7. Bölüm: Karışıklık

@fatmadogu

7. Bölüm: Karışıklık

Günlerden perşembe idi. Her perşembe gibi. Belki de değildi. Aslında içinde potansiyel olarak varlığını koruyan bazı karanlık olayları barındıran ve bu olaylardan ortaya çıkmadığı sürece muhataplarının haberdar olmadığı bir gün dersek daha doğru olur. Hayatımızda gerçekleşecek olan karanlık olayları önceden bilseydik her şey daha farklı olur muydu, ya karanlık değiştirilemez bir kaderin yazgısı ise, ya gerçekleşmesi bir çeşit zorunluluksa, ya illaki bir şekilde vuku bulacaksa? Belki de durumu değiştirmenin mümkün olmadığını anlayıp kabullenmemiz gerekiyordur. Tıpkı Şairin dediği gibi:

“ Herkesin kaderi başına gelir ama hayır ama şer

İşte Allah bunları apaçık anlayalım diye biz kullarına lütfeder!”

Bir yönüyle zavallı olan insanoğlunun bir şeyleri anlamlandırma konusunda zorluk çektiği su götürmez bir gerçektir. Ama yine de insan azimli bir varlıktır. Bilmek ister. Çünkü bilmek insanoğlu için derin bir arzu ve yüce bir amaçtır. Çünkü bilenle bilmeyen bir değildir ve bu bir çeşit eşitsizlik de değildir. Bu adil bir gerçektir ve oldukça da eşittir.

Son ders zilinin çalmasıyla beraber öğrenciler günlük rutinlerinin otomatik alışkanlıklarına sorgusuz sualsiz uyuyor, eve doğru yol alıyorlardı. Asuman da o öğrencilerden biri olarak ikinci kattan inip koridora doğru yöneldi. Kalabalığın içinde rahatsızlığı her halinden belli bir yüz ifadesiyle yürüyen Ahmedi fark etmesi uzun sürmedi. Bazı insanlar böyledir işte. Ayna gibidir. İç dünyalarını gizleyemez olduğu gibi yansıtırlar. Bu durumu kontrol etmek onlar için çok zordur. Ahmet de o insanlardan biri. Asuman ona doğru yürüdü. Halinin nedenini sorarsa söylemeyeceğini düşünerek kolundan tuttu.

“Ahmet!”

Aklındaki sorulara kısa yoldan yanıt bulmak için hızlıca anılarını yokladı. istediği verilere sıkıntısız bir şekilde ulaşmıştı. Bu normal şartlarda üzüleceği bir durum olsa da şu an için işini kolaylaştırıyordu. Ahmet omzuna dokunan elden sıyrılmak için geriye doğru çekildi. Kolunu tutan kişinin Asuman olduğunu görünce rahatladı.

“İyi misin Ahmet?”

“İyiyim ama acelem var. Eve gitmem lazım. Sonra konuşuruz olur mu?” Deyip cevap vermesini beklemeden oradan uzaklaştı. Asuman düşünceli gözlerle arkasından bakarken kısık bir sesle:

“ Tamam.” dedi. Birinin “Özge!” diye bağırması ile gözlerini Ahmet'ten alarak sesin geldiği tarafa yöneldi. Özge koşuyor Sıla ise ona yetişmeye çalışıyordu. Yanından geçip gitmelerini şaşkınlık ve soru işaretleri ile izledi.

Neler oluyor böyle?

donuk bir ifade ile:

“Özge!” dedi. Ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Kafası karışmış bir şekilde olduğu yere çakılmıştı. Ahmet'in mi yoksa Özge'nin mi peşinden gitmeliydi. Karmaşa ve belirsizlik insanoğlunun zihnini işgal eden güçlü iki anarşisttir. Karşı konulması zor anarşistler. Eğer onlara hükmetmezseniz kaybedersiniz! Ahmet'in anılarından nereye gittiğini öğrenmişti. Karşısında ayan beyan ortada olan bir tablo vardı. Ona yardım etmezse başına gelecek şeyleri tahmin etmek zor değildi. Öte yandan özge'de onun gibiydi desteğe ihtiyaç duysa da sorunun üstesinden tek başına gelebilirdi. Sonunda bir karar verdi. Karmaşa ve belirsizliğin ardından gelen aydınlık müthiş bir rahatlıktı. Zayıf olanı seçti. Hızla hareket ederek belirlediği yöne doğru ilerledi.

