@girlthedragon
|
~Bölüme geçmeden önce özellikle belirtmek istiyorum lütfen oy verin ve yorum yapın, uygulamaya yeni geldiğim için destek olursanız sevinirim. Bu kitabı normalde yeni kapatılan o uygulamada yazıyordum ve 100'den fazla okunması vardı, kısa sürede burada da yüksek okunmalar almayı umuyorum. Yazım dilimi seviyorsanız "Güneşli Bir Yaz" kitabına da göz atabilirsiniz.:) Dört günden biraz daha uzun süren yol sonunda beni bir jakaranda ormanına getirmişti. (Mor çiçeklere sahip bir ağaç türü, gerçekten var.:)) Eğer Jessica yoku doğru tarif ettiyse ormanın içinde mor bir kulübe bulmam gerekiyordu. Yaşlı kadın bu evde yaşıyordu. Biraz ileride çimler tamamen mor yapraklar ile örtülmüştü, bulutların üstünde yürümek gibi hissettiriyordu. Artık ağaçların arasından ormanın dışını göremeyecek kadar içeriye girdiğimde bir açıklığa ulaştım. Gerçekten de mor tahtaları yapılmış siyah kiremit çatılı, iki katlı bir kulübe karşımda duruyordu. Bir hobit evine benziyordu, masallardan fırlamış gibiydi. Evin her yanına farklı çiçekler ekilmişti, önündeki taş patikada yürürken burnuma gelen ağır lavanta kokusu değişik bir huzur hissine sebep oldu. Evi incelemeye devam ediyordum ki arkadan gelen hışırtılar dikkatimi çekti. Oldukça şaşırtıcıydı aslında, geçmişini hatırlamamasına rağmen beni babaannesinin evine göndermişti. Yaşlı kadın bana doğru yerken bir yandan da hafif kabarık eteğinin üzerinde beyaz bir önlük olan elbisesini düzeltiyordu. Gri saçları ve mor gözleri vardı, gözlerini gördüğüm anda doğru kişiyi bulduğumu anlamış oldum. Luneran halkı genelde gri göz rengine sahip olurdu, nadir de olsa açıl mor veya beyaz da görülürdü. Ama koyu renk göz, geçmişte yapılan ciddi soykırımların nedeniydi. Benim gibi lacivert veya koyu mor gibi göz renklerine sahip Luneranlıların Ay'ın karanlık yüzünü gördüğü söylenirdi. Ay'ın karanlık yüzünü görmek, kıyamet alametidir onlar için. Çünkü karanlık cehennem gibi insanı içine çeker. Gökyüzü bilinmezliktir, Ay'ın karanlık yüzünü görmek için de gökyüzünün tamamını bilmek gerekir. Gökyüzünü izlemek her zaman eğlencelidir, ama ona dair her şeyi bilmek ölümcüldür. Koyu renk gözlere sahip olanlar genellikle kahin veya şaman olurlar, Ay sizi kutsar ve yardım eder ama karanlık yüzü sizi kontrol eder. Ay ışığı her zaman güvenilir değildir, okumayı bilenlere ise geceyi sunar. "Belkediğimden uzun sürdü." Kadın birkaç adım önümde duruyor ve ruhumu okumak ister gibi bakıyordu. "Merhaba, ne için geldiğimi bildiğinizi düşünüyorum." duruşumu dikleştirdim, kadının yüzünde tek bir mimik bile oynamamıştı. Sakin bir şekilde gülümsemeye devam ederek "Acele etme kızım, adın nedir?" biliyordu, sonuçta prensesin adını bilmeme ihtimali yoktu. "Adım Gloria, sizin adınızı öğrenebilir miyim?" ellerini önde birbirine kenetledi. "Adım Amaris, çay yapmamı ister misin? Yorulmuş olmalısın." beni beklemeden eve doğru yürümeye başladı. Birkaç adım ilerledikten sonra