Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left12.
Bölüm

"11.bölüm: Gerçek"

@estellagodwin2
Kehribar rengi gözler.

Bu gözlerin Demir'e ait olmadığını biliyorum.

Karanlıkta parlayan kehribar rengi gözlere dikkatle bakmaya devam ettim. Görünüşü Demir'in aynısıydı, gülüşü sinsi, o masum çocuksu gülüşü sanki yüzünden silinmiş gibiydi. Elinde tuttuğu bıçağı benim için tehdit oluşturuyordu.

Yutkundum. Korku beni zayıflatırdı; bu yüzden gözlerine korkusuzca baktım ve ona açıkça meydan okudum.

"Senin Demir olmadığını biliyorum." diye tısladım ve yükselmeye çalıştım. "Hemen çöz beni!" Gözlerinin rengi koyulaşırken, bir kitapta okuduğum cümleler beynime tane tane inmeye başladı.

Bu Melekleri ve Şeytanları anlatan bir kitaptı. 'Görünüş değişebilir, mimikler, gülüş, bakış hatta ses değişebilir... Ama gözler? Gözler asla değişmez ve orada ne görürseniz görün bu saf bir duygudur.'

Derin bir nefes aldım ve tepemde mimiksiz bir şekilde duran adama bakmaya devam ettim.

"Peki ne istiyorsun?" Pes ederek sordum.

"Ölmeni." Alışılageldik bir durum olduğu için şaşırmadım, sadece gözlerimi devirdim ve sinirle güldüm.

"Bunu herkes istiyor zaten!" Tısladım. "Senin farklı bir nedenin olsa şaşırırdım..." Ellerimi sinirle oynattım, düğümleri bu sinirle açamayacağımı biliyordum.

"Nereden çıktın sen!" Sinirle ofladım ve geri yatmak zorunda kaldım. "Önceden rüyalarımda bir kişiyle uğraşıyordum şimdi iki oldu." Homurdandım ve çaresizlikle hareket etmeye devam ettim.

"Bit gibi türüyorsunuz!" Gerçekten şuan bulunduğum konumda bile birilerine çemkirebilirdim.

"Korkmuyor musun, Era?" Sesi tuhaf bir kalınlıktaydı. Sesini normalde duysam umursamazdım ama bir yerde duysam tanırdım. Hani tepenizde bir lamba vardır ona elinizi uzatsanız sanki dokunacaksınız ama görünüşte çok uzak olur ya... İşte tam da böyle bir şeydi bu adam benim için.

"Korkmuyorum." diye tıslasam da bana ihanet ederek titreyen sesime küfür ettim. Rüyada olduğumu biliyordum ama nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Elbet uyanacaktım ama bu rüyanın sonunda yine canım yanacak mıydı?

"Ölmeni isteyen çok kişi var..." Fısıltısı tüylerimi diken diken etti. "Ben yalnızca onlardan biriyim."

"İyi! Öldürün de rahatlayın bari! Bende kurtulayım böylece!" Adama belli etmeden göğsümün üzerine atılmış düğüme baktım. Düğüm o kadar tanıdık geliyordu ki bir an kafamda ampul parladığını düşündüm.

Beynim bir iş makinesi gibi çalışmaya başladığında gözlerimin önüne direkt olarak sekiz düğümü geldi. Dokuzuncu sınıfta, sınıfça gittiğimiz bir kampta beden öğretmenimiz öğretmişti bu düğümü bize. O zamanlar bu tür şeylere fazlasıyla ilgiliydim; eğer bu adam beni çözmezse düğümü kendim açabilirdim.

Evet bu zor olsa bile yapabilirdim.

Yani sanırım...

"Seni tanıyorum..." diye mırıldandım yüzünden bahsetmiyordum, içimden bir ses bu bedenin içindekini tanıdığımı söylüyordu.

"Bu son ikazım, Era." Elinde tuttuğu keskin bıçakla üzerimdeki düğümleri kesit ve arkasını dönerek yürümeye başladı. Ona şaşkınlık ile kızgınlık arasında kaldığım bir yüz ifadesiyle baktım.

Odamdan çıktı, çıkarken kapıyı sertçe kapattı. Yatağım sallanırken, gözlerimi kapattım ve başımı yere eğdim.

Birkaç dakika kapalı gözlerimle kaldım, mide bulantısı hissedince gözlerimi geri açtım. Rüyalarım neden bu kadar gerçekçiydi ki? Neden bende herkesin gördüğü gibi normal rüyalar görmüyordum?

Yerde duran parlak bir şey dikkatimi çektiğinde kaşlarımı çattım ve elimi ona uzattım. Bir yüzüktü, hemde değerli bir yüzüktü.

