Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left10.
Bölüm
keyboard_arrow_right

"9.bölüm: Kuzen"

@estellagodwin2
"Yaşarken nefes aldığını hissediyor musun? Uyurken gerçekten uyuduğunu?"

Başımı usulca iki yana salladım.

"Peki, bu ikisiyle uğraşırken yorulduğunu hissediyor musun?" Gözlerimi yavaşça karşımda duran iki küçük çocuktan çektim ve Meryem'e baktım.

"İnan bana onların nefes almaları bile beni yoruyor. Uyurken bile zararlı oluyorlar." Gözlerimi devirdim ve okul koridorunda saçma sapan hareketler yapan çocuklara geri döndüm.

İkisi de yorulmaksızın birbirlerine sataşıyor ve birde bunu komik bulup fazlaca kahkaha atıyorlardı.

Derin bir nefes alıp belgesel izler gibi onları izlemeye ve gözlemlemeye devam ettim.

Evet, iki küçük çocuk dediğim kişiler 19 yaşındaydı ve biri ikiz kardeşim Ege, diğeri ise kuzenim olan Ege'ydi.

Bir Ege'yle uğraşmak zaten beni yoruyorken birde başıma ikincisi gelmişti. Bir Ege'den daha kötü bir şey varsa o da iki Ege'ydi...

Konuşmadığımız amcam yıllık rütinini yine tekrarlamış ve her yıl bu zamanlarda olduğu gibi kuzenim Ege'yi yine babaannemin başına dolaylı yoldan bizim başımıza göndermişti.

İkisinin de isminin Ege olmasının nedeni kesinlikle amcamın kıskançlığıydı. Biz kuzenimden üç ay önce doğmuştuk ve babam kardeşimin adını Ege koymuştu. Amcam da fazlasıyla inatçı olduğundan aynı adı kuzenime koymuştu.

Burada benim ismime ilişen biri olmamıştı. Benim ismim Era'ydı babam bu isme fazlasıyla özenmişti, babaannem öyle anlatır.

Amcamın inadının asıl sebebi dedemdi. Tabii ki dedemizin de adı Ege'ydi ve tek istediği mirastı.

Derin bir nefes aldım ve bana doğru koşturan oğlanlara baktım ve yüzümü buruşturdum.

"Biraz yaşınızı belli etmelisiniz." Kuzenim gözlerini devirdi ve elini omzuma koydu.

"Bizim yaşımız bu, Era." Dedi ciddiyetle. Omzuma koyduğu elini aldım ve üstümden attım.

"Çocuk gibisiniz." diye homurdandım. "Cidden çocuk gibisiniz."

Kuzenimin parlak kahverengi gözleri heyecan ve yaramazlıkla büyüdü. Kıvırcık saçlarını kaşıdı ve olduğu yerde duramadı, kendi etrafında döndü.

"Yapalım mı?" İkisi de döndü ve hınzırlıkla gülümsedi.

Ege'nin gözleri de aynı hınzırlıkla parlarken onlara tehditkar bir bakış attım.

"Salak saçma hareketler yapmayın." Ama ikisi de beni dinlemedi ve birden üzerime atılıp beni omuzlarına aldılar. Bu ciddi anlamda utanç vericiydi.

"Dikkat!" Kafamı şu borusuna çarpmamak için eğdim.

"Siz salak mısınız?" Etrafımızdaki insanlar bize bakarken ben söylenmeye başladım.

"Altımda etek var, salak mısınız siz?"

"Merak etme güzelim, biz buna izin vermeyiz." Elimi kuzenimun ensesine attım onu cimcikledim.

"Siz kimsiniz de buna izin verecek yetkide olacaksınız ki?" Kollarımı göğsümde bağladım ve beni sınıfa götürmelerine izin verdim.

Sınıf kapısından içeriye girerken başımı eğdim ve çarpmaktan son anda kurtuldum.

