Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left9.
Bölüm
keyboard_arrow_right

"8.bölüm: Sır"

@estellagodwin2
Cehennemin kapısı sinir bozucu bir gürültüyle açıldı. Meşalelerde yanan alevler biraz daha harlandı, içeriden gelen çığlık sesleri arttı ve yaşlı Seraf etrafına endişeyle bakarak kapıya doğru yaklaştı.

Kapının ardından Şeytan gayet rahat bir şekilde yaşlı Serafa doğru yürüyordu. Serafın arkasından gelen genç Melek, dişlerini birbirine bastırmıştı ve herhangi olası bir kavgada kendini öne atmaktan çekinmeyecekti.

Şeytan'ın arkasından gelen oğlu ise iyi yetiştirilmiş bir asker gibi yürüyordu. Babasının adımlarını takip ediyordu, yüzü de hissettiği gibi huzursuzdu, kırmızı gözleri sinirle parlıyordu ve kanatları ürpermişti.

Sonunda dördü de ortak paydada buluştuğunda, Şeytan kibirle gülümsedi.

"Size söylemiştim," Sesi kendinden emindi ve bir o kadar da küstahtı. Yüzünde insanın iliklerini kurutacak bir gülümseme vardı, yaşlı yüzündeki kırışıklıklar onu kötü göstermiyordu, kırmızı gözleri sinirli değil alaycıydı.

Oğlu onun tam yanında duruyordu, kollarını göğsüne bağlamıştı ve yüzünde ruhsuz bir gülümsemeyle olacakları izliyordu. Üzerine giydiği siyah gömlek ve altındaki siyah pantolonla ait olduğu yeri çok iyi yansıtıyordu.

Genç Melek ise bulunduğu yerin tam zıttı bir şekilde giyinmişti; üstünde beyaz gömleği ve altında aynı renkte beyaz pantolonu vardı. Hissettikleri yüzüne yansıyordu, bir meleğe göre fazla öfkeliydi.

"Evet, söylemiştin." Dedi yaşlı Seraf. Yüzündeki kırışıklıklar ve beyaz saçları onu bir aziz gibi gösteriyordu. Mavi gözleri oğlunun aynısıydı, genç Melek kesinlikle babasına benziyordu.

"Ama biz size uyacağımızı söylemedik." Şeytan'ın oğlu duyduklarına şaşırdı ve bakışlarını hızla babasına çevirdi. Babası gayet rahattı; elleri cebinde, yüzünde kibirli gülümsemesiyle duruyordu ama oğlu onu tanıyordu: Hiç rahat değildi.

"Sana demiştim." İblis Seraf'a doğru bir adım attı konuşurken. Bu hareketi gören genç Melek babasını korumak için öne geçti ancak Seraf onu durdurdu ve yanına geri çekti. Bu manzara Şeytan'ın oğlunu güldürdü.

"O kızı geri gönderirsen olacaklara katlan, demiştim." İblis masummuş gibi omzunu kaldırıp indirdi.

"Savaş çıkar demiştim," Sesi çok iddalı ve kendinden emindi. Başını iki yana salladı ve oğluna baktı.

"Öyle değil mi, oğlum?"

Genç Şeytan bir asker gibi başını onay anlamında salladı. Genç Melek dikkatle Şeytan'ın oğluna bakıyordu ve gördüğü manzara hiç hoşuna gitmiyordu.

"Bu savaş olacağı anlamına gelmez," Herkes merakla genç Meleğe baktı. Seraf bu sefer Meleğe karışmadı çünkü diyeceklerini merak ediyordu.

"Dünya yasasını çiğnedin," Şeytan'a ithafen konuşuyordu. "Ölmemesi gereken masum birini öldürttün." Olduğu yer o kadar sıcaktı ki zorlukla konuşuyordu.

"Ölecekse ölecektir." Karşı saldırı da bulunan Genç Şeytan kaşlarını derince çattı. "Biz yalnızca misilleme yaptık."

"Neyin misillemesi bu?" Meleğin sesi öfkeliydi. Sinirle Şeytan'ın yanına gitti ve kendi gibi genç suratına baktı. Şeytan ve Seraf yalnızca izliyordu. Melek, İblis'in yakasından tuttu ve yumruk haline getirerek tısladı.

"Masum birini öldürtmek mi misilleme? Biz her zaman sizden daha iyisiyiz." Genç İblis bu duyduklarına güldü ancak Meleğin canına yakacak herhangi bir harekette bulunmadı.

"Siz her zaman bizden daha üstün olduğunuzu düşünüyorsunuz," Alayla güldü ancak o da çok sinirliydi.

