9. Bölüm: İtiraf ve Tuzak!

@fatmadogu

9. Bölüm: İtiraf ve Tuzak

not: Suç, Şiddet unsurları giderek artacaktır. Hassas olanların devam etmemesini öneririm.

 

Ben hayatı boyunca annesinin kuzusu olmayanlardanım. Annem ve babam yüklendikleri sorumluluklardan dolayı beni birçok şeyin üstesinden gelen ve birçok şeyi kendi başına halledebilecek bir çocuk olarak yetiştirdiler. Bu yüzden annem ve babam olmadan da idare edebiliyorum. Neyi nasıl yapmam gerektiğini çok erken yaşta öğrendim. Halk arasında buna sorumluluk sahibi olmak diyorlar. Ben ise bir şey demiyorum. Fakat bir şeyi çok iyi biliyorum. Bunun beni diğerlerinden daha güçlü kıldığını. Elbette büyürken çok zordu. Bu durum beni ara ara öfkelendirip isyana sürüklese de beraberinde getirdiği tüm artı ve eksilerin hasadını yaparak onunla uzlaşmayı seçtim. Kısacası kaderime iman edip kederimden emin oldum. Savaş bitmiş ve ben cephede unutulmuştum. Bende kalkıp cepheyi terk ettim. Ve onlarla aramda gerçekleşecek olan yüzleşmeyi daha uygun bir zamana erteledim. O anın gelmesini ise sabırla bekliyorum.

Annemle evimizde uyduğumuz bazı rutinler var. Bunlardan biri evi belli aralıklarla dip bucak temizlemek. Bugün o gün. Tüm evi temizledikten sonra annem duş alıp mutfağa geçti. Akşam yemeği için hazırlık yapacaktı. Israrlarıma rağmen yemeği tek başına yapacağını söyleyip benden dinlenmemi istedi. Yorgundum ve kabul ettim. Duş alıp saçlarımı kuruttuktan sonra odama geçtim. Yatağıma uzandım. Uykum olmamasına rağmen hissettiğim yorgunlukla gözlerimi kapattım. Böyle Anlarda uzanıp dinlenmek kadar güzel bir şey yok! Bundan daha güzel bir şey varsa o da bugün Serhan'ın bize gelecek olması! Bugün bize geleceği için her zamankinden daha heyecanlıyım.

Onunla ilgili her şey beni mutlu ediyor. Buraya geliş gidişleri de öyle. En çok gelişleri. Onu beklemek çok güzel! Her ne olursa olsun sonunda geleceğini biliyorum. O er ya da geç daima gelir. Ömrünce sevdiklerini beklemiş biri olarak -yani annemi yani babamı- bir bekleyişin sonunun kavuşma ile bitmesi ne demek iyi biliyorum. Bu paha biçilmez bir şey. O bu konuda beni bir kere bile hayal kırıklığına uğratmadı.

Saate baktım. Biri geçiyordu. Gelmek üzereydi. Kapının sesi ile tüm düşüncelerimden sıyrıldım. Salona kulak kabarttım. Annem kapıyı açtı. Gıcırdayan kapının sesinin ardından annemin sesini duydum.

“ Serhan. Hoş geldin oğlum!” Hislerime hakim olamıyordum. Sanki içimde bir kısrak dört nala koşuyordu. Sakinleşmeliydim. Fakat bu oldukça güçtü. Aralarında geçen kısa bir diyaloğun ardından serhan'ın:

“Asuman nerede?” Sorusu ile yatağın sol tarafına dönüp gözlerimi kapattım ve onun yanıma gelmesini bekledim. Odanın kapısını iki kez tıklattı.

“ Asuman içeri giriyorum.” dedikten sonra kapıyı açtı ve içeri girdi. Yatağın yanına gelip:

“ Uyuyor musun?” Dedi. Uyuduğunu gördüğün birine neden bu soruyu sorarsın ki? Gülmemek için kendimi zor tuttum. Sesimi çıkarmadım. Duyduğum sesten çalışma masamın önündeki sandalyeye çekip yatağıma doğru getirdiğini anlayabiliyordum. Sandalyeye oturmuş olmalıydı bana doğru yaklaşıp eliyle alnıma düşen saçlarımı geriye doğru itti. O an gözlerimi açtım ve geriye doğru çekildiğini gördüm. Elini tuttum. İrileşen gözleriyle bana bakıyordu.