Giderken adamın parmağından düşürdüğü yüzük.

---

Sınıftakilerin aşırı yüksek sesi ağrıyan başımı daha da ağrıtırken, kendimi bir an ağlayacak gibi hissettim.

Gece doğru dürüst uyuyamamıştım, başım ağrıyordu ve gözlerim sulanıyordu. Birde sanki daha fazla ızdırap çekmemi istiyormuş gibi yeni gelen öğretmenimiz de sınıfa teşrif etmemişti.

Başımı sıraya koysam da uyuyamayacağımı anladığım için ellerimi çenemin altına koydum ve dikkatlice boş tahtaya bakmaya başladım. Daha şimdiden dersin hatta bugünün sıkıcı gideceğini anlamıştım.

Derin bir nefes alırken sınıfın kapısı açıldı ve yakışıklı hocamız sınıfa geldi. Gerçekten yakışıklıydı. Duman rengi gözleri ve soğuk bakışları vardı. Gülüşü biraz kendini beğenmişti, kollarında belirgin damarları vardı, bu onun bütün hafta sonlarını spor salonlarında geçirdiğini kanıtlar nitelikteydi.

Aslında isminin hakkını veren bir adamdı. Erel.

Evet ismi de cismi kadar tuhaf ama çekiciydi.

Tabii bu çekicilik kime göreydi bilemiyorum ama bana göre gerçekten çekiciydi. Elinde duran kitapları masaya bıraktı ve gözlerini tek tek hepimiz üzerinde gezdirdi. Ona dikkatlice bakarken parmağında duran yüzükler dikkatimi çekti.

Parlak mavi taşlı bir yüzük dikkat çekmek istercesine bana bakıyordu sanki. Bu dün gece bulduğum kırmızı taşlı yüzüğün aynısıydı. Şaşkınlığımı belli etmemek adına ifadesiz durdum ve bakışlarımı tekrardan boş tahtaya çevirdim.

Sırtımdan soğu terler akıyordu, başım dönüyor ve midem bulanıyordu. Ders Matematikti ve bu hayatta nefret ettiğim ikinci şeydi.

Başımı sıraya koydum ve uykuya dalmaya çalıştım. Hocanın sesi o kadar güzeldi ki sanki bir ninni söylüyormuş gibiydi. Uzun kirpiklerim yavaş yavaş gözlerimi örtmeye başladığında beynim uyumamak için direndi. Çünkü uyuduğum her an tehlike içindeydim. Ancak gözlerim beynimi dinlemedi ve uykuya daldım.

Yalnızca birkaç dakika uyumuşum gibi gelse de aslında bir ders saati boyunca uyuduğumu anlamak pek zor olmadı. Elimle yüzümü sıvazlarken hocanın sınıftan çoktan gittiğini fark ettim ve kısık gözlerimle etrafıma baktım.

Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkamak ve kendime gelmek istedim, bundan dolayı ayağa kalktım ancak hızlı kalkmış olmalıyım ki başım döndü. Elimle masaya tutunurken gözlerimi kapattım.

Ve gözlerimi kapattığım an siyah sahnede bir adam canlandı. Bir gözü mavi bir gözü yeşil olan bir adamdı bu. Yavaş adımlarla bana yaklaşırken yüzünde duran belli belirsiz sırıtma daha da büyüdü ve korkutucu hale geldi.

İşte dün gece rüyamda gördüğüm, Demir'in kılığına giren adam buydu. Bazen gözüm karardığında bu adamı görüyordum, elinde kanlı bir şişeyle bana yaklaşıyordu.

"Ah!" Canım yanmış gibi geri teptim ve bir adım arkamda duran sırama düştüm. Gözlerimi hızlıca açtım ve elimi boynuma götürdüm.

Kesinlikle ateşim vardı, son günlerde yaşananlar hiç normal değildi. Hayır, son günlerde yaşananlar değil, hayatım boyunca yaşanan şeyler hiç normal değildi.

Yerimden tekrardan yavaşça kalktığımda, arkadan kükremeyi andıran bir ses geldi. Korkuyla arkamı döndüğümde Ares'in duvara tutunduğunu gördüm. Bir eliyle gözlerinin üzerinde baskı kuruyordu diğer eli destek almak istercesine duvardaydı.

Bu hali bana çok tanıdık geldi, az önce aynı durumda olan ben değil miydim? Sınıftakiler Ares'e dikkatle bakarken Ezgi ve Melis Ares'in kulağının dibinde ona bir şey fısıldıyorlardı. Demir olduğu yerden kalkarken ona doğru bir hamle yaptı, ben sadece onu izlemeye devam ettim.