Her horoz kendi çöplüğünün hakimidir ve orda öter. Fakat hiçbir horoz çöplüğünde yalnız değildir. Her horozun bir tebaası vardır. Eğer horozun nüfuzu tebaası tarafından kabul görmüyorsa horoz bir diktatördür. Ve tebaasına zorbalık ederek başta kalıyordur. Bir diktatörün nihai sonu ise devrilmektir. Çünkü kimse zorbalığı sevmez aksine ondan nefret eder. Onları yönetmek istiyorsanız bunu yumuşak bir şekilde yapmalısınız. Süreçte varlarmış gibi davranıp süreci en nihayetinde kendi istediğiniz gibi yönetebilirsiniz. Bu Tek istediği gücü elde etmek isteyen yöneticilerin başvurduğu eski fakat işe yararlılığını kaybetmeyen bir taktiktir. Fakat Önder bu taktiğin doğasına yabancı olanlardan biriydi. O vahşi ve ehlileştirilmemiş doğası gereği zorbalığı tercih ediyordu.

Önder, hızlı hızlı ilerliyor ve Ahmet’i peşinden sürüklüyordu. Dünyayı yöneten bir İmparator edasıyla Ardaların yanına geldi.

“ Burada kalın. Gözünüzü dört açın!” diyerek harabenin içine doğru ilerledi. Tolga yüzünde dolaşan hazımsızlıkla cebinden çıkardığı paketten bir dal alıp yaktı. İçine bir yudum çektikten sonra Önder'in arkasından harabeye doğru baktı.

“ Bu da kendini iyice patron sanmaya başladı.” dilinden dökülen sözler süzgeçten geçirmediği anlık hislerinin yansımasıydı. Arda sanki birinin bunu söylemesini bekliyormuş gibi atıldı:

“ Değil mi?” dedi. onlara katılmadığını belli eden Taylan:

“ Öyle mi?” Arda konuşmanın tatsız bir yere gideceğini fark etmenin verdiği aydınlanmayla:

“ neyse ne! Sonuç itibariyle işleri yöneten de bizi bir araya getiren de birkaç kuruş kazanmamızı sağlayan da o!” Taylan:

“ Haklısın katılıyorum.”

“Sanırım sohbetinizi bölüyorum.” hepsi birden sesin geldiği tarafa yöneldi.

Arda: “Yine mi sen cidden artık canına susadığını düşünüyorum. Kız başına kalkıştığın işler boyunu açtı.” Asuman başını iki yana sallayıp durgun bakışlarla ona baktı.

“E al madem canımı. Gerçi bugün yeterince su içmiştim ama.” Arda gülerek:

“E alayım madem canını da tatsız esprilerinden kurtulsun insanlık.” deyip ona doğru yürüdü. Asuman buradaki işini olabildiğince hızlı bitirmeliydi. Onlara bakıp ne yapacağına dair bir takım hesaplar yaptı.

“Hadi bakalım. Başlayalım o zaman.” Önder Ahmet'e arkasından yaklaşıp tıpkı bir ahtapot gibi nefes almasını zorlaştıracak bir şekilde sarıldı. Başını omzuna koyup:

“Sende bulduğum şeyi hiç kimsede bulamıyorum ama sen bulmuş gibisin. Ve bu beni sinirlendiriyor.”Eğilip boynundan öptü. “Şu parfüm kokusunu kimde duysam aklıma sen geliyorsun. Bak buluşmamız şerefine bugün hava ne kadar da güzel. Sis bizi herkesten gizliyor ve baş başa bırakıyor.”

Ona öyle geliyor olamazdı. Önder ona karşı bir şeyler hissediyordu. Bu ne türden bir saçmalıktı böyle!” Geçen sefer de böyle düşünmüştü ama böyle bir şeyin varlığına ihtimal vermemişti. Şimdi ise bunun doğruluğunu kulaklarıyla duyuyor bedeni ile hissediyordu. Kollarında olmak iğrenç bir şeydi. Ne bitmez bir azap diye düşündü.

