@fantastikokur
|
Yazardan Dünya dönüyordu. Zaman herkes için akıp geçiyor, kimseye iltimas göstermiyordu. Alınan her nefes yanında bir bedeli de götürüyordu. Mutlulukla alınan nefesler mutluluk olarak dönerken, nefret barındıran nefseler acıyı taşırdı. Bir başkasına nefreti veren her şey insana da nefretle dönerdi. Atılan emin adımlar, korkak geri çekilmelere dönerdi. Handan’da böyleydi. Düşünmeden hareket etmiş ve bedelini de ödemişti. Bunca yıl bir dediğini iki etmeyen abisi artık onu dinlemiyordu. Gülşah’la abisini geri kazanabileceğini düşünmüştü ama Gülşah ne annesine ne babasına benziyordu. Saniye kimseyi kırmak, kimseye saygısızlık yapmak istemezdi. Hayri nereye döndürürsen oraya giderdi. Gülşah apayrı bir şeydi. Korkmuyordu. Savaşıyor, deniyor, düştükçe tekrar kalkıyordu. Boyun eğmiyordu. Hayri’ye evlenmesini söylediği gün ki davranışlarını acıya yormuştu ama hayır. Bu davranışlar bizzat Gülşah’tan geliyordu. Dayısı gibi diye düşündü Handan. Zamanında ne de mert bir delikanlıydı dayıları. Kimse onu tutamazdı. Saniye az toplamamıştı arkasını. Handan henüz genç bir kızken ondan çokça bahsedilirdi. Upuzun boyu vardı. Yemyeşil gözleri çakmak çakmak bakar derlerdi. Babayiğit bir adamdı dayıları. Yolunu şaşıran kadar öyleydi. Saniye yapma etme diye çok yalvarmıştı kardeşine. Sonra ortadan kaybolmuştu bir anda. Saniye’ye sadece inci bir kolye kalmıştı kardeşinden geriye. Sonra ise bu kolye Handan’ın eline geçmişti. Sevdiği, ama kendisini hiçbir zaman sevmeyen adamdan ufak bir hatıra olarak almıştı yanına. Saniye rüyalarında onu hiç rahat bırakmamıştı. Memnune ise ona sırtını çevirmişti. Kolyeyi Gülşah’a vererek yeni bir hamle yapmak istese de başarısız olmuştu. Handan o gün acı bir gerçekle daha yüzleşti. Yeğeni asla kavuşamayacağı o adama ne de çok benziyordu. Silkelendi yerinde Handan. Anmamalıydı o adamın adını. Aklından bile geçirmemeliydi. Birazdan Şevket gelecek yemek isteyecekti. İstemeye istemeye evlenmişti onunla. Bir ömür geçirmişti. Şimdi ondan ayrılmak için en güzel zamandı. Ama ellerinden kaçırmıştı bu zamanı. Abisine yeni bir eş bulmuştu. En yakın arkadaşlarından biri olan Memnune ile bir olacak boşandıktan sonra abisinin yanına yerleşecekti. Arkasında bir erkek olmadan dul bir kadın ayakta duramazdı çünkü ona göre. Gülşah bile evlenmek zorunda kaldı ben yapamam dedi içten içe. Aslında Gülşah’ı evlenmek zorunda bırakan yine başka bir erkekti. Gülşah kadın olduğu için değil toplum yüzünden evlenmişti. Yıllarını düşündü Handan. Saniye belki kardeşine sahip çıksaydı şimdi onunla birlikte bu evde olurdu Handan. Onu ablasının ölümü için teselli ederdi. Mutlu bir aile olurlardı. 5 çocuğunun babası Şevket değil, o olurdu. Her biri Saniyenin suçuydu. Belki de bu yüzden hemen Hayri’yi evlendirmek istemişti. Saniye’den intikam almak için. Handan’ın tüm oyunları eline ayağına dolanıyordu. Bir gün içine girdiği bataklıkta dibi görecekti. Sessiz ve usulca son ana kadar bekleyecekti onu yutmak için. Ve Handan battığını bile fark etmeden sonu gelecekti. Kapıdan anahtar sesi geldi. Handan hala çorba karıştırıyordu. Gelen Ahmet’ti. Handan’ın en büyük oğlu. İlk çocuğu. “anne ben geldim.” “hoş geldin oğlum. Nerdeydin?” “Düğünde.” “Hayırdır kim evlendi?” “Gülşah anne, kim olabilir?” bıkmış bir şekilde bakıyordu Ahmet. Annesi kuzenine yanlış yapmıştı. Annesi bir aileyi darma duman etmişti. Kızgındı ona ama yine de annesiydi işte. “Ne işin var o kadının düğününde?” “Gülşah benim kardeşim anne. Ne demek ne işin var?” “annene saygısızlık yaptı o senin. Gidemezsin onun yanına. Anladın mı beni, gidemezsin.” Handan bir anda bağırmıştı. Ahmet bunu beklemiyordu. Zaten utancından en uç, kimsenin görmeyeceği köşelerde durmuştu düğün boyunca. Handan