Bu tuhaf durum sadece bir dakika sürdü, Ares'in üzerindeki ilgi azaldı, insanlar dağıldı ve Ares gözlerini geri açtı. Göz göze geldiğimizde korkuyla birkaç adım geriye gittim. Çünkü onun göz bebeklerinde az önce gördüğüm adamı görmüştüm. Ares'in ağzı da şaşınlıkla açılırken ikimiz de hareket edemedik bir süre.

"Sende mi onu gördün?" Sesi şaşkınlıktan kısılmıştı, belli belirsiz kafamı sallarken bunun nasıl mümkün olabileceğini düşündüm. Aynı vizyonu görmüştük, aynı adamı görmüştük hatta belki işitmiştik?

"Bu ne demek oluyor?" Hafifçe yutkundum, sınıftakiler bize anlamadıklarını bildirir bir şekilde bakarken Demir yanıma geldi ve kolumu tuttu.

"Sınıftan çıkalım," diye mırıldandığında ayaklarım sanki onun talimatını bekliyormuş gibi hareketlendi, Ares de şaşkın bir yüz ifadesiyle arkamızdan gelirken bir kez daha düşündüm. Bu nasıl olabilirdi? Nasıl ikimiz de aynı şeyleri görebilirdik? Ve nasıl aynı şeyleri gördüğümüzü bilebilirdik?

Sınıftan bahçeye çıktığımızda zeytin ağaçlarının altına oturdum ve saf saf Ares'e baktım. Ardından bakışlarıma Demir'e çevirdim. İkisi de sessiz bir şekilde düşünüyorlardı.

"Bu ne demek oluyor?" diye mırıldandığım da Ares bakışlarını bana çevirdi. Gözleri eski haline dönmüştü ve şaşkınlığını az da olsa üstünden atabilmişti.

"Bilmiyorum..." diye mırıldandığında Demir sessizliği bozdu.

"Ne gördüğünüzü anlatır mısınız?" Ares ona hafif kınamayla bakınca araya girmeye karar verdim.

"Gözlerim karardı, sonra bir adam siyah bir sahnenin arkasından çıkar gibi geldi, bir gözü mavi bir gözü yeşildi, elinde kanlı bir şişe tutuyordu. Gülümsemesi çok tuhaftı..." Sonlara doğru sesim titredi. Aslında Demir'e dün gece onu rüyamda gördüğüm ve beni öldürmek üzere olduğunu da söyleyebilirdim ama delirdiğimi düşünürdü büyük ihtimalle.

İkisi tekrardan sessiz kalırken ben ayağa kalktım ve okul binasına doğru yürümeye başladım.

"Nereye?" Arkamdan Demir'in sesini duyduğumda ona döndüm ve ellerimi yukarıya kaldırdım.

"Artık sıkıldım!" Sesimi duyurabilmek için bağırmıştım. "Gideceğim ve tüm bunları çözeceğim!" Rüyalarımı, bu saçma vizyonları ya da diğer tüm her şeyi...

Sınıfa girdim ve sıranın üzerinde duran eşyalarımı çantama tıkıştırdım. Gözlerimle sınıfı taradığımda Ege'yi göremedim ama pek umursamadım o an onu. İlçenin büyük kütüphanesine gidip araştırma yapmam gerekiyordu.

Ve bu araştırmayı neyin üzerinden yapacağımı da çok iyi biliyordum.

---

"İyi günler..." Sessiz bir şekilde karşımda duran görevliye baktım. "Bir kitap arıyorum geçen gün burada görmüştüm de..." Kadın gözlüklerini aşağıya indirdi ve bıkmış bir şekilde bana baktı.

"Geçen gün gördüğün kitap bugün burada olmayabilir..." Sesi sanki burnu tıkalıymış gibi geliyordu. O derece tuhaftı.

"Bence bakarsanız bir şey kaybetmezsiniz."

"Adı neydi?" Derin bir nefes aldı ve arkada duran dolaba yöneldi. O dolapta özel kitaplar tutuluyordu.

"Tevrat." diye mırıldandım. Anlamadığını belli eden yüz ifadesiyle bana döndü tekrarlamak zorunda kaldım.

"Tevrat istiyorum." Başını esefle salladı ve ağzının içinde bir şeyler geveleyerek dolabın kilidini açtı. Tüm cevaplarımın olmasa da çoğu cevabımın Tevrat'ın içinde olduğunu biliyordum.

Kitabı çıkarıp önüme koyduğunda toz bulutu kalktı ve tüm tozlar burnuma doldu.

"Eee alacağım ben bunu." Kütüphane kartımı çıkarıp ona verdim.

"Zarar vermezsen sevinirim."

"Birazını burada okuyacağım."