“Sen uyumuyor muydun?”

“Hayır. Ne yapıyordun?”

“Şey, ben saçların alnına düşmüştü ve…” Ben elini bırakınca cümlesini bitirmeden telaşla ayağa kalktı. Bende öyle yaptım. O iki adım geriye doğru yürüdü. Ben de aynı şeyi yapıp adımlarını geriye doğru takip ettim.

“Saçları önüne düşen her kişiye aynı şeyi yapıyor musun?” Dedim. Yüzünde beliren aptalca bir tebessümle bana baktı ve kekeleyerek:

“Hayır tabii ki!” Ben üzerine doğru yürüdükçe o geriye doğru yürüyordu. Bir yandan onu bu şekilde görmeye dayanamıyor fakat diğer yandan itiraf etmem gerek bu durum hoşuma gidiyordu. İçimdeki haylazı durduramıyor hoşuma giden tarafımı dinleyip durumu devam ettiriyordum. Gözlerinin içine bakıp:

“ Ne o zaman?” Yürüyüşünün bitmesine sadece üç adımı kalmıştı. Sonunda duvara çarpıp durduğunda kaçacağı bir yer olmadığını anlamasının verdiği o çaresiz çırpınışla bana baktı. Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. O an daha bir panikledi ve adımı güçlükle söyleyerek:

“A-su-man ne yapıyorsun?” İtiraf etmeliyim. Kızaran yanakları ve utangaç ifadesi ile o kadar tatlıydı ki üzerine daha fazla gidemeyeceğimi anladım. Sadede gelmeye karar verdim. Çünkü dışarıdan belli etmemeye çalışsamda benim de ondan aşağı kalır bir yanım yoktu. Kalbim göğüs kafesimi zorluyordu. Tüm gücümü toplayıp konuşmaya başladım.

“ Beni iyi dinle! Sadece bir kere söyleyeceğim. Eğer bana karşı dostluktan daha ileri hislerin varsa bunu şimdi itiraf etmelisin. Eğer itiraf etmezsen daha sonra etsen bile kabul etmeyeceğim.” Yüzü allak bullak oldu. Ne diyeceğini bilemez bir ifadeyle bana bakıyordu. Zorlanarak da olsa konuştu.

“ Asuman neler söylüyorsun böyle? Ciddi misin?”

“ Neler söylediğimi gayet iyi biliyorum. Benim böyle bir konuda şaka yapmayacağımı da sen biliyorsun ve ciddiyim! Cevap vermek için 5 saniyen var!” Saymaya başladığımda telaşlandığını görebiliyordum.

“3- 2 -1…” Birden:

“ Seni seviyorum!” dedi.

“ Dostluktan öte duygularla seni seviyorum.” Diye ekledi. Ondan bunu duymayı o kadar çok istiyordum ki duymama ihtimalini bir kere bile düşünmedim. Duyduğum cümle ile beraber içimde koşan kısrak sakinleşmeye başladı. Bir su kenarına varmış soluklanıyordu. Yani serhan'ın gözlerinin kıyısına. Duygularım taşıdıkları güzelliklerin etkisiyle benliğime sığmıyordu. Omuzlarına tutunup başımı göğsüne gömdüm. Sakinleşmeliyim fakat ona yakın olmak sakinleşmemi engelliyor duygularımın ağırlığını ise arttırıyordu. Yine de ona sarılmak benliğine gömülmek ve duygularını hissetmek istiyordum. Maalesef alfa'ların böyle bir gücü yok. Bu gücü ancak bir enigmadan ödünç alabiliriz. Fakat etrafımda tanıdığım bir enigmada yok. Bu duruma içten içe hayıflandım. Sonra kabullenip aramızda geçen konuşmaya döndüm.Gözlerine sevgiyle bakıp:

“ Ben de. Seni dostluktan öte duygularla seviyorum!”

“ İnanamıyorum! Gerçekten şu an yaşananlara inanamıyorum!” Ellerimi kaldırıp yüzünü kavradım. İrileşen gözleriyle ellerime baktı. Duygulanmıştı gözlerinin nemlendiğini görebiliyordum. Bunun üzerine daha çok dağıldım. Utangaçlıkla kızaran yanakları şaşkınlıkla bakan gözleri nefes almakta zorlanması bu hali beni ona daha çok çekiyordu. Onu öpmek istiyordum. Şimdi tam zamanıydı. Öyle yaparsam üzerindeki şaşkınlığı daha kolay atabilirdi ya da ben öyle olacağını düşünüyordum. Belki de tüm bunlar onu öpmek için sıraladığım bahanelerden ibaret! Bilemiyorum.

“ Seni öpebilir miyim?” Dedim. Önce daha bir şaşırdı. Sonra vazgeçeceğimi düşünmesinin verdiği kaygıyla mıdır, nedir? Başıyla isteğimi onayladı. Kendimi daha fazla tutamadım. Yaklaşıp yanağından öptüm. Kalbim bu esnada durmadıysa daha da durmaz diye düşünüyorum.

Daha önce bir erkeği öpmekle ilgili ne bir düşüncem ne de bir arzum olmuştu. Geçmişte hoşlandığım bir iki kişi olmuştu fakat onlara karşı içimde böyle bir istek oluşmamıştı. Söz konusu Serhan olunca onu öpmek için resmen sabırsızlanmıştım. Üstelik bu kadar iyi hissedeceğimi düşünmemiştim. Geri çekildiğimde daha bir sakinleşmiş ve durulmuştu. Donmuş gibiydi. Bir şey yapmazsa kutuplaşabilirdi. Bunu fark etmiş olacak hiçbir şey söylemeden beni kavradı ve kendine doğru çekerek sarıldı.

“ Biliyor musun bu an hiç gerçekleşmeyecek diye düşündüğüm çok zaman oldu. Tüm o zamanların beni ne kadar üzdüğünü tahmin bile edemezsin. Şükürler olsun. Çok mutluyum.” dedi. Bu anın tadını çıkarmak istiyordum fakat yapamazdım. Çünkü uygun bir vakit ve mekanda değildik. Annemin bizi böyle görmesini istemiyordum. Onun beni bırakacağı yoktu. Bunu anlamıştım. Yavaşça geriye doğru çekildim.

“Ben de şu an çok mutluyum. Hemfikir olduğumuza göre artık yemek yiyebiliriz Öyle değil mi?”

“ Acıktın mı?”

“Evet, yoksa sen aç değil misin?”

“Açtım fakat şu an bir şey hissetmiyorum.” Güldüm.

“Yemekleri görünce hissedersin.”

“İnşallah.”

“Hadi yürü içeri geçelim.”

“Tamam.”

 

Yemek masasına sessizlik hakimdi. Serhan önündeki yemeğe odaklanamıyordu. Göz göze geldiğiniz her an utançtan kızarıp bozarıyordu. Böyle giderse Annem anlayacaktı. Öğrenmesini istemiyordum. Bunun için erkendi. Biliyordum. Eğer öğrenirse serhanla eskisi gibi rahat rahat görüşemeyecektim. Ona ne yapıyorsun der gibi bakınca toparlandı. Annem babamdan gelen telefonla yemek masasından kalktı. Baş başa kalmıştık.

“ Bana bak! Bana böyle bakmaya devam edersen bir daha rahat rahat görüşemeyiz. Haberin olsun.” Söylediğim şeyin mahiyetini anlamıştı.

“ Tamam dikkat edeceğim.” dedi.

“ Zahmet olacak.”

“ Asuman!”

“Hıı!”

“ Bir daha söylesene!”

“ Neyi?”

“ Beni sevdiğini.”

“ Gerek yok. Sen zeki bir çocuksun. Bir kere söyleyince anlıyorsun.”

“ Ama bu sefer anlayamıyorum.” Asuman tebessümle ona baktı.

“Sen böyle olur olmadık zamanlarda üstüme gel. Bak bakalım bir daha benden öyle sözler duyabilecek misin.” Serhan suratını asıp önüne baktı. Büyüklük bende kalsın diyerek:

“ Serhan.” dedim. Başını kaldırıp yüzüme baktı.

“ Seni çok seviyorum.” sevinçle:

“ Ben de seni seviyorum.” dedi. O güzel şeyleri duymayı seven biriydi. Onu tanıdım tanıyalı böyleydi.

 

Serhanla bu konuşmayı yapmadan önce kendimle yüzleştim. Kendime Sıla'nın her fırsatta onunla yakınlaşmaya çalışmasının beni neden öfkelendirdiğini sordum. Günün birinde başka birinin onu benden alabileceği varsayımı bile korkunç bir şeydi ve ona karşı hissettiğim duygular bir dostluktan çok daha fazlasıydı. Sonunda bunu itiraf ettmiştim. İçten içe onu kıskanıyor ve Sıla ile yakınlaşmalarını istemiyordum. Onu seviyordum. Sevdiklerine karşı tavrını bakışını onları sahiplenmesini, yüzünü, gözünü, gülüşünü, hemen hemen her şeyini seviyordum.

 

Annem telefonu kapatıp sofraya geldi.

“ Kızım Baban bugün eve gelmeyecekmiş.”

“ Neden?”

“ Büyük amcan çok ısrar etmiş. O da kalmaya karar vermiş.”

“ Keşke akrabalarına verdiği önemi biraz daha ailesine verseydi.” Sözlerim annemin yüzünün düşmesine neden oldu. Söylediklerimle yalnız babamı değil onu da kastettiğimi biliyordu. Öfkem asılan suratına karşı geri adım atmamı engelliyordu. Aramızda geçen diyalog normalmiş gibi davranıp Serhan'a döndü. derslerini sorarak konuyu değiştirdi. Ben de üstelemedim. Aramızdaki şey ertelenebilir veya görmezden gelinebilirdi ama gömülemezdi. Bu ikimizde iyi biliyorduk ve Serhan’da öyle.

 

Birkaç gün sonra…

İnsanlar kolay kolay Önderler ise hiç değişmiyordu. Yeni bir avın peşindeydiler. Önder gibi insanlar geleneksiz ve kuralsız bir şekilde avlanmak, eğlenmek ve bir çıkar elde etmek istiyorlardı. Bunu yaparken eğlenmenin onlara verdiği zevki doruklarına kadar yaşamak hoşlarına gidiyordu. Belki de zaman içinde en büyük amaçları bu oluyordu. Sonunda yitecek olsalar bile bunu gözü kapalı fakat istek ve arzuları açık bir şekilde gerçekleştiriyorlar, beyinleri ve şeytan ise onlara yardım ve yataklık ediyordu. Eğer bunu yapmalarına izin verirsek yiterken bizi de bitirirler. Tüm bunları düşününce kendime tekrar tekrar soruyorum.

Ne yapmam gerek!

Beynimde bu sorunun binlerce cevabı var. Ama cevap ne kadar çok olursa olsun pratikte sadece bir tanesi işe yarayacak. Bir şey benim için çok net. Ne bana ne de başkasına zarar gelmesini istemiyorum. Herkes için güvenlik. Adil olan bu. Bana dokunmayan yılan diye bir şey yok. Yılan bu herkese dokunur.

Yalan yok. Ben önder gibilerin yeryüzünden ebediyen silinmesi gerektiğe inananlardanım. Çünkü içimde onun gibilerin ıslah olabileceğine dair zerre kadar bile olsa bir inanç kırıntısı yok. Gitmeleri gerektiğine inansam da gönderen ben olamam. Babama olan sevgi ve saygımdan dolayı bunu yapamam. Olmamdan korktuğu kişiye dönüşmemek için elimden gelen herşeyi yapıyorum. Bu yüzden işlerimi onun nasihatlerini göz ardı etmeden halletmeye çalışmam gerek.

Şimdilik okul çıkışını beklemeliyim. Saatler ilerliyor ben ise onları gözetliyorum. Ardalar yok. Önder bu sefer işini tek başına halletmeye mi karar vermiş, neden peki? İşte bu ilginç!

Sefa’ya baktım. Fiziken zayıf çelimsiz mizaç olarak ise kendi halinde sessiz ve sakin bir çocuk. Yani av olmak için ideal biri. Katiller ve Sapıkların ortak bir özelliği var. Avlarını iyi seçmek! Zayıf halkayı konuşmasından ifadesinden oturuşundan hatta yürüyüşünden bile tanıyorlar. Önder Ahmet’i bu şekilde bulmuş olmalı. Şimdi ise sıra Sefa’daydı.

Okul çıkışı peşlerine takıldım. Mezarlığa değil harabeye doğru yürüyorlardı. Önder son zamanlarda rutinini bozmuştu. İşlerini halletmek için mezarlık yerine harabeyi tercih ediyordu. Sebebini anlayamıyorum. Ortada benim aleyhime bir durum yok. Dolayısıyla bunu irdelemenin alemi de yok!

Bazı anlar vardır. Gerçekleşmeden önce hissi var olur. İçten içe elinizin bağlandığını hisseder fakat hiçbir şey yapamazsınız. O anlardan birini yaşıyordum. Ruhumu saran rahatsız edici dinginlik tenimi donduruyordu. Birden etrafa ürpertici bir sessizlik çöktü. Fakat sebebini çözemiyordum. Bir el silah sesi duydum. Uzaktan geliyordu. Kim bilir yine nerde neler oluyor? Kuşlar sesle beraber bulundukları yerden ayrılıp başka bir yere doğru uçtular. Sonra bir rüzgar esti. Yüzüme deyip geçti. Dikkatim dağıldı. Harabedeydik. Önüme baktım.

Önder Sefa'yı tutup kendine doğru çekti. Ben afallamış bir şekilde onlara bakıyordum. Çünkü Sefa gülüyordu. İkisi aynı anda bana doğru döndüler. Yanlış görüyor olamazdım değil mi? Hayır yanlış görmüyordum. Baya baya sırıtarak bana bakıyorlardı. Önder'in suratındaki ifade bana her şeyi açıklıyordu. Zihnimdeki kanaat parçalanarak yere döküldü. Önder:

“ Hep söylemişimdir merhamet insanları aptallaştırır. İçine düştüğün durumla bu öngörümün gerçek olduğunu bir kez daha anlamış oldum. Bu kadar a**** olmanı beklemiyordum. Merhametinden vuruldun güzellik!” Dedi ve eli ile silah işareti yaparak bana doğrultup ateşledi. Hatırladığın son andı. Çünkü enseme yediğim darbe ile gözlerim kararmaya başladı ve kısa süre içinde bilincimi kaybettim.

Uyandığında harabenin içinde ellerimden ve belimden pencerenin eski demir parmaklıklarına sıkıca bağlanmıştım. O kadar sıkı bir bağdı ki hareket ettikçe canım acıyordu. Önder karşımda oturmuş bana bakıyordu. Başıma gelecekleri düşünmek istemiyordum. Yakalanmıştım ve bu korkunç bir şeydi. Uyandığımı fark edince iğrenç bakışları ile bana bakarak öne doğru eğildi.

“Uyandın mı? Uyurken içine girmenin eğlenceli olmayacağını düşündüm. Bu yüzden uyanmanı bekledim. Bu ikimiz içinde eşsiz bir deneyim olacak.” Aletini tutarak:

“Burası senin için sabırsızlanıyor!” dedi.

Sarf ettiği cümleler korkunçtu. Çok çaresiz hissediyordum. Başıma gelecekleri bilmeme rağmen kabullenemiyordum. Durumu kabullenmeye karşı gösterdiğim direnç duygusal bir inkardan öteye gitmiyordu. İşlevsiz bir inkar! Gerçekleşecek olan gerçekleşecekti ve beni derin bir karanlığın içine sürükleyecekti. Eğer bir mucize olmazsa!

Düşünmekte zorlanıyordum. Nerde hata yapmıştım? Sanırım ilk hatam gördüklerimden yola çıkmak olmuştu. Bu yüzden sefanın zihnine girme ihtiyacı hissetmemiştim. Önümde Özgenin dediğinden çok daha fazlası vardı. İyi eğitilmiş gözler dışında hal hareket konuşma tarzı bile yalan söyleyebiliyordu. Serhan’ın dediği şey de gerçekleşmişti. İnsanları tahmin etmek gerçekten de buzda yürümek gibiydi ve ben ayağımın kaydığını ancak yere düştüğümde fark etmiştim. Yani sonuç olarak kıskıvrak yakalanmıştım. Ben bunları düşünürken o kalkıp yanıma geldi. Eliyle çenemi sıkıca kavradı. Yüzünü yüzüme yakınlaştırıp:

“Bu anı çok hayal ettim. Benimkiyle inlediğini her düşündüğümde aldığım zevki tahmin bile edemezsin.” Dedi ve yanağımdan öptü. Dudaklarımı kavradığında dudaklarını tüm gücümle ısırdım. Bağırarak geriye doğru çekildi. Yan tarafıma tükürdüm. Sonra dönüp ona baktım. Dudağı kanıyordu. Eliyle akan kanı ne kadar silerse silsin yeterli gelmiyordu. Öfkeyle bana doğru yürüdü ve suratıma sert bir tokat attı. Vurduğu yer acı içinde yanıyordu. Darbesi kulağıma da denk gelmişti. İşitme kaybı yaşıyordum. Mevcut sesler arka plana geçmişti. İşte o an başıma gelecek şey gözlerimin önünde kapının pervazındaydı. Sadece bir adım daha ve sonra felaket! Gözlerinden okuduğum ifade başıma gelecek olan şeyin net bir habercisiydi!

“ Seni öldürürüm! Bunu yaparım. Eğer bana dokunursan mevcut ve gökyüzü altındaki son günlerini yaşarsın. Eğer beni birazcık olsun tanıdıysan bunu gözümü kırpmadan yapacağımı bilirsin.”

Söylediğim şeylerin benliğine uğramadığını yüzünden okuyabiliyordum. Benim öfke ile sarf ettiğin cümlelerin onun nezdinde hiçbir önemi yoktu. Hayır, beni tanımıyordu. Zihninde ve inancındaki perdeler beni tanımasını engelliyordu. Bu yüzden söylediklerimi umursamıyordu. Hayatında yapacağı en büyük hatanın bana bulaşmak olduğunun farkında değildi. Kibri tüm benliğini ele geçirmişti. Onun gibi insanlar en büyük hatalarını kapıldıkları kibirle yaparlar. Kendi büyüklüklerine o kadar inanırlar ki başkalarını farkında olarak veya olmayarak küçümser ve bir tehdit olarak görmezler. Bu onların içine düştü bir tuzak!

Umursamaz bir tavırla pencere kenarındaki kirli bezi aldı. Ağzımı kapatacaktı. O bunu yapmadan önce belki biri sesimi duyar umudu ile bağırmaya başladım. En azından bunu akıl edebilmiştim. Gerçekten dedikleri gibiydi. Olağanüstü hallerde kimse olağan değildi. Ben bile! Çenemi sert bir şekilde kavrayıp bezi bütün gücüyle ağzıma tıkadı. Bezin verdiği acının boğazımdan aşağı doğru ilerleyişi bir an nefesini kesti. O andan sonrası yaşadığım müddetçe hatırlamak istemediğim anlardı!

Onun açısından her şey bitmişti. İstediğine ulaşmış ve geri çekilmişti. Üstünü başını düzelttikten sonra tekrar yanıma geldi. Yüzümü sert bir şekilde tutup:

“ Beni hafife almamalıydın. Artık kim olduğumu biliyorsun!”

Ağzımdaki bezden dolayı konuşamıyordum. Öfkeden deliye dönmüştüm. Tüm gücümle bağırmaya başladım. O an sesimin duyulmadığı zihnime uğramayan bir hakikatti. Eğer ellerim bağlı olmasaydı bir an bile düşünmeden onu öldürürdüm. Ama hiçbir şey yapamıyordum. Hayatımda ilk kez bu kadar çok kötü, kirli ve çaresiz hissediyordum. Çenemi kenara iterek bıraktı. Sonra yavaş adımlarla odanın kapısına doğru ilerledi. Kapının kenarında duran sopayı aldı. Peşinden sürükleyerek yanıma geldi. Sopanın yerde sürtünmesiyle çıkardığı ses bile beni rahatsız ediyor kulaklarımı tırmalıyordu. Önümde dikilmiş amacına ulaşmış olmanın ona verdiği haz ile bana baktı. Bu onun için bir zaferdi! Benim için ise boynuna dolayıp soluğunu keseceğim bir ilmek!

“ Yanlış adama bulaştın.” dedi ve sopayı havaya kaldırdı. Başıma yediğim ikinci darbeydi. O aşağılık suratına bakarken gözlerimin kararması ve kendimden uzaklaşmam korkunçtu.

Uyandığımda yerde yatıyordum. Ellerim ve ayaklarım çözülmüştü. Etrafımda kimse yoktu. Yerden zorlukla doğruldum. Başımdan akan yanağımdan aşağı süzülmüş ve kurumaya başlamıştı. Burnuma gelen kan kokusuna kendi kanımın kokusu olsa bile tahammül etmek zordu. Sanki diğer şeylere tahammül edebiliyormuşum gibi bir de kan kokusu! Zor bela üstümü başımı düzeltmeye çalıştım. İğrenç hissediyordum. Ve çok halsizdim. Üstümde gerçekleşen iğrenç şeyler gücümü tüketmiş ve beni yerle bir etmişti.

Yaşadıklarıma inanamıyorum. Her şeyi hatırlıyorum. Her şeyi! Tüm ayrıntılarıyla. Hafızamız kötüyü unutturma konusunda bize asla yandaş değil Aksine kuvvetli bir muhalif! Boğazımdaki yumru canımı yakıyor Midem çok kötü bulanıyordu. Daha fazla dayanamayıp kusmaya başladım. Öyle çok kusuyordum ki kusarken nefessiz kalıyordum. Sonunda biraz olsun sakinleştiğimde içimden yükselen öfke ve acıya daha fazla tahammül edemeyip var gücümle bağırmaya başladım. Bağışlarım ağlayışlara dönüştü. Gözyaşlarımdan önümü göremiyordum. Görüş açımın kısıtlanması beni tedirgin etmişti. Onları telaşla siliyor önümü görmeye çalışıyordum. Gücümün tükendiğini anlamanın verdiği teslimiyetle kendimi yere bıraktım. Yerde ne kadar kaldığımı bilmiyorum. Acı içinde geçen uzun düşüncelerin ardından sırt üstü uzanıp tavana baktım.

Her ne olursa olsun toparlanmalıydım. Doğruldum ve suratıma ard arda birkaç tokat attım. Gözümde biriken son gözyaşı da bu tokatların etkisiyle yere döküldü. Zorlansam da ayağa kalktım ve üzerindeki karanlıkla yürümeye başladım. Attığım her adım diken gibi içime batıyor her şeyden iğreniyor feci halde kötü hissediyordum. İlerleyip eski çeşmenin önüne vardım. Akan suyla önce yüzümü daha sonra üstümü başımı temizledim. Yediğim darbelerin etkisiyle başım ağrıyordu. Beyin kanaması geçirip ölsem her şey burada son bulurdu. Bunu içten içe istiyordum. Fakat dıştan söylemeye gücüm yoktu. Eğer söylersem kendime ihanet etmiş olurum. Dağılan saçlarımı toplayıp çeşmenin yamacına oturdum. Düşünmeye ihtiyacım vardı. Ayakta durabilmek için zihnimde dağılan her şeyi toparlamalıydım.

Önder işlediği suça ait hiçbir iz bırakmamıştı. Bu ondan beklediğim bir şeydi. Onun sonu da tıpkı böyle olmalı. Şu an için emin olduğum tek şey bu, beni ayakta tutan tek şey! Telefonuma gelen mesaja baktım. Ondandı. Yaptığı şeyi videoya çekmişti. Artık elindeydim. Ve bana bunu hatırlatıyordu. Videonun sadece birkaç saniyesine bakabildim. Telefonumu kapatıp cebime koydum ve üzerimdeki karanlıkla yürümeye devam ettim.