Asuman üçünü de yerden kalkamayacak hale getirdikten sonra vakit kaybetmeden hızlı harabeye yöneldi.

“Ahmet!” Asuman'ın sesini duyar duymaz Önder’in yüzündeki şehvet dalgası dağılmış yerini öfkeye bırakmıştı. Kollarına gevşetip Ahmet'i isteksiz bir şekilde bıraktı ve önüne dönerek:

“Yine mi sen, Kara Murat sen misin?”

“Zeyna deseydin sana bir miktar da olsa saygı duyabilirdim.”

“Öyle mi?”

“ Evet, öyle.”

“Söylesene bu s********* duyarının sebebi ne?”

“Çok bir şey anlarmışsın gibi. Birde soruyorsun.”

“Evet anlamam. Duyar dediğin şeyi altımda inleyen insanların sesiyle karıştırırım. Bu sefer cidden elimden kurtulamayacaksın.” Asuman cevap vermedi. İkiside birkaç saniye bakıştılar sonra birbirlerine doğru koştular.

Önder'le dövüşmek diğerleri de dövüşmekten çok daha zordu. Çünkü o dövüşmeyi biliyordu. İkisi dövüşüyor Ahmet ise tedirgin bir şekilde onları izliyordu. Elbette Asuman'ın kazanmasını istiyordu. Fakat bunu yaparken zarar görmesini istemiyor ve bunun için dua ediyordu. Önder'in yandaşları tarafından kalınabilir hale getirilen yer darmadağın olmuş ve ikisinin de yüzü gözü yara bere içinde kalmıştı. Önder dövüşe cebindeki bıçağı da dahil etmiş ve Asuman'ın kolundan yaralamayı başarmıştı. Ahmet yüreği ağzında Asuman’a baktı. Asuman ise derin bir nefes alarak tüm gücünü toplayıp ayaklarının üzerine yükseldi. Vurma sırası ondaydı. Vücudunun farklı yerlerine art arda attığı darbelerle önderi yere düşürmeyi başardı. Ardından Ahmet'e doğru ilerleyerek:

“ iyi misin?”

“İyiyim.”

Önder ayağa kalktı ve asumana doğru hızla koşarak onu belinden sıkıca kavradı. Kaldırıp yere vurmayı planlamıştı fakat Asuman onun beklemediği bir hareketle bileklerini tutup bacaklarıyla hafif yana doğru çekildi. Sağ ayağını Önder’in sol ayağının gerisine alarak elleri ile Önder’in dizlerinin arka tarafından kavrayıp onu yere serdi. Sonra üzerine atlayıp onu yumruklamaya başladı.

“ Neden pes etmiyorsun ha! İlla ölmek mi istiyorsun?” Hareket etmediğini görünce sakinleşti ve hızlı ayağa kalktı. Ahmet'e dönerek

“ Henüz İşim bitmedi. Bir konuda yardımına ihtiyacım var.”

“ Tabii ki.” Onları iç çamaşırları kalacak şekilde soydular. Ellerini de iyice bağladıktan sonra Asuman, Ahmet'i kollarından tutup:

“ Git ve beni harabenin bitimindeki büyük ağacın orada bekle!”

“Hayır olmaz. Seni burada tek başına bırakamam!”

“ Sana ne diyorsam onu yap. Lafımı ikiletme!” Ahmet ona daha fazla direnemedi ve dediği gibi yaptı. Ağacın yanına giderek onu bekledi.Yaklaşık yirmi dakika sonra Asuman'ı gördü. Sanki biraz önce hiçbir şey yaşanmamış bir ifade ile yanına geliyordu.

“ Hadi gidelim buradan.” Yürümeye başladılar. Ahmet meraklı bakışlarla:

“ Onlara ne yaptın?” Asuman'ın telefonunu çıkardı ve ona videoyu izletti.

“ Sana inanamıyorum. Onları soyup birbirlerine mi öptürdün?”

“ Ufak çaplı bir tiyatro gösterisi yaptırdım diyelim. Eğer bu elimizde olmasaydı hiç düşünmeden bizden rövanş alacaklardı. Fakat bu varken epey bir düşünmeleri gerekecek. Bu videonun yayılmasını kolay kolay göze alamazlar. Arkamızı sağlama almamız lazımdı. Ben de öyle yaptım.”

