@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 37. BÖLÜM "YALANCI GİTMELER" Çoğu insanın aşkı tattığı, hissettiği ilk yer bir dizi, bir film, bir kitap sahnesidir. Bunlar bize hiç tanımadığımız, hatta var olmayan insanların aşklarını öyle hissettirirler ki içten içe o duyguyu merak etmeye başlarız, hatta küçücük bir çocukken bile... Çünkü bir başkasının hislerini bize derinden hissettiren bir duygudur, aşk... Tam da bu yüzden merak ederiz, aslında sadece bir başkasının aşkını bile böyle hissediyorsak kendi aşkımız kalbimizde yer edindiğinde hissettireceği şeyleri merak ederiz. Bu yüzden çoğu insanın hayatı aşkı aramakla geçer. Fakat maalesef çoğu o aşkı bulamaz ve hayatlarını aşka âşık bir şekilde geçirirler. Ben, o çoğu insan arasında değildim. Aşkı ne bir kitapta ne bir dizi de ne de film de tatmıştım. Ben aşkı, gerçekten tatmıştım, kalbimin en orta yerinde hissetmiştim hayatım boyunca ve hiçbir zaman aşka âşık olmamış, o aşkı bulmuştum. Hem de sadece on iki yaşında küçücük bir çocukken. Bazen hayatta bir durup geriye dönüp baktığım zamanlar oluyordu ve hep kendime onu ne zaman sevmeye başladım diye sorup ne zaman benim için diğer erkeklerden farklı bir konumda oldu diye düşünüyordum ve zihnim beni tek bir güne götürüyordu her zaman. 25 Eylül, 2015... Tam on iki yaşına bastığım o güne gidiyordum hep ve her seferinde ona gerçekten de o gün âşık olduğuma inanıyordum, ki zaten gerçekten de öyleydi. Aşk, kalbimde tam o gün yer edinmişti. Nasıl olmuştu bilmiyorum, ne oldu da o gün öyle hissettim onu da bilmiyorum. Hatta hiçbir zaman da anlam veremedim buna, hep çok saçma geldi. Hiçbir şey yokken, öyle bir anda âşık olmak aptal gibi hissettirdi kendimi ve böyle hissettiğim her an kendimi aslında onu sevmediğime inandırmaya çalıştım. Fakat her seferinde gün sonunda yine kendimi onu düşünüp onunla hayaller kurarken buldum. Ne yaparsam yapayım onu aklımdan hiç çıkaramadım. Ona çok uzak olduğunu düşündüğüm farklı bir yoldan gitmeyi de düşündüm, hatta denedim bile ama başaramadım ve o yolun sonu da ona çıktı. Her seferinde kendimi onun yanında buldum. İşte şimdi yine onun yanındayım, hayal ettiğim gibi kollarının arasındayım ve sımsıkı sarılıyorum ona. Onun da bir eli saçlarımda ve saçlarımı okşuyor, diğer eli de elbiseden dolayı açıkta kalan bacağımdaydı ve elini usul usul oralarda gezdiriyordu. Bunları yaparken de bazen durup yanağımdan, saçlarımdan öpüp aynı şeyi yapmaya devam ediyordu. Ben ise başımı göğsüne koymuş, hiç sesimi çıkarmadan sadece anın tadını çıkarıyordum. En tuhafı ise o da konuşmuyordu ve dakikalardır sessizce aynı pozisyonda kafenin içindeki koltukta uzanıyorduk. Bu sessizliği ve aramızdaki büyülü anı bozan ise çalan telefonum oldu. İşte o an Pars da sessizliğini bozup "Kim bu saatte?" diye sordu, gözümün ucuyla saate bakıp çoktan iki buçuk olduğunu gördüm. Gözlerimi saatten çekip uzandım ve sehpanın üzerinde duran telefonumu aldım. Ardından da yeniden başımın onun göğsüne koyup ekrana öyle baktım. Babam arıyor... Bu yazıyı görmek içime sıkıntı çökmesine neden olurken başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. Arayanın kim olduğunu görmüş olacak ki onun da canı sıkılmış gibiydi. Bu konuda ne yapabileceğimizi ne o ne de ben biliyordum ve maalesef bu işin sonu hiç de iyi bir yere gitmiyor gibiydi. İkimiz de bunun farkındaydık. Arama hâlâ devam ederken açmak yerine telefonu sessize aldım, yanıma bıraktım ve başımı yeniden göğsüne koyup "Bir an önce bir şey yapmalıyız bu konuda," dedim hareketlendiğini fark edince ben de hareketlendim, ikimiz de doğrulduk, yan yana oturuyor olduk. "Saklamayalım," dedi, şaşkınca kaldım karşısında. "Hatta uzatmayalım bile, gidip şimdi her şeyi anlatalım. Ne olacaksa olsun, geciktirmeye gerek yok," dediği an kaşlarımı çattım. "Ne olacaksa olsun mu? Bir araya gelmeyelim, ayrılalım diye elinden geleni yapacak. Sen bunu göze alıyor musun yani?" diye sordum hayal kırıklığıyla, her şey hâlâ bu kadar basit miydi onun için? "Ayliz," dedi tamamen bana dönerken ve gözlerimin içine bakıp yüzüme dokundu. "Ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın artık seni bırakmam," dedi ve eğilip dudaklarımın kenarından öptü. Bu öpücük kendimi daha iyi hissetmeme neden olurken geri çekilip yeniden gözlerimin içine baktı. "Sen bırakır mısın?" diye sordu, düşünmeye bile gerek duymadan başımı olumsuz anlamda salladım. "Asla, asla bırakmam," deyip boynuna sarıldım. Elleri hemen belimi bulurken "Ne olursa olsun bırakmam," diye fısıldadım kulağına. "O zaman sorun yok, olacakları geciktirmenin de anlamı yok. Söyleyelim ve ne olacaksa olsun," dediğinde geri çekildim, yüzüne baktım, başımı olumsuz anlamda salladım. "Olmaz," dedim, kaşlarını çattı. "Hiç değilse şimdilik olmasın," diye ekledim yalvarırcasına, çünkü onunla tek güzel bir anı yaşamadan kendimi hemen sorunların içinde bulmak, mücadele etmek zorunda kalmak istemiyordum. Ben onunla gizli saklı da olsa güzel şeyler yaşamak, güzel anılar biriktirmek istiyordum. "Lütfen," dedim gözlerinin içine bakarak. "Bir süre hiç kimse, hiçbir şey bilmesin." Tek kaşını kaldırıp "Hiç kimse," diye tekrar etti söylediğim