"Hadi indirin beni artık yeter." Yavaşça beni yere bıraktıklarında kendimi zar zor öğretmen sandalyesine attım. Sınıfımız bu tür saçmalıklara alışkın olduğundan dolayı yadırgamadılar ve işlerine geri döndüler.

"Döndüreyim mi?" Kuzenim dibimde biterken ona başımı salladım.

"Yemin ederim kafana kusarım." Tiksinti sesi çıkarırken sırıttım.

"Küçükken kusmuştun..." Kusuyormuş gibi yaptı ve eliyle ağzını kapattı.

"Yine kusarım," Sandalyeden kalktım ve karşısına geçtim. Kıvırcık dolgun saçlarını karıştırdım ve gülümsedim.

"Ama bu sefer o çok değer verdiğim saçlarına."

"Iyyy," Benden birkaç adım uzaklaştı. "Gerçekten iğrençsin." Ona küçük bir çocuk gibi dil çıkardım. Evet, az önce Ege'lere çocuk diyordum, öyle değil mi?

"Sizden öğrendim." Sınıfa öğretmenin girdiğini gördüğümüzde Ege yerine geçti, ben de yerime geçecekken hoca başıyla tahtayı gösterdi. Gözlerimi devirdim ve tahta silgisini elimi alarak tahtayı silmeye başladım. Üst taraflara boyum yetmiyordu. Aslında kısa değildim ama tahtamız Milattan önce kullanılan bir tahtaydı...

"Hocam üst taraflara boyum yetişmiyor." Ayak parlaklarımda yükselmiştim ancak yine de yetişememiştim. Boynum tutulmuş gibi boynumu oynattım ve elimde duran silgiyi hocaya gösterdim. Bunu neden yaptığım hakkında en ufak bir fikrim bile yok.

"Ben silerim!" Kuzenim oturduğu yerden bir yerinde kurt varmış gibi fırladı, hatta neredeyse düşüyordu. Onun bu hâline gözlerimi tekrardan devirdim ve yanıma geldiğinde silgiyi eline tutuşturdum.

"İyi sil." Diye hamurdandım ve yerime geçtim. Bacaklarım ağrımıştı.

"Evet, bugün Yedi Meşalecileri işliyoruz..." Hocanın mırıltısını duyduğumuzda tüm sınıfın gözlerini devirdiğine emindim.

Tahtayı silmekle uğraşan Ege hocaya döndü, gözlerinde yine hınzır bir parlama dudaklarında yaramaz bir gülüş vardı. Bizi rezil etmemesi için içimden bildiğim tüm duaları okudum.

Kardeşim, kuzenimin yanında melek gibi kalıyordu. Ondan biraz daha sessiz, olgun ve düşünceliydi. Onun bu hâllerini çok seviyordum işte.

"Hocam Yedi Meşalecileri bıraksakta güzel bir partiye gitsek sınıfça?"Olduğu yerde zıpladı. Onun bu hâllerine kesinlikle alışık olduğumdan yüzümde mimik oynamadı.

"Konum atmışlar da buralarda 'Cadılar Bayramı' konseptli bir parti varmış, gidelim mi sınıfca? Sizin zaten kostümünüz var üstünüzde." Sınıfta birkaç dakikalık sessizlik oluştu, ardından hoca gözlerini açtı ve şüpheyle Ege'ye baktı.

"O ne demek şimdi?"

"Yani harika bir öğretmen kostümünüz var ya." Boğazını temizledi. Hoca derin bir nefes alırken, kuzenimi savuşturmak için eliyle sinek kovalar gibi bir hareket yaptı. Ege yerine geçerken bana göz kırptı, onun gözlerini yerinden çıkarabilirdim.

"Evet, Selin kızım tahtaya gel de dediklerimi yaz hadi." Oflayarak başımı sıraya gömdüm, yazı yazmaktan oldum olası nefret ediyordum. Meryem beni dürttüğünde Omzumu silktim ve cevap vermedim.

