızda boşa taşımış olursunuz ama yine de merakını gidermek için deneyebilirsin. Zaten kolyenin pek bir ağırlığı yok." Perla düne nazaran fazla dinç bir şekilde yanımıza geldi. Onu sağlam görmeye alıştığımdan dünkü hâli gözümü çok korkutmuştu ama neyse ki şimdi epey iyi görünüyordu. Belli ki zehir vücudundan azar azar atılıyordu. Perla sessizce Pamir'in yanındaki sandalyeye oturdu. "Epey toparlamış duruyorsun," dedi Aren. "Bir iki güne zehirden tamamen arınırsın." "Öyle duruyor," dedi Perla. Sesi de yerine gelmişti. "Atlas seni tek parça hâlinde görmek çok güzel." "Seni de tek parça hâlinde görmek çok hoş Perla." Perla elindeki kolyeyi masaya koydu. "Senin oradan nasıl hasar almadan kurtulduğunu sonra da dinleyebilirim. Şimdi odaklanmamız gereken şeyler çok başka. Biri Demitre'ye, belli başlı şeyleri anlatmasını engelleyecek bir büyü yapmış. O, bu kolyeden kurtulduktan sonra konuşmaya hazır hâle gelmişti ama büyüyü yapan kişinin de harekete geçtiğini hissetmiş olmalı ki bizi yanından kovmakla yetindi." "Ben artık parçalanmış kolye görmek istemiyorum," dedi Aren bıkkınca. "Hatta kolye lafını duymak dahi istemiyorum." "Bu kolye ne zamandır onda acaba?" diye sordu Pamir. "Demitre'yi sık sık ziyarete giden kişilerle konuşup kolyenin ne zaman ortaya çıktığını bulmalıyız." "Belki de kolye zaten Demitre'ye aitti," dedi Aren. "Büyü sonradan yapılmış da olabilir." Balkonda birkaç saat daha vakit harcamış ve dün yaşananların üzerinden geçip bir sonuca ulaşmaya çalışmıştık. Sonrasında hep birlikte kahvaltı yapmıştık. Kahvaltıda da konumuz dünkü yaşananlardı. Uzun süren kahvaltının sonuna geldiğimizde, "Perla neden yeniden Valmir'in içeceğinden içmiyorsun?" diye sordum. "Bir tanesi yeterliydi. Bana bir yan etkisi olur mu bilemiyorum. Sonuçta o başarısız sonuçlanan bir büyüden korunman için yapılmış bir içecek." "O zaman sana yeni içecek hazırlatalım," diye yeni bir fikir ortaya attım. "Düne göre daha iyisin ama sonuçta zehir soludun, hem de uzunca bir süre." "Bak bu olabilir. Birazdan şifacıdan bana yeni bir içecek hazırlamasını rica ederim." Perla önce bana sonra Atlas'a baktı. "Ne zaman Alsondro'ya döneceksiniz?" "Bugün değil. Belki yarın, belki de sonraki gün." "Çok netsin Atlas!" "Alisa bir süre yolculuk yapmasa ve Katrin'de kalsa daha iyi olacak sanki," dedi Aren. "Gerekirse bizden biri seninle Alsondro'ya gider." İtiraz etmeye hazırdım ama Aren, bana fırsat vermedi. "Senin iyiliğin için diyorum Alisa. Ayrıca elin beni korkutuyor. Seni bölgenin şifacısına götürelim." "Alsondro'ya döndüğümde Yamin ile birlikte Tarnit Dağı'na gideceğiz, sonrasında hemen geri döneceğim," dedi Atlas. "Aranızdan birinin gelmesine de gerek yok. Burada kalın ve güvenliği sağlayın." Bana baktı. "Sen de burada kalsan fena olmaz. Birkaç gün şifacının gözetiminde kal. Bu durumla ilgilenilmezse bedeninde kalacak tek hasar elindeki iz olmayacak." Saatler ileriye doğru akmış ve ben, Atlas ile, yeniden, bölgenin şifacısının yolunu tutmuştum. Atlas'ı ikna etmenin bir yolunu bulmuştum ve o yol, önce bölgenin şifacısının yanına gitmekten geçiyordu. Diğerleri sarayda kalıp devam eden işlerini halledecekti ama buna Perla dâhil değildi. Onun biraz daha dinlenmesi ve gücünü toplaması gerekiyordu. Yine de bizim için bir geçit oluşturmaktan geri kalmamıştı. Geçitten