Önder'in durmayacağını biliyordu. Ve Ahmet'e değil ona saracaktı. Çünkü onu devre dışı bırakırsa Ahmet hayatında bir piyon olarak varlığını sürdürmeye devam edecekti. Videonun onu ne kadar tutabileceğini kestiremiyordu.

“Daha önce senin gibi biriyle hiç karşılaşmadım.”

“ Benim gibi biri mi, nasıl yani?”

“ İlginç, cesur, güçlü ve yardımsever.” Asuman güldü.

“ Serhan peki, o da bana benzemiyor mu?”

“ Benziyor ama yine sen daha farklısın.”

“ Anlıyorum.”

“ çok sevdiğim bir şiirde şair diyor ki:

‘ kuyuya düştün mü kuyunun ağzı kadar bir gök kalmıştır

kuyuya düşenin Allah'tan gayrı kimsesi kalmamıştır’ Ben bu mısraları her okuduğumda kimsenin insana yardım etmeyeceği fikrine varıyordum. Ama şimdi anlıyorum ki Allah kuyuya düşen kullarına yardımsever kullarıyla yardım ediyor.”

“Hepimiz için Allah'tan gayrısı yoktur Ahmet fakat yeryüzüne inmediği için bize farklı şekillerde yardım ediyor.”

“Doğru. Yaran kanıyor. Hastaneye gidelim.”

“ Merak etme. Seni eve bırakayım ben hallederim.”

“Ama olmaz ki!”

“ Bal gibi olur.”

Asuman Ahmedi bıraktıktan sonra evine bahçeden girip sessizce odasına geçti. Annesine gözükmemesi gereken zamanlarda böyle yapıyordu. Dikkati dağınık bir kadındı ve o da onun bu durumundan faydalanıyordu. İçeri anahtarı ile kapıdan girmiş gibi yapıyor ve annesini bunu fark etmediğine inandırıyordu. İşin eve giriş kısmını tamamladıktan sonra üstünü başını değiştirip koluna pansuman yaptı fakat yarası derindi. Dikiş gerektiğinin farkındaydı. Annesine merhaba dedikten sonra bir bahane ile evden çıkıp bu işi halledecekti. Yüzündeki yaraları hızlıca fondotenle kapatıp salona geçti. Annesi her zamanki gibi kanepede uyuyordu. Yanı başına çömelip sevgi dolu gözlerle ona baktı. Zilin çalmasıyla ayağa kalktı ve kapıya doğru yöneldi. Annesi de sesi duymuş uyanmış ve Asuman’ın peşine takılmıştı. Asuman kapıyı açtı. Kapının arkasındaki kişi serhan'dı. Tuhaf görünüyordu. Bir şey olduğu belliydi.

“ Serhan, Oğlum, bu ne hal böyle! Betin benzin atmış. Bir şey mi oldu”

“ Derya, Derya intihar etmiş!” İkisi birden:

“ Ne!”

“Evet.” Asuman telaşla:

“ Yaşıyor değil mi?”

“ Ölmüş maalesef!”

“ Evlerden uzak, Aman Allah'ım! Anası babası şimdi ne haldedir?” Asuman'ın hızla vestiyerden üstüne bir şey geçirerek:

“ Anne ben gidiyorum. Seni haberdar ederim.”

“ Tamam kızım.”

Serhan'la birlikte hastaneye geldiler. Özge ve Derya'nın Ailesi oradaydı. Epey kalabalıktılar. Bir ölünün ardından toplanan kıyametin ehemmiyeti neydi acaba? Ölüye olan sevgiden miydi bu toplanış yoksa başka kayda değmeyen hususlardan mı? Soluğu doğruca dostunun yanında aldı. Durgundu. Belki de hala olayın şokundaydı. Bir yakınımızı kaybedene kadar ölüm, cahili olduğumuz bir kelimeydi. Elini tutup şefkatle yüzüne baktı. Özge yavaşça başına kaldırıp yüzünde kırık bir tebessümle ona baktı. Kendinde değildi. Bunu görebiliyordu.

“Nasıl yapabilir aklım almıyor Asuman! Ben nasıl fark edemedim Böyle bir şey yapacağını?” Asuman sırtını sıvazlayarak:

“ Sakın Bunun için kendini suçlama! Eğer fark etmeni istemedi ise fark ettirmemiştir.”