Gerçekten edebiyat dersinden nefret ediyordum. Benim dersim Coğrafyaydı...

Başımı sonunda gömdüğüm sıradan kaldırdım ve etrafıma baktım. Selin tahtaya çıkmıştı ve elinde tuttuğu kâğıtta yazılan notları tahtaya geçiriyordu. Bunu yaparken yüz ifadesinden bile memnun olmadığını görebiliyordum...

"Fotoğrafını çekeriz."

Meryem dibime girmiş fısıldarken onu uyuşuk bir kafa sallamasıyla onayladım. Tahtanın fotoğrafını çekiyorduk ve bir daha sınav zamanına kadar yüzüne bile bakmıyorduk, işte bu kadar basitti!

İyi bir öğrenci değildim evet ama olmak isterdim. Kesinlikle sınıfta korkusuzca tahtaya çıkanlardan olmak isterdim, ben bir sorunun cevabını bilsem bile parmak kaldırmaz başkalarının yapmasını izlerdim.

Sanırım biraz salaktım.

"Hocam," Arkadan gelen aptal ve mide bulandırıcı ses tonuyla başımı o tarafa çevirdim. Kuzenim ne zaman buraya gelse hocalar o günü lanetli gün olarak nitelendiriyordu. Çünkü bu çocuk gerçekten uğraşılmak istenmeyecek türdendi.

"Uyudunuz mu?" Bakışlarımı hızlı bir şekilde hocaya çevirdiğimde yüzüne kitap koymuş olduğunu gördüm. Grrcek uyumuştu...

"Hoca uyumuş lan!" Gözlerimi devirdim ve bakışlarımı Demir'e çevirdim. İkimizin de gözleri buluştuğunda ona gülümsedim. Beni mi izliyordu anlayamamıştım. O hâlâ benim için sır küpüydü. Tuhaftı, onunla arkadaştık ama arkadaş gibi değildik. Birbirimize gülümsüyorduk ama çok fazla konuşmuyorduk.

Hocanın uyumasını ve Selin'in tahtaya yazı yazmayı bırakmasını fırsat bilerek yerimden kalktım ve Demir'in yanına gittim. Bu gün sıra arkadaşı gelmemişti.

"Selam," Gülümsedim. Onun da yüzünden sıcak bir gülümseme geçerken, içim bir tuhaf oldu. Bu çocuk ciddi manada hep gülmeliydi.

"Selam." Diye mırıldandı o da ve biraz geriye çekildi rahat oturabilmem için.

"Sınıf çok tuhaf değil mi?" Güldüm. Muhabbet açabilmek için aklıma başka bir şey gelmemişti açıkçası.

"Öyle, sen nasılsın? Daha iyi oldun mu?" Minnetle gülümsedim.

"Çok daha iyiyim." Arkadan tekrar bir kahkaha koptuğunda kaşlarımı çattım ve arkaya baktım. Kuzenim sınıftaki çoğu kişiyi etrafına toplamış goygoy yapıyordu. Ama benim dikkatini tek bir kişi çekmişti; ikizim onlara bulaşmıyordu, dikkatli gözlerle pencere kenarındaki sırada oturan Eda'ya bakıyordu.

Bu durumdan işkillendim ve ben de bakışlarımı ona çevirdim. Kulağında kulaklık takılıydı, önünde bir kitap duruyordu, onu okuyordu. Eda çok zayıf bir kızdı yani dokuzuncu sınıftan beri her zaman zayıftı. Ama şimdi fark ediyorumda kilo almıştı hemde gözle görülür bir şekilde.

Bir rahatsızlığı falan mı vardı acaba? Çünkü bir kere arkadaşlarıyla konuşurken ne kadar yerse yesin yine de kilo alamadığını söylüyordu.

Bu durum tuhafıma gitti. Tek kaşımı kaldırdım ve kısa bir süreliğine düşünmeye başladım.

Ege yoksa Eda'ya falan mı aşıktı?

Üzerimde dikkatli gözler hissettiğimde bakışlarımı arka sırada oturan Belina'ya çevirdim. Eğer ben hissediyorsam kesinlikle doğrudur, diye içimden gecirdim bir Müge Anlı edasıyla. Gerçekten de çok dikkatli ve sınırlı bakıyordu.

"Ne bakıyorsun be?" Diye dudaklarımı oynardım ve bu harekettim onu daha da deli etti. Yerinden kalkarak yanıma geldi ve tepemde dikilmeye başladı. Normalde kimseden korkmazdım ama bu kız beni korkutuyordu. Bunun sebebinin önceden kavga ettiğimizde beni dövmesi olduğunu da iyi biliyordum.

"Sen geçen gün, ben sana çarptığımda..." dedi tehditkar bir sesle. Hafifçe yutkundum.

"Bana salak mı dedin?" Belina biraz balık etli bir kızdı. Ama beni korkutan görünüşü değildi çok sert eli vardı ve dövüş sanatlarında ustaydı. Bunu aldığı kupalardan biliyorduk.

"Hadi ya..." diye mırıldanırken gülümsedim. "Ben günde kaç kişiye salak diyorum..." Boğazımı temizledim. "Bu senin takılman gereken son nokta bile olmamalı."

"Hadi ya..." diye beni tekrar ederken üstüme eğildi ve ensemden tuttu.

"Güreşiyor muyuz?" Saçma sorumla daha da sinirlenmiş olacak ki, diğer boşta kalan eliyle de saçlarıma yapıştı. Sınıfta birkaç saniyelik sessizlik oldu sonrası ise tamamen curcunaydı. Etrafın savaş alanına dönmesi için birkaç saniye yeterliydi.

Biz on sekiz on dokuz yaşlarında insanlardık, küçük çocuklar gibi kavga etmek bize yakışır mıydı?

"Ah!" Saçımı onun elinden kurtarmaya çalışsam da bunda başarılı olamadım, geri saldırı olarak bende onun kabarık ve kıvırcık saçlarına asıldım. Onun hissetmeyeceğini düşünmüştüm ama çığlık attı. Bu çığlığı duyduğumda zafere çok yakın olduğumu anladım ve koltuk altından geçerek beline ulaştım. Dişlerimi beline geçirirken arkada duran Ares'le göz göze geldim.

Bu sınıfta çıkan kavgadan hoşnutmuş gibi gülüyordu ve kimseye bulaşmadan kavgayı izliyordu.

Tıpkı bir Şeytan gibi. İnsanları kavga etmeleri için azmettiriyordu sanki.

Bana onay anlamında elini kaldırdığında ben hala kızın belini dişliyordum. Boşta kalan elimle bende ona onay işareti çaktım.

Orta parmağımı kaldırsaydım bu fazla olurdu.

***

Hepimiz müdürün odasında ip gibi dizilmiş azar yiyorduk. 12. Sınıf olduğumuzdan dolayı disiplin cezası almayacağımızı ama bir daha olması durumunda velilerimizi çağırıp ciddi bir toplantı yapacağını söyledi.

"Kulüp görevlerinizi yerine getirin." Hâlâ konuşuyor ve cidden hiç durmuyordu. Ben kütüphane kulübündeydim. Nedeni çok acıktı, kitapları seviyordum. Ayrıca orada başkandım ve anahtar hep bende dururdu. Sadece kütüphane günlerinde anahtarı nöbetçilere verirdim.

Evet, çoğunlukla nöbet görevini ben üstlenirdim çünkü kafamı dinleyebiliyordum.

"Aidatları ödeyin. Mürekkep yok, fotokopi kağıdı okulda hak getire." Sinirle alnını ovdu.

"Sınavda ne yapacaksınız evlâdım siz? Sınav zamanı fotokopi kağıdı olmazsa elinizle yazarsınız soruları." Sandalyesine geri otururken hepimiz onu izliyorduk.

"Fotokopi kağıdı bitti, aidat ödeyen eden de yok... Ne halt yiyeceğiz?" Tüm sınıf senkron bir şekilde omzunu indirip kaldırdı.

Ben odayı gözlemliyordum. Müdürün masasında fotoğraf çerçeveleri vardı. Sanırım torunu vardı çoğunlukla çerçevelerde onun fotoğrafı vardı çünkü. Dolapların olduğu yerde beş top fotokopi kağıdıyla göz göze gelirken gülemeden edemedim.

Dolabın cam olduğu yerde mürekkepler doluydu, bu adam sanırım bizleri müşterisi olarak görüyordu.

"Şimdi çıkabilirsiniz." Başımızı salladık ve sırayla odadan çıkmaya başladık.

"İyi lan fazla azarlamadı." Kuzenim kulağımın dibinde bunu fısıldasa da müdürümüz elbette bu dediklerini kaçırmadı.

"Ayrıca," içeride kalanlar tekrardan müdüre döndük ve sorar gözlerle ona baktık.

"Misafirlerimiz de okulda geçirecekleri zaman boyunca aidat öderlerse mutlu oluruz," Müdür gözlerini kıstı ve Ege'ye yapmacık bir gülümsemeyle baktı.

"Değil mi Efe?"

"Ege."

Müdür tekrardan sinirlenirken ben Ege'nin kolunu bir anne edasıyla cimcikledim. O söylenirken onu da önüme kattım ve yürümeye başladım.

"Ne Şeytan adam ha..."

"Biraz paragöz..." diye mırıldandım.

"Utanmasa altımızda duran donumuzu alacaktı," diye söylendi yeniden Ege. "Ne birazı?"

İkizimde yanımıza geldi ve Ege'ye katıldığını belirten birkaç kelime mırıldandı.

Bu çocuğun şu halleri beni korkutuyordu.

Sınıfa geldiğimizde ders zilinin çaldığını duyduk harika bir zamanlamaydı gerçekten de...

Hocanın sınıfa gelmesini bekleyene kadar yeniden kargaşa başladı. Sınıftakiler bağırıyor ve kahkaha atıyordu. Bir zaman sonra insan ister istemez tüm bu seslerden yoruluyordu. Sonunda sınıf kapısı açıldığında, hiç görmediğimiz biri sınıfa girdi ve kapıyı kapattı.

Dersimiz Coğrafyaydı ve bildiğime göre öğretmenimiz bu adam değildi.

Elinde duran dosyaları masasına koydu, doğruldu ve bize baktı.

"Herkese merhaba," Sesi fazlasıyla canlı ve heyecanlı çıkıyordu. Ama içimden bir ses hiç heyecanlı değil, diyordu.

"Yeni Coğrafya öğretmeninizim. Maalesef Seçil hocanız hamile olduğundan dolayı izine ayrıldı." Gülümsedi ve gözlerini sınıfta gezdirdi. Sanki birini arıyormuş gibi.

Sonunda aradığı kişiyi bulmuş olacak ki gülümsedi. Hafif çakır renkli gözleri sinsilikle kısıldı ve ince dudakları bir gülümsemeyle büküldü.

"Ares'le zaten tanışıyoruz." Gözlerim arka tarafa Ares'e kaydığında kaşlarımı kaldırdım ve ona baktım. Ares'in yüzünde de kendini beğenmiş bir gülümseme ortaya çıkarken arkasına yaslandı ve rahatca öğretmene baktı.

"Kesinlikle."

Hocanın gözleri Demir'e değdi ve onu da hafifçe başıyla selamladı. Demir bu selamı hızlıca aldı ve kaşlarını çatarak öğretmene bakmaya başladı.

"Evet," dedi sondaki e harfini uzatarak. "Tanışmaya ne dersiniz?"

***
modal aç
modal aç
modal aç