Yeni Üyelik
1.
Bölüm

GİRİŞ BÖLÜMÜ

@gizzemasllan

GİRİŞ BÖLÜMÜ

"Yeter Ayliz!" Diye haykırdı babam, yaptığım tek şey sıkıntıyla nefesimi dışarıya vermek oldu ve kendimi uzun bir azarlanma sürecine hazırladım.

"Çocuk değilsin artık!" Diye devam etti, bu cümlenin sonunda da yaşımı söyleyecek ve büyümüş olduğumu dile getirecekti.

"20 yaşındasın! Koskaca kız oldun!" Ben demiştim değil mi? Ah bu cümleyi de hiç sevmem. Ben demiştim! Dediysen dedin yani ne olmuş?

Babamın bakışlarından kurtulmak ve yıllardır dinlediğim aynı sözleri duymamak için çok başka şeyler düşünürken "Ne zaman akıllanacaksın?" diye sordu, geriye yaslandım, başımı da koltuğun arkasına yasladım ve bir kez daha sıkıntıyla ofladım. Çok uykum vardı, kızması bir an önce biter umarım, gidip uyumak istiyorum.

"Bak bir de beni hesaba almıyor! Kızım sen beni delirtmek mi istiyorsun?" Sordu, alttan alttan güldüm, cevap versem mi acaba? Belki biraz ortamı yumuşatmak iyi olur diye düşünüp başımı kaldırdım, gözlerine baktım ve şirin şirin gülümsedim.

"Hayır." Dediğim an kaşları öyle bir çatıldı, bakışları öyle bir sertleşti ki korkmadan edemedim, başımı önüme eğdim, dudaklarımı ısırdım.

"Sen gerçekten akıllanmayacaksın!" Evet bunu ben de biliyorum. Hem akıllı olup da ne yapacağım? Bu dünyada akıllı kalınmaz bir kere, delirmek en iyisi. Ben onlarla uğraşacağıma onlar benimle uğraşıyorlar.

"Ne zaman hayatını düzene sokmayı düşünüyorsun? Hayatın boyunca böyle serseri gibi mi yaşayacaksın?" Daha fazla dayanamadım, ayağa kalktım.

"Baba yaptığım tek şey dün gece arkadaşlarımla dışarıya çıkmak oldu! Neden bu kadar büyütüyorsun anlamıyorum!" Bakışları daha da sertleşti.

"Evden kaçtın Ayliz! Haber vermeden, kapıdaki korumaları atlatarak evden kaçtın sen!" Doğru, bunu yapmıştım ama kendimce sebeplerim vardı. Benim zaten hep kendimce sebeplerim vardır illa ki.

"Hem bana koskaca kız oldun diyorsun hem de peşimde korumalarla geziyorum! Sıkıldım baba anlıyor musun? İstemiyorum ya peşimde birilerini! İstemiyorum!" Diye çıkıştım, bu son üç aydır böyleydi. Her ne oluyor bilmiyorum ama attığım her adımda yanımda birisi oluyordu.

"Sana bir süre bunun böyle olacağını söyledim Ayliz!"

"Üç ay oldu baba ya! Koskaca üç ay! Daha ne kadar devam edecek bu? Ben peşimde kimseyi istemiyorum! İstediğini yap ama ben de istediğimi yapacağım!" Söylediklerim karşısında göğsü kabardı, bunun öfkeden olduğunu anladım ama hiç umurumda olmadı. Ben, yeterince sabretmiştim bu duruma.

Bu hayattaki en büyük varlığım özgürlüğüm ve o bunu benden saçma sapan bahanelerle almaya çalışıyordu. Neymişte hayatım tehlikeydeymiş. Hiç de öyle bir şey yoktu, tüm gece dışarıda tek başımaydım, yanımda koruma falan yoktu. Göründüğü üzere tırnağım bile kırılmadan döndüm evime.

"Neden? O serseriyle daha rahat görüşmek için mi?" Deyince bir kez daha ofladım, elimi alnıma vurdum, yüzüme düşen beyaza yakın, gri uzun saçlarımı geriye attım. Konu yine benim sevgilime gelmişti.

"Serseri değil o!" Diye çıkıştım, her seferinde beni buradan vurmaya çalışmasından gına gelmişti artık.

"Kendisi tam bir beyefendi de de tam olsun bari!" Bir de alay etti.

"Yok, o kadar da değil." Dedim ben de alay edercesine ve sanki o da aynı şeyi yapmıyormuş gibi sinirlendi, kendimi savunmaya devam ettim.

"Baba bir barın sahibi diye ondan serseri diye bahsedemezsin! Onun işi bu! Eğlence mekanı işletiyor diye kötü birisi olmuyor!" Boynundaki damarlar belirginleşti, bu da sabrını yeterince zorladığım anlamına geliyordu.

"O serseri daha geçen ay uyuşturucudan yakalandı! Benim karşıma çıktı, ben baktım davasına! Sen de hâlâ onunla görüşüyorsun!" Göz devirdim, evet babam savcıydı ve söylediği olay maalesef ki yaşanmıştı. Fakat bunun için de söyleyeceklerim vardı. Benim söyleyeceklerim hep vardır zaten, asla susmam.

"Birincisi; her şey bir yanlış anlamaydı. Çünkü eğer öyle olmasaydı, cezaevine girsin diye elinden gelen her şeyi yapardın. İkincisi; tekrar ediyorum, o serseri değil!" Diye yineledim.

"Yanlış anlaşılma falan yoktu! Hakkında delil yoktu da serbest kaldı!" Deyince omuz silktim.

"Aynı şey." Tan'ı savunmaya devam ettim, babam hiçbir zaman sevmedi onu, sevecek gibi de durmuyordu. Sebebi de onun bir bar işletiyor olması ve hayat tarzıydı.

Bana yakın olan hayat tarzı.

"Mesleğinden dolayı ona karşı tepkini anlıyorum ama o kötü birisi değil baba! Ayrıca korkma, eskiden yaptığım hataya bir kez daha düşmem. Hem Tan'da buna asla izin vermez, böyle bir şeyi istemez." Diye açıkladım, korkusunun biraz da geçmişimden kaynaklandığını biliyordum ve ben ne yaparsam yapayım o korku asla geçmeyecekti. Bu yüzden çok da bir şey yapmıyorum.

"Uyuşturucu kullandığın zamanlardan bahsediyorsun herhalde!" Aniden söyledi, bakışlarımı kaçırdım, yere odakladım. Doğru, kullanmıştım ama bunun böyle yüzüme karşı söylenmesi hoşuma gitmiyordu.

"Odama çıkıyorum ben, çok yorgunum!" Dedim, konuşmaya devam etmek istemedim ve koltuğun üzerindeki çantamı, telefonumu aldım. Tüm gece hatta sabaha kadar deli gibi dans etmiştim ve şu an hem başım çatlayacak gibi ağrıyor hem de ayakta duracak hâlim yok.

Eşyalarımı aldıktan sonra odama çıkmak için merdivenlere doğru yürüdüm. Ta ki babamın "Senin hakkında bir karar aldım." dediğini duyana kadar, fark ettirmeden ofladım, ona döndüm.

"Öyle mi? Neymiş o?" Yanıma geldi, ellerini arkasında birleştirdi, gözlerimin içine baktı.

"Bir süre buradan uzaklaşman gerekiyor." Dediği an dudaklarım yana kıvrıldı, heyecanlandım.

"Yoksa Amerika tatilini kabul ediyor musun?" Diye sordum şaşkınca ve heyecanla. Neredeyse bir aydır bu konuda ondan izin almaya, Amerika'ya gitmek için onu ikna etmeye çalışıyordum. Sonunda izin vermişti, hem vermeyip de ne yapacak ki? Kendisi de çok iyi biliyor hayır demeye devam ederse evden nasıl kaçtıysam yine kaçıp gideceğimi.

Daha önce yapmadığım şey değil ne de olsa.

Ben, Ayliz Karadağ. Hayattaki en büyük amacım eğlenmek ve gezmek. Ne yapayım ben de bunları seviyorum. Herkes gibi olmak zorunda değildim ben de böyle oldum işte. Deli dolu, istediği şeyi sonuçlarını düşünmeden yapan, eğlenmeyi seven hem de çok seven, bunun uğruna risk almaktan asla kaçmayan bir kızım. Babama göre yerinde durmaz, ele avuca sığmazken etrafımdaki diğer herkese göre fazla şımarığım.

"Hayır, Amerika falan yok unut." Göz devirmemek için kendimi zor tuttum, unut mu? Asla! Belli oldu, yine bir delilik yapmak zorundayım.

"İyi." Dedim sadece, bu iyinin altında yatan gerçeği o da çok iyi biliyordu. "Ne kararı aldın benim hakkımda?" Merakla sordum, omuzları dikleşti, kendinden emin durdu. Sanırım hoşuma gitmeyecek bir şeydi ve bu hareketleri ne yaparsan yap bu karardan dönmeyeceğim demekti.

"Pars'ın yanına gideceksin." Dediği an gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti, devam etti.

"Madem seni eve tutamıyorum, madem sürekli korumaları atlatıp kaçıyorsun en doğrusu bu olacak." Şaşkınca kaldım, ciddi olup olmadığını anlamak için dikkatle baktım yüzüne ve gayet ciddi olduğunu gördüm.

"Sana bir süre tedbirli olmamız gerekiyor demiştim ama beni dinlemedin, en iyisi gidip bu süreyi onun yanında geçirmen olacak." Sinirle güldüm, babam benim aksime ciddi kalırken şaşkınca konuştum.

"Pars?" Dedim, inanmak istercesine, başını salladı, devam ettim. "Kendisi ve kardeşleriyle beraber büyüdüğüm adam?" Yine sordum, zaten hayatımızda başka Pars yoktu ve babam yine başını salladı.

"Hani şu küçükken yüzmekten korkuyorum diye kolumdan tutup da denize fırlatan adam?" Ve yine başını salladı.

"Ben ölüyordum be az kalsın onun yüzünden! Sen bana onun yanında güvende olacaksın mı diyorsun?" Canım babacığım dilini yutmuş gibi yine başıyla onayladı beni, pes etmeyip Pars'ın kötü yanlarını saymaya devam ettim. Bunun mümkün olmadığını anlaması gerekiyordu çünkü.

"Şu insanlıktan çok uzak olan bir adada tek başına yaşayan, somurtkan, sinirli, huysuz, dediğim dedik, kontrol manyağı heriften mi bahsediyorsun?" Bir kez daha sordum.

"Ta kendisi, sen de onun yanına, o adaya gideceksin. Seni her şeyden ancak böyle uzak tutabilirim." Bir de ciddi ciddi karşıma geçmiş bunları söylüyordu. "Senin için en iyisi bu olacak. Buralarda ortalık biraz yatışana kadar, onun adasında güvende olursun." Diye de devam etti, resmen sürgün ediliyorum ve bunun nedeninin tehlike olmadığını çok iyi biliyorum.

Bunun tek bir nedeni vardı; babamın beni Tan'dan uzak tutmak istemesi. Başka hiçbir açıklaması olamaz.

"İstemiyorum!" Dedim anında, babamın tek kaşı kalktı, devam ettim. "Onun yanına asla gitmem!" Diye ekledim ama babamın çok da umurunda olmadım sanırım.

"O adam yeryüzünde yaşayan en sinir insan baba! Bazen buraya geliyor, bir saat dayanamayıp kaçıyorum! Sen bana onun yanına gideceksin diyorsun! Mümkün değil bu!" Vazgeçsin diye söyledim bunları ama istifini hiç bozmadı.

"Gitmem onun yanına." Dedim kendimden emin bir şekilde bir kez daha, kaşlarını çattı.

"Niye nefret ediyorsun bu adamdan anlamış değilim." Ofladım.

"Nefret etmiyorum baba, neden nefret edeyim? Bana hiçbir şey yapmadı ne de olsa. Sadece ikimiz birbirimizden çok farklıyız. Her şeyimizle çok farklıyız hem de. Hayatımız, düşüncelerimiz, yaşantımız farklı. O Doğu'ysa ben Batı'yım. O siyahsa ben beyazım. Bu yüzden onunla vakit geçirmeyi, yanında bir saniye bile durmayı sevmiyorum." Dedim ama tüm bunlar yine babamın umurunda olmadı. Böyle olmayacağını anlayınca huyuna gitmeye karar verdim.

"Tamam, bence bu konuda anlaşabiliriz. Söz veriyorum bundan sonra sen bitti diyene kadar çok mecbur kalmadığım sürece asla dışarıya çıkmayacağım. Çıktığım zamanda kim yanımda gelmek istiyorsa gelsin, hiçbir şey demeyeceğim." Dedim, bunu gerçekten yapabilirdim. Çünkü bu duruma katlanmak o sinir bozucu adama katlanmaktan çok daha kolay olacaktı.

"Sana hiç güvenmiyorum kızım." Deyince istemsizce güldüm, adam haklıydı. "Gidiyorsun Ayliz!" Diye de ekledi, sinirlendim ama yine de sakin kalmaya çalıştım.

"Peki, şöyle düşün o zaman; bir ada var, adada ondan ve benden başka hiç kimse olmayacak. Sence de bu çok tehlikeli değil mi? Ne demişler ateşle barut yan yana durmazmış. Maazallah..." Dememe kalmadan üzerime yürüdü, bulunduğum duruma rağmen kahkaha attım, üst kata kaçtım. O sırada arkamdan bağırdı.

"BEN ÇOK CİDDİYİM AYLİZ! BU AKŞAM GİDİYORSUN EŞYALARINI TOPARLA!" Merdivenin başında durup kaldım, bu akşam mi? Yok artık!

Koşarak odama gittim, aynanın karşısında durdum ve kendi gözlerimin içine baktım, gülmeye başladım. Ağlanacak hâlime güldüm hem de her zamanki gibi. Ağlamayı sevmiyorum ben. Ne yapayım olmuyor işte. Üzüldüğümde bile gülerim ben, yapım böyle.

Saçlarımı düzelttim, akan makyajım biraz sinirimi bozarken şimdilik bunu görmezden geldim ve alayla "O adamın yanına asla gitmem! Hiçbir kuvvet bana bunu yaptıramaz!" dedim ve gülmeye devam ettim.

Sonra neler olur biliyor musunuz? Ben bu cümleyi kurduktan sadece birkaç saat sonra odama gelen babamın ne kadar ciddi olduğunun farkına vardım ve sırf bu durumdan kurtulmak, o adamın yanına gitmemek için, evden kaçmaya çalıştım. Babam da bunu tahmin etmiş olacak ki düşündüğümden fazla tedbir almış, sürekli kaçmayı başardığım bu evden bu kez kaçamamıştım.

Daha Sonra da delilik yapmaya devam etmeme izin vermeyeceğini söylemiş, aynı tehlike bahanesini sunmuş, hatta bu kez abartıp hayatımın bile tehlikede olduğunu söylemiş, bir an önce uzaklaşmam gerektiğini iddia etmiş, evdeki çalışanların hazırladığı valizleri elime tutuşturmuş, yanımda onlarca adamla birlikte beni bir gemiye bindirmiş ve apar topar hiç gitmek istemediğim o adaya göndermişti.

Yaklaşık bir saat sonra gemiden inip adaya ilk adımı attığımda tüm hayatımın burada tamamen değişeceğini bilmiyordum. Başıma geleceklerden bihaberdim. Neler olacağını, hayatımın ne denli değişeceğinden haberim yoktu.

Sürgün edildiğim bu adada hem kaybedeceğimi hem kazanacağımı tahmin edemiyordum.

Beni buraya getiren adamlar buraya geldiğimiz gemiye binip giderlerken yanımdaki valizlere baktım, sıkıntıyla ofladım. Gözlerimi kıyıdan çok uzakta olan, bir adanın içinde olmasına rağmen fazla lüks ve ihtişamlı görünen, üç katlı, dışarıdan bakınca bir sarayı andıran eve çevirdim, dudaklarımı büzdüm.

Ben şimdi bu evde, bu dünyadaki en sinir bozucu ve en sıkıcı olan adamın yanında mı kalacağım?

Gözlerim etrafta gezindi, bayağı adaydı işte burası. Adanın ortasına lüks bir ev inşa edilmişti. Etrafta da başka hiçbir şey yoktu zaten. Ne bir ev ne de bir insan. Bakışlarım yeniden ilerideki evi bulduğunda kapının önünde duran birini gördüm. Biraz dikkatli bakınca bunun Pars Atakan olduğunu anladım, ellerini cebine koymuş, gözlerini üzerime dikmiş ve buradan bile anladığım kadarıyla fazla memnuniyetsiz bir ifadeyle bakıyordu bana.

Sanki ben çok memnunum bu durumdan!

Gözlerimi ondan çektim, başımı önüme eğdim ve yanımda duran valizlere baktım. Bundan sonra neler olur bilmiyorum, doğrusu bilmek de istemiyorum. İstediğim tek şey ilk fırsatta yeniden eski hayatıma dönmek ve bunun için elimden geleni yapacağım. Doğrusu elimden ne gelir onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey bu süreçte de bu suratsız, buzdolabı kadar soğuk olan herife katlanmak zorunda olduğumdu.

Pars yanıma kadar gelip karşımda dururken ve koyu yeşil gözleriyle gözlerimin içine bakarken gerildiğimi hisettim. Bu gerginliği atmak için de içimden kendimi eğlendirecek şeyler düşünmeye çalıştım ama bu bile yeterli olmadı.

Pars'ın gözleri üzerimde gezindi, dikkatle baktı bana. Bu daha çok gerilmeme neden olurken ellerini arkasında birleştirdi, omuzlarını dikleştirdi ve sonunda gözleri gözlerimi buldu. Ben daha gerginliğimden kurtulmak için kendi içimde savaşırken Pars konuştu.

"Hoşgeldin." Dedi, hiç değilse insan gibi bir karşılama oldu diye düşünürken bundan sonra her an her saniye olacağı gibi beni sinir etmeye daha ilk andan ilk cümleden başladı, nefret ettiğim o kelimeyi kullandı. "Çocuk!"

Bu adamla başım ciddi anlamda çok fena beladaydı.

Loading...
0%