@freeconn7
|
Romanda geçen; olay, yer ve kişiler tamamen kurgudan ibarettir!
Keyifli okumalar☺️
Sene 2011
Herşey çok ani gelişmişti, ne olduğunu kavrayamamıştım bile. Başımda korkunç bir ağrıyla etrafıma bakıyordum. Elimi başıma uzattığımda, kırmızı sıvıyla karşılaştım. Başım kanıyordu. Ellerimden destek alarak kalktım yerden. Çok ıssızdı burası. Önümde üç tane beden yerde öylece yatıyordu. Hayır, üç tane beden değil: Ailem.
Yanlarına gittim hızla; karnım ağrıyordu hayır midem bulanıyordu. Başım dönüyor, nefes alamıyordum sanki. "Hayır.." kafamı salladım olumsuzca "Hayır!" koşarak yanına gittim. Annem... Yüzü tanınamaz hale gelmiş olan bu kadın annem olamazdı, olmamalıydı. Kızıl saçlarını çok beğenirdim hep. Kıpkırmızıydı ve benimkilerde hep onunki gibi olsun istemiştim. Ama sevmemiştim ilk defa, bugün değil. Kırmızı, saçlarına yakışıyordu tüm vücuduna değil. O kadar çok kan vardı ki bir gün en nefret ettiğim renk olacağını tahmin edememiştim.
Daha fazla bakamayacağımı anladığım anda babamın yanına gittim. Sendeledim geriye doğru "Baba.." tutunacak bir yer aradım ama yoktu. Vücudum titrerken gördüğüm bu görüntüyü hayatım boyunda unutamayacağımı anlamıştım. Bedeninden ayrık duran kolu daha çok korkutuyordu beni. Kan gölüne dönmüştü etrafı. Gözlerimi sıkıca kapayarak yanından uzaklaştım hızla.
Son bedene, ablama ulaştığımda gözlerimi üzerinde gezdirdim. Sırf benimle aynı renk diye sarıya boyattığı saçları yine kızıla dönmüştü ablamın: Kanıyla. Ağzından kan geliyordu ama gözleri açıktı. Hızla yanına oturdum. "Abla, abla ne yapacağım ben?" çaresizliğim beni deli ederken ne yapacağımı bilmiyordum. "Abla, ne yapmam gerektiğini söyle."
"Ne yapabilirsin ki?" dedi buz gibi sesiyle "Bana bak! Anneme, babama!" sesi boş yolda yankılanıyordu. Bu sözleri hayatım boyunca hatırlayacaktım.
"Görmüyor musun! Ölüyoruz!" nefretle bakıyordu yüzüme. "Öyle söyleme, ben bir şey yapmalıyım. Ne yapabilirim?" dedim korkumdan ötürü titreyen sesimle. Gözlerimden boşalan yaşlar yüzünden görüşüm bulanıktı.
"Telefon!" dedim umutla, benim telefonum yoktu ama onların vardı. Ayağa kalkmak için hareketlendiğimde tişörtümden tuttu ablam "Almira.." devamını getiremedi, nefes aldı bir süre. "Telefon bulacağım, bekle." hızla yanından ayrıldım. Annem ve babamın ceplerini, parçalanmış arabamızı ve etrafı.. Her yeri inceledim ama bulamadım.
Tekrardan yanına gittim ablamın "Bulamadım abla, bulamıyorum." dedim ağlayarak. "Bana bak.." dedi derin derin nefes almaya çalışırken. Konuşmak onu yoruyordu. "Kendini zorlama." dedim hâla onu inceliyordum. Neyi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Hayati tehlikesi var mıydı, ilk yardım yapmam gerekiyor muydu, gerekiyorsa ne yapmalıyım hiçbir şey bilmiyordum. Keşke doktor olsaydım diye defalarca kez geçirdim içimden. Bilgisizliğim beni gafil avlamıştı.
"Yaklaş.." dedi ablam, bana birşey söyleyeceğini düşünerek yüzüne doğru eğildim, kulağımı yaklaştırdım. Sol yanağıma sertçe çarpan el ve bir sızı.. "Senden nefret ediyorum!" zorlanarak son gücünü de bana tokat atmak için kullanmıştı. Attığı tokadın etkisinden çıkamazken bir elimi sol yanağıma koydum.
"Neden?" diyebildim zar zor ama ben bile zor duymuştum sesimi. "Etrafına bak! Ölüyoruz!" bildiğim gerçeği sürekli hatırlatarak canımı yakıyordu üstelik konuştukça ağzından akan kan artıyor ve beni daha çok korkutuyordu.
"Senin yüzünden ölüyoruz Almira!" kafamı salladım olumsuzca, gözlerimden akan yaşlar durmuyordu "Senin yüzünden! Sorumlusu sensin!" görüşüm bulanıklaşmıştı. "Öldürüyorsun bizi! Katilsin!" defalarca kez durmadan, bağırarak aynı şeyi tekrar etti: Senin yüzünden ölüyoruz. Sözleri bir mermi gibi saplanıp yüreğimde derin, iyileşmeyecek birer yara açıyordu.
Hatırlamadığım ne yapmıştım da ölüyorlardı bilmemek daha çok canımı yakıyordu. Ellerimle yakamı çekiştirip nefes almaya çalışıyordum ama olmuyordu. Ben kendi ailemi öldürüyordum. "Abla yalvarırım bir çare bul! Ne yapmam gerekiyor bilmiyorum!" onları kurtaracak hiçbir şey yapamıyordum. O kadar bilgisizdim ki kendimden nefret ettim. "Özür dilerim." dedim ama bir özürden çok yalvarıştı. Omuzlarım sarsıla sarsıla ağladım. Neden bir kişi bile geçmiyordu yoldan?