“ Binanın terasından atlamış. Yedinci kattan. İnanabiliyor musun? O iğneden bile korkar. Ama atlamış. Kim bilir canı nasıl yanmıştır?”

Asuman, Özge'nin elini daha bir sıkarak ona sarıldı. Oysa hala donuk bir vaziyette etrafına bakıyordu. İnsanların acılarının tezahürü birbirinden farklıydı O gözyaşlarını içine akıtanlardandı. Düşününce onun da Özge'den bir farkı yoktu. İçinde dehşet bir acı hissetse de ağlayamıyordu. Gözleri ise acısını kızararak kusuyordu.

Aradan yarım saat geçti. Serhan’ın gözü Asuman’ın kolunda giderek belirginleşen kan izindeydi. Ayağa kalktı ve üzerindeki siyah kapşonunu çıkardı. Asuman’ın yanına gitti. Kapşonunu başının arkasından geçirip omuzlarının üzerine bıraktı. Kulağına eğilip:

“Kolun kanıyor.” Asuman ve Özge donuk gözlerle ona baktılar. Asuman hiçbir cevap vermeden Özge’ye dönerek:

“Döneceğim.” Özge başını öne doğru eğdi. Acile inip kırmızı alana geçtiler. Hemşire yarasına bakarak:

“Nasıl oldu bu?”

“Arkadaşlarla harabede şakalaşıyorduk cam kırıklıklarının üzerine düştüm.” Hemşire düşünceli gözlerle ona bakıp:

“Duyduğum kadarıyla orası eskisi gibi tekin değil. Dikkatli olun ve oralarda takılmayın.”

“Haklısınız. Dikkat ederiz.”

İşleri bitince hastanenin bahçesine çıkıp boş bir banka oturdular. Asuman gözlerini önüne sabitlemiş aynı noktaya bakıyordu.

“Bir sebebi olmalı. Bunu yapmak için mutlaka bir sebebi olmalı. Sen biliyor musun?” Asuman ona baktı.

“Hayır. Üç karanlıktan biri o.”

“Nasıl yani?”

“Yok bir şey. Boşver.”

“Sonuç itibariyle kimse durduk yere canına kıymaz.” Asuman aydınlanmış gözler ile Serhan'a baktı. Zihninde beliren düşünceye dikkat kesildi. Önder'in bu işte parmağı olabilir miydi? Derya'nın O günkü bakışlarını hatırladı.

umarım bunun arkasından da sen çıkmazsın önder!

“Sırası değil biliyorum ama ne olduğunu anlatmayacak mısın?”Serhan'nın sorduğu soru ile tüm düşüncelerinden sıyrıldı. Birkaç saniye duraksadı. Bunun üzerine Serhan devam ederek:

“ Hemşireye anlattığın hikayeye inanmamı beklemiyorsun öyle değil mi?”

“Ne duymak istiyorsun?”

“Gerçekleri.”

“Bir pisliğin elinden bir kuzuyu aldım.”

“ Hangi pisliğin elinden hangi kuzuyu aldın?”

“ Bence bu kadarını bilmen yeterli. İnsanlar arasındaki yakınlıklar, birbirlerine sordukları her sorunun yanıtını alabilecekleri anlamına gelmez. Bunu bana sen söylemiştin.”

“Hiç değişmeyeceksin değil mi?” Asuman önüne baktı. Birinden bu konularda akıl almak veya nasihat dinlemek bu dünyada en istemediği şeydi. Fakat söz konusu Serhan olduğu için kendini tutmalı sinirlenmemeli ve onu sabırla dinlemeliydi.

“İnsanlara yardım etmek istiyorsun. Anlıyorum. Etme demiyorum ama sırf bunun için canını sürekli tehlikeye atamazsın. İnsanların tahmin edilebilir olduğunu düşünüyorsun. Sana hak veriyorum. Fakat onları tahmin etmek buzda yürümek gibidir. Bu yüzden ayağının ne zaman kayacağını asla bilemezsin. Ummadığın taş baş yarabilir. Ve bu da başını belaya sokar. Yani çok dikkatli olmalısın. Söylediklerimi düşün Asuman.”