Bu karanlık beni aşar, arşa değer bu karanlık!

Pişmanlık işe yaramaz!

Merhamet dilenilemez artık!

Bu karanlık beni aşar ve benle beraber birçok şeyi de yutar!

Benliğimdeki Rönesans'ın içinde daima bir Orta Çağ vardı. Ve ben bunun farkındaydım. Babam da öyle! Fakat diğerleri değildi. Önder de öyle! Büyük bir hata yapmış Orta Çağ'ımın kapısında duran nöbetçiyi öldürmüştü. Böylelikle kapı açılmış ve ikimiz de geri dönüşü olmayan bir yola girmiştik.

Eve vardığımda odama bahçeden girdim. Kıyafetlerimi değiştirip üstümü başımı topladım. Odadan sessizce çıktığımda annem mutfaktaydı. Dış kapıya yöneldim. Kapının kolunu kavrayıp yavaşça açtıktan sonra dışarı çıktım. Kapattığım kapıya geçirdiği kilidi çevirip içeriye girdim. Sonra da kapıyı sertçe kapatarak varlığımı fark ettirip odama doğru yöneldim.

“ Anne ben geldim.”

“ Hoş geldin kızım. Sevdiğin kurabiyelerden yapıyorum.”

“ Teşekkür ederim. Duşa gireceğim ben haberin olsun.”

“ Tamam.”

Elindeki işi yarım bırakmamak için yanıma gelmemişti. Bu lehime bir durumdu. Banyoya girdim. Uzun kalmış olmalıyım ki annem kapıyı tıklattı.

“ İyi misin?”

“ Evet, iyiyim”

Banyodan çıkıp odama geçtim. Kirli elbiselerimi gizlediğim yerden çıkardım. iğrenerek de olsa tüm gücümü toplayıp onları kavradım ve götürüp makineye attım. Yatağıma geçtim. Üzerime çöken yorgunlukla beraber gözlerimi kapadım. O an yapmış olduğum her işi ve her hareketi ne kadar zorlanarak yaptığımı fark ettim. Tonlarca yük taşımış gibiydim. Ve zihnimde tekrar eden sahneler ve iğrenç döngüler! Allah'ım! bana yardım et!

Geçen süre içinde okula hastayım bahanesiyle gitmedim. Evden dışarı çıkmıyorum. Midem kötü bahanesiyle yemek yemekten kaçıyorum. Kötü ruh halini ve durgunluğumu kaybettiğim arkadaşımın yokluğuna hamlediyor ve böylece acılarımı daha az saklamak zorunda kalıyordum. Çevremdeki insanlar bana ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Benim anlatacak halim yok. Bu yüzden anlamak isteyen herkesten uzaklaşıyorum. Yine de üzerime gelmemeleri için onları bir şekilde manipüle ediyor kontrol altında tutuyordum.

Sürekli uyuyorum. Sonu gelmiyor hiçbir uykunun! Ama ne kadar uyursam uyuyayım uyutabildiğim tek şey bedenim. Ruhum bir cehennemin kapısında acı içinde kıvranıyor. Biliyorum o kapının Maliki olmak istiyor!

İnsan böyle bir şey yaşayınca bir daha asla eskisi gibi olamıyor. Benliğinde geri dönüşü olmayan derin, karanlık bir yara açılıyor. Bu yara ile yaşamak çok zor. Fakat zorundayım. Biliyorum. Artık Ahmet'i bir nebze bile olsa anlayabiliyorum. Ben bir kere o Allah bilir kaç kere yaşamıştı bu durumu? Böyle bir şeyle nasıl baş ettiğini anlayamıyorum!

Geçen iki haftanın sonunda bir şeyi çok iyi anlamıştım. Ne kadar kaçarsam kaçayım ve ne kadar ertelersem erteleyeyim artık yüzleşmenin vakti gelmişti. İçten içe biliyordum. Ben aslında kaçmıyor sadece güç topluyordum. Ve uygun anı bekliyordum.

“ Bekleyenler kazansın istiyorum Bütün dünya harplerini!”

Adice açılmış olsalar bile!

 

Bölüm : 12.12.2024 00:12 tarihinde eklendi
Loading...