"Dileme! Özür falan dileme aptal!" o kadar nefret ve kin doluydu ki bana, bakışları canımı yakıyordu. Her an nefretini haykırıyordu, bakışı bile yetiyordu. Ama nedenini asla söylemiyordu. Bugüne kadar hep benden nefret etmişti ancak ben asla sebebini bilmiyordum. Yalnızca 'Gerçekleşmiş ve gerçekleşecek olan herşeyin sorumlusu sensin.' diyor ve bu yüzden benden nefret ediyordu.
Tanıdık olan ancak canımı her seferinde daha çok yakam bakışlarını gözlerime çevirdi. Onun gözlerini asla unutmayacaktım, bu bakışınıda. "Dilerim ki hayatın boyunca vicdan azabı çekersin! Hiç mutlu olma, asla! Kötü olan ne varsa seni bulsun daima! Sevinebileceğin en ufak şeyin ardından mutlaka felaketlerle karşılaş! Yaşarken öl Almira!" yumruk yaptığı eliyle göğsüme sertçe vurdu "Şu kahrolası kalbin atarken öl! Ölmek için yalvar ama cehennemi yaşa!"
Nefes alamadığımı hissettim, boynuma uzattım ellerimi. Yakamı çekiştirdim, sanki boğuluyordum. Başım dönüyor, ağlamam durmuyordu. Sözlerinin ağırlığı altında eziliyordum. Nefretini kazanacak ne yaptığımı düşündüm bir kez daha. "Özür dilerim abla. Yalvarırım affet beni." gözümden akan yaşlar görüşümü o kadar bulanıklaştırmıştı ki ablamı görmekte zorlanıyordum. Ellerini tuttum sıkıca "Nefretini kazanacak ne yaptım bilmiyorum. Ölümünüze sebep olarak ne yaptım bilmiyorum. Ama özür dilerim abla. Bunları hissettiğin için özür dilerim. Sebebini anlayamadığım için özür dilerim. Varlığım için herşey için özür dilerim. Yalvarırım affet." ellerini çekti sertçe.
Histerik bir şekilde güldü "Neden affedeyim? Vicdanın rahatlasın diye mi? Asla! Bu gönül yüküyle her gün harap ol! Sözlerimin, hislerimin, nefretimin ve kinimin altında ezil!" derken ses tonundan bile nefretini hissediyordum.
Aldığım oksijen ciğerlerimi yakıyordu, canım acıyordu. Kalbim, sızlıyordu."Abla yapma.. Yalvarırım.." gözlerimden akan yaşlar durmak bilmiyordu. Canım gerçekten çok yanıyordu. Bunu bana neden yapıyordu?
"Yalvarırım git Almira." dedi buna muhtaçmış gibi. "Son nefesimi verirken seni görmek istemiyorum." dediğinde ben donakalmıştım sanki.
Ancak o dayanamayarak iğreniyormuş gibi nefretle baktı yüzüme. "Çek şu aptal suratını gözlerimin önünden!" diye bağırdı son gücünü kullanırken. Ayağa kalktım, duyduklarımın ve gördüklerimin etkisiyle geriye doğru sendeledim.
Başım dönüyor, görüşüm iyice bulanıklaşıyordu. Ayağımın takılmasıyla yere düştüm sertçe. Hayır yere değil, babamın cansız bedeninin üstüne. Korkuyla sıçradım kalktım hemen üzerinden. O kadar çok titriyordum ki dengede durmakta zorlanıyordum.
Çekinerek ablama yaklaştım. Gözleri açıktı ama nefes almıyordu. Nefret bulaşan gözleri aynı bakıyordu. Yanına yaklaştım, sıkıca sarıldım. Kanı, üzerime bulaşmıştı. Sol eline baktığımda gözümden akan yaşlar daha da şiddetlendi. İki tane telefon tutuyordu: Annemin ve babamın.
12 Yıl Sonra..
"Geçmiş olsun."
Bugünkü son hastanın da yanından çıktıktan sonra gözlerim bileğimdeki kol saatine döndü. Saat dokuza gelmişti. Dün gece nöbetim olduğu için oldukça yorgun ve uykusuzdum. Esneyerek biz asistanlara ayrılmış bölüme gittim. İçeride yalnızca Ceren vardı oda dönüp bakmamıştı bile bana. Hastane kıyafetlerini çıkarıp üzerimi değiştirdikten sonra çantamı ve eşyalarımı aldım.
"İyi nöbetler." Ceren söylediklerimi duymazdan gelmeyi tercih etmişti. Bende daha fazla beklemeden hastaneden çıktım.
Eve girdiğimde direkt odama yöneldim. Pijamalarımı giydikten sonra mutfağa geçtim. Canım hiçbir şey yemek istemiyordu o yüzden kendime sıcak çikolata yapıp salona geçtim. Bilgisayardan en sevdiğim filmi açtım. Ne zaman boş vaktim olsa hep en sevdiğim filmi izlerdim. Bir şeyi beğendiğim zaman fazlasıyla takıntılı olabiliyordum. Bu filmde öyleydi. O kadar çok izledim ki oyuncuların repliklerinin yanında yapacakları mimikleri bile ezberlemiştim neredeyse.
Uykum artık fazlasıyla geldiğinde filmi bitiremeyeceğimi anlayıp yatmaya karar verdim. Bilgisayarı ve bardağımı öylece ortada bırakıp odama gittim. Esnemeye devam ederken yatağıma geçip telefonumu kontrol ettikten sonra uykunun kollarına bıraktım kendimi.
😴
Fısıltı gibi gelen fakat kafamın içinde yankılandığını hissettiğim mekanik bir sesle gözlerimi araladım. Telefonuma baktım, saat gece üçe geliyordu. Rahatsız edici ses devam ederken etrafta gezdiriyordum gözlerimi.