“Düşüneceğim.” Bunu ifadesiz bir yüzle söylemişti. Serhan bunun üzerine onu kollarından tutarak:

“Düşüneceğim mi, Bu mu yani? Kolunda dikiş atılan bir yara var. Farkında mısın?”

“Evet, Ve sen de şu an onu tutuyorsun.” Bu cümle üzerine kolunu bırakarak konuşmasına devam etti.

“Bak, sana ve işlerine karışılmasından hoşlanmadığını biliyorum. Fakat aklım sende kalıyor. Başına bir iş gelecek diye korkuyorum. Tamam, kendini koruyabiliyorsun. Güçlüsün. Tamam, sorunlarını kendin çözebiliyorsun. Fakat sorunları çözmek için illa şiddete başvurmak zorunda değilsin. Sorunu başka şekilde de çözebilirsin.”

Gerçekten olayı bilseydi aynı şeyleri söyler miydi? Ahmet o haldeyken nasıl şiddetsiz bir çözüm bulabilirim. Diyelim ki buldum. Bu sorunu ertelemekten başka bir işe yaramazdı. Çünkü Önder Ahmet'i legal yollarla asla bırakmazdı. Evet, bir yere kadar haklı olabilirdi fakat bir yerden sonra söylediği şeylerin işe yarayacağına inanmıyorum. Hele de Önder gibi insanların üzerinde.

Serhan kararsız bir şekilde Asuman'ın bankın üzerindeki elini tutarak

“Asuman lütfen dikkat et. En azından ben varken bir şeyleri tek başına yapma!” kızarmış gözleriyle tebessüm ederek ona baktı.

“ Elimden geleni yapacağım.” Serhan elini geri çekecekken Asuman daha bir sıkı kavrayarak bırakmasını engelledi. Geriye doğru yaslandı ve önüne baktı. Serhan sevgi dolu gözlerle ona bakarak onun gibi geriye doğru yaslandı ve önüne baktı.

 

Aradan bir ay geçmişti. Derya gitmiş Özge’nin ise gözlerine koyu halkalar inmişti. Solmuş bir sarmaşığa benziyordu. Ne zaman, kimin boynuna dolanacağı belli olmayan bir sarmaşık. Ve Asuman bunu görebiliyordu. Onlar birbirlerini kimsenin tanıyamayacağı kadar iyi tanıyor ve kimsenin anlayamayacağı kadar iyi anlıyorlardı. Asuman elinde iki çayla sınıfa girdi. Özge bir aydır olduğu gibi sınıf penceresinin önünde duruyordu. Her fırsatta buraya dikilip dışarıyı izliyordu. Sessizce yanına varıp çayları pencerenin önüne bıraktı. Özge'ye baktı ve hiçbir şey söylemeden ona sarıldı. Bir süre Öylece kaldılar. Asuman:

“ Her ne olursa olsun beni yanında bulacaksın. Bunu bilmeni istiyorum.” Özge onun sırtını sıvazlayarak:

“ Biliyorum.” dedi. Ayrıldılar ve sessizce çaylarını içtiler. Hiçbir şey konuşmadılar. Aslında Asuman konuşmak istiyordu. Fakat Özge'nin istemediğini biliyor ve bu yüzden üzerine gitmiyordu.

 

Beden eğitimi dersiydi. Asuman tüm okul bahçesini görebildiği her zamanki Merkezi yerine geçip oturdu. Ahmet'e baktı. Arkadaşlarıyla şakalaşıp eğleniyordu. Tebessümle onları izledi. Sonra gözlerini onlardan alarak güzel bir günün tadını çıkarmak ister gibi etrafı süzdü. Geriye yaslanıp gökyüzüne baktı. Yanına birinin oturması ile doğruldu. Kim olduğunu gördükten sonra Ahmet ve arkadaşlarını izlemeye devam etti.

“ Hoşuna gitti galiba.”

“ Ne?”

“ Ahmetlerin diyaloğu diyorum hoşuna gitti galiba.”

“ Hoşuma giden diyalogları değil.”

“ Ne peki?” Asuman geriye doğru yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi.