geçip, ruhumu daraltan yapının önüne gelmiştim, benim hemen ardımdan da Atlas gelmişti. Kapıya birkaç kere sertçe vurdu. Çıkan tok ses yanıtsız kaldı. Atlas aynı işlemi yeniden gerçekleştirdi ama sonuç değişmedi; kapı açılmıyordu. "Sarayın önünde dolaşmaktan evine dönecek vakti bulamamış olsa gerek." Atlas sözlerime bir tepki vermeden önce büyü yardımıyla kapının kilidini kırdı ve kapıyı sonuna dek açtı. İçeri girip etrafa göz gezdirdi ve ardından beni de içeri davet etti. Onun bu yaptığını daha sonra, bu diyardan kurtulmadan bir vakit önce, yargılayacaktım. Zira benim isteklerim daha fazla yargılanmayı hak ediyordu. Hazır etrafta şifacı yokken bu evde bir şeyler bulabiliriz umuduyla etrafı karıştırmak istiyordum. "Şifacıyla hiçbir zaman yıldızın uyuşmayacak sanırım." Her yere uzanmış ve her bir nesneye dolanmış bitkilerin arasından masanın önüne geçtim ve üzerinde duran eşyalara bakındım. "O, açık ve net bir biçimde bize yardım edene dek ondan hazzetmemeye devam edeceğim," diye itiraf ettim. "Buraları hızlıca karıştırmalı mıyız?" Atlas hiç çekinmeden bakışlarıyla yargıladı beni. Oysa evin kapısını bana açan oydu. "Şifacının, evinde olmaması onun burayı göremediği anlamına gelmez. Bizim geldiğimizi görmüştür ve birazdan burada olacaktır." Yani bu demek oluyordu ki konuştuklarımızı da duymuştu. Aman ne güzel! Hiç istifimi bozmadan kenarda duran koltuğa oturdum ve şifacının gelmesini bekledim. Hâlâ açık duran kapıdan giren beden beni memnun etmedi; ama ona fazlasıyla ihtiyacımız vardı. Bunun yanında, düşmanın aracılarından birini onun sayesinde fark ettiğimizi unutmak da mümkün olmuyordu. Beni gördüğünde gözlerinde bir parıltı belirdi. "Alisa'nın eline bakman gerekiyor." Belli ki Atlas uzayıp giden, bir anlamı olmayan ve bir fayda sağlamayan selamlaşma faslından ziyadesiyle sıkılmıştı. Büyücü de hiç istifini bozmadı ve masasının başına geçti. Elindeki dayanağını masanın üstüne yatırdı ve elini bana doğru uzattı. Ona yaralı elimi uzatıp gösterdim. Yaranın her bir tarafını inceledi. "Büyülü nesnelere dokunmaman gerektiğini öğrenemedin mi?" Sessiz kaldım. Odanın arka kısmına yöneldi, birkaç parça malzemeyle geri döndü. Dakikalarca küresinin başında şifalı sıvıyı hazır etmeye çalıştı. En sonunda bir cam şişeye aktardığı sıvıyı eline aldı. Şişeyi vermesi için elimi ona uzattığım vakitlerde o, elindeki şişeyi yaralı elimin üzerine boşalttı. Hazırsız yakalandığım için bir çığlık attım. Neyse ki yanma hissi hemen geçiverdi. "Uyardığın için sağ ol!" Oralı bile olmadı. Boşalan cam şişeyi masaya bıraktı. Masanın önüne eğildi ve duyduğum kadarıyla bir çekmece açtı. Yeniden ayağa kalktığında elindeki kahverengi sıvının yer aldığı şişeyi bana uzattı. Çekinerek elinden şişeyi aldım ve şişeye tuhaf tuhaf baktım. Umarım bunu içememi istemezdi. "Her gün yalnızca bir yudum," dedi. "Buna, Valmir'in içeceğine gösterdiğin muameleyi gösterme ve düzenli tüket!" Yerimden kalktıktan sonra ona doğru döndüm. Belki söyleyebileceği bir şeyler vardır diye düşünüyordum ama o, beni yanılttı ve masanın üzerini düzenlemeye başladı. Duyduğum adım sesleri benim de hareket etmemi sağladı ve evin çıkışına ilerledim. Evin bahçesinde varlığını koruyan geçide girdik ve sarayımıza döndük. Atlas'ın çalışma masasının üzerine elimdeki şişeyi koydum ve yorgunca, bir koltuğa