Bir süre beklememe rağmen ses kesilmeyince gözlerimi ovuştururken bir yandan da söylenerek kalktım yatağımdan. Sesin geldiği yöne yani pencereye doğru yönelttim adımlarımı. Bu saatte nereden çıkmıştı bu rahatsız edici ses? Pencereden dışarı baktığımda, gördüğüm devasa uzay gemisiyle geriye doğru sendelerken ağzım açık kalmıştı. Hayal yada bir yanılsama olduğunu düşünerek gözlerimi ovuşturup tekrardan baktım. Ama oradaydı işte. Bu da neydi şimdi?
Cama yaklaşıp dikkatlice bakmaya da kıpırdamaya da çok korkuyordum. Arkamdan bir adım sesi duyduğumda bakmaya vakit bulamadan tam boynumda bir sızı hissettim ardından hafif bir acı ve etraf karardı.
*
Gözlerimi araladığımda beyaz bir tavanla karşılaştım. Sola çevirdim bakışlarımı, beyaz. Sağa baktım oda beyaz. Üzerime baktım, üzerinde yattığım yatakta çarşafta beyaz hatta zemin bile. Burası benim evim değildi. Neredeydim o halde?
Hızla ayağa kalktım, aynı odadaki herşey gibi beyaz olan kapıya yöneldim fakat açmak için bir kulp bulamadım. "Kimse var mı? Kapıyı açamıyorum! Yardım edin!" Ses gelmedi, kapıyı zorladım ama hiç bir işe yaramadı."Yardım edin! Kimse yok mu!? Neresi burası!" yaklaşık yarım saat daha bağırmaya devam ettim fakat ne bir ses vardı ne de kapı açıldı.
Başka bir kapı daha vardı odanın içerisinde üstelik bu kapının bir kulpu da vardı. Umutla oraya koştum kapının önüne geldiğimde ise duraksadım. Ardında beni neyin beklediğini bilmiyordum. Kilitli de olabilirdi. Ancak korkmamaya karar verip tek hamlede kapıyı açtım. İçerisinde banyo ve tuvalet vardı. Hayal kırıklığı ile kapıyı kapattım.
Defalarca volta attım aynı beyaz odanın içinde. Herşeyin böylesine beyaz olması ürkütücüydü. Neden burada olduğumu sorguladım fakat bir yanıt bulamadım. Son hatırladıklarımsa rüya mıydı gerçek miydi anlayamıyordum. Gerçek olmasına ihtimal vermek istemiyordum. Korkudan nefes alışverişim sıklaşırken etrafı kolaçan ediyordum.
Bembeyaz bir kutunun içinde gibiydim. Bir yatak, bir komodin, küçük bir oturma grubu ve dolap vardı. Mobilyaların hepsi de tıpkı oda gibi bemebayazdı.
Odada dikildiğim noktada kollarımı kendime sarmış, gözlerimse etrafta geziniyordu sürekli. Adım seslerini duyduğumda olduğum yerde irkildim. Kapının önünde korkuyla beklemeye devam ederken göreceğim görüntüyle ilgili tahminlerde bulunmaya çalışıyordum. İçeri; beyaz tulumlu, beyaz botlu, beyaz eldivenli ve beyaz maskeli beş kişi girdi. Ne yüzleri görünüyordu ne de vücutları. Sinir bozucu bir şekilde herşey beyazdı ve ben mor pijama takımlarımla duruyordum.
"Siz de kimsiniz? Ne işim var benim burada?" dedim kim olduklarını merak ederek. Korkudan sesim bile titrerken konuşmayı sürdürüyordum. "Neredeyim ben?" yanıt vermedikleri sorularıma üçüncüsünü ekledim. "Kimsiniz? Neresi burası? Cevap verin artık." en önde duran kişi ileri doğru bir adım attığında korkuyla geriye adımladım bende.
"Satürndesiniz Almira Hanım."
Gözlerim irice açılırken kekeleyerek cevap verdim. "Ne, ne demek istiyorsunuz? Nasıl? Ama," kafam o kadar karışmıştı ki hiçbir şey anlayamıyordum.
Gözlerimi karşımdaki adama odakladıktan sonra soluk alışverişimi düzene sokmaya çalışarak "Bir dakika, siz.. Siz u-uzaylı mısınız yani?" diyebildim zorla.
"Sorularınızın cevaplarını alacaksınız. Sabredin lütfen." dedi yine aynı kişi.
"Siz bir süre daha dinlenin Almira Hanım. Zamanı geldiğinde herşeyi öğreneceksiniz." dedi arkada duran biri.
"Ne, ne dinlenmesi ne sabretmesi ya! Kimsiniz siz? Ne istiyorsunuz benden? Ben anlayamıyorum hiçbir şey!" derin derin nefesler alırken sakinleşmeye çalışıyordum ancak başaramıyordum. Dolan gözlerimden ötürü etrafta bulanıklaşmıştı.
"Almira Hanım korkmayın size zarar vermeyeceğiz sakinleşin lütfen." yanıma yaklaşmak için adım attığında hızla geri çekilerek elimi öne doğru uzattım. "Yaklaşma! Yaklaşma bana!"
Söylediklerimden sonra geri çekildi. Ardından hepsi bir şey demeden odadan çıktılar. Bir süre daha olduğum yerde bekledikten sonra koltuklardan birine oturdum. Ancak gözlerimi etrafta gezdirmekten vazgeçemiyordum. Sanki her an birileri bir yerlerden çıkıp bana zarar vereceklermiş gibi hissediyordum.
Beni neden buraya getirdikleriyle ilgili kafa yormaya başladım. Aklıma gelen uçuk fikirler öylesine korkutuyordu ki beni.