ise Gülşah’tan ağzının payını almasının verdiği sinirle bağırıyordu. Kendinden olan hiçbir şeyin Gülşah’a gitmesini istemiyordu. Dik duranların düşmanı çok olurdu. “anlamadım. Ben seni hiç anlamadım anne. Ne bu nefret? Ölüye de saygın yok diriye de. Kendine gel.” Ahmet’te artık taşmıştı. Aylardır aklından geçenleri annesine söyleyip kapıyı çarpıp gitti. Handan ağlayarak tezgahın önüne çöktü. Elleriyle ağzını kapattı. Sevgi görmediği evde sesini çıkaramazdı kimse. ... Herkesin kendi dünyası vardı. Her birinin yaşanmışlıkları. Her biri yaşamak için ayrı mücadele ederdi. Memnune’de kimsesiz yetişmiş bu dünyada hayatta kalmaya çalışan bir kadındı. Yolları, seçimleri yanlıştı. 34 yaşında olmasına rağmen hala çok toydu. Yaptıklarının ona döneceğini bilemezdi. Bir süre daha bilmeyecekti. Şimdi bir yer edinme mücadelesinde son adım için yürüyordu hastane koridorlarında. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu test sonuçları vardı. Bir an önce eve gidecek ve bakacaktı. Hayri’yi tamamen ele geçirmesi için son bir adımı kalmıştı. Her şey karnında bir bebek taşıyıp taşımadığı da bağlıydı. Uzun yollardan ilerleyip sonunda Mahalleye girdiğinde bir kaç kişiyle selamlaştı. Bugün ortalıkta pek kimseler yoktu. Zaten bu mahallede oturanları da sevmezdi. En ufak bir olayda arkasından konuşmak için yer arıyordu herkes. Memnune de her şeyi onların kurallarına göre yapıyordu. Herkesin yüzüne gülüyor ve alacağını aldıktan sonra kimsenin yüzüne bakmıyordu. Memnune bu hayattan nefret ediyor ve bu nefrete karşın bu hayata sıkı sıkı sarılıyordu. Eve geldiğinde Hayri’nin evde olmadığını gördü. İşine gelirdi. Hemen kanepeye oturdu ve çantasına koyduğu test sonuçlarını açtı. Bu ev Memnune geldiğinden beri büyük değişikliklere uğrasa da hala Saniye ve Gülşah’ın izlerini taşıyordu. Memnune yavaş yavaş tüm her şeyi ortadan kaldıracak ve Hayri’nin baktığı her köşede sadece kendisini görmesini sağlayacaktı. Saniye’nin çıkarmaya kıyamadığı yemek takımlarının parçaları teker teker kırılmaya başlanmıştı bile. Memnune kağıdı açtı ve okumaya başladı. Heyecan tüm bedenini ele geçirmişti. Bir bebek istiyordu ve bunun için her şeyi yapmıştı. Peki başarılı olmuş muydu? İşte cevap ellerinin arasındaki kağıttaydı. Ve en sonda gördüğü yazıyı ilk başta idrak edemedi Memnune. Sonra bir mırıltı döküldü dudaklarından. “pozitif.” Memnune’nin gözlerinden mutluluk göz yaşları dökülmeye başladı. Hamileydi işte. Artık bir yeri vardı. Bir ev, bir eş ve aile ona aitti. Amacına ulaşmıştı. Gülşah eve gelir diye korkmayacaktı. Handan Hayri’yle aralarını bozamazdı. Komşuların dedikoduları aklını karıştırmazdı. Bundan sonra Hayri sadece onu ve çocuğunu görecekti. Kaybettiği üç çocuğa karşın Memnune ona bir çocuk verecekti. Heyecanla odasına gitti Memnune. En güzel elbiselerinden birini seçti bugün için. Çünkü bugünü kendisinin yeniden doğuşu olarak nitelendiriyordu. Saçlarını taramaya başladı. Güzelce şekil verdi. En güzel göz kalemiyle gözlerini belirginleşti. Yanaklarına pembe bir allık uyguladı ve pembe bir ruj sürdü. Bugün güzel olmalıydı. Kendiyle işi bittiğinde bu sefer hedefi mutfaktı. En sevdiği yemekleri yaptı. Hayri’nin en sevdiği yemeği bilmezdi. Saniye bu mutfakta hiçbir zaman kendi için bir şeyler pişirmemişti. Hep Hayri ve çocukları için yaşamıştı. Saniye içine sıkıştığı doğrular ve üstüne düşen sorumluluklardan dolayı bu hayatı hiç yaşamadan göçüp gitmişti. Memnune yemekleri pişmeye bırakıp dolapları kurcaladı. Saniye’yle tarzları hiç uyuşmuyordu. Bu yüzden yemek takımları arasından en güzelini seçmesi uzun sürmüştü. Sonunda seçtiğinde her şeyi özenle masaya yerleştirdi. Güzel bir kış salatası yaptı. Masaya mumları yerleştirdi. Saate baktı. Sokağa çıkma yasağı birkaç dakikaya başlayacaktı. Hayri birazdan evde olurdu. Kendisine son kez aynadan baktı. Kapı zilini duyduğunda koşarak gidip açtı. “Hoş gel-“ “Saygısız pislik!” diye bir anda yükseldi Hayri. Hızla içeri girip montunu köşeye bıraktı. “Ben böyle evlatları hak edecek ne yaptım ha!” Memnune ne olduğunu anlamıyordu. “Evlendi o adamla. Babasına sormadan, iznimi almadan evlendi. Hayırsız!” Memnune sonunda Gülşah’tan bahsettiğini anlamıştı. Belki de bu da onun için bir şanstı. Belki de sonunda kader yüzüne gülmeye başlamıştı. “Abisi girmiş bir bok çukuruna, kardeşi adetsiz töresiz varmış kocaya!” bağıra bağıra öfke kusuyordu Hayri. En sonunda Memnunenin pek kıymetli vazosunu kırdığında, Memnune yerinden sıçradı. Hayri. Kenarda ona bakan karısını konuşturmadan nefretini kusuyordu. “Kim bilir ne halt etti de askerler götürdü o Gürkan şerefsizini? Daha dursunlar. Güney’i nasıl tutacaklar acaba?” sinirle koridorlarda volta atıyordu. Konsola tekme attı. “Hayr-“ Memnune yine konuşamamıştı. “Ama yok, daha ilk evden gideceğiz dediklerinde yapıştırmalıydım üçüne de bir tane. Saniye yüz verdi hep bunlara. Bir kere bile vurdurmadı. Böyle çocuk mu yetiştirilir. Biz babamızın yanında nefes almaya bile korkardık.” Hayri hızla mutfağa ilerledi. Memnune de peşindeydi. “Hayri, hayatım boş ver Gülşah’ı bak yemek yaptım bize. Otur da yiyelim. Hadi Hayatım.” Hayri Memnune’nin hiç tahmin edemeyeceği bir hamle yaptı. Tüm masayı yere savurdu. “Yemek mi yiyeceğim bir de! Gördü beni hiçbir şey demedi. Adamla yatıp kalktığı yetmezmiş gibi birde hiçbir şey yokmuş gibi düğün kurmuş. Şerefimi beş paralık etti. Beş!” Memnune büyük emeklerle hazırladığı masanın dağılışını gördükten sonra gözleri doldu. Ve o da bağırdı. “Hayri ben Hamileyim.” Hayri ne üzüldü ne kızdı ne de sevindi. Kocaman insanı irrite eden bir kahkaha bıraktı ortaya. “gel sende gel. Sende bana bir hayırsızın saygısızın tekini ver. Sende gel.” Hayri hızla oradan ayrılırken Memnune yavaşça yere çöktü. Hayri’nin kapıyı çarptığını duydu. Yaşlar gözlerinden dökülmeye başladı. “Nefret ediyorum senden. Tüm umutlarımı alan her şeyden nefret ediyorum. Ahtım olsun, o evlilikte mutlu olmayacaksın Gülşah.” Ve Memnune kırılan tabak çanakları topladı. Bugün dünyaya yeni bir can müjdelendi. Onun için ne annesi sevindi ne babası. O tercih edilmeyen ve her daim çıkarları için kullanılacak bir çocuk olacaktı. Zaman geçip aklı erdiğinde, kim bilir belki de Güney gibi onunda kaçabileceği tek yer ablasının sıcak kolları olurdu. ... Ertesi gün Iraz öğlene doğru uyandı. Gece boyu Gülşah’la aynı yatağın içinde birbirlerinden kilometrelerce uzaktaydılar. Düşünceler ikisini de esir almıştı lakin ikisine de bir çıkar yol sunmadı. Gelecek herkes için meçhuldü. Iraz Gülşah’ın hazırladığı kahvaltıyı edip evden çıktı. Güney o gece Iraz’ın aile evinde kalmıştı. Şimdide çoktan gidip dükkanı açmış olmalıydı. İlk önce ailesine uğramak istedi. Hızlı adımlarla eski sokağına vardı. Aile evini görünce yüzünde bir gülümseme oluştu. Hızlıca kapının önüne geldiğinde annesinin sesini duydu. Sesi ta dışarıya geliyordu. “yapma dedim, etme dedim dinletemedim. Yine gitti o kızın yanına. Yandı gül gibi oğlum. Bir tanecik oğlum. Bir bacaksıza yar mı olacaktı benim oğlum.” Basınında sesi geldi ardından. “Hanım etme eyleme. Gelinimizde iyidir, oğlumuzda. Dua et geçinip gitsinler.” “Ne dua edeceğim. İnşallah boşar o pis kızı benim oğlum. Kızın daha babasına hayrı yok. İsteyemedik babasından. Layığıyla düğününü kurmadım oğlumun.” Iraz daha fazla dinlemedi. İçeri girmekten vazgeçip yoluna gitti. Annesi onun sevdasını kabul etmeden Gülşah’sız girmeyecekti. Ona ve karısına saygı duymak zorundaydı herkes. Sahi herkesin bu Gülşah’a düşmanlığı da neydi böyle?
|
0% |