"Eşitiz biz." Yakasını Melekten kurtardı ve eski yerine geri döndü.

Melek Şeytan'ın aldığı enerjideki güçle afallamıştı. Babasından çok daha güçlüydü hatta gücü bedeninden taşacak durumdaydı ancak İblis'in oğlu bu gücü kabul etmiyordu.

"Savaşa hazırlıklı olun." İzlediği tiyatrodan memnun kalmayan Şeytan'ın söylediği sözler bunlar olmuştu. Seraf onun bu dediğine güldü.

"O kız dünyada olduğu sürece, iyiliği ve kötülüğü dengede tuttuğu sürece, sen savaşı unutsan iyi olacak." Ve Seraf daha fazla konuşmadan arkasını döndü, ağır adımlarla yürümeye başladı. Melekte babasının arkasından güçlü adımlarla gidiyordu.

Onları izleyen Şeytan sinirle fısıldadı.

"Babasının oğlu."

Ardından Şeytan ve oğlu da Cehennemin kapısına doğru yürümeye başladıklarında, İblis durdu, oğluna döndü ve yüzüne sağlam bir yumruk attı. Oğlu şaşkınlıkla afallarken eli yüzüne gitti.

"Bu güçsüzlüğün için." Diye tısladı sinirle.

"Benim oğlum böyle güçsüz olamaz." Ve ait olduğu yere doğru yürümeye devam etti.

Genç İblis şaşkınlıkla babasının arkasından baktı ve ağzındaki kanı yere tükürdü.

Halbuki içindeki güç babasının binlerce katı büyüklükteydi. Ancak bunu belli ettiği taktirde babasının onu yok edeceğini de çok iyi biliyordu.
---

Gökten kan yağıyordu.

Bilmediğim bir ormanda tek başıma dolaşıyordum, bu sefer çok fazla korkmuyordum, içimde tuhaf bir his vardı ve ayaklarım o hisle hareket ediyordu.

Gökten yağmur yerine kan yağıyordu, bu durumu garipsesem de herhangi bir yorumda bulunmadım ve yürümeye devam ettim. Üstümdeki kar gibi beyaz elbisem koyu kırmızı bir renge dönüşmüştü.

Burada ağaçlar çok sıktı, hava hafif esiyordu, fırtına yaklaşacaktı, yağmur yavaş yağıyordu.

Ormanın daha da derinliklerine daldığımda karşımda yanan ağaçlar gördüm. Bu sefer gördüğüm manzarayla kalbim küt küt atmaya başladı ve hızlıca koşmaya başladım. Ağaçlar yanıyordu.

"Neler oluyor?" Diye kendi kendime fısıldarken, üzerinde parçalanmış bir elbiseyle bana doğru gelen bir kız gördüm. O kadar yavaş yürüyordu ki, bir an bayılıp kalacağını sandım. Yüzü çok solgundu ve aynı zamanda yorgundu.

Yangından zor kurtulmuş gibi geliyordu; bana doğru yaklaşırken yüzü daha da netleşti ve simsiyah gözleriyle gözlerimin içine baktı.

"Ölmek çok acı verici bir şey," diye fısıldadı hüzünle.

"Bir İblis tarafından öldürülmek daha acı verici." Boğazını tuttu ve zorla yutkundu.

"Bu sana ve ona çok acı verecek, Era. İkiniz de çok acı çekeceksiniz." Sanki bir kehaneti söylüyordu dili.

"Kiminle?" Korkuyla fısıldadım. "Kiminle çok acı çekeceğiz?" Kızın gözleri yavaşça kapanırken, yere yığıldı. Hızla onun yanına çöktüm ve başını kucağıma aldım. O anda boğazına saplanmış bıçağı gördüm. Az önce nasıl fark etmemiştim?

Korkuyla yutkunurken, elim bıçağa gitti ve onu çıkarmak istedim ancak kızın gözlerinden akan kanlar beni daha da fazla korkuttu.

Gözleri sonsuzluğa kapanmadan önce son kez fısıldadı.

"İkinci kez ölmek çok daha acı verici bir şey."

Gözlerimi hızla açarken, titrek bir şekilde nefesimi verdim. Dudağım bir balık dudağı gibi duruyordu. Titreyen ellerimle alnımda biriken terleri sildim ve komodinimin üzerinde duran lambayı açtım.

Loş turuncu renkteki ışık odamı birazcık aydınlatırken, hızlı bir şekilde odamı taradım gözlerimle ve tek başıma olduğumdan emin oldum.

Komodinin üzerinde duran bardağın ağzını açtım ve suyu tepeme diktim. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, yerinden çıkacak sandım. Bu rüyalarım o kadar garipti ki, gerçeklikle alakası olmasa bile, acaba diye düşünmüyor değildim.

Derin bir nefes alırken gözüm duvar saatine takıldı. Sabah ezanı birazdan okunacaktı. Vücudum ter içinde kalmıştı ve üstümde açılmıştı.

"Üstün açık uyursan böyle olur işte." Kendi kendime hamurdandım.

"Uyuyanın üstüne kar yağar, derler... Doğruymuş işte." Titredim. Bu tepki üşüdüğüm için mi olmuştu yoksa korktuğum için mi olmuştu anlayamadım.

İyice yorganın içine gömüldüm, her ne kadar canavarlara inanmasam da kendimi onlardan koruyabilmeliydim değil mi?

Baş ucu lambamı kapatmadım ve yavaşça yeniden uykuya dalmaya çalıştım...

Tabii bu çok zor olmuştu çünkü gözlerimi kapattığım an o kızın yüzü ve yanan orman geliyordu aklıma. Kanlı gözyaşları ve yağan kan yağmuru...

Daha güzel şeyler düşünmeye çalışsam da kötülük hep yanı başımdaydı ve ne zaman kafamı çevirsem kötülükle burun buruna geliyordum.

Gözlerimi karşımda duran pencereye diktim ve yağan karı izlemeye başladım. Yatağa yattığımda kar yağmıyordu, ben uyurken başlamış olmalıydı. Acaba Ege eve gelmiş miydi?

Tekrardan derin bir nefes alırken midem endişeyle kasıldı ve bir an kusacağımı sandım.

Bu saatten sonra uyumak sanki bana haramdı.

Yanımda duran çalar saatim çalarken, oda sessiz olduğundan bir an ürktüm ve endişeyle diğer tarafa dönerek saati kapattım. Yavaşça yatağımdan kalkarken, karnıma bir ağrı girdi. Bu ağrı o kadar tanıdıktı ki, gözlerimi kapattım ve ağlamak istedim.

"Yine en berbat haftamdayım." Diye homurdanırken elimle hafifçe karnımı ovaladım ve lavaboya giderek günlük rutin işlerimi hallettim.

Odama geri döndüğümde okul formamı giydim, yavaş hareket ediyordum, bugün okula gitmeyecektim ama bunu babaanneme söyleyemezdim.

Üstümü değiştirdiğimde yavaş hareketlerle mutfağın yolunu tuttum. Şu dönemlerimde kesinlikle kaplumbağayla yarışsak beni açık ara yenerdi.

"Günaydın," diye mırıldandım ve masaya oturdum. Ege görünürlerde yoktu.

"Ege nerede?" Çay demleyen babaannem bana döndü, yüzündeki ifadeyi gördüğümde iyi şeyler olmadığını anladım.

"Kötü bir şey mi var babaanne?" İstemsizce sesim titremişti. Alnımda terler birikirken elimle alnımı kuruladım ve babaanneme daha dikkatli baktım.

"Dün gece," diye başladı cümleye kısık bir sesle. "Baya bir geç geldi eve. Birileriyle takışmış herhalde çok sinirliydi." Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Kaç kere şu kadını üzmemesi ve korkutmaması gerektiğini söyleyecektim acaba?

"Konuşmak istemiyorum babaanne, dedi odasına gitti. Kalkmadı daha." Alnı endişeyle kırıştı.

"Kıyamadım da ona, uyandıramadım." Elime aldığım kızarmış ekmeğe yağ sürmeye başladım.

"Sevdiği falan mı var kızım bunun?" Kaşlarımı kaldırıp şaşkınlıkla ona baktım. "Ondan falan mı kavga ediyor bu çocuk?" Başımı iki yana salladım ve ekmeği ağzına tıktım.

"Bilmiyorum ki babaanne," Sesim ağzımdaki lokmadan dolayı boğuk çıkmıştı. "Sen ne biliyorsan bende o kadar biliyorum." Ağzımdaki lokmayı yuttum.

"Hatta senin bildiğinden daha az biliyorum." Çayıma iki şeker attım ve karıştırmaya başladım. Gozlerim babaannemin üzgün suratına kaydığında,kalbimde bir yer çok fena acıdı.

"Üzülme sen," Ona kendimce moral verdim. "Onunla başa çıkacağım ben." Kolumda duran saatine baktığımda fazla geç kalmasam iyi olur diye düşündüm ve sıcak çayı direkt tepeme diktim. Bundan oluşan bir panikle dilimi haşladım ve hızlıca musluğa koştum.

Dilimi suyun altında tutarken, bugün başıma daha nelerin geleceğini merak ettim.