Birden ayak sesleri duyunca tekrardan doğruldum. İçeri biri girdi yine aynı kıyafetlerle "Beni takip edin." nedenini soracaktım ama itiraz istemeyen ses tonu ürkütücüydü. Kafamı onaylarcasına salladıktan sonra yavaş ve temkinli adımlarla aramızda belli bir mesafe bırakarak peşinden gitmeye başladım.
Durmadan etrafta göz gezdiriyordum. Ancak etraf kaldığım odadan farksız değildi. Yine tamamen beyazdı ve bu oldukça ürkütücü bir hava veriyordu ortama. Uzun bir koridor boyunca devam ettik. Etrafta kimse yoktu ancak sıralı bir şekilde her iki taraftada bir sürü kapılar vardı. Benim gibi insanların da o kapılar ardında tutulduğunu düşündüm.
Beyaz devasa bir kapının önünde durduk. "Gelebilir mi?" oldukça sessiz olan bu cümleyi bana kurduğunu sanıp ona döndüm. "Anlamadım." ancak o yüzüme bile bakmıyordu. Bir süre daha bekledikten sonra elini öne doğru uzatarak "Geçebilirsiniz." dedi. Kapıya doğru bir adım attığımda yavaşça açıldı. Kalbim göğüs kafesimden çıkacakmışcasına atıyordu. Hiçbir şeyi anlamıyorken yalnızca etrafa bakıyordum korkuyla.
İçeride uzun boylu ayakkabısından takım elbisesine kadar herşeyi bembeyaz biri duruyordu arkası dönük bir şekilde. Saçları bile beyazdı. İçeri girdiğimde kapı hemen kapandı ardımdan. Korkuyla kapıya bakarken "Almira Arkas." dediğinde tekrar ona döndüm.
Rahatsız edici bir yavaşlıkla döndü bana doğru. Yüzünde maske yoktu afalladım "Sen uzaylı değilsin!" dedim dehşetle, bu beklediğim bir görüntü değildi. Düpedüz insandı. Kendimi en kötüsüne hazırlamıştım ancak karşımda duran bu adam insandı. Bembeyaz saçlarına nazaran koyu mavi gözleri, kaslı vücuduyla eşsiz bir görüntü oluşturuyordu.
Yüzünü buruşturarak "Sizin çektiğiniz filmlerdeki gibi değiliz biz. Çok ön yargılısınız. Başka gezegendeniz diye illa çirkin ve kötü olan biz mi oluyoruz?" dedi alıngan bir ifadeyle.
Tavrı oldukça rahattı üstelik ben stresten ölmek üzereydim. "Deli misin be! Uzaylısın sen uzaylı!" hem uzay gemisiyle beni kaçırmıştı hem de uzaylı dediğim için alınıyordu.
"Bana göre de sen uzaylısın o ne olacak?"
"Ya manyak mısın? Beni gece evimden, odamdan kaçırdın. O, adamların da bana Satürnde olduğumuzu söyledi. Ne istiyorsun benden? Organlarımı mı alacaksın? Beynimi mi parçalayacaksın? Üzerimde deney mi yapacaksın? Benden insanlar hakkında bilgi alıp dünyayı mı yok edec-" cümlem dudaklarının dudaklarım üzerine kapanmasıyla yarım kaldı. Öpmüyor ama susturmak istercesine baskı uyguluyordu. Ellerimle göğsünden ittirerek uzaklaştırdım kendimden.
"Ne yapıyorsun!" öfkeyle gözlerine bakarken o hâlâ rahat tavrını koruyordu.
"Sizin filmlerde adamlar böyle yapınca susuyordunuz o yüzden yaptım. Hem bak işe de yaradı. İyi taktikmiş." dedi alaycı bir şekilde gülerek.
Sözleriyle öfkem artmaya devam ederken bir yandan da kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Çünkü yapacağım en ufak yanlış bir hamle bana çok kötü bir geri dönüt sağlayabilirdi. "Sakın bir daha böyle birşey yapma." dedim bir adım atıp aramızdaki mesafeyi daha fazla açarak. O da umursamazca kafasını salladı. Tedirgince devam ettim.
Biraz daha sakinleştiğimde daha düzgün bir ses tonu ayarladım. "Acaba bana burada neler olduğunu anlatacak mısınız?"
"Nız? Saygılı konuşmaya geçtik bakıyorum da. Bunu neye borçluyuz?" alaycı tavrı bir an eksilmiyordu.
Söylediklerini duymazdan gelerek konuşmama devam ettim. "Sorularımı cevaplayacak mısınız? Bakın ben gerçekten hiçbir şey anlayamıyorum. Siz kimsiniz, nesiniz onu da anlamış değilim zaten. Benden ne istiyorsunuz?"
"Tane tane soracaksan eğer cevap vereceğim hepsine." kafamı onaylarcasına salladığımda odanın iç tarafında herşey gibi beyaz koltuklara yönlendirdi beni. Ardından karşıma oturarak sormamı işaret etti kafasıyla.
"Adınızı öğrenebilir miyim?" huyuna gitmekte yarar vardı. Ne de olsa iki saniye sonra beynimi patlatmayacağının garantisini veremezdi kimse bana.
"Dougles Andronikov. Sen de Almira Arkas. 23 yaşında tıp öğrencisi. Çocukluktan beri en büyük hayali beyin cerrahı ve bilim insanı olmak. Aileni on üç yıl önce bir trafik kazasında kaybettin. On sekiz yaşına kadar bir çocuk esirgeme yurdunda kaldın. İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazandın ve yurttan ayrıldın. Eğitiminin üçüncü yılında kendi evine çıktın. Şimdiyse altıncı sınıfsın ve hastane de asistanlık yapıyorsun." beni kaçırdığına göre hakkımda herşeyi bilmesi çok normaldi. Buna şaşırmayacağım.