“ Ahmet ile Önder'in arasında geçen şeyleri bütün sınıf biliyormuş. Herkes biliyor fakat bilmiyormuş gibi davranıyorlarmış. Bu nasıl olabilir diye düşündüm. Sonunda kendime onlara ait olacağını düşündüğüm birkaç gerekçe sundum. Sonra senin de o sınıfta olduğunu hatırladım. Söylesene sen de biliyor muydun?” Beklemediği bu soru karşısında afallamıştı. Yüzü allak bullak olmuştu.

“ Yani ben de bir şeyler duydum. Sonrasında ise bunu Ahmet ile konuşmaya karar verdim. Ona sorduğumda böyle bir şeyin olmadığını söyledi. Ben de üzerine gitmedim.” Asuman alaycı bir ifadeyle ona bakarak:

“ Sen de söylediği şeylere inandın ve konuyu kapattın. Öyle mi?”

“Benden tam olarak beklediğin şey ne?” Asuman doğrulup kollarını çözdü ve Harun'a dikkatle bakarak:

“Sen zeki birisin. Eminim ki Ahmet'in söylediğine inanmamışsındır. Ama anlayamadığım şey neden görmezden geldiğin. Sınıfın geri kalanının bu konudaki tavrını anlayabiliyorum. Kızlar aynı duruma maruz kalmamak için susmuştur. Erkekler ise Önder'in karşısında olmayı göze alamamış korkmuştur. Fakat senin için bu gerekçelerin hiçbiri makul değil.” Konuşmasına devam etmedi. Zira ederse dilinden acıtıcı sözler döküleceğini biliyordu. Harun bunun üzerine söze girerek:

“Bana karşı neden bu kadar acımasız olduğunu anlayamıyorum. Bana, suçu ben işlemişim gibi hissettiriyorsun. Sonuç itibariyle ben de bir insanım. Basiretim bağlandı ve fark edemedim.”

Asuman Harun'un verdiği cevaptan sonra başka bir şey söylemenin anlamsız olacağını düşünüp aralarında geçen konuşmayı bitirmeye karar verdi. Ve son cümlelerini sarf etti.

“Hayatta olabilir şeyler herkes için aynı derecede olabilirliğe sahip değildir. Fazlasıyla kendini odaklı biri olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden etrafında gelişen olayları fark edemiyorsun. Kişinin kendi dışında acı çeken diğer insanları görmemesi bana bir çeşit bencillik gibi geliyor. Görmemesi diyorum. Çünkü benim nezdimde görememe durumu bu durum için geçerli değil. Çünkü o çocuk tecavüze uğruyordu. Üstelik uzun bir zamandır. O pislikler bu durumu ulu orta konuşmaktan çekinmiyorlar. Sakın benden bu durumu anlayışla karşılamamı bekleme!” Umutsuz ve çaresizce dinlediği bu sözlerin aksini iddia edecek bir şeyler bulamadı.

“ Seni gayet iyi anlıyorum.” Dedi de ayağa kalktı. Yüzüne son kez bakıp oradan uzaklaştı. Onunla bu zamana kadar kurduğu samimiyetin yerle bir olduğunu görmek berbat hissettiriyordu. Geri dönüp konuşmak istese de buna cesaret edemedi.

 

Sıla elinde iki çayla Asuman'ın yanına geldi. Oturup çaylardan birini ona uzattı. Tebessümle kendisine uzatılan çayı aldı. Çok sıcaktı. Çayı yan tarafına bırakacakken gözünün iliştiği noktaya dikkatli şekilde bakmaya başladı. İnsan ‘Huylu huyundan vazgeçmez!’ sözünün gerçekliğini bazen kör kuyulara gömmek ister. Dibi bataklık olan kuyulara! Önderler kendilerine yeni bir av bulmuşlardı. Sefa'yı! Sıla'nın adını yüksek bir tonda söylemesiyle irkilerek kendine geldi. Eline dökülen çayın verdiği acıyla:

“Ah!” deyip çayı yanına bıraktı ve elini iki yana doğru salladı. Sıla’nın sesi bir sinek vızıltısına dönüşmüş derinden geliyordu. Oysa bu sese aldırış etmeden başını kaldırıp düşünceli gözlerle onlara izledi.

 

Bölüm : 12.12.2024 00:13 tarihinde eklendi
Loading...