Çıkmadan önce hızlıca dişlerimi de fırçaladım ve üstüme kabanımı geçirerek dışarıya fırladım. Arkamdan söylenen babaannemi o an duymadım çünkü halletmem gereken daha önemli işlerim vardı.

Mesela Egenin takıldığı şu bara gidip sahibiyle konuşmak gibi.

Yavaş adımlarla yürüye yürüye barın önüne geldiğimde, koruma bana bilinçsiz bir bakış attı. Dün gece gördüğüm adamdı bu. Ona üzüldüm, kim bilir belki de evde onu bekleyen bir eşi, bir çocuğu, bir annesi vardı. Ayrıca uyumamış olduğundan çok yorgun görünüyordu.

Para kazanmak o kadar zordu ki, içimde ona karşı büyük bir sempati besledim nedense. O da benim gibiydi çünkü; hayatını kazanmak uğruna bir şeylerden feragât ediyordu. Belki evde küçük çocuğunun ilk adımlarını göremiyordu çalıştığı için, belki de ilk 'anne ya da baba' demesini duyamıyordu, çocuğunun büyüdüğünü göremiyordu. Bu çok kötü bir şeydi.

"Merhaba, günaydın." Adam bakışlarını bana diktiğinde yorgun bir şekilde iç çekti.

"Girebileceğini mi sandın?" Başımı iki yana salladım.

"Sadece iki dakika." Ona biraz dikkatli baktığımda, gözlerinde ona ısrar etmememi isteyen bir pırıltı gördüm.
Tekrardan yorgunlukla iç çekerken, kırmızı çizgiyi çıkardı ve bana baktı.

"Sadece iki dakika." Başımı sevinçle salladım ve hızlıca yanından geçerek içeriye girdim. Tam olarak kimi arıyordum bilmiyorum ama içeride birilerini bulabilirdim, değil mi?

Saf saf içeride dolanırken masaları temizleyen bir garson bana seslendi.

"Kime baktın?" Hızlıca ona döndüm ve gülümsedim.

"Yetkili birini arıyordum, bir konu hakkında konuşmak için." Başıyla barın önünde duran bar sandalyelerini işaret etti.

"Oraya otur, gelir birazdan." Başımı salladım ve yavaşça gidip oturdum. Rahat hareket edemiyordum, bu yüzden rahat bir şekilde de oturamadım.

"Bir şey içer misin?" Boğazımı temizledim.

"Su var mı?" Erkek garson başını onay anlamında salladı ve barın arkasına giderek bana bir bardak su getirdi. Önüme koyarken ona gülümsedim.

"Teşekkür ederim." Diye mırıldanırken o sadece kafa salladı ve işinin başına geri döndü.

Suyu yavaş yavaş yudumlarken barı inceliyordum. Dün gece epey bir korkunç görünen yer şu an gayet normaldi.

"Geldi." Başımı hızlıca arka tarafa çevirdiğimde genç bir adamın geldiğini gördüm.

"O mu?" Çocuk başını salladı ve bezini alarak yukarıya çıkan merdivenleri tırmanmaya başladı.

Oturduğum yerden aşağıya atladım ve yavaşça genç adama doğru yürümeye başladım. Ela gözleri radarına takılmışım gibi bana takıldı.

"Merhaba." Üzerimdeki formayla buraya ait görünmediğim için adamın tuhaf bakışlarına maruz kaldım.

"Sizinle bir konu hakkında konuşacaktım." Fazla uzatmamakta karar verdim. "Buraya kardeşim geliyor, adı Ege belki biliyorsunuzdur?" Herhangi olumsuz tepki vermemesini fırsat bilerek anlatmaya devam ettim.

"O biraz bu tür yerleri sever." Ona konuyu nasıl açacağımı bir an bilemedim.

"Ama çok fazla sorun çıkarıyor, hem kendine hem bize." Boğazımi temizledim. Yavaşça bir adım geriye gittim ve adamın tepkisini ölçtüm. Hâlâ ifadesiz bakıyordu, sanki her gün biri geliyorda ona bu sorunlardan bahsediyormuş gibiydi.

"Buraya geldiğinde diyecektim," Elimle alnımı kaşıdım ve ona çekingen bir şekilde baktım. "Onu almasanız olmaz mı?" Sessiz bir şekilde ona baktım, ilk saniyeler hala tepkisizdi ancak sonradan gülmeye başladı. Anlamamış gibi ona bakarken o hâlâ gülüyordu.

"Sen buraya dalga geçmek için falan mı geldin?" Gözleri ciddiydi ama yüzü hâlâ dediklerimi komik bulmuş gibi gülüyordu.

"Hayır."

"Onu buraya almayayım, öyle mi?" Dalga geçer gibi beni süzdü.

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Ağzımı açıp ona cevap verecektim ama birileri benim yerime dublaj yaptı.

"Hayır." Gelen ses bir erkeğin sesiydi. Bir an Ege olabileceğini düşünerek korktum ama onun sesi böyle değildi. Kaşlarımı çattım ve yavaşça arkama döndüm.

Yeşil gözlerle göz göze geldiğimde, derin bir nefes aldım.

Bu adamın burada ne işi vardı?

Ares yavaş adımlarla bize yaklaşırken, karşımda duran adama baktım ve tepkilerini ölçtüm. Ciddiyetle Ares'in yanımıza yaklaşmasını bekliyordu.

"Senden istediği şey çok basit." Yanımıza ulaştı ve adamın gözlerine dikkatle baktı. Kendinden emin duruşu asla korkmadığını gösteriyordu.

"Afedersin," Adam kibirle gülümsedi. "Sen kimsin acaba?"

"Bu barın müdavimi?" Ares güldü ve gözleri bana değip geçti.

"Peki sen benden ne istiyorsun?"

"Az önce konuşmalarınızı duydum, kız Egenin buraya gelmesini istemiyor." Sesi keskin çıkıyordu.

"Bunu engelleyebilmekte senin elinde, onu içeriye almazsan girmeye çalışmaz." Ares kaşlarını kaldırdı ve gülümsedi.

"Kusura bakma ama ben müşterilerimden para kazanıyorum." Bar sahibi elini cebine koydu ve gözlerini kısarak bana baktı.

"Kardeşinin gelmesini istemiyorsan onu eve kilitleyebilirsin."

"Kuş mu bu kafese sokayım?" Sinirle nefes alıp verdim. "Kocaman adam nasıl kilitleyeyim onu eve?"

Aramızda sessizlik oluştu.

"Bir insan canı bile ortada olduğunda paradan vazgeçmezsiniz değil mi?" Ares sinirle adamın dibine gitti ve yakasını yumruk haline getirdi.

"Dininiz imanınız para değil mi?" Başımla onu onayladım.

"Elbette para." Yakasını kurtarmaya çalıştı.

"Bırak, tamam aldırmam içeriye." Adamın gözleri korkuyla büyürken ben onları izliyordum.

"Tamam, lütfen. Bırak." Sesi mi titremişti? İleriye doğru bir adım attım ve Ares'in yüzüne baktım gayet normal görünüyordu.

Ama adam tiremeye başladı, Ares onu bıraktığında şoka girmiş gibi titredi ve ayağa kalktı, ayakları titreye titreye yürüdü ve gitti.

Arkasında korkuyla ve şaşkınlıkla bakıyordum. Bir şey mi olmuştu? Bir süre sessizce durduk ve burada beklememizin hiçbir sebebi yoktu bu yüzden bir şey demeden, yavaş hareketlerle dışarıya çıktık.

İkimiz de sessizdik. Dışarıda kar durmuştu ve hava hafif hafif esiyordu. Bir an kendimi İzmir'in ilkbaharında gibi hissettim.

"Teşekkür ederim," Ona baktım ve gülümsedim. "Gerçekten. Ama aslında sen gelmesen de halledebilirdim ben." Gözlerimi kırpıştırdım.

"Ne kadar nankörsün..." Sesi alaylı çıkıyordu.

"İnsan bir teşekkür eder." Diye mırıldandı ve gözlerini kısarak bana baktı.

Neden bu kadar teşekküre takık olduğunu merak ettim, ardından bir anda sadece yapmak istediğim şeyi yapmak geldi içimden.

Derin bir nefes aldım, ayak parmak uçlarımda yükseldim ve dudağımı yavaşça Ares'in yanağına değdirdim. Aslında bu yaptığım kesinlikle yanlıştı, kalbim küt küt atıyordu, bir saniyelik süren bir etkileşimdi bu, ondan hemen ayrıldım.

"Teşekkür ederim," Fazlasıyla şasırmıştı bunu gözlerinden fark edebiliyordum. Bu beni daha fazla utandırırken, ona gülümsedim.

"Rica ederim." Sesinin kısık çıkmasıyla biraz daha fazla gülümsedim ve aptal aşıklar gibi görünmemek için dudaklarımı düz bir çizgi haline getirmeye çalıştım.

"Gidelim mi?" Diye mırıldandığında başımı salladım ve yanında yürümeye başladım.

Ama hâlâ aklım o adamın korku dolu gözlerine takılmıştı.

modal aç
modal aç
modal aç