"İşlem tarihini kaşeledim."

"Bu Tevrat orijinal mi?"

"Gününde getirirsen çok mutlu oluruz." Kitabı elime aldım ve sayfalarına baktım. Eski görünüyordu yaprakları sararmıştı, kapağında çıkıntılar vardı ve içimden bir ses aradığım cevapların bu kitapta olduğunu söylüyordu.

"İyi günler." diye mırıldandım ve kadına en uzak masaya oturdum. Nereden başlayacağımı bilmiyordum bu yüzden bugünlük sadece kitabı incelemeye karar verdim. Büyük Melekler, Seraflar, Şeytan, Şeytan'ın oğulları -ki birinin ismi de Ares'ti- Yedi büyük günah ve diğer merak ettiklerim bu kitapta mevcuttu.

İnceleme işim uzun sürmüş olmalı ki pencereden anladığım kadarıyla hava kararmıştı. Elimle yüzümü sıvazladım ve yerimden kalktım. Hala kütüphanede insanlar vardı, büyük çoğunluğunu üniversite sınavına hazırlananlar dolduruyordu.

Kitabı kollarımın arasına aldım ve uyuşuk bir şekilde merdivenlerden inmeye başladım. Dışarıya çıktığımda kuru bir ayaz vardı, titredim ve omzumu montuma gömdüm. Yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Evim kütüphaneye uzaktı bu yüzden şehir içi dolmuşla eve gitmeyi planladım ve otobana çıkabilmek için biraz yürüdüm.

Buralar ıssız olduğu için korkuyordum her an bir sapık tarafından öldürülebilme ihtimalim vardı çünkü.

Hızlı hızlı yürüdüğüm için nefes nefese kalmıştım, kalbim o kadar hızlı atıyordu ki bu atış hızını kulaklarımda duyabiliyordum.

Midem bulanıyordu ve ayaklarımda biraz daha yürüyecek bir güç kalmamıştı. Arkamdan gelen adım sesleriyle kalbim tekrardan yerinden çıkacak gibi oldu. Titriyordum ama üşüdüğüm için değildi, bu artık bildiğim ya da her zaman beklediğim sona yaklaştığım içindi.

Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve yavaş hareketlerle arkamı döndüm. Arkamı döner dönmez kırmızı gözlerle karşı karşıya geldim, boğazımda duran çığlık beni dehşete sokarken, karşımda duran Şeytani varlığın kırmızı kanatları hareket etti ve bana doğru yaklaşmaya başladı.

Elimde tuttuğum kitabı daha da sıkı tutmaya başladım ve gittikçe tükenen havayı içime çekmeye devam ettim.

O bana doğru yaklaştı.

Kırmızı gözleri hırsla, öfkeyle ve nefretle parladı.

Her zaman sırıtmaya hazır olan dudakları tiksinircesine büküldü.

Şeytan bir adım daha yaklaştı.

Damağım kurudu, göğsümde bir şeyler sıkıştı, kalbim sökülüyormuşçasına ağrımaya başladı. Demek böyle bir histi. Ölmek ya da öldürülmek.

"Sendin..." diye fısıldadım korkuyla geri geri giderken. Bir umut kaçabileceğimi düşünüyordum ama mantıklı yanım bunun imkansız olduğunu bas bas bağırıyordu.

"Gurur..." diye fısıldadım ve elimde tuttuğum Tevrata baktım.

"Şeytan'ın oğlu..." Hava buz gibiydi ama ben çok fazla terliyordum. Birazdan bayılacağımı biliyordum çünkü bilincim yavaş yavaş kapanıyordu. Beni bir an önce öldürmesini istiyordum. Çok uzun süredir inkar ettiğim gerçeğin yüzüme buzlu su gibi çarpması midemi fena halde bulandırmıştı.

Biliyordum.

Uzun süredir Ares'in aslında kim olduğunu çok iyi biliyordum.

"Fazla zamanım kalmadı." diye mırıldandı ve bir adımda yanıma ulaştı. "Öldüğünde beni hatırlamayacaksın bile." Nefesi boynuma değerken şiddetle titremeye başladım, onun önünde güçlü durmaya çalışsam da bunu beceremedim ve ayaklarının dibine düştüm.

"Bunu yapamazsın!" diye çığlık attım son kez. Gözlerimi yukarıya çevirdiğimde yüzünde duran sırıtma büyüdü.

"Çok geç." Kırmızı gözleri sinsilikle parladı ve büyük elleriyle boynumu kavradı. Son kez gözlerinin içine baktım ve orada biraz da olsa merhamet kırıntısı aradım.

Yoktu.

"Öldüğünde beni hatırlamayacaksın bile."

modal aç
modal aç
modal aç