kafasını bana çevirdi ve hala olduğum yerde beklediğimi görünce kaşlarını çattı. Eli ile gelmemi işaret ettiğinde peşinden yürümeye başladım. Adının anlamını düşünüyordum, Amaris ay çocuğu demekti. Genellikle ay tutulması sırasında dünyaya gelenlere konulurdu, bu kadın tahminimden daha özeldi. Tahta kapı gıcırdayarak açıldı ve içeri girdik. Kadın, ocağın üzerindeki demliğe elinde getirdiği sepetten bazı otlar atmaya koyuldu. Ben ise kapının önünde durmuş onu izliyordum. "Otursana, merak etme yemeyeceğim seni." yaptığımın ne kadar saçma bir hareket olduğunu fark ettiğimde küçük ahşap masanın karşısında duran bir sandalyeye oturdum. Turkuaz mutfak dolaplarından birini açtı ve içinden iki fincan çıkardı. Başka bir dolaptan ise muhteşem kokan kurabiyeler ile dolu bir tepsi aldı ve hepsini ahşap vir tepsiye yerleştirerek masaya getirdi. Karşıma oturdu ve önüme koyduğu fincanı doldurdu. Gözlerini bana çevirdi, neden geldiğimi bilmesine rağmen açıklamamı istiyordu. İsteğini geri çevirmedim, o nasıl oynuyorsa ben de öyle oynayabilirdim. "Gerçekleri öğrenmem gerekiyor, geçmişim ve gelceğim ile ilgili benden sakladıkları şeyleri arıyorum. Siz söylerseniz eğer büyük bir kolaylık olur benim için." Komik bir şey söylemişim gibi gülümsemesi büyüdü. "Ah prenses, sana bunu söylemiş olmalıydılar. Gerçeklerin büyük mühürleri vardır, bazen ağzımızdan dökülecek birkaç kelime ile kendi ipimizi kesmiş oluruz. Senin geçmişin ile ilgili tek kelime edecek birini tanımadım, bulabilirsen bazı gerçekler öğrenebilirsin. Ama gerçekler can acıtıcıdır, daha ileri gitmek istediğini anlıyorum ama geçmişini öğrenirsen bir daha asla geri dönemeyebilirsin." Sözleri zihnimin içinde yankılandı, benden ne gizlediklerini öğrenmeme şarttı fakat beni korkutuyordu. "Öğrenirsen bir daha asla geri dönemeyebilirsin." kafamda bu cümleyi evirip çeviriyordum, bu durumdan nasıl çıkabileceğime dair bir fikrim yoktu. Ne olursa olsun sevilmediğim bir yerde hayalet gibi yaşamak, yaşamak sayılmazdı. İnsanların benden korkup sanki hastalıklıymışım gibi davranması, gözlerimin içine bakmaktan ölesiye korkup her yerde uzak durmaları normal değildi. Hiç bir insan bunu hak etmezdi, böyle yaşamaktansa ölmeyi yeğlerdim. Amaris "Dinlenmelisiniz majesteleri, üst katta kalabilirsiniz. Sizi misafir etmekten onur duyarım." sesi ilk defa kendinden emin olmayarak çıkmıştı, cevabımı önemsediğini vurguluyor gibiydi. "Teşekkür ederim, burada kalmaktan memnun olurum." gerçekten yorgundum, günler süren yolculuk beni hırpalamıştı. Şu an sıcak bir duştan başka hiç bir şey beni kendime getiremezdi. Yol boyunca büyük oranda yağmurluydu, her yerim çamur içinde kalmıştı ve kokuyordum. Kadını takip ederek sade bir misafir odasına yöneldim. İçeride sadece, krem rengi çarşaflar ile örtülmüş bir yatak ve ahşap bir dolap bulunuyordu. Hemen üstümdeki kıyafetlerden kurtuldum ve duşa girdim. Üzerime yapışmış ve saçlarıma yapışmış çamurları adeta kazıyarak temizledim ve bir havluya sarınarak duştan çıktım. Yatağın üzerinde benim için olduğunu tahmin ettiğim çuval gibi kırmızı kısa kollu bir elbise vardı. Üzerime elbiseyi geçirdim ve kendimi yatağa bıraktım. Bulunduğum yere küçük pencereden gelen ay ışığı vuruyordu, hava karamış ve beni yine yalnız bırakmıştı. Ay Varisi olarak gecenin karanlığından korkmam garipti, aslında hiç bir zaman geceden korkmamıştım sadece gece beni rahat bırakmayan düşüncelerimden korkmuştum. Ne zaman karanlık çökse, ay ışığı tenime değse hissettiğim o eksiklikten kaçmak istemiştim. Derdim gece değildi, beraberinde getirdiği karanlıkta yolumu bulamamaktı. Zihnimin beni ele geçirir ve düşüncelerim boğazıma sarılırdı. Ay ışığı beni bu durumdan kurtarıp yolumu gösterdiği için her karşıma çıktığında şöyle derdi, "Gördün mü? Seni ben kurtardım. Ben olmadan bir hiçsin. Değersizsin, ışığa muhtaçsın." ve borcumu ödeyemeyeceğimi söylerdi. Benden ne istediğini bilmiyordum ama istediği şey her ne ise beni mutlu edecek şeyler değildi. Hafif bir uyku beni kucaklamıştı, huzurlu ev sakin hissettirmişti. Göz kapaklarımı açmam için zorlayan ışık yüzünden uyandığımda karşıma çıkan ilk şey güneşten bile daha parlak görünen bir kadındı. İlk defa böyle biri ile karşılaşmıştım. Halktan değildi, soyluların yanında bile fazla asildi. Ama kim olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Üzerinde altın sarısı bir elbise ve taş işlemeli bir kolye vardı. Şu ana kadar gördüğüm en güzel kadın olması işten bile değildi. Elbisesinden biraz daha açık altın sarısı saçları kalçasının altına kadar uzanıyordu. Kendime geldiğim anda dudaklarımdan ufak bir çığlık döküldü. "Sen de kimsin?!!!" sesim titremişti, dışarıdan kendime bakıyor olsaydım bu kızın başına ne geldi de bu kadar dehşete düştü diyeceğime emindim. Kadın pürüzsüz pembe dudaklarını araladı "Sakin ol Ay'ın sahibi." sesi bir rüyaya dalmak gibiydi, mırıltı halinde çıkmıştı. Mutlu bir yaz sabahı ve sıcaklık hissiyatı oluşturuyordu. "Kimsin sen? Ne istiyorsun benden?" kadın gözlerini onaylarmış gibi bir kere kırptı. "Kim olduğum önemli değil, senin kim olduğun önemli. Daha da önemli olan ise ne olmak istediğin." beni şaşırtmıştı, onun kim olduğunu bilmeden derin bir sohbete mi girecektim? "Sahiden, kimsin sen Gloria? Kim olmak istiyorsun? Anne ve babanın, belki de krallığını ele geçirmek isteyen alevlerin kölesi mi olacaksın?" kafamı karıştırmaya devam ediyordu. Alevlerin kölesi de ne demekti? Annem ve babamdan kaçmak istediğimi biliyor olabilirdi ama alevler derken Prens Drake'den veya yangından mı bahsetmişti? "Açık konuş artık, gecenin bir saati odamdasın ve bilmeceler soruyorsun. Bu normal değil! Alevlerin kölesi de ne demek hem?" kadın cık cık diye ses çıkardı ve onaylamazca kafasını salladı. "Fark etmenin bu denli uzun süreceği aklıma gelmemişti, daha zeki olduğunu sanmıştım. Drake'in seni kontrol altına almak istediğini görmüyor musun? Luneran ve