oturdum. "O şişeyi de Lerink Çiçeği gibi burada unutma lütfen." Bugün herkesin beni uyarası vardı demek ki. Unutmadan evvel şişeden bir yudum içtim ve yine hüsrana uğradım. Zira içeceğin tadı berbattı. Her gün yalnızca bir yudum içecek olmam işime gelmişti, yoksa şişenin tamamını bitirmenin imkânı yoktu. "Alsondro'ya yarın sabah gideriz. Şimdi gitmenin bir manası yok," dedi Atlas. Ben sormadan konuşmaya başlaması büyük bir gelişmeydi. "Ne de olsa şimdi gitsek bile yola çıkamayacağız. Sabah oraya vardığımızda direkt Tarnit Dağı'na gitmek için yola çıkarız. Bunun için de Yamin'e bir haber yollasam iyi olacak." O, Yamin için bir not yazmaya koyuldu; bense ayağa kalkıp pencereye geçtim ve camını açtım. Hava serindi ama tahammül edilmeyecek cinsten bir rüzgâr esmiyordu. Henüz öğle vakitlerinin yeni yeni sonuna geliyorduk ama gökyüzü dünden razı kararmaya başlamıştı. "Artık yolculuk yapmamız zorlaşacak," dedim. "Hava erkenden kararmaya başlıyor. Çoğunlukla karanlık yollarda yolculuk yapmamız gerekecek. Ki senin böyle bir şeye müsaade edeceğini pek sanmıyorum. Nasıl olacak bu iş?" "Dağın oraya kadar gitmek için bir geçit hazır hâle getireceğiz ve geri kalan yolu atlarla devam edeceğiz," dedi Atlas. "Yol çok uzun değil. Hava kararmadan geçidin oraya dönmüş olacağımızı düşünmekteyim." "Peki ya geri kalan yolculuklarda ne yapacağız?" "Başka bir yolculuğa çıkacağımızı bilmiyordum," dedi Atlas. Yazdığı not yola çıkmış, laciverte bürünmüş gökte süzüle süzüle hedefe gidiyordu. "Sanırım yolculuklarımız bir süreliğine sona erecek. Valmir'in dönmesini ve getireceği haberleri bekleyeceğiz." "Zamanın ne getireceğini bilemeyiz. Yeniden yollara düşmemezi gerektirecek bir gelişme yaşanabilir." "Öyle bir gelişme yaşanırsa bunu o zaman düşünürüz Alisa. Zaten düşünmemiz, irdelememiz gereken onlarca şey var. Bunların arasına bir yenisini daha eklemeyelim." Sözlerini anlayışla karşıladım. Zira haklıydı. Zihnimden geçenlere yetişmem için benim de bir ara durup soluklanmam gerekiyordu. Nitekim nefessiz kalmış bir vaziyette zihne erişmek, oradaki kaynayan suları serinletmek imkânsızdı. Masanın üzerindeki şişeyi alıp kendi odama geçtim ve şişeyi, diğer şişelerin sıra sıra dizildiği rafın başına koydum. Kendimi de yatağın üzerine bıraktım. Kendimi toplayıp Perla'nın yanına uğramalıydım. Valmir'den ses soluk çıkmıyordu. Bize kısa da olsa bir haber yollamasını beklerdim ama gittikleri, geçtikleri yolun nasıl bir yer olduğunu ve onları nasıl tehlikelerin beklediğini bilmiyordum. Vakit bulduğu doğru bir anda bizimle iletişime geçeceğine inanmak istiyordum. Ondan gelecek haberlere ihtiyacımız vardı. O, gittiği topraklardan dönene kadar yerimizde sayacaktık sanki. Oysa hâlâ yapılması gereken işler vardı. Dün yaşananları Timun Bey'e aktaracak gibi görünmüyorduk. Belli bir noktaya kadar ondan gerçekleri saklayacaktık ve bir şey bulamadığımızı söyleyip onu bu işin içinden uzaklaştırmaya çalışacaktık. Kendisi oraya tek başına gidip araştırma yapmaya cesaret etmezdi sanırım. Bizim sözlerimize güveneceğini düşünüyordum. Atlas dün yaşadıklarını detaylıca anlatmamıştı; bu, su götürmez bir gerçekti. Orada kimi gördüğünü delicesine merak etmenin yanı sıra bunu bir an önce öğrenmenin izleyeceğimiz yolu belirlemede büyük bir etkisi olacağını düşünmekteydim. Fakat benim düşündüklerimi Atlas da haydi haydi düşünebilirdi. Onu bir süre bu konuda rahat bırakmalı ve zorlu kararını alırken nefes almasını sağlamalıydım. Bunlar bilincinde olduğum şeylerdi. Öte yandan dün bizim yaşadıklarımızı düşünmek, hatırlamak istemiyordum ama unutmak da istemiyordum. Yüreğime kızgın bir el değmişti; cayır cayır yanıyordu. Demitre'nin çaresiz hâlleri gözümün önünden gitmiyordu. Ona bunu yapan kişi peşimizdeki kişiydi; bunu hepimiz anlamıştık. Yol, bizi yöneticilere çıkarıyordu. Pamir şüphelerinde haklıydı ve onun da artık korkularını bir köşeye atıp bize şüphelerinden bahsetme zamanı gelmişti. Kaçmak yalnızca dünkü gibi durumlarda canımızı kurtaracaktı. Artık şeffaf ve berrak olma vaktiydi. Odadan çıkıp Perla'nın istirahat ettiği odaya yöneldim. Kapıyı hafifçe tıklayıp bir ses beklemeden içeri girdim. Yatağın başlığına sırtını yaşlamış elindeki bir kitabı inceliyordu ama ben içeri girince kitabı yatağın üzerine bıraktı. "Sonunda!" dedi. "Birinin gelip beni bu sıkıcı hayattan kurtarmasını bekliyordum." "Düşündüğün şeye bak. Neyse ki gerçekten de sağlıklı görünüyorsun. Zehir hızlıca kendini dışarı atıyor olmalı." "Bu kadar endişelenmene hiç gerek yoktu. Basit bir zehir, üstesinden kolayca gelinir," dedi. "Eline bir bakayım. Ne dedi şifacı?" Ona elimi uzattım. "Bir şey demedi. Yalnızca bir sıvıyı elime döktü. Bir de yeni bir içecek verdi; her gün yalnızca bir yudum içmem gerekiyormuş. Kahverengi bir şey, belki tanıdık gelir sana." Dudaklarını büzdü. "Elin kötü gözüküyor açıkçası. İlerleyen günlerde bedeninde bir sorun ortaya çıkmaz umarım. Valmir'e haber mi yollsaydık ki? O, ne yapmamız gerektiğini iyi bilir." "Böyle bir şeye gerek olsaydı şifacı bizi uyarırdı. Valmir'in gitmesi gereken bir yolu, ulaşması gereken bir hedefi var. Onu rahat bırakmalıyız bence." "Sen de haklısın ama tuhaf bir şeyler hissedersen bize bildir," dedi Perla. "Sahi Valmir ne yapıyor acaba? Hiç haber yollamadı." "Bilemiyorum ama yol uzun. Odağını kaybetmek istemiyor olabilir. O ses verene dek biz de kendi işlerimizle uğraşalım." "Alsondro'ya ne zaman gideceksiniz?" "Sabah," dedim. Aklıma gelenleri onunla paylaşsam mı bilemedim. Nefesimi bıkkınca verdim. "Ceza konusunda sana bir bildiri geldi mi?" "Hayır, Alsondro sahipleri fazla sessiz," dedi. "Belki yarın vardığınızda size bildirirler." "Böylesi bir konu için ceza alacak olman çok saçma! Gördüğün zararı ceza kabul etselerdi bari!" "Alisa yasak olan bir şey yaptım ve bunu, ceza almayı göze alarak yaptım. Ciddi bir ceza vereceklerini sanmam." "Biz döndüğümüzde Pamir kendini hazırlamış olsun," dedim. "Artık sırlara yer yok. Ayrıca onun, şüphelerinde haklı olduğunu gördük. Daha fazla stres yapmasına lüzum yok. Katrin'e döndüğümüz vakit her şeyi uzun uzun, hiçbir noktayı atlamadan konuşmalı ve zihnimizde barınan düşünceleri rahatça itiraf etmeliyiz." "Doğru diyorsun," dedi Perla. "Yine de Pamir'in şüphelerini seslice dile getirmesi onun açısından zor olacak." Yakın birisiydi; Pamir'in şüphelendiği isim onlara yakın birisiydi. Benim bilebilmem mümkün değildi ama anlayabilmiştim. Aynı kaygıyı, şimdi, bir de Atlas yaşıyordu. Çalınan melodi tanıdık gelmiyordu ama ürkütücüydü. Korktuğumuz sona yaklaşıyorduk. Onların sevdikleriyle yüzleşmesi ve günün sonunda sevdiklerini ateşe atması gerekecekti. |
0% |