"Siz kimsiniz yani tam olarak ne oluyorsunuz? İnsan gibi görünüyorsunuz ama değilsiniz de." dedim saçma sapan bir şekilde. O kadar korkuyordum ki cümle kurmakta zorluk çekiyordum.
Hafifçe gülümsedi "Sana göre ben uzaylıyım, bana göre sen. Çünkü farklı gezegenlerdeniz. Fiziksel olarak pek bi fark göremezsin zaten, sizin düşük seviye hayal ürünlerinizin aksine." hiç bir cevap vermedim devam etmesini bekleyerek. Kafam o kadar karışıktı ki oturtamıyordum hiçbir şeyi.
"Biz sizden daha üstün bir ırkız, her anlamda. Teknoloji, fizyolojik ve zeka." bu adam bizi küçümsemeyi tahminen ne zaman bırakacaktı?
"Daha açık olabilir misiniz?" dedim aşağlamalarını es geçmesi için.
"Teknolojimizin ve zekamızın üstünlüğünü kanıtlamama gerek yok ne de olsa kendin keşfederek göreceksin. Fizyolojik olarak ise siz insanlardan 5 kat daha iyi görebilir ve duyabiliriz. Aynı zamanda fiziksel gücümüz sizden on kat daha yüksek." demek beni buraya getiren adam o yüzden sesini duyurmak için hiç bir zahmette bulunmadı çünkü zaten birbirlerini çok iyi duyabiliyorlardı.
"Ayrıca biriyle gizli konuşmaya çalışırsan dikkat etmende fayda var." dedi göz kırparak.
"Ben neden buradayım? Ne istiyorsunuz benden?"
"Zamanla anlamlandırırsın."
"Bakın Dougles Bey siz sanki ben hep burada olacakmışım gibi konuşuyorsunuz ama ben burada kalamam. Yani gideceğim, beni bırakırsanız çok mutlu olurum." adam tuhaf bir şekilde iyi davranıyorken şansımı denemekte fayda vardı.
"Biliyordum."
"Anlamadım? Neyi biliyordunuz?"
"Siz insanların bizden üstün olduğu tek özelliğin bu olduğunu." sonunda bizim de bazı konularda üstün olduğumuz kabul etmişti, şaşırtıcı.
"Hangi özellik?"
"Aptallık."
"Ne?" sensin aptal habeş maymunu.
"Almira, seni bir rican üzerine geri bırakacaksam neden satürnden dünyaya yol yapıp getirdim? O kadar tıpı kazanmışsın zekisindir az da olsa, anlarsın herhalde." ama yeter ya ne bu özgüven? Aşağlayıp duruyor. Bende biliyorum beni bırakmayacağını sadece şansımı denemek istemiştim o kadar.
Sessizliğimin ardından "Benjamin." diye seslendi ve içeri beni getiren kişi girdi. "Almira'ya odasına kadar eşlik et." dedi.
"Ne? Dur. Daha sorularım bitmedi." Neden buradayım, ne istiyor benden, ne kadar kalacağım, bana ne yapacak hiç birşey söylememişti daha.
"Yeterince konuştun bugün. Daha bolca vaktimiz var sonuçta elbette konuşuruz." dedi ve Benjamin yanıma gelip "Buyrun bu taraftan." diyerek eliyle kapıya doğru işaret etti.
"Siz bana hiçbir şeyin cevabını vermediniz ki daha. Neden buradayım ben! Ne istiyorsunuz," aramızda mesafe bırakmayacak kadar yakınıma geldiğinde cümlemi tamamlayamadım.
"Bak Almira, tanımıyorsun beni. O yüzden sana şimdilik iyi davranıyorum diye bana öylece bağırabileceğini sanma. Ne zaman istersem o zaman anlatacağım sana herşeyi." tehditkar ifadesi bir an bile eksilmezken gözleri yüzümün her zerresinde gezindi. Ardından tekrardan gözlerime baktı aynı korkunç ifade ile "Şimdilik hayatının benim ellerim arasında olduğunu bilsen yeter. Dolayısıyla buna göre davran Almira." üstüne basa basa "Ben istediğim sürece yaşayacaksın sen." dediğinde bende aynı öfkeyle bakıyor dişlerimi sıkıyordum.
Sinirle gitmek için hareketlendiğimde kolumdan tutarak tekrardan kendine çekti beni. "Gidebilirsin demedim."
"Esirin miyim senin yoksa buyruğunda olan çalışanın mı?"
Yine alaycı bir ifadeyle güldü. "Şimdilik esirim ama vakti geldiğinde her ikiside olacaksın kızıl." sözlerinin bitiminde eli kızıl saçlarımda geziniyordu.
"Dokunma bana." dedim öfkeyle elini saçlarımdan çekerken.
"Gidebilirsin kızıl." o gülmeye devam ederken ben hızla odadan çıktım. Peşimden de Benjamin denen o adam geliyordu. Kapının önüne geldiğimizde hemen açıldı. Öfkem çok fazla olduğu için buna şaşırmadım bile.
*
Saatlerdir aynı odanın içinde öylece bekliyordum. Sadece bir ara yemek getirmişlerdi o kadar. Odada tek bir pencere bile olmadığı için vakti de kestiremiyordum ancak uykum fazlasıyla gelmişti. Gece olduğunu düşünsem de uyumayacaktım, onlara zerre güvenmiyordum.
Ne kadar zaman geçtiğini hesaplayamasamda bir süre sonra kapı açıldı ve içeri beyaz takım elbiseli bir adama gördü. Diğerlerine göre tek farkı saçlarının kestane rengi olmasıydı. Sarı gözlerini üzerime diktiğinde tedirgince ayağa kalktım. "Sen kimsin? Neden geldin?"
Yaklaşmak için bir adım attığında hemen geriye sendelediğimi görünce uzaklaştı. "Merhaba Almira ben Benjamin." Dougles'in yanına giderken yüzünde maske olduğu için tanıyamamıştım şuan. "Sizin biraz daha sakinleşmenizi beklemiştim konuşmak için ama görüyorum ki hâlâ iyi değilsiniz. Daha sonra da gelebilirim." arkasını döndüğünde hemen seslendim.
"Dur, gitme. Ne söyleyeceksen şimdi söyle." dedim bir adım yanına yaklaşırken. Tekrar bana dönüp yaklaştığında aramızda iki adımlık mesafe bıraktı.
"Şuan da kafanızın ne kadar karışık olduğunu tahmin edebiliyorum Almira. Ama şunu bilmenizi isterim ki Dougles'e karşı çıkmadığınız sürece zarar görmeyeceksiniz. Aklınızdan geçen fikirleri de tahmin edebiliyorum, size deneyler yapmayacağız. Yani biraz daha sakin kalmanızda fayda var." bu kadar resmi ve rahat konuşması beni öfkelendirmekten başka bir işe yaramıyordu.
"Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Evimden kaçırdınız beni hemde farklı bir gezegene! Aklımı yitirmediğime şükredin!"
"Bakın Almira haklınız ama sakin olmanız gerekiyor. Bu şekilde sizinle anlaşamayız. Dougles sabırlı ve anlayışlı biri değildr o yüzden kendi iyiliğiniz için sakinleşin. Yarın zaten herşeyi açıklığa kavuşturacağız. Şimdi dinlenin isterseniz. Şuradaki dolaptan da kıyafet alabilirsiniz. Sizin için ayarlandı." ardından tek kelimde bile etmeme müsaade etmeden çıktı. Bu kapıyı da nasıl açtıklarını bir türlü çözememiştim.
Madem öyle diyordu yarın herşeyi anlatacaklardı, bekleyecektim. Üstelik doğru da söylüyordu. O Dougles denen adam korkunç biriydi. Karşısında biraz daha sakin kalmam gerekiyordu.
Olduğum yerden uzaklaşıp kocaman dolabın önüne geçtim. Kapağı da yoktu ki nasıl açacaktım. Rastgele üzerine dokunup çekiştirerek kurcalamaya başladım. "İstediğiniz giysileri seçin lütfen." karşıma bir adet tablet çıkıp dolap konuştuğunda şokla geri çekildim. Buda neydi şimdi?
Tablette birçok giysi kategorisi ve renkleri vardı. Rahat edebileceğimi düşündüğüm siyah eşofman takımını seçtim. Yaklaşık bir dakika sonra dolap kendiliğinden açıldı ve içinden seçtiğim giysiler çıktı. Daha fazla şaşırmama kararı alarak giysileri giydim.
Uzun saatlerin sonunda kapı yine kendiliğinden açıldığında Benjamin gelmişti.
"Dougles Hazretleri mi çağırıyor beni?" dedim imalı ve bir o kadar da nefretle.
"Hazretleri derken neyi kastettiğinizi anlayamadım Almira ama böyle bir şeyle ilgili olduğunu sanmıyorum." hazretleri derken alay etmiştim ama anlamamıştı.
"Neden geldin o halde?" dedim tedirgince. Hâla;beni denek olarak kullanma, beynimi çıkarma ve işkence uygulayabilme ihtimalleri kol geziyordu zihnimde.
"Saatlerdir sesiniz çıkmadığı için iyi olup olmadığınızı merak ettim." dedi ve hiç birşey dememe müsaade etmeden çıktı dışarı.
Kapıya doğru hızla koştum ama yetişememiştim. "Bir dakika aç kapıyı! Beni Dougles'e götür lütfen! Konuşmak istiyorum Benjamin!" kapıya defalarca kez vursam da kimse gelip bakmamıştı bile. Daha ne kadar bekleyecektim onunla konuşmak için?
Saatler geçtikçe sabrım tükeniyor, endişem artıyordu. "Ne istiyorsunuz benden! Bırakın ya beni!" tekrar tekrar aynı şeyleri söyleyerek bağırmaktan boğazım ağrımıştı. Artık pes ederek koltuğa oturdum ve birinin gelip beni almasını bekledim.
*
Gözlerimi aradığımda hızla etrafa bakındım. Uyuya kalmıştım ancak hiçbir değişiklik yoktu. Üstelik her yerim de ağrıyordu. Kapının mekanik sesini duyduğumda o tarafa döndüm. Benjamin elinde yemek tabağıyla içeri girip tepsiyi masaya koydu. Ardından tam karşımda dikilerek konuşmaya başladı.
"Merhaba Almira, bugün nasılsınız?"
"Patronun neden hâlâ benimle konuşmuyor Benjamin?" dedim bıkkınca.
"Eğer isterseniz burada bulunduğunuz sürede sizinle arkadaşlık edebilirim." dalga geçiyordu birde. Öfkeyle yemek tabağını hızla ona doğru fırlattım ama o çevik bir hareketle ona isabet etmesinden kurtuldu. "Defol!"
Günün geri kalanında kimse gelmedi bir daha yemek getirmek dışında. Her ne kadar bağırsam da kimse bakmamıştı bana. İkinci günü bitirmek üzereydim ancak henüz hiçbir şey öğrenememiştim. Dougles neyi bekliyordu onu da anlamıyordum.
Odamın ışığını kapatınca etraf zifiri karanlık olduğu için gece olduğunu anladım ve yatağa uzandım.
*
Ertesi gün Benjamin denen uzaylı bir kaç defa gelerek arkadaşlık etmeye çalışmış, her ne kadar kovsam da gitmemişti. Onun dışında ele başları olan Dougles ile yine konuşamamıştım. İçimde büyüyüp yeşeren korku ve endişe tohumları rahatsız ediciydi.
.
Kapım açıldığında hiç şaşırmayacağım şekilde Benjamin gelmişti. Kapıya doğru adımladım.
"Ne var? Neden geldin?"
"Yalnızca sıkıldığınızı düşündüğüm için geldim." robot gibi konuşuyor olması can sıkıcıydı.
"Oyun mu oynayacağız?" dedim bezgince.
"23 yaşındasınız Almira." hem siz diye hitap ediyor hemde Almira diyor ve bu komik geliyordu. Benjamin ile konuşurken artık tedirgin hissetmiyordum. Komik ve ciddi bir ifadesi vardı. Yani ortaya karışıktı tavırları ama bana bir zarar vereceğini düşünmüyordum.
"Ee neden geldin o halde?" çıkar ağzındaki baklayı Benjamin.
"Sizinle vakit geçirmek için Almira." kapının kenarına doğru çekildim ve içeri girmesi için ona yol verdim. Belki ağzından laf alabilirim.
Koltukların olduğu yere doğru yürüyüp oraya oturduk. "Ee Benjamin yoruldun mu?"
"Neden?" gözlerini kısıp neyi ima ettiğimi anlamaya çalışıyordu.
"O kadar yol yapıp dünyadan insanlar kaçırıyorsunuz. Yorucu değil mi?" benden başkalarını da aldılar mı anlamaya çalışıyorum.
"Hayır." kaba uzaylı pislik.
"Satürn'e de ilk defa geldim ben. Peki ya sen Dünya'ya kaç defa gittin? Gezme fırsatı bulabildin mi?" şansımı zorluyordum ama benden başka insan varsa, onları bulup kaçabilirim belki.
"Ne yapmaya çalıştığınızın farkındayım Almira. Laf almaya çalışıyorsunuz benden. Eğer gerçekten sohbet etmeyecek ve bu durumu fırsata çevirmek için çalışmaya devam edecekseniz gideceğim. Gönüllü geldim ben buraya. Sırf sizinle sohbet edebilmek için." durdu ardından devam etti.
"Üstelik ben tamamen iyi bir niyetle arkadaş olmaya çalışırken sizin iyi niyetimi suistimal edip duygularımla oynamanız çok adice. Kalp kırıcı bir tutum sergiliyorsunuz." bu uzaylı bana alınmış mıydı? Ayağa kalkıp gitmek için hareketlendiğinde durdurdum hemen.
"Tamam tamam gitme hiç bir yere. Sohbet edelim arkadaşça. Hem benim de canım sıkılıyor." madem laf alamıyorum vakit geçirebilirdim en azından. Çünkü Dougles'in benimle konuşacağı yoktu. Gülümseyerek geri oturdu yerine.
"Madem merak ediyorsunuz söyleyeyim. Sizden başka insan yok Almira. Yalnızca siz varsınız."
Yalnızca bensem eğer düşündüklerimden daha farklı bir amaçları olmalıydı. Ama hâlâ çizemiyorum. Soru sormak için hareketlendiğimde tek kelime etmeme bile müsaade etmedi.
"Fazlasını sormayın artık bana. Zamanı geldiğinde Dougles size anlatacak zaten." kafamı salladım onaylamak için. Daha fazla denersem boşa çaba sarf etmiş olacaktım.
Dakikalarca süren sessizliği bir anda bozdu."Sevgiliniz var mı? Ya da platonik olduğunuz biri?" aniden ve o kadar saçma bir soru sormuştu ki.
"Bide beni ağzından laf almakla suçluyordun senin yaptığın ne şuan?" zaten hakkımda herşeyi biliyor olmalıydı.
"Ben sizi suçlamadım Almira. Yaptığınızı şeyin farkında olduğumu belirttim. Ayrıca sizin ağzınızdan laf almaya çalışmıyorum. İstersem çok kolay ulaşabileceğim bir bilgi. Ve sizin dizilerinizde kadınlar sohbet ederken bunlardan bahsediyordu. Biz de sohbet ediyoruz, sormam gerekir diye düşünmüştüm." gülmemek için kendimi zor tuttum. Anlaşılan o ki bu uzaylılar bizim dizilerimizin sıkı takipçileri.
"Senin o Habeş Maymunu patronun bizi küçümsüyor ama dizilerimize de bayılıyorsunuz."
"Patronuma bu şekilde hakaret etmeniz beni derinden yaraladı Almira."
"Görebiliyorum." dedim imayla.
"Sen söyle bakalım asıl sende var mı bir sevgili yada platonik?" dedim yarı alayla. Aslında merak etmiyordum sadece kafamı dağıtmaya çalışıyordum.
Gözlerini kaçırdı önce, parmaklarıyla oynamaya başladı, başını eğdi ve kızarmaya başladı. Onun bu tatlı hali beni güldürdü.
"Var." dedim tespite bulunmuş gibi. "Kim peki? Fotoğrafı var mı? Adı ne?" Benjamin'in tepkilerini anlamak zordu. Bu süreçte gözlemlediğim kadarıyla mimik kullanmıyordu. O yüzden anlamakta zorlanıyordum. Ve şuan çok tatlıydı çünkü utanmıştı.
"Size söylemem doğru olur mu bilemedim. Güvenilmez birisine benziyorsunuz." ve fazlasıyla da açık sözlüydü. Gözlerini kaçırarak konuşmayı sürdürdü. "Ayrıca bu bir sır Almira. Dougles'ten başkası bilmiyor."
"Madem öyle ben de sana bir sır veririm. Hadi söyle çok merak ettim."
"İstesem sizin bile bilmediğiniz şeylere ulaşabilirim hakkınızda. Bu saçma bir anlaşma olur." göz devirdim.
"İyi. Söylemezsen söyleme." Madem cevap vermeyecek sohbet etmenin ne manası vardı ki?
"Amy Ribeiro." yüzüme bile bakmıyor başını eğmiş yeri seyrediyordu.
"Anlamadım?" dedim gülümseyerek.
"Anladınız." elime düştün, sana söyleteceğim o cümleyi.
"Yoo anlamadım."
"Anladın." sesi sert çıkmış, konuyu bir an önce kapatmak istediği aşikardı.
"Açık olur musun lütfen? Gerçekten neden bahsettiğini bilmiyorum."
"Aptal mısın yoksa aptal numarası mı yapıyorsun?" yine göz devirdim, kafamı başka tarafa çevirerek.
Bir kaç dakika bekledikten sonra gülümseyerek döndüm ona "Fotoğrafı var mı peki? Kim oluyor? Tanışıyorsunuz değil mi? Arkadaş mısınız? O da senden hoşlanıyor mu?"
"Çok soru soruyorsunuz." dedi yüzünü buruşturarak.
"Alışırsın zamanla. Sen cevap ver bana hadi." gerçekten merak etmiştim.
"Benden nefret ediyor." sesi kısık çıkmıştı. Ve hâlâ yüzüme bakamıyordu.
"Ama en büyük aşklar nefretle başlar öyle değil mi?" dedim ona destek vermek için. Nedenini bilmiyorum ama üzülsün istemedim. Çünkü karşımdaki bu görüntü yeterince çaresiz ve mutsuz olduğunu gösteriyordu.
"Öldürmek istiyor ama beni. Yine de aşk olur mu?" çok masumca ve samimi bir merakla soruyordu. Olur dersem inananacaktı sanki.
"Neden nefret ediyor? Onu kızdıracak birşey mi yaptın? Yani düzeltilebilir birşeydir belki?" umut vermek istemedim ama üzülsün de istemedim. Yardımcı olurdum belki.
"Düzeltilemez." yüzündeki utanç ifadesiyle çok kısa bir süre gözlerime baktı ardından tekrar etrafta dolandı bakışları.
Biraz daha yaklaştım ona doğru. "Benjamin sen ne yaptın?" gözleri sürekli etrafta geziniyor, dişlerini sıkıyor, elleri yumruk halindeydi. İlk defa onu böyle görmüştüm. "Anlatırsan eğer belki yardımcı olabilirim." elini omzuna koyup destek olmak istediğimi belli etmek istemiştim ama o daha fazla öfkesini içinde tutmadan ayağa kalktı sinirle.
"Bakın bu iş olamaz. Çünkü buranın yönetimi ile ilgili bir savaş var. Yani iktidar savaşı gibi birşey. Ben Dougles'in tarafındayım ama Amy karşı tarafta."
Bende ayağa kalkıp tam karşısına geçtim. "Tamam da bu aşkınızı engellemez ki." sonuçta bu onların değil emri altında oldukları kişilerin savaşıydı.
"Sandığınız gibi hafife alınabilecek birşey değil. İktidar savaşı dedim ama lafın gelişi değil. Gerçek bir savaş, tam anlamıyla kanın döküldüğü." şaşkınlıkla ona bakarken Benjamin ise bir şey söyleyip söylememek arasında kaldı.
"Ben Amy'nin babasını öldürdüm."
İrkilerek geri çekildim. "Ne?" korkudan gözlerim irice açılmışken ne yapacağımı bilemedim. Ama tek düşündüğüm odadan çıkmak onunla burada tek başıma kalmak istemediğimdi.
Gözlerimin kapıda olduğunu fark ettiğinde öfkeyle bağırdı. "Al işte sen de korkuyorsun benden! Katil olduğumu düşünüyorsun." saygı ekini de çekmişti.
"Benjamin, kızın babasını öldürmüşsün, katil değilsin de nesin?"
"Bak bir çok kan döküldü. Bizim tarafımızdan da onların tarafından da. Amy'de benim amcamı öldürmüştü. Ama ben hâla seviyorum onu." bu nasıl bir şeydi böyle? Ne gerek vardı bu kadar kan dökmeye? Yanıma yaklaşmaya çalıştığında daha da geriye adımladım.
"Ya ne yapıyorsunuz siz? Neden bu kadar önemli bu iktidar savaşı. Üstelik savaş sizin savaşınız değil. Dougles ile diğer tarafın başında kim varsa onun. Siz," lafımı böldü:
"Almira hiç birşey bilmiyorsunuz. Savaş bizim savaşımız." başıyla beni de işaret ederek "Bizim." dedi üstüne bastırarak.
"Ne demek oluyor bu?"
"Zamanı gelince herşeyi ayrıntısıyla öğreneceksiniz." dedi ve çıktı odadan.
Beni neden ilgilendiriyordu bu savaş?
İlk bölümün sonuna geldik hayırlı uğurlu olsunnn 🥳🥳 Umarım beğenmişsinizdir 😊
Sonunda sizlerle tanışmak ve bu hikayayi sizlerle buluşturabildiğim için çok mutluyum. Uzun bir süredir yazıyorum ve paylaşmaya bir türlü cesaret edememiştim. Umarım bu doğru zamandır.
Ne kadar heyecanlı olduğumu anlatmaya kelimeler yetmiyor gerçekten inşallah herşey umduğum gibi olur.
Bol bol fikirlerinizi beyan etmeyi unutmayın lütfenn 🥺
Şuan pek çok kafa da oturtulmayan şeyler var farkındayım ama ilerki bölümlerde daha açıklayıcı olacağım.
Almira hakkında ne düşünüyorsunuz?
Peki Benjamin?
Dougles'in bu beyaz takıntısının sebebi nedir sizce? Ve beyaz iyiyi temsil eder sizce de öyle mi?
Yeni bölümde görüşmek üzere bol bol yorum yapmayı unutmayınnn 💜
Allah'a emanet olun 💕
Tik Tok: free.con73
|
0% |