Solenian'ın ilişkisi bozulacak, krallığın güçsüz zaten yok olma yolundasınız. Drake'in tek amacı Ay Krallığı'nı ele geçirmek. Jadon'un göz yaşlarını hatırlıyorsundur eminim, yanacak olan krallık senin krallığın." Kabul etmek istemediğim gerçeklerin karşıma dizildiğini gördüğümde bundan kurtulmak için kafamı sağa sola salladım. "Olamaz, o..." Kadın sinirli görünüyordu, sert bir ses ile konuştu. "Aptal kız, kabul et ve kendine gel artık. Anlamazsan hem Luneran hem de Solenian kaybedecek. Siz yandığınızda Güneş Krallığı'nın da yanmasına izin vermeyeceğim!" Bu durumun Solenian ile ne ilgisi vardı, sadece müttefik iki krallıktık. Ayrıca onu neden ilgilendiriyordu ki? "Kimsin sen? Benim krallığım ve Solenian neden umrunda?" kadın gözlerini devirdi. "Gerçekten Einal gibi zeki olduğunu sanmıştım." beni aşağılamasından bıkmıştım artık, adeta hırladım. "Kimsin sen?" Kadın benden sıkılmış olduğunu belli edecek şekilde göz devirdi. Bana doğru bir adım daha yaklaştı, ne kadar uzun olduğunu fark ettim. "Ben Güneş Tanrıçasıyım, Ay Prensesi'ni uyarmaya geldim. Eğer önlem almazsan ben alırım, Drake'den kurtulmazsan ben kurtulurum. Onu sen öldürmelisin." Bu kadın neyden bahsediyordu acaba! Tanrıça olabilirdi, enerjisini çok net bir şekilde hissediyordum. Ama benden Drake2i öldürmemi istemesi saçmaydı. "Onu neden öldüreyim ki?" "Çünkü aradığın cevaplar onda, öğrenmek için fazla yaklaşırsan canını acıtacak. Sen yanmak istemiyorsan onu yakmak zorundasın. Ondan kurtulmazsan eğer ne gerçekleri öğrenebileceksin ne de hayatta kalabileceksin. Onu öldürmezsen o hem seni öldürecek hem de ikimizin krallıkarını yakacak. Kendine gel Gloria. Kim olduğunu bulmak istiyorsan eğer, onan kurtulmalısın. Sahiden, kimsin sen?" Kadın ışığı da kendisi ile beraber götürerek yok oldu ve beni gölgeler ile baş başa bıraktı. Drake bana nasıl bir zarar vermek istiyordu? Tek amacı krallığı yok etmek olsaydı direk işgal edebilirdi, saldıracak gücümüz olması şöyle dursun kendimizi savunacak gücümüz bile yoktu. Belki de kral olmayı ummuştu, ona aşık olmamı istemiş olabilir miydi? Hayır, diye düşündüm. Bu çok rahatsız edici olurdu, Ay Prensesi ve Ateş Prensi ha! Görülmüş şey değildi. Jadon'un göz yaşları ile bana ipucu vermiş olabilir miydi gerçekten. Başım dönmeye başlamıştı, daha tam güvenmeden bana ihanet mi etmişti? Bu çok onur kırıcı bir durumdu ve işin içinden çıkamıyordum. Kendimi yorganın içine bıraktım ve uykuya daldım. Sabah sonunda kendiliğimden uyandığımda normalde olduğundan çok daha geç uyandığımı anlamıştım. Vücudum çok yorgundu, rahat uyuyamamıştım. Kendimi zorlayarak yataktan kalktım, odada dolaşırken dolabın kapaklarının arasına sıkıştırılmış bir kağıt parçası dikkatimi çekti. Beyaz parşömeni açtım, içinde çok düzgün bir el yazısı ile "Söylediklerimi düşün, dolapta kıyafetler var. Bir prensessin, şu paçavralardan kurtul." "Prensesliğini kaybetmek istemiyorsan Krallığını koru, ondan uzak dur." |
0% |