şeyi. Başımı salladım. "Evet, çünkü ne kadar çok kişi bilirse her şey kontrolümüzden o kadar çabuk çıkar ve biz söyleyemeden babam başkasından öğrenir her şeyi, her şey daha da kötü olur. Bu yüzden hiç kimse, bir süre hiçbir şey bilmesin," deyip beni anlamasını umut ettim. Aslında bu benim için de çok zor olacaktı. Yıllarca hayalini kurduğum şeyi gizli saklı yaşamak istemiyordum ama şimdilik en doğrusunun bu olduğunu da çok iyi biliyordum. Pars ne itiraz edip ne de kabul etmezken "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, umutla beni anlayıp kabul etmesini bekledim. "Peki," dedi derin bir nefes aldıktan sonra ve ekledi. "Sen nasıl istersen öyle olsun, sen ne zaman istersen baban o zaman öğrensin." Aldığım cevap beni fazlasıyla memnun ederken kocaman gülümsedim. "Teşekkür ederim," dedim beni anladığı için ve bir kez daha sımsıkı sarıldım ona. "Çok teşekkür ederim," diye ekledim, benim gibi o da bana sarılırken bir yandan da saçlarımı okşadı. "Ama çok uzun sürmesin yine de," diye uyarmayı da ihmal etmediğinde kendime engel olamayıp güldüm. "Tamam," dedim gülerken. "Çok uzun sürmez," dediğimde uzaklaştı benden. "O zaman hadi artık seni evine bırakayım, çok geç oldu. Baban daha fazla merak etmesin," dediğinde gözümün ucuyla telefonuma bakıp ekranda cevapsız arama gördüm ve gözlerimi yeniden Pars'a çevirdim. "Gidemem," dedim, anında şüpheyle baktı gözlerimin içine. "Yine ne yaptın Ayliz?" diye sordu ve sıkıntıyla oflayıp "Niye kaçıyorsun yine?" diye ekledi sorusuna. "İnanmayacaksın ama hiçbir şey yapmadım ve kaçmıyorum," dedim, tam da tahmin ettiğim için inanmaz bakışlar atarken gözlerimle kafenin içini gösterip "Baksana şuranın hâline, sabah için temizlik yapmam lazım," dedim, istediğimi yapıp etrafa bakındıktan sonra gözleri yeniden beni buldu. "Tek başına mı temizleyeceksin?" diye sordu sanki bu pek de mümkün değilmiş gibi, yüzümde alaylı bir ifade oluştu. "Sen de bir zahmet el atarsın," dediğim an yüzünde korkunç bir ifade oluştu, kahkaha atmamak için kendimi çok zor tuttum. "Ben?" dedi inanmak istercesine. Başımı salladım. "Evet, yardım edemez misin?" Bu sorumla ciddi olduğumu düşünmüş olacak ki arkasına yaslandı. "Yaralıyım ben," dedi, daha fazla kendime engel olamadım ve bir saattir içimden gelen şeyi yapıp kahkaha attım. O benim bu tavrıma anlamsızca bakarken gülmeye devam ettim. Gülerken de "Doğru ya," dedim alayla ve "On iki dikişin vardı senin," dedim ve bir kez daha kahkaha atıp "Sekizi omzunda, dördü karnındaydı değil mi?" diye ekleyip gülmeye devam ettim. Fazla ciddi bir tavırla "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye sordu, bu soru eskiden olsa beni korkutabilirdi ama bu kez korkutmak yerine güldürdü. Bir de hiç korkmadan başımı sallayıp "Evet," dedim. Kaşlarını çattı. "Çok fena kaşınıyorsun." Omuz silkip "Hiçbir şey yapamazsın ki," dememle birlikte ayağa kalkıyor gibi oldu, bunu fark ettiğim an hızla ayaklanıp ondan uzaklaştım. Ayağa kalkar kalkmaz yukarıya sıyrılan eteğimi aşağıya çekmeyi ihmal etmemiştim. "Hayırdır, niye kaçtın?" diye sordu göz kırparak, yine omuz silktim. "Valla sen manyaksın, her an her şeyi yapabilirsin. Uzak dursam daha iyi olacak," dediğimde yüzündeki o alaylı ifade daha da artmıştı. "Sen dua et yaralıyım, yoksa manyak nasıl olurmuş gösteririm sana," diye bir de tehdit etti beni ama umurumda bile olmadı. "Onu da görürüm inşallah zamanla," deyip tehdidiyle de dalga geçtikten sonra bir kez daha kafenin içine bakınıp sıkıntıyla ofladım. Onunla uğraşmayı bırakıp bir an önce temizliğe girişsem iyi olacaktı. "Hiç boşuna öyle etrafına bakınıp da temizlik yapmayı düşünme," dedi, bakışlarım onu buldu. "Bu saatte hiçbir şey yapılmaz, sabah gelir halledersin." Başımı olumsuz anlamda sallayıp "Olmaz, yarına kadar..." Devam edemedim, çünkü camdan duvarda gördüğüm şeyle gözlerim yerlerinden çıkacaklarmış gibi irileştiler. "Ne oldu? Neye bakıyorsun öyle?" Pars bunu sorarken ayaklandı ,bu tarafa doğru gelirse yakalanacağımız için onun gelmesine fırsat vermeden hızla ben yanına gidip elini tuttum. "Ayliz, ne oluyor?" diye sordu, onu mutfağa doğru çekiştirirken bir yandan da açıklama yaptım. "Babam geldi, arabası az önce kapıya durdu," dedim, hızla onu mutfağa soktum. "Yani?" diye sorduğunda istemsizce göz devirdim. "Yani mi? Seni burada görürse bütün planımız mahvolur! Ne senin ne benim ne de bir başkasının herhangi bir şey söylemesine gerek kalmadan anlar her şeyi," dedim, sıkıntıyla ofladı, o sırada kafenin kapısının açılma sesini duydum. Daha sessiz bir ses tonuyla "Sen sakın buradan ayrılma, sessini de çıkarma, halledeceğim ben," deyip yanından ayrıldım ve içeriye geçtim, babamı görüp sanki geldiğini yeni fark ediyormuş gibi davrandım. "Aaa baba?" dedim fazla şaşkın bir şekilde ve yanına gittim. "Senin ne işin var burada?" "Ne işin mi var? Sabahtan beri seni arıyorum Ayliz!" dediğinde dudaklarımı ısırdım. "Çalışıyordum, duymamışım." Kaşlarını çattı. "Bu saatte çalışıyor muydun?" diye sordu, başımı salladım. "Evet, parti bitti, ben de bir başıma temizlik yapıyordum işte." Etrafa göz attıktan sonra "Pek de temizlik yapmış gibi durmuyorsun," dedi hâliyle. "Mutfağı temizleyebildim ancak, o kadar kişilik doğum gününden sonra tek başıma ancak bu kadar oluyor," dedim, yüzündeki şüpheli ifade biraz daha arttı. "Başka kimse yok mu?" diye sordu, öyle bir sordu ki sanki yalnız olmadığımı biliyor gibiydi. Pars'ı görmüş olabilir miydi acaba? Yok canım nereden görecek ki hemen mutfağa kaçırmıştım. "Yok," dedim ve büyük bir risk aldım. "Kapıda Doğan'ın arabasını gördüm ama," dediği an öylece kalakaldım, Pars Doğan'ın arabasıyla gelmişti sanırım ama ben bunu hiç düşünmemiştim ki... Neyse, sonuçta onun arabası değildi, bir yalan uydurabilirdim. "Gökmen geldi o arabayla," dedim, babam dikkatle beni dinlerken devam ettim. "Beni yalnız bırakmak istememiş, Doğan'dan rica edip arabasını almış, gelmiş. Fakat dönerken kendini pek iyi hissetmedi, taksiyle döndü." Sanırım güzel bir yalan uydurmuştum ama o hâlâ bana şüpheyle bakıyordu. Tabii bakmakta haklıydı, orası çok ayrı bir konuydu. Şüpheli bakışları rahatsız edici olmaya başladığında "Ne o, inanmıyor musun bana?" diye sorup üste çıkmaya çalıştım ve daha da büyük bir risk alıp "Doğan'ı mutfakta saklayacak hâlim yok ya!" derken bir yandan da içimden Pars iyi ki Doğan'ın arabasıyla gelmiş diye geçirdim. "Ben şimdi öyle bir şey mi dedim?" derken geri adım atmış gibiydi. "Neyse, hadi işini bitir de beraber dönelim eve," dedi, işte bu hiç iyi olmamıştı. "Yok," dedim anında ve devam ettim. "Çok yoruldum, hiçbir şey yapamam şu an, sabah gelip kalanını hallederim," dedim. Memnun bir tavırla başını salladı. "İyi, hadi çıkalım o zaman." "Tamam, telefonumu alıp hemen geliyorum, sen bekle istersen ya da araba geç," dedim ve cevap vermesini beklemeden yanından ayrıldım, mutfağa gittim. Pars hemen kapının ağzındaydı. "Ben babamla gidiyorum, sen de biz çıktıktan sonra çıkarsın, olur mu?" diye sordum telaşla, sanki her an babam buraya gelecek gibi hissediyordum. "Tamam," dedi, bu durumdan pek de memnun değilken. Çok takılmadım bu hâline, alışır elbet o da bir gün diye içimden geçirirken aklıma gelen şeyle elimi uzattım ona. "Telefonunu ver," dedim, anlamsız bakışlar atsa da sorgulamadan cebinden telefonu çıkarıp uzattı. Hemen aldım, ekranı açtım ve hızla kendi numaramı yazıp bir kez çaldırdım. "Çıktıktan sonra mesaj atarım sana," derken telefonunu yeniden ona uzatıyordum. Uzattığım telefonu alıp cebine koyarken ayak parmaklarım üzerinde yükselip yanağından iç çekerek öptüm ve geri çekilmek istedim ama bir anda belimden tutup buna izin vermedi, dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Onun beni öpmesi bir kez daha bana her şeyi, hatta duvarın arkasında olan babamı bile unuttururken gözlerimi kapattım ve yüzüne dokundum, öpüşüne karşılık verdim. Ta ki babamın "Ayliz, hadi ne yapıyorsun?" diye seslendiğini duyana kadar. Onun sesiyle kendime gelip hızla Pars'tan uzaklaştım. "Yarın görüşürüz, yanına gelmeye çalışacağım," deyip engel olmasına fırsat vermeden mutfaktan çıktım. "Telefonumu bulamadım bir türlü," deyip yalandan etrafa bakındım ve en sonunda gözlerimi koltuğa çevirdim. Sonra da sanki en başından beri orada olduğunu bilmiyormuş gibi "Aaa bak buradaymış," dedim ve hızla gidip telefonu aldım, babamın yanına döndüm. "Hadi gidelim," dedim, birlikte kafeden çıktık. Babam arabaya giderken ben kapıyı kilitleme bahanesiyle kapıda durup anahtarı deliğe soktum, sonrasında da öylece bıraktım ve arabaya yürüdüm. Pars çıktıktan sonra kapıyı kilitler ve giderdi, yapılacak başka bir şey yoktu. Babamı şüphelendirmeden arabaya gidip bindiğimde hemen telefonuma odaklandım. Son arayan yabancı numarayı Pars diye kaydettikten sonra hemen ona mesaj yazdım. Ayliz: Anahtarı kapının üzerine bıraktım, çıktıktan sonra mutlaka kapıyı kilitle. Mesajı gönderdikten sonra sabırla bekledim, az sonra görüldü oldu ama cevap yazmadı. Yazmayacağını da anlayınca yola odaklandım, kafeden epey bir uzaklaşınca ise yeniden telefonumu çıkardım. Ayliz: Artık çıkabilirsin, uzaklaştık. Muhtemelen buna da cevap vermeyecek diye düşünürken anında görüldü oldu ve Yazıyor... ibaresi çıktı, birkaç saniye sonra da ekrana mesajı düştü. Pars: Çıktım. Babama fark ettirmeden rahat bir nefes alıp parmaklarımı ekranda gezdirdim. Ayliz: İyi geceler. Anında gördü yine ve cevap yazdı. Pars: İyi geceler. Tebessüm ederken başka bir şey yazmaya gerek duymayıp ekranı kapattım, telefonu kucağıma bıraktım ve yolları izledim. O sırada camdan yansımamı fark edip kendi kendime gülümsediğimi fark ettim. Bunun nedeni bu gece yaşananlardan başka bir şey değildi. Benim için inanması çok güçtü belki ama o artık sevgilimdi, hayatımdaki adamdı. Hâlâ her şey hayal gibi geliyordu. Sanki rüya görüyordum ve birazdan biri dürtecek, o rüyadan ayılacaktım. Bu düşünceler içindeyken eve ulaştık. Çok yorgun olduğumu söyleyip doğrudan odama çıktım, hemen üzerimi değiştirip ışıkları kapattım ve yatağa girdim. Girer girmez de sırtımı yatak başlığını yaslayıp telefonumu çıkardım ve ona yeniden mesaj yazdım. Ayliz: Eve ulaştık. Amacım; bunu söylemek değil, onunla uyumadan önce konuşmaktı ama mesajı bir türlü görmedi. Buna rağmen sabırla bekledim cevap vermesini ama maalesef o cevap gelmedi ve ben ondan mesaj beklerken ne ara uykuya daldığımı anlamadım bile. Sabah rahatsız eden gün ışığı yüzünden uykumdan ayıldığımda artık sabah bile diyemeyeceğim kadar geçmişti vakit, öğlenin on ikisi olmuştu. Buna rağmen yataktan çıkmak istemezken üstüne uyuduğum telefonumu buldum, yatağın içinde ve ekrandaki cevapsız aramaları gördüm. Hızla şifresini yazıp ekranı açtım ve aramaların Pars'a ait olduğunu gördüm. Gece ben ona mesaj attıktan yaklaşık kırk dakika kadar sonra birkaç dakika aralıklarla üç defa aramıştı ve maalesef ben telefonu sessizde unuttuğum için duymamışım. Sıkıntıyla oflarken doğruldum, umarım uyuduğumu tahmin edip yanlış anlamamıştır diye içimden geçirirken ayaklandım. Kafeye gitmeden onun yanına uğramaya karar verip hızla kendimi suyun altına attım, güzel bir duş aldım. Duştan sonra saçlarımı kurulayıp dalgalı bıraktım ve göz altı morluklarımı kapatacak kadar sade bir makyaj yaptım, ardından da beyaz bir tişörtle kot şortumu, altına da beyaz spor ayakkabılarımı giyip telefonumu aldım ve aşağıya indim. Salona girerken fazlasıyla keyifli bir ses tonuyla "Günaydın!" dedim ve girdiğim an şaşkına kalakaldım olduğum yerde. Pars buradaydı ve şu an tam karşımda durmuş, muzip bir tavırla bana bakıyordu. "Günaydın," diyen babamı duyunca gözlerimi zorlukla ondan çekip babama baktım ve elimden geldiği kadar şaşkınlığımı gizleyip rahat görünmeye çalıştım, tebessüm ettim. Ardından da gözlerimi yeniden Pars'a çevirdim. "Bakıyorum da son gördüğüme göre gayet iyisin," dedim sanki dün gece onunla değilmişim gibi ve yanlarına gidip karşısına oturdum. Şu an hâlâ Pars'ın yüzünde muzip bir ifade vardı. Sabah sabah buraya elim ayağım birbirine girsin, ne yapacağımı bilemeyeyim diye mi kalkmış, gelmişti bu? Çünkü şu an bulunduğum durumdan fazlasıyla zevk alıyor gibiydi. "Öyle," dedi her zamanki gibi fazla ciddi çıkan sesiyle ve ekledi. "Daha iyiyim." Gülümsedim. "Sevindim," demekle yetindim. O sırada babam "Duydun mu Pars yine gidiyormuş," dediği an mideme sert bir yumruk yemiş gibi hissettim, nefesim kesildi. Bu, doğru olamazdı değil mi? Bana bunu yapmazdı. "G-gidiyor mu?" diye sorarken istemsizce kekeledim. "Gidiyor," dedi babam, boğazım düğümlenirken hayal kırıklığıyla Pars'a bakıp inkâr etmesini bekledim ama tek eklime etmedi, sadece gözlerime sakinleşmemi istercesine ve güven verircesine baktı. Onun bu bakışları bir nebze olsun rahatlamama neden olsa da korkmadan edemedim. Bir kere o korku kalbime düşmüştü ve ondan mantıklı bir şeyler duymadan asla rahat edemezdim. "Bu seferlik yakına ve kısa bir süreliğine gidiyor," dedi babam, gözlerimi Pars'tan çekmeyip onun açıklama yapmasını bekledim ama tek kelime etmedi. Hem benim için yakın ya da uzak, kısa ya da uzun süreliğine hiç fark etmezdi ki... Gitmesi, gitmek demekti. Benim için hiçbir anlama gelmiyordu ama ben yine de tüm kalbimle onun bunu bana bir kez daha yapmayacağına inanıyordum. Yapmazdı değil mi? Bu sorunun cevabını almak için onunla yalnız konuşmam gerektiğini çok iyi bildiğimden "Ben kafeye geçsem iyi olacak, dün her şeyi yarım bıraktım ve vakit çok geçti. İlk günden müşteri kaybedeceğiz," dedim, ayaklandım. "Ben de bunu haber vermek için gelmiştim, gidip hazırlık yapsam iyi olacak," deyip Pars da ayağa kalktı ve bana baktı. "Götürecek kimse yoksa bırakayım seni," dedi, sanki delicesine onunla gitmeyi istemiyormuş gibi babama baktım. "Sen bırakabilecek misin beni?" diye sordum sırf şüphe çekmemek için ve umutla olumsuz bir cevap almayı bekledim. "Benim yarım saate kadar adliyede olmam lazım, seni bırakırsam geç kalırım," dedi, içten içe bu cevaptan fazlasıyla memnun olurken Pars'a çevirdim. "Eğer yolun uzamayacaksa bırakırsan iyi olur, taksiyle uğraşmayayım şimdi," dedim, gözümün ucuyla babama baktım. Özellikle onunla gitmek istediğimi fark etmemiş gibiydi. Sanırım ikimiz de güzel rol yapıyorduk. "Olur," dedi Pars ve babama başıyla selam verdi, önden yürüdü. Ben de hemen peşinden gidip arabasına bindim. Emniyet kemerimi takarken "Umarım düzgün bir açıklaman vardır," dedim, arabayı çalıştırırken gözünün ucuyla baktı bana. "Merak etme, var ama önce şuradan bir uzaklaşalım," dedi, fazlasıyla gerilmiş gibiydi. Başımı salladım. "Uzaklaşalım bakalım," dedim, gaza bastı, bahçeden çıktık ve hızla evin önünden uzaklaştık. Sabırla konuyu açmasını beklerken sahil kenarında durdurdu arabayı ve gözlerini bana çevirdi. Dayanamayarak "Gerçekten gidecek misin?" diye sordum. Anında başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır," dediği an yeniden nefes alabildiğimi hissetmeye başladım. "Peki babama neden gideceğim diye yalan söyledin?" Merakla sordum bunu ve mantıklı bir cevap duymayı bekledim. "Bir daha yalan söylemek zorunda kalmamak için," dediğinde daha da anlamsız baktım ona, bu da ne demekti şimdi? "Dün geceki gibi bir şey bir kez daha yaşanmaması için," diye ekledi ama buna rağmen hiçbir şey anlamadım. "Eğer buralarda olduğumu bilmezse sürekli seni kontrol etmeye çalışmaz." İşte bu cümlesiyle bütün taşlar benim için de yerine oturdu ama bunun doğru olup olmayacağından emin olamadım. Bu yüzden herhangi bir yorum yapmadım, sessiz kaldım. "Biz de her seferinde yakalanmayacak ve yeni bir yalan söylemeyeceğiz. Tek yalanımız bu olacak," dedi, sessiz kalmaya devam ettim. "Biliyorum hoşuna gitmedi ama emin ol saklamak ve sürekli yalan söylemek zorunda kalmak da benim hoşuma gitmiyor," derken ya söyleyelim ya da bana ayak uydur der gibiydi, sanki bir seçim yapmamı istiyordu ve bu seçim için düşünmeye gerek bile duymadım. "Tamam," deyip durumu kabullendim ve daha açık bir cevap verebilmek adına "Gitmişsin gibi yapalım," diye ekledim. Memnuniyetle başını salladı. "Anlaştık," dedi keyifle de. İstemsizce ben de gülümsedim. "Anlaştık," dedim ve sordum. "Eee şimdi nereye gidiyoruz?" "İşim var benim, bunu konuşmak için gelmiştim. Seni kafeye bırakayım, benim de işlerimi halletmem lazım," dedi, gerçekten kafeye gitmem gerektiği için hiç itiraz etmeden başımı salladım. Pars başka bir şey demeden arabasını çalıştırıp da kafeye doğru sürdüğünde sırf sohbet olsun diye bir şeyler sordum, o da cevap verdi hepsine. Bir ara laf arasında dün uyuyakaldığım için telefonlarını açmadığımı söyledim ve bunu pek de sorun etmediğini fark ettim. Sohbet ederek kafeye ulaştığımızda artık ayrılma vakti gelmişti ama bunu hiç istemedim. Onu görmeye, onun yanımda olmasına o kadar doyamıyordum ki akşama kadar kafede benimle olsa sesimi çıkarmazdım ama maalesef bu pek de mümkün değil gibiydi. "O zaman görüşürüz," dedim arabadan inmek zorunda olduğum için. "Görüşürüz," dedi ve ekledi. "İşim erken biterse buraya gelirim, yoksa da gece bir şeyler ayarlarız," dedi, tebessüm ettim ve o an sanki karşımda bambaşka bir adam duruyormuş gibi hissettim. Eskiden olduğu gibi; soğuk, çekilmez bir adam değildi. Doğrusu onu bana karşı öyle olmasına o kadar alışmıştım ki bir gün birlikte olursak da öyle olur zannediyordum. Fakat şu an karşımda hiç tanımadığım bir Pars duruyordu ve hâli hoşuma gitmiyor değildi. "Peki, konuşuruz gün içinde," deyip onu onayladım ve eşzamanlı olarak bana doğru eğildiğini fark ettim. Her zamanki gibi bu yüzden kalbim hızla atmaya başlarken yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve beklediğimin aksine dudaklarımın kenarından öptü. Daha önce beni her öptüğünde olduğu gibi huzurla gözlerim kapanırken iç çektiğini fark ettim ve içim sıcacık oldu. O sırada ağır ağır geri çekildi. Benim de gözlerim aynı yavaşlıkla geri açıldı ve bakışlarımız kesişti. "Bir sorun olursa beni ara," dedi ve ekledi. "Telefonum hep açık olacak." Bu cümlesiyle anladım ki Gökmen'e eskisinden de fazla güvenmiyordu. Haksız da sayılmazdı, son olan şeyden sonra artık ben de Gökmen'in her şeyi yapabileceğini düşünüyordum ve umarım beni yanıltırdı. Yeni bir macerayı kalbim kaldırmazdı çünkü. "Korkma," dedim güven verici bir ses tonuyla. "Bir şey olmaz," diye ekledim, oysa buna ben bile güvenemiyordum. "Umarım," dedi, ben de onun gibi ona doğru eğilip iyice yaklaştım ve yanağından öptüm. Geri çekildiğimde de konu uzamasın diye "Akşam görüşürüz," deyip arabadan indim, buna rağmen gitmezken muhtemelen Gökmen'in açtığı kafeye girdim. Kafeye bakınmak yerine dışarıya baktım, Pars'ın ancak ben içeriye girdiğimde gittiğini gördüm. Gittiğinden emin olduktan sonra gözlerimi kafenin içine çevirdim ve şoke oldum. Her yer temizlenmiş, eskisi gibi pırıl pırıl olmuştu. Bu, keyfimi fazlasıyla yerine getirirken mutfaktan çıkan Gökmen'i gördüm, birkaç adımda yanına gittim. "Bakıyorum da bugün çok çalışkansın," dedim, anlamsız bakışlar attı. "Erkenden gelip kafeyi açmamdan bahsediyorsan üzgünüm ama ben de sadece yarım saat önce geldim," dedi, şaşkınca kaldım. Buraları yarım saat içinde mi bu hâle getirmişti? Bu mümkün değildi ki. "Yarım saat içinde mi temizledin her şeyi?" diye sordum, anlamsız bakışlar atmaya devam etti. "Ne temizliği?" diye sordu. "Ne demek ne temizliği? Buraları sen temizlemedin mi?" "Yoo," dedi anında ve "Ben geldiğimde her yer tertemizdi zaten, ben de sen yaptın zannettim," dedi, şaşkınlığım daha da arttı. "Anladığım kadarıyla sen de temizlememişsin," deyip kaşlarını çattı. "Ee o zaman kim temizledi buraları?" Onun bu sorusuyla aklıma tek bir isim geldi. "Sanırım biliyorum," dedim ve gülümsedim. Muhtemelen Pars birilerini göndermiş, temizlik işini halletmişti. Zaten dün gece de tek başına temizleme deyip duruyordu. "Pars bir şey yapmış sanırım," dedi Gökmen, yüzümdeki anlamsız gülümsemeyle birlikte gözlerim hızla onu buldu. "Sen nasıl tahmin ettin ya ?" diye sordum, yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Seni böyle aptal aptal tek bir kişi gülümsetebilir," diye cevap verdi kendinden emin bir tavırla. Kaşlarımı çattım. "Sen bana aptal mı dedin az önce?" Göz devirdi. "Sen söylediğim şeyden bunu mu anladın sadece?" "Bana bak," diye konuya girdim ama devam edemedim. Çünkü bir anda kafenin kapısı açıldı ve hiç tanımadığım iki genç kız girdi içeriye. İkisi de gülüp sohbet ederken cam kenarında bir masaya oturdular, dudaklarım yana kıvrıldı. Sanırım ilk müşterilerimiz gelmişti. Bu, keyfimi yerine getirirken Gökmen'le göz göze geldim. Onun da keyfi yerine gelmişti ama küçük bir sorunumuz vardı şu an. "Umarım mutfakta çalışacaklar gelmiştir," dedim, ikisiyle de gelip bugün işe başlamaları konusunda anlaşmıştık çünkü. "Geldiler, merak etme," dedi, rahat bir nefes aldım ama sanırım bir sorunumuz daha vardı. Onun görünüşü gibi... "Ortadan kaybol," dedim bu sorunu çözmek için, yine kaşlarını çattı. "Emin ol kimse ağzı yüzü dağınık, fazlasıyla belalı görünen birinin işletmesine gelmek istemez," dedim, kızacak gibi oldu sanki bir an ama tek kelime etmedi, durup düşündü ve o düşünme sonunda bana hak vermiş olacak ki başını salladı, mutfağa doğru gitti. O giderken ben de henüz bir kez bile kullanmadığımız adisyon defterini çıkardım, yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirip kızların yanına gittim. Gayet samimi bir tavırla siparişlerini aldım, mutfağa gidip hemen siparişleri verdim. Siparişler hazır olunca ise götüren yine ben oldum. O gün böyle geçip gitti, gün içinde çok olmasa da tek tük müşteri geldi, bir şeyler yiyip içtiler. Fakat akşam her şey beklediğimden de farklı ilerledi, tahmin ettiğimden de çok müşteri geldi. Bu yüzden tüm günün aksine akşam daha yoğun çalıştık ve son müşteriler de kalkıp gittiğinde günü gayet iyi tamamlamış olduk. Son müşterinin ardından Hazal da gelmiş, bir gece önceki parti için anlaştığımız ücreti ödemişti. O ücret içinden tüm giderleri çıkardığımızda bize de az da olsa bir para kalmıştı. Zaten bizim açılışı böyle bir partiyle yapma sebebimiz para kazanmak değil, reklam yapmaktı ve başarılı da olmuş olacağız ki ilk güne rağmen gayet iyi müşteri gelmişti. Saat on gibi gün sonu temizliğini yapıp da artık kafeyi kapattığımızda benden mutlusu yoktu. Çünkü gerçekten de her şey beklediğimden de yolunda gitmişti. Bu mutlulukla ben de kafeyi kapattığımda Pars ancak o an aklıma gelmişti. İşim biterse gelirim demişti ama işi bitmemiş olacak ki gelmemişti, hatta arayıp sormamıştı bile. Fakat aynı zamanda gelemezsem gece bir şeyler ayarlarız demişti ama bunun için bile aramamıştı. Muhtemelen hâlâ işi bitmemişti. Bu biraz canımı sıkarken bir taksi bulabilmek umuduyla caddeye yürüdüm, etraf kalabalık ve işlek bir caddede olduğum için tek başıma yürümek beni korkutmazken yanıma bir anda siyah bir araba durdu. Dikkatle bakıp arabayı tanımadığımdan emin olduktan sonra birkaç adım geri gidip uzaklaştım. Korku, anında tüm bedenimi kaplarken filmli cam ağır ağır indi ve Pars'ı gördüm, korkumdan eser kalmadı. "Ödümü patlattın," dedim ve derin bir nefes aldım. Dudakları hafifçe yana kıvrıldı. "Seni kaçıracak olsaydım emin ol bu kadar kalabalık bir yeri tercih etmezdim," dedi, güldüm. "Doğru, sen genelde babamın evinden sırtına atıp kaçırmayı tercih ediyorsun." Yüzünde muzip bir ifade oluştu. "Benim de böylesi hoşuma gidiyor demek ki." Anında kaşlarımı çattım. "Lan sen daha önce kaç kişiyi kaçırdın da kaçırma sittilerine alışıp en hoşuna gideni seçtin?" diye sordum. Yüzündeki o muzip ifade anında yok olurken "Lan mı dedin sen bana?" diye sordu. Dudaklarımı ısırdım. "Öyle mi dedim?" Cevap vermek yerine başını salladı. "Dedim sanırım," diye mırıldandım ve gergince gülümsedim. "Öyle bir an da şey oldu ya," derken daha fazla durmadım ve arabaya bindim, o esnada Pars hâlâ aynı şekilde bakmaya devam ediyordu bana. Üste çıkmak için ben de aynı şekilde ona bakıp "Sen benden başka kimi kaçırdın?" diye sordum. "Aklımı," dedi. Anlamsızca baktım. "Ne?" "Ben bir seni bir senin yüzünden aklımı kaçırdım Ayliz, başka da hiçbir şey yapmadım," deyip arabayı çalıştırdı. Yaptığı garip kelime oyununu ancak anlayınca gülmeye başladım. "Espri yeteneğin de bayağı gelişmiş." Gözünün ucuyla baktı ve dilini damağına çarpıtarak cıklayıp yeniden gözlerini yola çevirdi. Bu tavrı beni yine güldürürken "Tamam tamam kızma, şaka yaptım," dedim, ardından da konuyu toparlamak için "İşin bitmedi, gelmeyeceksin sandım," diye ekledim. "Geleceğim dediysem, gelirim," dedi, gülümsedim. "Bu arada baban artık burada olduğumu bilmiyor." Yine aynı konu aklıma geldi, sessizliğimi korudum. "Artık rahatsın yani." Başımı salladım. "Sanırım öyle," dedim, sanki şu an bir şey yapmamı, söylememi ister gibiydi ama ne yapacağımı, benden ne beklediğini anlayamadım. Ve sırf aynı şekilde bakmaya devam etmesin diye "Eee biz ne yapacağız?" diye sordum, doğrudan eve gitmeyi istemiyordum, onunla biraz vakit geçirmek istiyordum. Umarım o da bunu fark eder diye içimden geçirirken "Ne kadar vaktin var?" diye sordu, saate bakıp buçuk olduğunu gördüm. "Bir buçuk saat falan," dedim. "Güzel," dedi ve arabayı çalıştırdı, nereye gideceğimizi merak etsem de hiçbir şey sormadım, sabırla gideceğimiz yeri bekledim. Yaklaşık on beş dakika sonra daha sonra daha önce hiç görmediğim bir evin önündeydik. Kimin yanına geldiğimizi anlayamayıp "Burası kimin evi?" diye sordum, o esnada Pars arabadan indi, ben de hemen peşinden indiğimde yanıma gelmişti bile. "Yeni evim," dedi, şaşkınca kaldım karşısında. "Senin mi? Senin adada bir evin vardı zaten." "Hâlâ var," dedi ve evin bahçesine girdi, peşinden yürürken açıklamaya devam etti. "Daha önce günlerce şehre gelmeye gerek duymuyordum," dedi ve yanında yürüdüğüm için kolunu omzuma attı, beni usulca kendine çekti. "Ama şimdi sanırım her gün gelmem gerekecek." İma ettiği şeyi anladığım an yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. "Yaa," dedim uzata uzata ve kolunun altına biraz daha girdim. "Demek öyle?" diye sorduğumda birlikte yürüyorduk. "Öyle," dediğinde çoktan evin kapısına ulaşmıştık, bu yüzden de kolunu omzumdan çekmek zorunda kalmış, cebinden anahtarını çıkarmış, kapıyı açmış ve birlikte eve girmiştik. Etrafın karanlık olması yürümeme engel olurken Pars ışıkları açtı ve evin içini ancak o zaman görebildim. Diğer evine göre küçüktü ama dekorasyon olarak tam orayı andırıyordu. Eve göz attıktan sonra gözlerimi ona çevirdim. "Diğer evine göre biraz küçük," dedim, yanıma geldi. "Olacak o kadar," dedi ve yanımdan geçip gitti, kendini ilerideki üçlü koltuğa bıraktı. Otururken yüzünü buruşturur gibi olduğundan endişeyle yanına gittim. "İyi misin?" diye sordum, başını sallarken yanına oturdum. "İyiyim diyorsun ama pek iyi görünmüyorsun," diye çıkışıp devam ettim. "Senin günlerce yerinden bile kalkmaman gerekiyordu Pars, iyice iyileşmen için..." Devam edemedim, çünkü bir anda hiç beklemediğim bir şey yaptı ve belimden tuttu, beni kendine çekip dudaklarını dudaklarıma bastırıp beni öptü. Ellerim hemen yüzünü bulurken dudaklarımı araladım, öpüşüne karşılık verdim. Onun da elleri aynı şekilde yüzümü buldu, daha sert öpmeye başladı. Ona karşı koymak yerine aksine elimden geldiğince karşılık vermeye çalışırken kendi geri çekti, gözlerime baktı. İşte o an duymayı beklediğim son şeyi duydum ondan. "Üstümü değiştirmeme yardım eder misin?" Bu isteğiyle karşısında şaşkınca kalırken ne diyeceğimi bilemedim. Ta ki onun bu kadar kısa sürede benden art niyetli bir şey istemeyeceği gerçeği aklıma gelene kadar. Bunun aklıma gelmesiyle hiç tereddüt etmeden ve hiç çekinmeden başımı salladım, hatta ondan önce ayağa kalktım. "Hadi o zaman," deyip ona elimi uzattım, anında tuttu elimi ve benden destek alıp ayağa kalktı. Yaralı olduğu için üst kata çıkmamız bir tık yavaş olsa da sonunda çıkmayı başardık. Bu evde ne nerede bilmediğim için sadece onu takip ettim, yatak odasına girdik. O doğrudan yatağa gitti, kenarına oturdu. "Normalde hiç ağrısı olmuyor ama merdiven çıkınca yanmaya başlıyor," diye açıkladı şu anki hâlini, tek kelime etmeyip odadaki giyinme odasına girdim. "Ceket tarzı bir şey getirsene," dediğinde kollarını kaldıramadığı için bunu istediğini anladım, kıyafetlerine göz attım. Birkaç dakika sonra lacivert bir eşofman takımı bulup yanına döndüm ve gömleğinin düğmelerini çözdüğünü fark ettim. Vücuduna değil de ona bakmak için çaba sarf ederken yaklaştım ona. Elimdekileri yanına bırakıp gömleğin sağlam olan koluna denk gelen kısmından kurtardım onu. Sıra diğer koluna geldiğinde daha dikkatli oldum ve kolunu hafifçe kaldırmasını sağladıktan sonra gömleği tamamen çekip aldım üzerinden. Bunu yaptıktan sonra biraz bekledim, iyi olduğundan emin olup eşofmanların ceketini aldım, sağlam olan koluna kolaylıkla ceketin kolunu geçirdim. Sıra diğerine geldiğinde gözlerim istemsizce vücuduna –özellikle de yara olan kısma- kaydı ve oradaki şişliği fark edip kaşlarımı çattım. "Yaran şişmiş," dedim, bu pek de normal bir durum değil gibiydi. Bu düşünce endişelenmem için yeterli olurken "Sıkıntı yok, doktor birkaç güne geçer dedi," dediğinde doktora görünmüş olduğunu anladım, endişem dindi ve ceketin diğer kısmını da dikkatle giydirdim ona. O esnada gerçekten vücuduna değil de ona bakmak tuhaf bir şekilde zor gelmeye, sıcak basmasına neden olurken sırf aklımı dağıtmak için "Temizlik işini senin hallettiğini biliyorum," dedim, o an yüzünde gergin bir ifade oluştu. Muhtemelen bu yüzden ona kızacağımı zannetti ama hiç öyle bir niyetim yoktu. Çünkü benim için bir şeyler yapmaya çalıştığının farkındaydım. Orayı kendi temizleyemeyeceğine göre muhtemelen birilerini gönderip halletmişti. "Anahtar bende kalmıştı, ben de bir işe yarasın bari dedim." "Teşekkür ederim," dedim, gözlerini kıstı, o sırada ceketinin fermuarını çekiyordum. "Kızmadın mı?" diye sordu. Dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Hayır," dedim ve önden tedbir almak adına "Ama sadece bu seferlik kızmadım," diye ekledim. "O nasıl oluyor?" "Bir daha yaparsan kızabilirim demek oluyor," dedim ve aynı sakin ses tonuyla devam ettim konuşmaya. "Beni böyle kolaya alıştırırsanız çalışmaya devam etmeyebilirim, bu yüzden dikkat etseniz iyi olur," deyip şakayla karışık bunu istemediğimi söyledim ve güldüm. Bu sayede hem bozulmadı hem de bundan sonra yapmaması gerektiğini ima etmiş oldum. "Tamam, alıştırmam seni kolaya," dedi ve alaylı bir tavırla devam etti. "Sonra maazallah çalışmayı falan bırakırsın, kim ödeyecek bana borcunu?" Tek kaşımı kaldırdım. "Sanki her seferinde şakayla karışık bana borcu hatırlatmaya çalışıyormuşsun gibi geliyor, sen ne cimri bir adam çıktın böyle ya?" "O kadar mı belli ettim?" diye sorarken fazlasıyla ciddi gibiydi. "Bundan sonra biraz daha üstü kapalı ima edeyim o zaman," dediğinde kahkaha attım ve hafifçe omzuna vurup ayağa kalktım. "Hadi bırak benimle uğraşmayı da şu pantolonunu da değiştirelim," dedim, o yatağın kenarından tutunup kalkmaya çalışırken bir an için bu hâlimizi ve kurduğum bu cümleyi yadırgadım, garibime gitti. O sırada Pars ayaklandı, bu histen hemen kurtuldum. "Onu ben hallederim," deyip kemerini çözerken ne yapacağımı bilemedim. Durup onu izlemek çok tuhaf olacağından sanki bir şeyler ilgimi çekmiş gibi yanından ayrıldım, pencereye gittim. Pencerenin yansımasından onu görünce arkamdan muzipçe baktığını fark edip daha da utandım, pencereden de gözlerimi çekip dışarıya doğru baktım ve işini halletmesini bekledim. Az sonra pantolonunun fermuarının inme sesini duyduğumda utançtan ölmek üzereydim. Umarım işini bir an önce halleder diye içimden geçirirken bahçeye giren adamları gördüm. Bu, gerilmeme neden olurken biraz dikkatli baktım, Pars'ın adamları olduğunu fark ettim. "Seninkiler geldi," derken arkamda varlığını hissettim. Hafifçe ona döndüğümde üzerini giyindiğini fark ettim, utanç duygusundan kurtuldum. "Geç kaldılar," dedi, şu an o kadar yakındı ki konuşurken nefesini boynuma hissediyordum. "Benden önce gelmeleri gerekiyordu." "Buraya bu kadar yerleştiğine göre bundan sonra hep burada kalacaksın sanırım," dedim, arkamdan sarıldı ve dudaklarını boynuma bastırdı. "Şimdilik kesin bir şey yok," dediğinde bana sarılıyor olduğu hâlde ona döndüm, bu kez de elleri belimde birleşti, sarılmayı bırakmadı. "O evi seviyorum," dedim gözlerinin içine bakarak ekledim. "Çünkü seni yıllar sonra ilk defa orada gördüm, seni yeniden orada sevdim, senden orada vazgeçmeye çalıştım ve orada bir kez daha sana yenildim, daha çok âşık oldum," deyip yaklaştım ona. "Bu yüzden özel orası bizim için." Dudaklarında minik de olsa bir tebessüm belirdi. "Benim için daha özel," dedi ve iç geçirdi. "Seninki gibi yeniden değildi her şey ama benim için de her şey orada başladı." Gülümsedim, sessiz kaldım. "Aslında her şey sana dair her şeyi bildiğimi fark ettiğimde başladı." "Anlamadım," dedim. "Sen o eve geldiğinde seni hiç tanımadığımı zannediyordum ama zamanla aslında her şeyini bildiğimi fark ettim," dedi, merakla ona bakarken anlatmaya devam etti. "Her ağladığında sesin duyulmasın diye son ses müzik dinlediğini biliyormuşum meğerse, bunu o evde o müziği dinlediğini duyduğum ilk an ağladığını da anladığımda fark ettim," dedi, sessiz kaldım. "Yalan söylerken göz teması kurmaya özen gösterdiğini ve bu yüzden kirpiklerini bile kırpmadığını da biliyormuşum meğerse, bunu da o evde gözlerimin içine bakarak konuştuğunda anında yalan söylediğini fark ettiğimde anladım," dedi, şaşkınca kaldım karşısında ve yine tek kelime etmedim. "Salata yerken malzemeleri zorlukla da olsa birbirinden ayırıp yediğini, duştan sonra hemen uyumayı sevdiğini, geceleri uykunda konuştuğunu, uyurken korkarsan başını yastığın altına soktuğunu, öğlenleri en az iki saat uyumayı sevdiğini ve eğer uyuyamazsan sinirlendiğini, akşam dokuzdan sonra yemek yersen tüm gece midenin bulandığını ve daha birçok şeyi bilmiyorum zannediyordum ama biliyormuşum meğerse," dedi, gözlerim doldu. Bir kez daha mutluluktan... "Bunları bildiğimi fark edince biraz daha uzak durmak istedim senden, sen de benden uzak dur, hatta nefret et istedim. Çünkü o zamanlar doğru olan buydu benim için, senin hakkında daha fazla bir şey bilmek istemiyordum. Tam da bu yüzden beni tehdit edip gitmek istediğinde blöf yaptığını bile bile her şeyi bozup gitmene izin verdim. Her şeyin ancak o zaman yoluna gireceğini düşündüm," dedi, tüm o yaşananların nedenini ilk defa açıkça öğrenmek kendimi tuhaf hissetmeme neden olurken tek bir şey sormak istedim ona. "Peki şimdi?" diye sordum ve devam ettim. "Şimdi yaptığımız şey doğru mu geliyor sana, o yüzden mi yıktın duvarlarını ve her şeyin yaşanmasına izin verdin?" Bu sorunun cevabı şu an benim için her şeyden daha önemliydi. "Hayır," dedi gözlerimin içine bakarken, afalladım. Hayır mı? "Hâlâ yanlış geliyor, babana bunu yapmaya hakkımız yok," dedi, gözlerimi kaçırdım, gözlerine bakamadım. "Ama bu kez doğru olanı yapmak içimden gelmiyor," dediğinde gözlerim yeniden onu buldu, yüzümü avuçlarının arsına alarak devam etti konuşmasına. "Yanlış yapmak isteyecek kadar özledim seni," dedi, gözlerim dolu dolu ona gülümserken yüzüme yaklaştı. "Yanlış yapmak isteyecek kadar seviyorum seni," dediğinde buruk da olsa tebessüm ettim. O esnada biraz daha yaklaştı. Kendimi bir kez daha onun beni öpmesine hazırlarken dudakları dudaklarıma temas etti. Eşzamanlı olarak gözleri arkamda bir noktaya takıldı, kaşlarını çattı. Her ne olduysa dikkati dağılırken beni öpmek yerine geri çekildi ve şoke olmuş bir ifadeyle bahçeye doğru baktı. Onun bu hâli beni korkuturken hızla pencereye dönüp ben de bahçeye baktım ve tıpkı onun gibi ben de şoke oldum. Çünkü şu an cüzdanında fotoğrafını gördüğüm ve herkesten sır gibi sakladığı o kadın kanlı canlı bir şekilde bahçede duruyordu. Sanırım bu gece aramızdaki son sır da ortaya çıkacak, çıkmak zorunda kalacaktı. Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3 Ay bunlar ne romantik bir çift oldular böyle asdfdsgshdghk Şey dermişim; biraz kaos lazım bunlara falan ehehehehehhe Sizce o kadın kim çıkacak? Aralarında bir soruna neden olacak mıdır? Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın<3 Alıntı ve duyurular için; Instagram: gizzemasslan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |