@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 38. BÖLÜM "BAZI DELİLİKLER" Hayatta bazen bazı şeyler hiç beklemediğimiz anlarda gerçekleşirdi. Hani derler ya; bin yılda olmayan şeyler bir anda olur diye? Sahiden de öyleymiş,yıllarca uğraştığın hiç beklemediğin bir anda seni bulup senin olabiliyorlarmış. Bu yüzden hiç pes etmemek gerekiyormuş gerçekten de bu hayatta. Çünkü vazgeçmediğimiz her şey elbet bir gün bizimle oluyormuş. Ben, bunu Pars sayesinde öğrenmiştim. Düşünüyorum da o kadar yıl umutsuzca sevmek yerine vazgeçseydim, kendi yoluma bakabilseydim sanırım onun sevgisine hiç sahip olamayacaktım ve o hep benim için koca bir hayal kırıklığı olarak kalacaktı. İşte bu yüzden iyi ki diyorum, iyi ki hiç vazgeçmemiş de sonuna kadar sevmişim onu. Yoksa bugün bu kadar mutlu olabilir miydim? Onun sevgisi sayesinde sabretmeyi de öğrenmiştim ve şimdi o sabrın sonunda istediğim bir şey daha oluyor, hayatımdan bir sır daha yok oluyor gibiydi. Günlerce içimi kemiren o sorunun başrolü, bulunduğum evin bahçesindeydi. İlk şoku üzerimden attıktan sonra gözlerimi kadından çektim, az önce beni öpmek üzere olan Pars'a baktım. Benim aksime hâlâ şaşkındı ve bu şaşkınlıkla aşağıdaki kadına bakmaya devam ediyordu. Ben ise onun bu hâline anlam veremiyordum. Neydi bu şaşkınlığının sebebi, kadını aniden görmüş olması mı yoksa ben buradayken kadının buraya gelmiş olması mı? Bu sorular zihnimin içinde dönüp dururken onun bu hâline daha fazla dayanamadım ve kendine gelmesi için koluna dokunup "Pars," dedim, ancak o zaman gözleri beni bulabildi. "İyi misin?" Bu soruma cevap vermek yerine gözlerini benden çekip yeniden aşağıya doğru baktı. "Sanırım bu misafiri beklemiyordun," dediğimde yeniden gözleri beni buldu. Muhtemelen yine cevap alamayacağım diye içimden geçirirken derin bir nefes aldı. "Öyle," dedi ve başka herhangi bir şey söylememe fırsat vermeden yanımdan ayrıldı, kapıya doğru gitti. O odadan çıkıp giderken acaba peşinden ben de insem mi yoksa çok meraklı görünmemek için inmesem mi diye düşünürken meraklı görünsem ne olur ki diye kendime sordum ve dayanamayarak ben de hızla odadan çıktım. Pars'ı etrafta göremezken "Beyefendi bir saatte zor çıktı yukarıya ama elin kızını görünce beş dakikada inebilmiş maşallah!" diye söylenerek ben de aşağıya indim ama onu salonda da göremedim. Bahçeye çıktığını anlamak zor olmazken oyalanmadan hızla ben de bahçeye çıktım ve Pars'ı sonunda görebildim. Fakat beklediğim gibi kadının yanına gitmemiş, epey bir uzağında karşısında durmuş, sessizce bakıyordu ona. Olduğum yerde durmak yerine ağır adımlarla yanına gittim, yanında durdum. İşte ancak o zaman kadının gözleri beni buldu, kim olduğumu sorgularcasına kısa bir bakış atıp yeniden gözlerini Pars'a çevirdi. Hemen ardından da Pars'ın yapmadığı şeyi yapıp yanımıza yaklaştı. Gözleri bir an bile olsun beni bulmazken Pars'ın gözlerinin içine bakıyordu, bu ister istemez beni rahatsız edince onu incelemekten kendimi alamadım. Uzun boylu, fit bir vücudu ve uzun siyah saçları olan, beyaz tenli bir kadındı. Yirmi iki-yirmi üç yaşlarında ve fazla özgüvenli görünen biriydi. Dimdik bir duruşu, keskin bakışları vardı ve anlam veremediğim bir şekilde Pars'a öfkeyle bakıyordu. Bu davranışı onun kim olduğunu daha çok merak etmeme neden olurken "Beni arıyormuşsun," dedi, ilk konuşan kendisi oldu. Gözlerimi ondan çekip yanımda duran Pars'a baktım ve sonunda şaşkınlığını üzerinden attığını, onun da kendinden emin bir şekilde durduğunu gördüm. "Doğru," dedi henüz ismini bilmediğim kadının söylediği şeyi inkâr etmek yerine ve ekledi. "Sen de köşe bucak kaçıyordun benden," dedi, şaşırdım. Allah aşkına kimdi bu kadın? Neden böyle bir ilişkileri vardı? Bu soru yüzünden meraktan delirmek üzereydim. "Kaçsaydım buraya kadar peşinden gelmezdim," dedi kadın ve bir kez daha gözünün ucuyla bana bakıp yeniden Pars'a döndü. "Doğrusu şaşırttın beni, kalkıp da kendi ayağınla geleceğini hiç sanmıyordum." Pars'ın söylediği bu şeyle kadının yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Zahmet edip Amerika'ya kadar gelip buranın adresini bırakmışsın, yetmemiş bir de not bırakmışsın. Neymişte biraz daha senden kaçmaya devam edersem kendi yöntemlerinle beni bulup zorla buraya getirirmişsin." Kadının söylediği şey fazlasıyla şaşırmama neden oldu, ne yani kendi kalkıp gelmeseydi ciddi ciddi kaçıracak mıydı kadını? "Yapardım da," dedi Pars kendinden emin bir şekilde ve ekledi. "Sinirimi yeterince bozmaya başlamıştın çünkü." Bunlar biraz daha böyle konuşmaya devam ederlerse yeter artık diye bağırarak araya girecektim. "Asıl sen benim sinirimi bozuyordun! Senden kurtuluş yok mu? Hem sen ne diye peşimde dolanıyorsun?" diye sordu kadın, daha fazla dayanamayıp gerçekten araya girdim. "Bana da ne olduğunu anlatacak mısınız?" diye sordum, ikisinin de gözleri aynı anda beni bulduğunda "Mesela aranızda ne gibi bir ilişki olduğundan ve niye kavga ettiğinizden başlayabilirsiniz," dedim, gözlerini benden ilk çeken kadın olurken Pars bana bakmaya devam etti. "Seni dinliyorum," dedim kaçmasına fırsat vermemek için. "Hadi anlat," dedi kadın ve beklemediğim bir şekilde bana destek çıktı ya da bana öyle geldi. "Ne anlatacaksın gerçekten çok merak ediyorum," derken sanki alay ediyor gibiydi. Pars gözlerini ona çevirip "Alay edilecek bir şey görmüyorum," dedi fazla ciddi bir tavırla. "Ben görüyorum ama," dedi kadın ve Pars'ın konuşmasına fırsat vermeden devam eti. "Küçükken beni terk ettikten sonra gelip sanki nasıl olduğumla ilgileniyormuş gibi her yerde beni araman çok komik geliyor mesela," dedi, şaşkınca kalakaldım. Ne demişti o, küçükken mi? Aralarında bu kadar eskiye dayanan bir mesele mi vardı yani? "Biz mi terk ettik seni?" diye sordu Pars ve devam etti. "Sen o gece ne olduğunu hatırlamıyorsun herhâlde," dediği an en başından beri çok güçlü bir görünüşü olduğunu düşündüğün gözleri bu tek cümleyle doldu. "Bu bir bahane değil," derken sesi titredi, canının yandığı her hâlinden belli oluyordu. "Sonradan çok fırsatınız oldu ama umurunuzda olmadım," dedi ve Pars'a doğru bir adım atıp iyice yaklaştı ona. "Senin de kardeşlerinin de umurunda olmadım," dedi ve işin içine Doğan'la Erdem de girmiş oldu. O an anladım ki gerçekten de bu kadının hayatlarında önemli bir yeri var gibiydi. Tek sorun bu zamana kadar ondan bir kez bile bahsetmemiş olmalarıydı. Sanki kadının söylediği gibi gerçekten de umurlarında olmamış gibiydi ya da işin içinde çok başka bir şey vardı. "Gelmedik mi zannediyorsun?" diye sordu Pars, kız sessiz kaldı. "Her seferinde o gece olan şeyden farklı hiçbir şey olmadı. Sonra da tamamen kaybolup gittiniz. O yaşta seni bulmam mümkün değildi ve ne zamanki bulmam mümkün oldu, buldum," dedi Pars, aklım giderek karıştı ama bu kez araya girmedim. "Sebep?" diye sordu bu kez de kadın. "Neden buldun beni? O kadar yıl sonra ne istiyorsun benden?" Bu soruyla Pars derin bir nefes aldı, sinirlenmiş ve sakin kalmaya çalışıyor gibiydi. Bunu, karşımızdaki kadın hiç fark etmezken "Derdin ne benimle?" diye ekledi sorusuna, Pars daha da öfkelendi o an. O öfkeyle de dişlerini sıkarak "Kardeşim olman yeterli değil mi?" diye sordu ve işte o an hayatımın şokunu yaşadım. Kardeş mi dedi o? Yoksa ben yanlış mı duydum? Ben daha duyduğum şeyin şaşkınlığını yaşarken kadın "Senin iki kardeşin var, ben senin..." dedi ama devam edemedi, Pars izin vermeyip araya girdi. "Sen de onlar gibi benim kardeşimsin Leyla! İster kabul et istersen et ama kardeşimsin!" diye ekledi kendinden emin bir tavırla. Hâlâ duyduğum şeylerin şaşkınlığını yaşarken isminin Leyla olduğunu öğrendiğim kızın yüzünde buruk bir ifade oluştu. "Hı hı," dedi buruk bir tavırla, Pars'ın söylediği şey kalbini kırmış gibiydi. Onun bu tavrıyla gözlerimi Pars'a çevirdim, dikkatle kıza baktığını fark ettim. Leyla'nın aksine yüzünde dümdüz bir ifade vardı. "Hem sen beni nasıl buldun?" diye sordu bir anda Leyla ve devam etti. "Yıllardır Türkiye'de değilim ben, nasıl olur da yurt dışında beni bu kadar kolay bulabilirsin?" Sanırım Pars'ı pek tanımıyordu, aksi hâlde bu sorunun cevabını çok iyi biliyor olurdu. "Bulurum ben," dedi Pars kendinden emin bir şekilde. Kız derin bir nefes aldı. "İyi," dedi ve Pars'a doğru bir adım atıp gözlerinin içine baktı. "Buraya kadar sizinle görüşmek istemediğimi söylemek için geldim. Peşimi bırak, seni de kardeşlerini de görmek istemiyorum! Bir daha sakın karşıma çıkma, bana ulaşmaya çalışma!" dedi ve gerçekten bunları söylemeye gelmiş olacak ki başka hiçbir şey demeden kapıya doğru yürüdü. Pars engel olmayacak mı diye düşünürken Pars ellerini arkasında birleştirdi ve "Ben izin vermediğim sürece buradan çıkamazsın," dedi, anında adamlar kapının önüne dizildi, Leyla'da durmak zorunda kaldı. Gerçekten çıkamayacağını anlamış olacak ki hızla bize döndü. "Bunu yapamazsın!" diye bağırdı öfkeyle, Pars onun bu söylediğini hiç umursamazken yeşilleri beni buldu ve elini uzattı. "Biz içeriye girerim, güzelim," dedi, hitap etme şekli fazlasıyla hoşuma giderken uzattığı elini tuttum, onunla birlikte yeniden eve yürüdüm. "Pars!" diye bağırdı arkamızdan Leyla ama Pars onu duymamış gibi yaptı, yürümeye devam etti. "Pars!" diye bağırdı bir kez daha Leyla ama yine Pars'ın umurunda olmadı. "Pars Atakan!" diye bağırdı bu kez de ama yine durmadı Pars. "Bu yaptığın suç! Kişiyi hürriyetinden alıkoymanın suçu ne biliyor musun sen?" diye bağırmaya devam etti ama Pars bunu da umursamadı, o sırada giriş kapısına ulaşmıştık bile. Leyla Pes etmek yerine bir kez daha "Pars!" diye bağırsa da durmadık. Ta ki tam eve girecekken "Abi!" diye bağırana kadar, işte bununla birlikte durdu Pars, ben de onunla birlikte durmak zorunda kaldım. Durur durmaz da gözümün ucuyla ona baktım, dudaklarının hafifçe yana kıvrıldığını fark ettim. İstediğini elde etmiş gibiydi. Neden böyle davranıyor anlayamazken ağır hareketlerle Leyla'ya döndü yeniden ve fazla sakin bir ses tonuyla "Söyle abiciğim," dedi, bunu söylemek fazlasıyla hoşuna gitmiş gibiydi. O bu şekilde keyifliyken Leyla pes etmiş bir tavırla "Ne istiyorsun benden?" diye sordu. Pars gözleriyle evi gösterdi. "Peşimden gel," dedi ve yeniden elimi tuttu Leyla'nın kendisine herhangi bir cevap vermesini beklemeden benimle birlikte eve girdi. Leyla istediğini yapıp gelecek mi gelmeyecek mi merak ederken salona geçtik, hemen bir koltuğa oturdu ve oturur oturmaz eli karnına gitti. Bazen umursamıyor ve canı hiç yanmıyormuş gibi davranıyordu ama kendini çok zorladığı zamanlara canı fazlasıyla yanıyor gibiydi. Yanına otururken "İyi misin?" diye sordum endişeyle. Gözleri beni buldu, gözlerinin kenarı kısıldı ve sıcacık baktı gözlerime. Ardından hafifçe doğruldu, bana doğru eğildi ve dudaklarımın kenarından öptü. Geri çekilirken "İyiyim," dedi ve yüzüme dokundu. "Endişelenme." İçim sıcacık olurken gülümsedim, Leyla aklıma gelince ise "Hâlâ çok şaşkınım. Bir kardeşin olduğuna ve fotoğrafını gördüğüm kişinin kardeşin olduğuna inanamıyorum," dedim. "Onu buraya getirmeden hiç kimseye hiçbir şey anlatamazdım," dedi ve sıkıntıyla iç geçirdi. "Yaşadığından bile emin değilken kimseye söyleyemezdim." Bu cümleyi kurmak bile canını yakıyor gibiydi. "Ama şimdi burada, artık herkes her şeyi öğrenebilir." "Onu gerçekten burada zorla tutacak mısın?" diye sordum. Yüzünde alaylı bir ifade oluşurken dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Hayır," dedi ve kendinden emin bir şekilde ekledi. "Kendisi kalmak isteyecek zaten." O bunu söylerken ayak seslerli duydum, başımı kapıya doğru çevirdim, Leyla'nın eve girdiğini gördüm. O kendinden emin tavrı yok olmuş, omuzları çökmüş, başını hafifçe önüne eğmiş öyle yürüyordu. Dikkatle ona bakarken ağır adımlarla yanımıza geldi ve tam karşımıza oturdu. O an bir kez daha gözünün ucuyla baktı bana, sanki kim olduğumu merak ediyor ama soramıyor gibiyken gözlerini yeniden abisine çevirdi. "Eğer beni burada zorla tutmaya çalışırsan sana yemin ederim ki buradan kurtulduğum an seni dava ederim," deyip kendince tehdit etti ama yine Pars'ın pek de umurunda olmadı. "Seni zorla tutmaya niyetim yok," dedi Pars, bunu gizleme ihtiyacı hissetmedi. "Ama adamakıllı konuşmadan da hiçbir yere gidemezsin." Leyla arkasına yaslandı. "Ben konuşacak bir şey görmüyorum," dedi, Pars sabırla derin bir nefes aldı ve sessiz kaldı, tek kelime etmedi. Hem konuşmak istiyor hem susuyor diye içimden geçirirken Leyla onun aksine sessiz kalmayıp devam etti. "Peki, madem konuşmak istiyorsun ben sana bilmen gerekenleri anlatayım," dedi sanki az önce konuşacak bir şey yok diyen kendisi değilmiş gibi ve devam etti. "Annemi on iki yaşındayken kaybettim," diye girdi konuya, bir şaşkınlıkta bu cümleye yaşadım. Pars annesini daha Doğan bebekken kaybetmişti, bu da demek oluyor ki anneleri aynı değildi. Acaba babaları mı aynıydı? Kardeş olabilmeleri için geriye tek bu ihtimal kalıyordu zaten. Yoksa öz değil, üvey kardeş olurlardı. Aklım giderek karışırken Leyla "Teyzem beni Meksika'ya götürdü, on sekiz yaşına kadar orada kaldım," dedi. Bu da Pars'ın neden Meksika'ya gittiğini anlamam için yeterli oldu. "On sekiz yaşında üniversite için tek başıma Washington'a yerleştim. Uzun zamandır da orada yaşıyorum," dedi Pars araya girdi. "Geçen ay oradaydım ama oradaki evinde değildin," dedi. "Geçen ay Amerika'da değil, Avrupa'daydım," dedi. Pars kaşlarını çattı. "Sebep?" diye sordu. Kız omuz silkti. "Geziyordum," dedi gayet rahat bir tavırla. "Hem okuyorum hem çalışıyorum, iyi de kazanıyorum. Boş zamanımda merak ettiğim ülkeleri gidip geziyorum. Sen de o zamanda gelmişsin işte." Kızın sözlerine şaşırmadan edemedim. O boş zamanlarımda merak ettiğim ülkeleri mi geziyorum demişti yoksa ben yanlış mı duydum? Ben de boş zamanlarımda uyuyorum işte diye içimden geçirirken kendi hâlime gülesim geldi ama onlar bu kadar ciddi bir konuşma içindeyken tabii ki bunu yapamadım. "Senden kaçmıyordum yani, beni aradığını elbette biliyordum ama bulama diye de hiçbir şey yapamadım. Sen bir türlü denk getirip karşıma çıkamadın," dedi, bunu derken Pars'ı peşinden gezdirmiş olmaktan büyük keyif almış gibiydi. Hayır diyordu ama sanki gerçekten de ondan kaçmıştı. "Öyle olsun," dedi Pars, benim gibi o da pek inanmamış gibiydi ama sesini çıkarmadı, bu konuda hiçbir şey demedi. "Öyle zaten," dedi Leyla ve dikkatle Pars'a bakıp bir şey söylemesini bekledi ama Pars yine tek kelime etmedi, sesini çıkarmadı. Sanırım yine onun devam etmesini bekliyordu ama bu kez Leyla da konuşmadı. Salonda ürkütücü bir sessizlik oluştu ve bu sessizliği bozan ise benim telefonumun çalması oldu. Hızla cebimden çıkardım telefonu ve babamın aradığını görüp dudaklarımı ısırdım. "Kim?" diye sordu Pars. Gözlerim onu buldu. "Babam," dediğimde onun da gerildiğini fark ettim. İstemsizce gözümün ucuyla Leyla'ya baktım, anlamsız bakışlar attığını fark edip ayaklandım. "Cevap versem iyi olacak," deyip telaşla mutfağa gittim ve daha fazla oyalanmadan aramaya yanıt verdim. "Efendim baba?" "Neredesin Ayliz?" diye sorarken daha öncekilerin aksine hiç de sorgular gibi bir hâli yoktu. Tabii Pars gitti zannediyor ya onun yanında olamayacağımı düşünüyor, bu yüzden rahat davranıyordu. İşte tam da bu yüzden her şeyin koca bir yalandan ibaret olduğunu öğrendiğinde en çok bunun için kızacaktı. "Kafedeki işim çoktan bitti," dedim, Gökmen'le görüşmüş olabileceğini düşünüp yalan söylemek istemedim ve devam ettim. "Ama günlerdir sadece işle uğraştığımdan sıkıldım, bir yerlere gittim eğlenmek için," dedim ve ekledim. "Geç kalmam ama merak etme, gelirim birazdan." "Tamam kızım, bekliyorum," dedi, sanırım gerçekten de günlerdir peşimde olmasının nedeni Pars'tı. Onun gittiğini düşününce bayağı rahatlamıştı. "Tamam babacığım," dedim ve aramayı sonlandırdım, sıkıntıyla derin bir nefes aldım. Acaba Pars haklı mıydı, gizli saklı yaşamak yerine her şeyi anlatsa mıydık? Belki de beklediğimiz gibi bir tepki vermezdi diye içimden geçirirken anında bu düşüncenin çok saçma olduğuna karar verdim. Çünkü sadece küçük bir şüphe doğrultusunda bile tavır almıştı bize, o şüphesinde haklı olduğunu öğrendiği ilk an her şey daha da kötü olurdu. Tam da bu yüzden her şeye bir süre gizli devam etmek üzereydik. En doğrusu buydu. "Ayliz." Pars'ın sesiyle kendime geldim, hemen mutfak kapısına doğru baktım ve orada olduğunu gördüm. "Nerede olduğumu merak etmiş," dedim, eli karnının üzerindeyken ağır adımlarla yanıma geldi. "Hâlâ aynı şeye devam ediyor sanırım," dedi. "Daha önceki kadar çok değil ama evet, devam ediyor," dedim. Yüzünü avuçlarımın arasına aldı. "Üzme kendini," dedi ve dudaklarını alnıma bastırdı. Sıcacık dudakları kendimi daha iyi hissetmeme neden olurken dudaklarını uzaklaştırdı benden. Fakat hemen ardından da aynı şekilde dudaklarımın kenarından öptü. Bu da küçük de olsa tebessüm etmeme neden olurken bir kez daha geri ekti kendini ve gözlerimin içine baktı. Güven verici bir ses tonuyla "Düzelecek her şey," dedi, gülümsemeye devam ettim. "Düzelecek," dedim ondan aldım cesaretle buna tüm kalbimle inanarak, bu duyduğu hoşuna giderken yanağımdan öptü bir kez de. Tenime batan sakalları midemde kelebeklerin uçuşmasına neden olurken dudaklarını uzaklaştırdı benden ve yanağımı okşadı. "Bugün olanlar," diye girdi konuya, ne diyeceğini hemen anlayıp devam etmesine izin vermeden ben tamamladım cümlesini. "Aramızda kalacaklar," dedim, kendisi söylemeden istediği şeyi anlamış olmamdan fazlasıyla memnun olurken eli hâlâ yüzümdeydi ve yanağımı okşamaya devam ediyordu. "Ayliz," dedi, ismimi öyle güzel söylüyordu ki ismimi onun ağzından her duyduğumda kalbim yumuşacık, içim sıcacık oluyordu ve bu öyle güzel bir histi ki sırf bu yüzden hayatımın sonuna kadar ismimi bir tek ondan duymak istiyordum. "Bugün seni buraya getirirken her şeyi daha farklı düşünmüştüm," dedi, sanki bu gece olanlar onu hiç de memnun etmemiş gibiydi. "Ama olmadı," deyip bu kez de dudaklarıma küçük bir buse bıraktı. Dudakları hâlâ dudaklarımdayken "Ne düşünmüştün mesela?" diye sordum muzip bir tavırla. Aynı muzip ifade onun da yüzünde oluştu. "Ne o, niye öyle bakıyorsun şimdi?" diye sordu sanki neden öyle baktığımı bilmiyormuş gibi. "Bilmem," dedim, yüzündeki o muzip ifade giderek artarken gözleri dudaklarımı buldu. Bu, kalbimin hızlanması için yeterli olurken bir anda mutfak kapısının önünde Leyla belirdi. Onu gördüğüm an hızla uzaklaştım Pars'tan, Pars buna anlam veremez gibiyken gözlerimle arkasını işaret ettim. Hızla arkasını döndü ve o da Leyla'yı gördü. Leyla onu fark etmiş olmamıza rağmen hiç gitmeye niyeti yokmuş gibi olduğu yerde durmaya devam ederken gözlerini benim ve Pars arasında gezdirdi. O esnada yüzünde alaylı bir ifade oluştu ve "Ben de geldiğimden beri bu kız kim diye düşünüyordum," dedi, ikimiz de tek kelime etmeyip ona cevap vermezken yanımıza geldi. Aramızdaki ilişki zerre umurunda olmazken "Gitmeme ne zaman izin vereceksin?" diye sordu, ben de merakla baktım Pars'a ve cevap vermesini bekledim. "Çık mutfaktan," dedi Pars cevap vermek yerine. Leyla kaşlarını çattı. "Bak beni sinirlendirme hemen..." dedi ama Pars, devam etmesine izin vermedi. "Çık mutfaktan, salonda konuşuruz," dedi bu sefer de. Leyla çıkmak yerine Pars'a öfkeli bakışlar atarken Pars "Kızım çıksana!" dedi bu kez emir verici bir üslupla. "Çıkmıyorum," dedi Leyla inatla. "Hem ne çık çık deyip duruyorsun sen ya? Ne yapacak..." Pars, yine Leyla'nın devam etmesine izin vermeyip araya girdi. "Çıkarsan sevgilimi öpeceğim," demesiyle gözlerimin irileşmesi bir oldu. Muhtemelen yanaklarım kızarırken hafifçe vurdum ona. Dişlerimi sıkarak "Pars," dedim uyarıcı bir ses tonuyla. Bu tavrım, Pars'ın umurunda olmazken Leyla da duyduğu şeyi pek önemsemedi ve "Gitmeme izin vermediğin sürece asla rahat bırakmam sizi," dedi. Pars derin bir nefes aldı. "Abilerini gördükten sonra gidersin," deyip Doğan ve Erdem'den bahsetti. "Görmek istediğimi sanmıyorum," diye Leyla inat etmeye devam ettiğinde Pars onun bu söylediğiyle çok ilgilenmedi ve gözlerini bana çevirdi. "Hadi, seni evine bırakayım," dedi, Leyla umursanmamış olmaktan dolayı sinirlenmiş gibiydi. "Sen yorulma," dedim ve gözlerimle daima elinin üzerinde durduğu karnını gösterip "Sen de biraz dinlen artık lütfen, pek iyi değilsin," dediğim an Leyla araya girdi. "Neden iyi değil? Neyi var ki?" Leyla bunu sorarken sanki biraz endişelenmiş gibiydi. "Yaralı," dedim, Leyla'nın yüzündeki o endişeli ifade giderek arttı. "N'oldu ki, neden yaralandı?" Öyle büyük bir endişeyle söylüyordu ki bunları, sanki az önce sizi görmek istemiyorum diyen kendisi değildi. "Boş ver," dedi Pars açıklama yapmak yerine ve ekledi. "Yukarıya çık sen. Koridorun sonundaki sağdaki odaya gir ve uyu," dedi. Leyla'nın yüzünde şok olmuş bir ifade oluştu. "Ne yani burada mı kalacağım?" diye sordu, Pars yine ona cevap vermeye gerek duymadı. "Hadi Ayliz, çıkalım biz," dedi, eşzamanlı olarak Leyla hesaba alınmıyor olmaktan dolayı söylenmeye başlarken Pars elimden tuttu ve onu arkamızda bırakıp evden ayrıldık. Arabasına binerken "Kızı bilerek sinir ediyorsun değil mi?" diye sordum, arabayı çalıştırırken gözünün ucuyla baktı bana. "Ancak bu şekilde yola gelecek," dedi ve gaza bastı, evin bahçesinden çıktık ve aynı hızla ayrıldık evin önünden. "Bu zamana kadar neden hiç bahsetmediniz kardeşinizden?" diye sordum merakla, derin bir iç çekti. "Dedim ya yaşadığından bile emin değildim," dedi, ben bunu sormamışım ki kendine. "Varlığından da hiç bahsetmediniz," dedim ve ekledim. "Hadi seni geçtim, Doğan ve Erdem bile bir kez olsun ondan bahsedip de adını anmadılar." Merakla ondan cevap beklerken arabayı sağa çekip durdurdu ve bana dönüp gözlerimin içine baktı. "Bunlar çok uzun meseleler." Anlatmayacağını bu cümlesiyle anlarken "Daha sonra konuşalım," dedi, bu hassas bir konu sayıldığından üzerine gidip de uzatmak yerine başımı salladım. "Peki," dedim, bu cevap onu memnun ederken önüne döndü ve arabayı yeniden çalıştırdı, bizim eve doğru yola çıktık. O derin düşünceler arasındayken o düşünceleri hiç bölmedim, tek kelime etmedim ve sessizliğimi korudum. Yaklaşık yarım saat sonra bizim eve ulaştığımızda evin önüne kadar gitmek yerine köşe başında durdurdu arabayı. "Benim arabayı görmeseler iyi olur," dedi. Söylediğimiz yalandan sonra bu yaptığına hak verip "Yarın görüşürüz o zaman," dedim, gözleriyle onayladı beni. "Sen daha iyi tanırsın onu ama bence yine de kızın üzerine çok gitme, senden daha çok uzaklaşmasına neden olabilir," dedim, verdiğim tavsiyeyi dikkatle dinlerken bu dikkatinden cesaret alıp devam ettim konuşmaya. "Biraz inatçı bir kız gibi, bence istediğini yaptırmak için bunu kullanabilir gibisin." Tek kaşını kaldırdı. "Nasıl olacakmış o?" diye sordu, sanki sözlerim dikkatini çekmiş gibiydi. Söylediklerimi ciddiye alması hoşuma giderken "İstediğini yaptırmak istiyorsan tam aksini istiyormuş gibi davran," dedim, anlamsız bakışlar attı. "Mesela yanında kalmasını istiyorsan, yanında kalmasını istemiyormuş gibi görün. Kardeşlerinle görüşmesini istiyorsan, görüşmesini istemiyormuş gibi davran. Ya da seninle bir yere gelmesini mi istiyorsun, gelmesini istemiyormuş gibi görün," dedim, neyden bahsettiğimi az çok anlamış gibiyken devam ettim. "İnat edip hep istemediğin bir şeyi yapmaya çalışacak ve fark etmeden aslında istediklerini yapmış olacak, inadından ve hırsından bunu fark etmeyecek bile," dedim ve gülerek ekledim. "Kendimden biliyorum." "İnatçı bir keçinin dilinde en iyi bir başka inatçı keçi anlar diyorsun yani," dediği an kızmış gibi yapıp kaşlarımı çattım. "Ne dedin sen?" diye sordum yalandan kızgın bir tavırla ama elimden geldiği kadar bunun yalancı bir kızgınlık olduğunu belli etmemeye çalıştım. "Ne dedim?" diye sordu, tepkim onu afallatmış gibiydi. "İnatçı keçi dedin bana." "Yani?" diye sorguladı bir de. "Yani," diye tekrar ettim ve öfkeli gibi görünmeye çalışırken devam ettim. "Sen yanisini düşünmeye devam et, ben eve gidiyorum," dedim ve hiç beklemediği bir şey yapıp hiç beklemediği bir anda indim arabadan ve koşar adımlarla uzaklaştım arabanın yanından. "Ayliz," diye seslendi arkamdan ama o kadar kısık bir sesle seslendi ki biraz daha uzakta olsam duymazdım bile muhtemelen onu. "Ayliz! Kızım dursana!" diye seslenmeye devam etti ama ne durdum ne de dönüp ona baktım, uzaklaştım epeyce ve sonra sesini hiç duymamaya başladım. Aslında kızgın değildim, böyle yapmak için bir nedenim de yoktu hatta. Zaten eskiden olduğu gibi bu tarz şeylere kızıp da trip atan bir kız değildim artık. Fakat o bunu bilmiyordu, bu yüzden gönül rahatlığıyla böyle davranabildim ve tek amacım; sabaha kadar beni düşünmesini sağlamaktı. Tamam doğrudan beni düşünmüş olmayacaktı belki ama ne yaptım da onu kızdırdım diye düşünürken doğal olarak beni de düşünmüş olacaktı. Cebimdeki telefonun titrediğini fark edince eve girmeden önce durup telefonu çıkardım, gözümün ucuyla köşe başında hâlâ durmaya devam eden arabaya bakıp yeniden telefona çevirdim gözlerimi ve Pars'ın aradığını gördüm. Açmak yerine meşgule attım ve daha telefonu kapatmadan Pars'tan üst üste mesajlar geldi. Eve girmek yerine olduğum yerde durup mesajlarına öyle baktım. Pars: Kızım manyak mısın sen? Pars: Gelsene! Okuduğum mesajlar yüzümü güldürürken ekrana yeni mesajlar düştü. Pars: Bak hâlâ duruyor orada! Pars: Kızım gelsene buraya! Dudaklarım bir kez daha yana kıvrılırken hızla o gülümsemeyi sildim yüzümden ve gözlerimi yeniden köşe başındaki arabaya çevirdim, omuz silktim. Muhtemelen o bunu gördü ama arabanın camları filmli olduğundan ben onu görmedim, ne tepki verdi bilemedim. Fakat tahmin etmesi de zor değildi aslında. Muhtemelen şu an kaşlarını çatmış, gözlerinin kenarını kısmış, bana bakıyordur. Bunu tahmin etmek kendime engel olamamama ve yeniden gülümsememe neden olurken sanki beni çağırmıyormuş gibi önüme döndüm ve eve girdim. Keyifle gülümsemeye devam ederken bahçeyi geçip kapıya ulaştım, zile bastım. O sırada birkaç mesaj daha geldi, kapı Şengül Hanım tarafından açılırken ona tebessüm edip eve girdim. Bir yandan da gelen yeni mesajları okudum. Pars: Görüşeceğiz seninle Ayliz. Pars: Mesajlara bakıp bakıp alay etmek neymiş göstereceğim sana. Tehdit mesajları bile beni güldürürken telefondan başımı kaldırdım ve babamla göz göze geldim. Beni telefona bakıp gülerken görmüş olmasına pek takılmayıp yanına gittim ve daha selam bile vermeme fırsat vermeden "Hayırdır, neye gülüyorsun öyle?" diye sordu. Omuz silktim. "Hiç, arkadaşım komik bir şey yazmış da ona," dedim, saate baktım ve on ikiyi geçtiğini gördüm ve hiç oturmaya gerek duymadan "Ben uyumaya çıkıyorum," dedim ve yanına gidip yanağından öptüm. "İyi geceler," deyip yanından uzaklaştım, merdivenlere doğru yürüdüm. "Ayliz," diye seslendi. Durup ona baktım. "Efendim?" derken bile sesimin neşeli çıkmasına engel olamadım. "Bana söylemek istediğin bir şey var mı?" diye sordu, öylece kalakaldım karşısında ve mideme güçlü bir ağrı girdi. Bu nasıl bir soruydu şimdi? Neden aniden böyle bir şey sormaya gerek duymuştu? Bir şey görmüş, duymuş ya da Pars'ın kendisine gidiyorum diye yalan söylediğini anlamış olabilir miydi? Yok canım, nereden görüp duysun ya da nasıl anlasın yalanımızı? Korkudan saçmalamaya başlamıştım. "Ne gibi bir şey?" diye sordum, en az biraz önceki kadar rahat görünmeye çalıştım. "Bilmem, herhangi bir şey," dedi. Omuz silktim. "Hayır." "Hayır," diye tekrar etti, başımı salladım. "Peki, sen öyle diyorsan," dediğinde hemen önüme döndüm ve hızla üst kata çıktım. Odama girer girmez kapıyı kapattım, sırtımı da kapıya yasladım ve derin bir nefes aldım. İçimden bir ses yanlış yaptığımızı söylüyordu ve sanırım bunun tek suçlusu bendim. Çünkü her şeyin gizli olmasını isteyen bendim ve eğer bu işin sonu kötü bir yere varırsa da tek suçlu ben olacaktım. "Başka türlü olmazdı," diye mırıldandım kendi kendime ve gidip yatağımın kenarına oturdum. Gerçekten de başka türlüsü olmazdı, zaten başka türlüsünün olması demek her şeyin başlamadan bitmesi demekti. İşte bu yüzden bir süre her şey gizli kalmalıydı. Böyle düşünmek, içimdeki o yanlış hissi yok ederken telefonuma baktım. Pars ne başka bir mesaj yazmıştı ne de aramıştı. Onun az önceki hâli beni şimdi bile güldürürken telefonumu bırakıp banyoya girdim. Üzerimdekilerden kurtulup sıcak bir duş aldım, duştan sonra vücudumu havluya sarıp saçlarımı havluyla nemli kalacak kadar kuruladım. Banyodaki işimi bitirip çıktım, kapısını kapatıp yatağıma döndüğüm an ise gördüğüm şeyle ve bir anlık refleksle korkuyla çığlığı bastım. Gayet rahat bir tavırla yatağımda uzanan Pars, çığlık atmış olmamdan dolayı bana şaşkınca bakarken telaşla elimi ağzıma bastırdım, diğer elimle de vücuduma sarılı olan havluyu sıkı sıkı tuttum. "Niye bağırıyorsun kızım, manyak mısın sen?" diye sordu hâlâ uzanmaya devam ederken ve çok rahat bir tavırla. Kaşlarımı çattım. "Asıl sen manyak mısın? Ne işin var ya senin bu saatte burada?" diye sordum ve cevap vermesini beklemeden ekledim. "Hem de ben bu hâldeyken!" derken havluyu biraz daha sıkı tuttum. Dudaklarında muzip bir ifade oluşurken "Emin ol, ben de seni böyle görmeyi beklemiyordum," dedi bir de. "Beklemiyormuş! Lan banyodan çıkan insan nasıl çıkar? Pijamalarla çıkmamı mı bekliyordun?" derken hâlâ olduğum yerde duruyordum. Bu hâlde yanına yaklaşacak kadar cesur değildim çünkü. "Lan mı dedin yine sen bana?" diye sordu. "Gerçekten şu an tek konumuz bu mu?" diye sordum ben de. "Ayliz..." deyip bir şey söyleyecek gibi oldu ama devam etmesine izin vermedim. "Hem senin burada ne işin var ya? Nasıl girdin sen eve? Hani babam seni..." dememle sözümü kesen şey koridordan gelen ayak sesleri oldu, gözlerim irileşti. "Babam geliyor," diye fısıldadım. Bu, Pars'ı bir an için bile olsun korkutmazken ve hâlâ aynı tavırla uzanmaya devam ederken "Kapı kilitli değil," dedim, gözlerim bir kez daha irileşti. "Beni görünce canavar görmüş gibi bağıracağını tahmin etmediğim için kilitlemeye gerek duymamıştım." O konuşurken yaklaşan ayak sesleriyle telaşla kapıya doğru gittim. Giderken de "Bir de rahat rahat söylüyor! Allah'ım delireceğim!" deyip kapıya ulaştım. Eşzamanlı olarak arkamı dönüp ona baktım ve "Bakma bana öyle! Çek gözlerini!" diye kızdım, oysa adamın hiç de normal dışı baktığı yoktu ama üzerimdeki havlu benim normalden daha fazla gerilmeme neden oluyordu. Bu düşünceler arasındayken babamın "Ayliz!" demesini duymamla birlikte o odaya girmeye kalkışmadan ben kapıyı açtım ve vücudum, kapının arkasındayken başımı dışarıya uzattım. "Efendim baba?" diye sorarken endişeli olduğunu fark ettim. "İyi misin kızım? Neden bağırdın öyle? Bir şey oldu zannettim." "Yok ya olmadı," dedim elimden geldiğince rahat görünmeye çalışırken. "Şey, banyodan çıkarken ayağımı kapının kenarına çarptım da. Bir anda öyle refleksle bağırdım." Babam, anladım dercesine başını sallayıp sessiz kaldı. Ben de öyle gergin gergin gülümseyerek baktım yüzüne. Bu ifadem yüzünden kaşlarını çattı. "Hayırdır, neden bana öyle bakıyorsun?" diye de sordu. "Nasıl?" "Garip," dedi anında. "Yoo hiç garip bakmıyorum," derken artık içeriye girmem gerektiğini fark edip "Şey, ben çok üşüdüm. Hemen üzerimi giyinsem iyi olacak, yoksa hasta olacağım," dedim, babam bir şey söyleyecek gibi olduğunda da devam edip izin vermedim ona. "Hadi, kaçtım ben," dedim sanki bir yere gidiyormuş gibi ve başımı içeriye çekip hızla kapıyı kapattım ama kilitlemek yerine kapının arkasında beklemeye devam ettim. Ta ki ayak sesleri duyana ve babamın gittiğinden emin olana kadar. Emin olduğum ilk an kapıyı da kilitledim ve Pars'a döndüm. Ayaklarını yatağa uzatmış, arkasına yaslanmış, kollarını göğsünün altında toplamış ve yeşil gözlerini üzerime dikmiş, beni izliyordu. Onun bu rahat tavırları yüzünden kaşlarımı çatarken yanına yaklaştım ve karşısında durup gözlerinin içine baktım. Aynı şekilde o da benimle göz teması kurmaya özen gösterirken bir yandan da kendinden emin durmaya devam ediyordu. Her ne kadar elimden geldiği kadar ciddi kalmaya ve sinirliymiş gibi davranmaya çalışsam da bu konuda başarılı olamadım ve çok geçmeden gülmeye başladım. Gülerken de "Senin yüzünden yakalanıyorduk!" dedim. "Ama senin sayende yakalanmadık," dedi. Tek kaşımı kaldırdım. "Yakalansaydık da bu kadar rahat olacak mıydın gerçekten çok merak ediyorum." Bir an bile olsun düşünmeden "Olacaktım," dedi. "Emin misin?" diye sordum imayla, babam bizi yakalamış olsaydı eğer bu kadar rahat olması mümkün dahi değildi. Fakat o düşündüğümün aksine "Eminim," dedi ve omuz silktikten sonra ekledi. "Saklamak isteyen sendin zaten," deyip gözleriyle vücuduma sarılı havluyu gösterdi. "Böyle durmaya devam mı edeceksin? Bir şeyler giyecek misin?" Bu soruyla birlikte anında dudaklarım yana kıvrıldı ve her ne kadar utanıyor olsam da bu utancı bastırıp "Ne o? Rahatsız mı oldun?" diye sordu. "Odada bizden başka kimse olmadığına göre rahatsız olmamı gerektirecek bir durum yok," dedi ve alayla ekledi. "Ayrıca giydiğin kıyafetlerden de bir farkı yok, her zaman seni böyle görüyorum zaten." Bir kez daha kaşlarımı çattım. "Sen hayırdır, bir şey ima etmeye falan mı çalışıyorsun?" diye sordum ters bir tavırla. "Ayliz," dedi sabır dilercesine. "Güzelim, bir şey ima ettiğim falan yok, hadi üzerine bir şey giy artık, hasta olacaksın," dedi gayet yumuşak çıkan bir ses tonuyla. Konuyu uzatmak yerine ona hak verip başımı salladım. Ağır adımlarla dolabıma gittim. Ona arkamı dönüp dolabı açtım ve pijamalarımı aradım, bulamayınca omzumun üstünden ona baktım, beni izlediğini gördüm. "Ne bakıyorsun ya?" diye kızdım ve istemsizce havluyu daha sıkı tuttum. "Ayliz manyak mısın kızım sen? Sapık mıyım ben? Hadi giy ne giyeceksen," dedi, önüme döndüm ve rastgele bir tişörtle pijama alıp yeniden ona baktım. "Tamam, sessizce bekle o zaman sen, ben hemen giyinip geliyorum." "Nereye?" diye sordu. Banyoyu gösterdim. "Banyoda giyineceğim. "Burada da giyinebilirsin, ben gözlerimi kapatırım, hiçbir şey görmem," dedi muzip bir tavırla. Yalandan gülümseyip "Çok beklersin," dedim ve geri geri yürüyüp banyoya ulaştım. Kapıyı açmış tam içeriye girecekken durdum ve yeniden ona baktım. "Bak sakın ses çıkarayım falan deme!" diye uyardım onu. Sıkıntıyla ofladı, sessiz kaldı. Sabrını zorladığımı fark edince başka hiçbir şey demeden sessizce banyoya girdim, kapıyı da kapattım. Hızlıca havludan kurtulup pijamalarımı giydim. Aynanın karşısına geçip saçlarımı taradım, kendime de çeki düzen verdim ve banyodan çıktım. Çıktığımda Pars, hâlâ aynı pozisyondaydı ve beni bekliyordu. Sakince yanına gittim, yatağın kenarına oturdum ve gözlerine baktım. "Artık bir açıklama yapacak mısın?" "Hangi konuda?" diye sordu bir de. "Burada olman konusunda," dedim yine gayet sakin bir tavırla. Doğruldu, hafifçe bana doğru eğildi. Yaklaşması, kalbimin hızlanmasına neden olurken "Dışarıda yaptığın şeyin hesabını sormaya geldim diyelim," dedi. "Ne yaptım ki?" diye sorarken cevap vermesine gerek kalmadan yaptığım şeyi hatırladım, dudaklarımı ısırdım. Bu hareketimi fark edince "Sanırım kendi cevabını verdin," dedi. Başımı salladım. "Evet ama ben sadece şaka yapmıştım, sen de bunu çok iyi biliyorsun. Ayrıca bu yaptığın çok tehlikeli." "Tehlikeli olan neymiş?" "Pars, bir de soruyor musun gerçekten? Ya babam yakalarsa seni? Ya eve girerken görseydi? Ya hadi girmeni geçtim, ya çıkarken görürse? Ne yapacağız o zaman? Nasıl açıklama yapacağız?" "Görmez, merak etme," dedi kendinden emin bir tavırla. "Ederim," dedim ben de anında. "Her şeyi babamın karşısına geçip anlatmadan o bizi bu şekilde yakalarsa neler olur tahmin edebiliyor musun?" diye sordum beni anlaması için. Derin bir nefes aldı. "Hiçbir şey olmaz." İnatçı hâli yüzünden oflayıp sessiz kaldım. "En fazla birkaç yumruk fazla atar," dediğinde gözlerim büyüdü. "Ne kadar sıradan bir şey gibi söylüyorsun sen bunu ya!" "Adama yaptığımızı düşünürsek gayet sıradan," dedi. "Biz kötü bir şey yapmıyoruz," dedim sanki az önce babam kızar diye konuşma yapan ben değilmişim gibi. "Ama yanlış bir şey yapıyoruz." Hayal kırıklığıyla baktım gözlerine. "Aramızda olan şeyler sana hâlâ yanlış mı..." Devam etmeme izin vermedi. "Ondan bahsetmiyorum, babandan saklayarak yanlış yapıyoruz demek istedim," deyip düzeltti beni, sessiz kaldım. "Neyse, boş ver şimdi bunları," deyince anında başımı salladım. "Evet, boş verelim," dedim ve elini tuttum. "Hadi sen git." "Ben ne yaptım kızım şimdi? Beni niye kovuyorsun?" "Kovmuyorum, babama yakalanmak istemiyorum," dedim. "Yakalanmayız, hem şimdi çıkarsam yakalanma riskimiz daha da artar. Ben çıkarım bir ara," dedi, itiraz etmek istedim ama biraz düşününce ona da hak verdim. Şimdi çıkması çok daha riskliydi. "Tamam o zaman," deyip kabullendiğimde gülümsedim, ben gülümseyince onun da keyfi yerine geldi. "Gel o zaman," dedi o da ve kollarını açtı, sanki bunu bekliyormuş gibi hemen kollarının arasına girdim. Elleri saçlarımda gezinirken saçlarımdan öptü. Geri çekilip gözlerime baktı, gülümsedim ona. Birkaç saniye sonra gözleri dudaklarımı buldu, başını hafifçe sağa eğip yüzüme yaklaştı. Kalbim, anında yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlarken umarım sesini duymaz diye içimden geçirmeden edemedim. Nefesini, dudaklarımda hissettiğimde kalbim biraz daha hızlandı. Gözlerim usulca kapanırken dudakları, hafifçe dudaklarıma temas etti. Bunu hissettiğim an gözlerim ağır ağır kapandı. İşte tam o anda hiç beklemediğim bir şey oldu, babamın "Ayliz!" diye seslenmesini duydum. Sanki kapı kilitli değilmiş gibi telaşa düşüp Pars'ı ittirdim ve hızla ayağa kalktım. "Babam geldi, yemin ederim yakalandık bu sefer!" dedim. Pars ise ağzının içinden "Şansımı sikeyim!" dedi. Sanki tek sorunumuz buymuş gibi yanına gidip hafifçe bir tane vurdum ve "Küfretme!" dedim. O sırada babam bir kez daha "Ayliz!" diye seslendi. Pars'a bakarak sessizce "Bak ben babamı odaya almamaya çalışacağım ama eğer girmek isterse hemen banyoya saklan!" deyip koşarak kapıya gittim, hızla kilitli kapıyı açtım ve dışarıya çıktım. O sırada babam odaya ulaştı, karşımda durdu. Nefes nefese kalmış bir şekilde "Efendim babacığım?" dedim. Kaşlarını çattı. "Ne oldu sana? Niye nefes nefesesin?" diye sordu. "Üşüdüm demiştim ya hani? Hızlı hızlı giyinirken nefes nefese kaldım," deyip aklıma gelen ilk yalanı söyledim. "Daha yeni mi giyindin?" diye sordu. "Pijamalarımı bulamadım bir türlü," dedim ve yine aklıma gelen ilk yalanı söylemiş oldum. "Tamam, neyse. Şey diyecektim ben sana, benim bilgisayarım nerede? Her yere baktım, bulamıyorum bir türlü." "Bilmem, görmedim. Şengül ablaya sor istersen, belki temizlik yaparken kaldırmıştır bir yere." "Evde değil, çıktı o," dedi. Anladım dercesine başımı sallayıp "Ben de bilmiyorum," dedim. "Acaba senin zannedip senin odana mı koydu?" diye sordu. Gergince ve telaşla başımı olumsuz anlamda sallayıp "Mümkün değil," dedim. "Neden?" "Görmedim çünkü, olsa masamın üstünde falan olurdu ama yok," dedim, elimden geldiğince kendimden emin görünmeye çalıştım. "Bir baksak yine de etrafa, önemli bir işim var, hemen halletmem gerekiyor." Bakmadan gitmeyeceğinden emin olunca yüksek bir ses tonuyla "Tamam, hadi gel birlikte girelim odaya, birlikte bakalım," dedim Pars bizi duysun diye. "Ayliz, kızım, niye bağırıyorsun?" dedi şaşkınca. "Bağırmadım ki," dedim yine aynı ses tonuyla, babam emin misin dercesine bakınca kulağıma dokundum. "Duş alırken kulağıma su kaçtı, ayarlayamıyorum ses tonumu," deyip yine yalan söyledim ve bir tık daha yüksek ses tonuyla "Hadi gel, bakalım odama," dedim ve umarım Pars duymuştur diye içimden geçirip kapıyı açtım. Her şeye rağmen yine de tedbirli olup önden ben girdim, odaya hızlıca göz atıp Pars'ın olmadığını fark ettim ve gönül rahatlığıyla kapının önünden çekilip babamın da girmesine izin verdim. Odaya giren babam, hiçbir şeyden şüphe etmeden etrafa bakınırken ben kapalı banyo kapısına doğru baktım. Şu an Pars'ın orada düştüğü durum yüzünden sinir krizi geçirdiğine yemin edebilirdim ama sonuçta buraya kendi isteğiyle gelmiş, bunu göze almıştı. Babam, etrafa bakınmaya devam ederken ben de yalandan birkaç çekmeceye baktım ve "Yok burada," dedim. Babamın gözleri beni bulduğunda "Eee nerede o zaman bu bilgisayar?" diye sordu. Omuz silktim. "Bilmiyorum." "En iyisi ben bir Şengül'ü arayayım," dedi ve cebinden telefonu çıkarırken odadan çıkıp gitti. Kapıyı açık bırakınca hızlıca peşinden gidip kapıyı kapattım, kilitledim ve koşarak banyo kapısına gittim, banyoya girdim. Pars, banyo dolabına yaslanmış, kollarını göğsünün altında toplamış, sessizce duruyordu. Kapı açılınca ağır hareketlerle bana döndü ve göz göze geldiğimizde sabır dilercesine derin bir nefes aldı. "Sakın kızayım deme," deyip önden uyardım onu ve devam ettim. "Senin yüzünden bu hâldeyiz." Banyo dolabından uzaklaştı, yanıma geldi. "Bence baban hissediyor," dedi, ne söylemek istediğini anlayamazken de devam etti. "Yoksa tam seni öpecekken gelmiş olmasının başka hiçbir açıklaması olamaz." Sinirlendiği tek konunun bu olduğunu anlayınca dayanamadım ve güldüm. "Sen ona mı sinirlendin?" diye sordum alay edercesine, alay ettiğimi anladığı an gözlerinin kenarı kısıldı, bakışları sertleşti. "Tamam tamam kızma hemen," deyip geri adım atan ben oldum, buna rağmen aynı şekilde bakmaya devam edince cilveli bir tavırla ve sanki duymasını istemiyormuş gibi ama duyadabilecegi bir ses tonuyla "Babam gelmez ama artık," dedim. Başını hafifçe önüne eğdi, yaptığım şey hoşuna gitmiş olacak ki alttan alttan gülümsedi. Onun bu hâli çok tatlı gelince ben de kocaman gülümsedim. Gözleri, yeniden gözlerimi buldu o an. Gülümsediğimi görünce yüzündeki o keyifli ifade daha da arttı ve bana doğru bir adım attı. İstemsizce bir adım geriye gittiğimde sırtım, kapıya temas etti. Pars, bunu fırsat bilip bir adım daha attı, aramızdaki mesafeyi kapattı. Hemen ardından o mesafeyi biraz daha azaltmak için biraz daha yaklaştı bana. Eli, yüzümü buldu. Ellerinin sıcaklığıyla içim, sıcacık olurken başparmağıyla yanağımı okşadı. Hemen ardından başını bir kez daha sağa eğdi, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Kalbim, yine hızla atmaya başlarken nefesini dudaklarımda hissettim. Yanağımı okşamaya devam etmesi, içimdeki o sıcak hissin daha da artmasına neden olurken bir kez daha dudakları dudaklarıma temas etti. Benim de elim onun yüzünü buldu, avuçlarıma batan sakalları onun dudaklarının temas ettiği dudaklarımda küçük bir tebessüme neden olurken bir rüyanın içine çekiliyormuş gibi hissettim. Pars, tam dudaklarının baskısını arttırıp beni gerçek anlamda öpecekti ki babam bir kez daha "Ayliz!" diye seslendi ve ben bir kez daha telaşa düşüp onu ittirdim. Pars, gözlerini kapatıp derin bir nefes alırken ve öfkesini bastırmaya çalışırken telaşla banyo kapısı açtım ve o "Yemin ederim şimdi sinirden kafamı duvarlara vuracağım!" diye söylenirken ben banyodan çıktım, koşarak kapıya gittim. Kilitli kapıyı açıp da kendimi dışarıya attığım an yine babamla karşı karşıya geldik. "Efendim babacığım?" dedim bir kez daha. Elindeki bilgisayarı gösterdi. "Buldum, bahçedeki masada unutmuşum meğerse. Tam Şengül'ü arayacakken bahçedeki güvenliklerden biri getirdi," dedi kendi hâline gülerken. Oysa gülünecek hâlde olan ben ve muhtemelen şu an banyoda sinir krizi geçiren Pars'tı. "Çok sevindim bulmana," dedim gergince gülümserken. "Söyleyeyim de boşuna arama dedim, neyse ben çalışma odasındayım, bir şey olursa seslen," dedi. "Hiç sanmıyorum," deyiverdim bir anda. "Anlamadım?" "Yani şey, çok uykum var benim, uyuyacağım. Bu yüzden bir şey olacağını hiç sanmıyorum anlamında dedim." "Hı, tamam," dedi ve gülümsedi. "İyi geceler." "Sana da babacığım, sana da iyi geceler." Babam, başka bir şey söylemeyip çalışma odasına giderken odaya girmek yerine bekledim. Onun odasına girdiğinden emin olduktan sonra ben de odaya girdim, yeniden kapıyı kilitledim ve odaya doğru baktım. Pars çoktan banyodan çıkmış, tam karşıdaki pencerenin orada durmuş bana bakıyordu. Ne söyleyecek diye sessizce gözlerine bakarken "Yemin ederim hissediyor adam," demesiyle gülmeye başlamam bir oldu. "Gülme Ayliz," diye söylenirken gitti ve yatağa oturdu. Ben de gidip yanına oturdum. Pars'ın ters ters bakmaya devam ettiğini fark edince "Bakma şöyle ya, benim suçum mu?" diye sordum. Başını salladı. "Evet," deyince afalladım. "Ne? Benim suçum mu yani?" diye sordum az öncekinin aksine sinirle. "Evet," dedi bir kez daha ve devam etti. "Sen saklamak istedin babandan, söyleseydik bu durumda mı olurduk?" "Bak işte o konuda haklısın," dedim, kendine hak vermemi beklemiyor olduğundan bu söylediğimi yadırgarken devam ettim. "Babama söylemiş olsaydık eğer gerçekten bu durumda olamazdık, çünkü muhtemelen birbirimizin yüzünü dahi göremezdik, buna engel olmak için elinden geleni yapardı." "Abartma Ayliz." "Abartmıyorum Pars, bak biliyorum babamı iyi tanıyorsun ama ben senden daha iyi tanıyorum onu. Özellikle de bu konuda, çünkü Tan'a karşı..." dememle birlikte yüz ifadesinin değişmesi, öfkelenmesi bir oldu. Onun bu tavrı susup kalmama neden olurken durumu nasıl toparlayacağımı bilemedim. "Yani şey daha önceki davranışlarını da bildiğimden ne yapacağını biliyorum," dedim, ancak bu şekilde toparlayabilirdim bu durumu. "Neyse," dedi Pars, söylediğim şeye pişman olduğumu fark etmiş olacak ki konuyu uzatmadı, benim de işime geldi. "Ben bir yolunu bulacağım," diye ekledi. Gülümsedim. "Bulursun sen," dedim gönlünü almak için ve tatlı tatlı gülümsemeye devam edip "Sen her şeyin bir yolunu bulursun," deyip bir kedi gibi usul usul yanına yaklaşıp kollarının arasına girdim. Anında kollarını belime doladı, saçlarımı okşadı. Dudaklarını saçlarımda hissettiğimde gülümsemem büyüdü. Gülerken geri çekilip gözlerine baktım. O an aklıma gelen şey keyifle gülmeme neden oldu ve "Hiç bakma öyle, bence bir daha denemeye hiç gerek yok. Babamı bir kere daha getirmeyelim buraya," dedim, Pars sessizce beni dinlerken devam ettim. "Adam gerçekten de hissediyor gibi..." dememle birlikte daha cümlemi bile tamamlayamadan bir anda eli belimi kavradı, beni kendine çekti ve dudaklarını, dudaklarıma bastırdı. Aniden öptüğü için başta afallasam da ellerimi yüzüne götürmem, sakallarını avuçlarımda hissetmem ve dudaklarımı aralayıp ona karşılık vermem çok da uzun sürmedi. Sıcacık dudakları, aklımı başımdan almak için yeterli olurken öpüşü giderek sertleşti. Bu, nefesimi kesse de bir an için bile olsun ondan ayrılmak istemeyip ben de aynı şekilde onu öptüm. Dilini, önce dudaklarımda ardından da dilimde hissettiğimde mideme heyecandan ağrılar giriyormuş gibi hissettim. O an biraz daha üzerime eğilmesiyle kendimi geri bıraktım ve sırtım, yumuşak yatakla buluştu. Pars, dudaklarımdan bir saniye bile olsun ayrılmadığı için benimle birlikte uzanmış oldu. Heyecandan hızla inip kalkan göğsüm, onun göğsüne değerken sonunda dudaklarımdan ayrıldı, küçük de olsa bir nefes aldım. Dudakları, hâlâ dudaklarıma temas ederken "En büyük hatayı yavaş davranarak yapıyormuşuz demek ki," demesiyle gülmem bir oldu ve eşzamanlı olarak dudaklarımızı bir kez daha birleştirdi. Huzurla gözlerim kapanırken ve ona karşılık vermeye devam ederken düşündüğüm tek şey; çok uzun zaman sonra ilk defa kendimi bu kadar mutlu hisettigimdi.... *** Kafenin içinde bir sağa bir sola gidip saatlerdir olduğu gibi volta atmaya devam ettim. Gece, o beni öptükten sonra daha ileriye gitmemiş, yaptığımız tek şey sarılıp uyumak olmuştu. Sabah ise altıda uyanmış, odada yalnız olduğumu görmüş ve Pars'ı aramıştım. Babama yakalanmadan evden çıktığından emin olmuş ve rahatlamıştım. Sonrasında da gayet mutlu ve enerjik bir şekilde hazırlanmış, saat yedi gibi kafeye gelmiştim. Fakat şu an o mutluluğumdan eser yoktu, çünkü çoktan öğlenin on ikisi olmuştu ama tek bir müşteri dahi gelmemişti. Müşteri gelmesini geçtim, kafenin önünden tek bir insan evladı bile geçmemişti. Oysa dün böyle değildi, tek tük de olsa müşteri gelmişti. Ne yani bir günlük bir şey miydi bu? Kimse gelmeyecek miydi artık? Yanaklarımı doldura doldura oflarken Gökmen'in bir masaya oturduğunu, gayet rahat bir şekilde telefonuyla ilgilendiğini görüp öfkeyle yanına gittim, karşısına oturdum. "Sence de bir şeyler yapmamız gerekmiyor mu?" Bu sorumla telefonda olan gözleri beni buldu. "Ne gibi bir şey?" "Farkında mısın ya da umurunda mı bilmiyorum ama sinek avlıyoruz, sabahtan beri tek bir kişi bile gelmedi. Ay sonunda birçok yere taksit ödeyeceğiz ama paramız yok, paramız olmasını geçtim, müşterimiz de yok." Derin bir nefes aldı. "Sakin ol biraz, bugün daha açılışımızın ikinci günü ve pazartesiye denk geldi," dedi, bunun bu hâlimizle ne ilgisi olduğunu düşünürken. "İnsanlar işe, okula gidiyorlar Ayliz. Gündüz müsait olan çok az kişi var, bu yüzden insanlar vakit geçirmek için akşamı tercih ediyorlar. Biz de akşam müşteri gelecek mi gelmeyecek mi diye kontrol edeceğiz. Baktık akşam da müşteri yok, o zaman korkmaya başlayabiliriz," dedi, sanırım biraz olsun haklı gibiydi. "Herhangi bir şey demediğine göre bana hak verdin," dedi, başımı sallamakla yetindim. "Güzel, o zaman beklemeye devam," dedi, sıkıntıyla oflayıp arkama yaslandım. O da yeniden arkasına yaslandı, telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Gözlerimi ondan çekip ben de telefonumu çıkardım. Pars'la sabah konuştuktan sonra ne aramış ne de mesaj atmıştı. Ben de o ilk iletişime geçsin diye hiçbir şey yapmıyordum ama merak da etmiyor değildim. İyidir değil mi? İyidir canım ne olmuş olacak ki? O deli kız sinirlenip bir şey yapmış olmasın? Böyle düşünürken kendi düşünceme göz devirdim. Öldürecek değildi ya adamı! Ne yapacak kız adama? "Saçmalama Ayliz," derken ayaklandım, meraktan saçma sapan şeyler düşünmeye başlamıştım. "Bir şey mi dedin?" diye sordu Gökmen, gözümün ucuyla baktım ona. "Yoo, mutfaktayım ben," dedim ve mutfağa geçtim, bizimle çalışan iki genç kız mutfakta boş boş otururlarken onlara tebessüm edip arkaya geçtim, bir köşede durdum ve bu kez ondan beklemeyip ben aradım onu. Umarım açar diye içimden geçirirken birkaç çalıştan sonra beklediğim şey oldu, sesini duydum. "Efendim güzelim?" dediği an yumuşadım hemen, oysa niye bu saate kadar aramıyorsun diye kızmak için aramıştım. "Ne yapıyorsun?" diye sordum sevecen bir tavırla. "Delinin biriyle uğraşıyorum," dediğinde Leyla'dan bahsettiğini anlamak zor olmadı. "Sanırım yola gelmiyor," dedim. "Yoo geliyor," dedi anında ve ekledi. "Ama belli etmemeye çalışıyor işte." Güldüm, bir şey söylemek istemeyip sessiz kaldım. "Sen kafede misin?" "Evet," dedim keyifsiz bir ses tonuyla. "Bir şey mi oldu? Sesin niye öyle çıkıyor?" Endişelenmiş gibiydi. "Yok, keyifsizim sadece biraz," dedim ve aynı ses tonuyla "Hiç müşteri gelmiyor, sanırım senin borcu ödeyemeyecğim," derken biraz kendimle alay etmiş de olmuştum. "Ooo," dedi uzatarak ve ekledi. "Sanırım topuklarına sıkmak zorunda kalacağım," dediğinde kendime engel olamayıp güldüm. "Dalga geçme ya," dedim sanki aynısını ben de yapmamışım gibi. "Üzülme," dedi huzur verici bir ses tonuyla. "Daha ilk günler, zamanla her şey yoluna girecektir." Sanırım Gökmen gibi o da haklıydı. Ben her şey bir an önce olsun istiyor olabilirdim ama her şeyin de bir zamanı vardı. "Haklı olabilirsin," dedim bu yüzden. "Ben kapatıyorum şimdi, biraz işim var. Akşam gelir alırım seni, tamam mı?" "Olur," dedim. Pars, "Görüşürüz," dedikten hemen sonra telefonu kapattı. Ben de tekrar kafenin iç kısmına çektim, volta atıp beklemeye başladım ve sonunda beklediğim şey oldu, dakikalar sonra da olsa birileri geldi. Bu beni heyecanlandırırken hemen yanlarına gidip siparişlerini aldım. Sonra da mutfağa bildirdim ve geriye döndüğümde yeni birkaç müşteri daha geldiğini, Gökmen'in de onlarla ilgilendiğini gördüm. Bu keyfimi daha da yerine getirirken günün daha sonrası daha hareketli geçti, tam da Gökmen'in söylediği gibi akşam çok daha kalabalık oldu. Her gelen kişiyi sanki müşterimizmiş gibi karşıladık ve bu akşamı da elimizden geldiği en iyi şekilde tamamladık. Sonra da hep birlikte gün sonu temizliğini yaptık, iş bitince herkes dağıldı ama ben kaldım. Pars'ın gelmesini bekledim. Aramak ya da mesaj atmak yerine sözünü tutup gelmesini beklerken kafenin önüne duran arabanın sesini duymam çok uzun sürmedi. Zaten eşzamanlı olarak da birkaç defa kornaya basıldı, o olduğundan emin olup ayaklandım ve ceketimi giyip çantamı alıp kafeden çıktım. Kapıyı kilitledikten sonra hemen arabaya yaklaştım ve oyalanmadan bindim. Binip de ona bakar bakmaz yeşillerini gördüm, tebessüm ettim ve içimden geçen şeyi dile getirmekten hiç çekinmedim. "Özledim," dedim, gülümseyecekmiş gibi gözlerinin kenarı kısılıp da bana doğru eğildiğinde ben de ona doğru eğildim. Eşzamanlı olarak dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Kalbim anında sıcacık olurken bu öpücüğü çok uzun tutmadı ve geri çekildi, gözlerime baktı. "Ayliz," dedi, yüzünde tuhaf bir ifade vardı. "Bir şey mi oldu?" diye sordum endişeyle. Başını sallayınca korkuyla "Ne oldu?" diye sordum. "Sanırım bir yalan daha düşünmen lazım." Kaşlarımı çattım. "Ne yalanı?" diye sordum. "Gidiyoruz," dedi çok normal bir şey söylemiş gibi. "Nereye?" "Sadece ikimizin olacağı bir yere," dedi, bu bir yandan hoşuma giderken bir yandan da korkuttu. "Bu pek mümkün değil gibi," dedim ve sıkıntıyla ofladım. "Hatta babamın bizden daha da şüphe etmesine neden olur. Önce sen sonra ben, sence de çok riskli değil mi?" diye sordum bunu fark etmesi için. "Öyle," dedi ve yüzüme dokundu. "Çok riskli," deyip gözlerimin içine baktı ve ekledi. "Ama sikimde değil," diye bir anda küfretmesiyle şaşkınca kalakaldım. "Sen de siktir et şimdi bunu, bir şekilde hallederiz," dedi, konuşmak istedim ama devam edip engel oldu bana. "Şimdi hemen babanı ara, bir yalan uydur," dedi, yine konuşmak istedim ama yine engel oldu bana. "Çünkü önümüzdeki günlerde onu aramana izin verebileceğimi sanmıyorum." "Pars bak..." Yine sözümü kesti. "Üç dakikan var," dedi ve keyifli bir ses tonuyla ekledi. "Bu da dün gece beni arabada bırakıp gitmenin cezası olsun," dedi dün odama kadar gelip o konuyu hallettiğimiz hâlde ve ben ağzımı açıp da tek kelime bile edemedim. Aynı zamanda ne yapacağımı da bilemedim ve onun gözlerinin içine bakakaldım. "Sen gerçekten delisin," dedim gülerek. Gözünün ucuyla baktı bana, serseri bir bakış attı. "Delilik yapan hep sen mi olacaksın? Bir kez de ben olayım," dedi ve önüne dönüp arabayı çalıştırdı, kafenin önünden uzaklaştık. Zamanında çok delilik yapmıştım, o ve diğer her şey için. Şimdi ise o bir delilik yapıyordu, hem de benim için ve sanırım bu, bir kez daha delilik yapmak için iyi bir fırsattı. Bu kez hem onun için, hem de onunla... Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3 Ay bu bölüm çok tatlı değiller miydi? Ben yazarken çok eğlendim, umarım siz de okurken eğlenmişsinizdir ♡ Ve artık sonunda yalnız kalabilecekleri bölümler geldi :) Sizce yeni bölümde neler olacak? Leyla'yı sevdiniz mi? Leyla'nın Pars'ın kız kardeşi çıkmasını bekliyor muydunuz? Onu daha çok görecek miyiz dersiniz? Bir sonraki bölüme kadar kendinize çok iyi bakın, sevgiyle kalın <3 Alıntı ve duyurular için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |