@fulcicegi
|
Gökyüzündeki maviye çalan renk bugün de tüm güzelliğini öne sürüyordu. Güneş kendini belli belirsiz belli ederken, oval yüzünü tamamlayan uzun siyah saçları, iri gece karası gözleri ile taçlandıran kadın giydiği siyah derin dekolteli gömleğiyle deri ceketini buluşturmuştu. Grinin koyu tonuna çalan pantolonuna deri yüksek topuklu ayakkabıları eşlik ediyordu. Elindeki beşgen şeklinde metal saplı çantasını sıkıca kavradı. Rüzgârı arkasına aldığını hissetti, teni bunu doyumsuza hissediyordu. Karşısında duran binaya uzunca baktı, dudağına yerleştirdiği tebessüm ile kapısından içeriye girmesi uzun sürmedi. İnsan seslerinin oluşturduğu yoğun topluluğun içine dalmıştı. Bazıları birbirleriyle konuşup gülerken bazıları da sohbetin en koyusundaydı. İnsanoğlu nedensizce kimseye aldırış etmeden yaşamını sürdürmede bir numara olan bir nesildi. Nitekim ne yaşarsa yaşasınlar her zaman bencilliğin en yüksek rütbesinde olan onlardı. Müzik sesi de onların sesine karışırken kadın, çalışanlara ufak bir tebessüm ederek üst kata çıkan merdivenlere doğru yol aldı. Adımlarının sonu onu bir odanın eşiğine getirdiğinde duyduğu ses ile arkasına döndü. "Efendim, bugün birkaç kişi sizi görmeye geldi lakin burada olmadığınızı iletmekte ısrarcı oldular ve mutlaka kendilerine dönüş yapmanızı istediler." Çalışan kafe görevlisinin ifadesinden hoşlanmamıştı kadın lakin aklındaki sorulara cevap almak için sormaya da mecburdu. "Peki, kim oldukları hakkında bir bilgi verdiler mi Merin Hanım, önemli olan bu bilgi haksız mıyım?" Kadının sesi tiz ve oldukça dikkat çekiciydi. Diksiyonu güzel ve alımlıydı. Görevli koyu yeşil rengi gözlerini ve tıfıl görüntüsüyle gözlerini karşısındaki kadından kaçırarak sorularını cevaplamaya çalıştı. "Aslında bunu bilemiyoruz efendim, sadece bir zarf bırakıp gittiler. " Çalışan görevli titrek bir ifade ile söylemişti bu cümleleri. Her zaman böyle yapardı. Çünkü her çalışan patronunun huyunu bilirdi. Her zaman durum daha da farklılaşıyordu. Bu durumda istemsizce tüm çalışanları namlunun ucunda hissettiriyordu. Bugünkü talihli de Merin Hanım'dan başkası değildi. Kadın kömür karası gözlerini devirerek görevliye eliyle gitmesini emretti. Merin anlam veremese de patronunun dediklerini uygulamakla yükümlüydü. İkiletmeden aşağıya doğru adımlarını hızlandırdı. Bunun can sıkıcı bir durum olduğu aşikârdı. Lakin bu hissettiği tuhaf his karşısında aklını toparlayıp düşünmeliydi. Odanın kapısını açtığında odasında bulunan siyah deri koltuklara eşlik eden parlak avizenin hemen altında, masasında durup gözüne çarpan zarfın olduğu yere doğru hızlıca uzandı. Mini çantasını masaya koyduğunda zarfın ne olduğunu anlamak güç değildi. Yüzlerce yıl aynı zarfı hep alıyordu lakin bu sefer içindeki huzursuzluk daha farklıydı. İnce ve uzun parmaklarını değdirdiği kâğıt parçasına hafifçe bir sembol belirmeye başladı. Kaşları çatılmış, nefesi düzensizleşmişti. Gözler önüne serilen sembol onu kendine getirmeye yetmişti. Beynine dank eden geçmişi tekerrür edercesine yankılanıyordu gözler önünde sanki. Gözlerini sımsıkı kapatıp zarfı olduğu yere bıraktı. Derince nefes alışverişleri ile masayı yerle bir etmesi bir oldu. Ellerini masanın üzerine yerleştirip gözlerini açtığında nefesi hala düzensizdi. "Demek benimle oyun oynuyorsunuz! " Kadın gözlerindeki nefreti kusarcasına bakarken kulaklarında yankılanan ses ile nefesini bir süre tutmuştu. "Düzen için sahip olduklarını tek bir anda kaybetmemen için elimden geleni yapıyorum diyelim." Duyduğu ses çok derin ve oldukça kararlı bir sesti. Bu ses ona bir o kadar yakın ve bir o kadar uzak bir sesti. Bunu biliyordu.
Bu ses onun kinini tek hamlede içine çeken yegâne güçtü. Bu ses ona bedelini hatırlatandı. Bu ses yıllar önce onu bu cezaya mahkûm eden prangalarıydı.
"Yaklaşıyor yaklaşmakta olan, hatırlıyorsun değil mi?"
Kadın gece karası gözlerini nemlendiren yaşlar ile bağırdı. "Kes sesini! Hatırlamak ha hatırlamak! " Ellerini saçlarına götürüp pencereden baktığında etraf zifiri karanlığa büründü. Zaman kavramı yerini belirsizliğe vurmuştu. Bina yavaşça yerin dibine çekilmeye başladı. Gözlerini bir an olsun ayırmadan bakmaya devam ediyordu. Gece oldukça yakışıyordu hükmünün güzelliğine. Her zaman sevmişti siyahı ama kırmızı bulandığında asilliği yerle yeksan olmaya yetmişti. O şimdi kininin bedelini ödüyordu. Kafe oldukça ihtişamlı bir şekilde yerini almaya başlamıştı bile. Arkasını döndüğünde tüm görevliler hazır bir şekilde onu bekliyordu. Laciverte çalan formaları ile başlarını eğmiş bir şekilde talimatlarını bekleyen görevliler kadının gözünde sadece birer piyondan farksızdı. Rüzgârın estiği yerde fırtına zilleri çalmaya yüz tutarken görevliler hızla oradan ayrılmışlardı. O, kendi yeraltı şehrinin yegâne sahibi olmaya hak kazanan tek şanslı kadındı. Bileklerine vurulan görünmez zincirlerini bir gün kıracağını beklerken hala kendi bildiğini okuyordu. "Ne acınası bir ruh." Bu sözler ilk günkü gibi kulaklarında yankılanıyordu. "Acınası..." Eziyet veren tek kelimeydi bu lügatında. Acıyla yoğrulduğu benliği zamana esir düşüp sıkışıp kalmıştı.
O, geçmişin esiri olan savaşçının ta kendisiydi. O, kendi mahzeninin tek esiriydi. O, yok etmek istediği yerin tek koruyucusuydu. O, Glorian’ın tek hükmedicisi; TALİA GLORİA ‘ydı. |
0% |