2. LAVİNYA

@gozyasimezarligi

Gözlerimi aniden açtım. Bir yataktaydım, kolumda serum vardı. Serumlardan nefret ederdim. Kimseye itiraf edemesemde iğneler en büyük kabusumdu. Ailem katledilmeden önce evimize her gün gelen doktoru hatırlıyordum. Gözlerindeki hırs ve o sinir bozucu sakinliğini. Sürekli gelip bir sürü iğne yapardı. Bazı ilaçlar yakardı. Günlerce kıvranırdım. Tenimde izler oluşur, bazen nefes bile alamazdım. Bazense sadece kan alırdı. Bana tek etki eden ilaçlar onlardı. Doktor bana evimizdeki sırf bunun için oluşturulmuş odada işkence ederken ne annem ne de babam feryatlarımı duyardı. Sahi, neden duymazlardı ki? Ya da neden onlara çok acıdığını söylediğimde duymazdan gelirlerdi? Ellerim titremeye başladı. Serumu sertçe çektim. Doğrulmaya çalıştığımda birisi omuzlarımdan tuttu.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun?"

 

İfadesiz yüzüne rağmen şişen göz altlarına baktım. Tüm gece uyumamış mıydı? Gözlerim küçük masa saatine kaydığında dehşetle yutkundum. Saat altıydı ve bugün Magma'nın verdiği büyük davette varis açıklanacaktı. Orada olmalıydım çünkü varis bendim! Başımı kaldırarak alttan bakışlarımı Korel'e gönderdim. "Bugün çok önemli bi işim var. Hayatını kurtardım ve sen de benim hayatımı kurtardın." Yüzümü buruşturdum. "Her ne kadar sebebi sen olsanda. Teşekkür beklemiyorum sen de beklemesen iyi olur. Şimdi acilen burdan çıkmam gerekiyor."

 

Kalkmak için başka bir hamle yaptığımda yatağa tekrar bastırdı. Kalbimdeki ateşin sebebini bulmayı aklıma not ettim. Sabır diler gibi derin bir nefes çekti içine. "Dün canlı canlı amaleyat oldun. Bilmem farkında mısın ama ölebilirdin. Bu yüzden bugün misafirimizsin. Hem kimsin sen? Çok iyi nişan alıyorsun, dünkü amaleyatta normal bir insan olsa ilk hamlede acıdan bayılırdı. Bana neden yardım ettin?"

 

Art arda sıraladığı sorularına alayla güldüm sonra ise ani bir hareketle Korel'in belindeki silahı kapıp kafasına yasladım. Bu hamleyi yapacağımı onu ilk gördüğümde silaha anlık bakışımdan fark etmişti. Tek kaşının belli belirsiz havalanması, kulaklarının milimlik kalkışı ve her hamleye karşı bir santimetre kadar geri gidip pozisyon alan ayağından bunu anlamak benim için zor değildi. Ama yine de bu hamleyi yapmıştım çünkü yapmamı istemeseydi ilk an bunu engellerdi. Belki de sadece reflekslerimi veya eğitimimin seviyesini ölçmeye çalışıyordu. Ani hareketim sonucu omuzuma derin bir ağrı girmişti ve inceden artan ıslaklık hissediyordum. Dikişlerim açılmış olmalıydı.

 

Korel'in mavileri saniyenin yarısı kadar bir süre omuzuma döndüğünde çenesi kasıldı. Yüzümde mimik oynamasada acı çektiğimi biliyordu. Bu hamleyi yaptığımda sonucun bu olacağının da farkındaydı. O halde neydi ki bu tepkisinin nedeni? Belki de o da benim kadar iyi bir oyuncuydu ve böyle düşünmemi istiyordu. Bu düşünceye tutundum. "Caddenin ortasında çatışmaya giren sensin. Şimdi beni mi sorguya çekiyorsun? Gitmem gerek. Beni istemediğim bir yerde zorla tutamazsın."

 

"Kalkamazsın. Dikişlerin zarar görür ayrıca istediğim cevapları sen söylemeden alamaz mıyım sanıyorsun?"

 

Gözlerimi devirdim. "Al o zaman, benim gitmem gerekiyor."

 

Elimdeki silahı beline tekrar yerleştirdim. Şaşkınlıkla hamlelerimi izlerken bıkkınlıkla nefesini verdi. "Pekala önce yarana pansuman yapmalıyız. Sonra seni istediğin yere bırakırım. Bu halde kendin gidemezsin."

 

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Son derece kararlıydı. "Tamam." diye mırıldandım. Gözlerinde gururlu bir ifade belirdi. Biraz da... Şefkat? Beni nazikçe yatağa itti. Üzerimde sütyenim ve siyah bir atlet vardı. Sütyenime dokunulmamıştı fakat atlet benim değildi. Onu Korel giydirmiş olamazdı değil mi? Bu saçma düşünceleri uzaklaştırıp kafamı yastığa koydum. Vanilya kokusunu çok rahat bir şekilde alabiliyordum. Çekmecelerden birini açıp malzemeleri çıkarmaya başladığında şaşırma sırası bendeydi. "Doktor yok mu neden sen yapacaksın pansumanı?"

 

"Doktor gitti. Birazdan gelip sargını değiştirecekti ama gitmekte ısrarcısın, çağırsam bile gelmesi uzun sürer. Hem ben de en az onun kadar güzel yaparım."

 

Büyük bir ciddiyetle söylediklerine hak versemde sesimi çıkarmadım. Küçük bir çantayla beraber eşyaları yatağa koyduğunda kendisi de kenara oturdu. Çantanın içinden çıkardığı şırıngaya ilaç koymaya başladığında onu izliyordum. Korku bedenimi ele geçirmeye başlamıştı.

 

"Doktor bedeninin çoğu ilaca tepki göstermediğini söyledi ama bu biraz daha farklı. Acını hafifletmese de bedeninin kendini toparlamasına yardımcı olacak. Vitamin gibi bi şey."

 

Güçlükle yutkundum. Korel'in kemikli parmakları arasında duran şırınga beni bambaşka anılara sürüklüyordu. Gözlerimin önü kararmaya, ellerim titremeye başladı. Kontrolsüzce bedenimi yataktan kaldırıp oturur pozisyona geldim. Geriye doğru bi hamle yaparken kollarımı sağlamca kavrayan elleri hissedebiliyor ama kime ait olduklarını kestiremiyordum. Kafamı hızlı hızlı iki yana salladım. "Yapma!" diye fısıldadım bir zamanlar bağırdığım gibi. Sanki yine o sedyede bağlıydım. Doktorun sesi yankılandı kulağımda. "Ah benim güzel kızım. Pek hoş olacağını söyleyemem ama bilim için bazılarını feda etmek gerekir. Sadece en güçlüler hayatta kalır. Senin aksine. Korkuyorsan başını diğer tarafa çevirebilirsin Gece."

 

Bana insanlık dışı işkenceler eden Önder'e bile baş kaldırırken doktor Kemal Erkaya boyun eğdiğim tek insandı. Şimdiki halim olsa o ilaçlara zorlanmadan dayanırdım ama çocuktum. Güçsüzdüm. Nefes alamadığımı hissettim. Tıpkı o zamanlardaki gibi. Ellerim boynuma gitti. Sanki orada bir delik açarsam nefes alabilecektim.

 

Durdum. Hareketlerimi kesen şey burnuma dolan vanilya kokusuydu. Kulaklarıma sesi ulaştı. "Burdasın, güvendesin. Bak yanındayım hadi aç gözlerini."

 

Sanki bu komutu bekliyormuş gibi açtım gözlerimi. Yatakta bez bebek gibi sallanıyordum. Korel beni sıkıca sarmış çaresiz gözlerle yüzüme bakıyordu. Burnum göğsüne çok yakındı ve vanilya kokusunun kaynağı sanırım burasıydı. Kollarında küçücük kalmıştım. Ben güçlüydüm. Sadece en güçlüler hayatta kalırdı ve ben Ölüm Çiçeği'ydim. En güçlü bendim. Tek zayıflığımı kimseye gösteremezdim. Yavaşça geri çekildim. Yaram çok daha fazla kanamıştı. Korel de eski yerine geçtiğinde yere düşürdüğü iğneyi tekrar eline aldı. Bakışlarımı hızla iğneden çekip gözlerine odakladığımda kısık sesle konuştum. "Bence ona gerek yok."

 

Kaşlarını çattı. Bir bana bir de elindeki şırıngaya bakarken düşünceli görünüyordu. En sonunda "Tamam." diye mırıldanarak şırıngayı çekmecenin içine attı. Bir şeyleri çözmeye çalıştığı belliydi. İçimden bir ses her şeyi anladığını ve ben iğneyi daha fazla görmeyeyim diye oraya bıraktığını söylesede böyle bir şeyin olamayacağını savunan tarafım baskın geldi. Sırtımdan destek vererek beni tekrar yatırdı. Dikişlerim çok kötü bi haldeydi ve yenilerinin atılması gerekiyordu. Alışkındım. Hayır doğru tabir bu değildi. Alışmak zorunda bırakılmıştım. Yaranın etrafını temizlerken gözlerimi ondan ayırmadım. İşte o an bakışlarım sol elinin baş parmağına takıldı. Hilal şeklinde tırnak izleri vardı. Çok kötü görünüyordu. Bunları ben mi yapmıştım? Baktığım yeri fark edince parmağını yavaşça avcunun içine yerleştirdi. "Oraya da bakman lazım. Kötü görünüyor."

 

Dünyanın en önemli şeyini yapar gibi yaramı titizlikle kontrol ederken beni duymuyor gibiydi. Daha yüksek bi sesle konuştum. "Korel!"

 

İşini bırakmadan umursamaz bi şekilde konuştu. "Önemli bir şey değil."

 

Hafifçe geri çekildiğimde sonunda mavilerini bana çevirdi. "Eğer oraya baktırmazsan ben de kendi yarama baktırmam."

 

Tek kaşını kusursuzca havaya kaldırdı. "Önce senin işini halledelim. Bir boşlukta kendiminkine de bakarım."

 

"Söz ver." dedim. Küçük bir çocuk gibi göründüğümün farkındaydım ama şu an çok da umurumda olduğu söylenemezdi. İçten içe orası için bi şey yapmayacağını biliyordum. Sadece saatler içinde onu nasıl tanıyormuş gibi hissettiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Gülümsedi. Hem de en içten şekilde. Sağ yanağındaki gamzesi belli oldu. Benimkinin aksine onunki derindi. Başını eğip kafasını iki yana salladı. "Söz." dedi. Gülümsemesine ben de eşlik ettim. Bakışları yarama değince kaşları tekrar çatıldı. Sıra dikişe geldiğinde elindeki malzemeleri hazırladı, tereddütle bana döndü. Yüzü duvar kadar boş olsada gözlerindeki çaresizliği okuyabiliyordum. Sakince konuştu. "Olabildiğince nazik olacağım. Uzun sürmeyecek." Duraksadı ve ekledi. "Belki içinden bir şarkı söylemek de işe yarayabilir."

 

Onu başımla onayladım. İlk darbesini yaptığında sadece onu izledim. İpin tenimde bıraktığı his midemi bulandırsada kalbimdeki yangın gittikçe büyüyor, beni daha fazla zorluyordu. İçimden söyleyecek bi şarkı aradığımda sadece bir cümle çınladı kulaklarımda. "You drew stars around my scars."

 

"Yara izimin etrafına yıldızlar çizdin." demekti. Yüzümde belli belirsiz tebessüm oluştu. Sonraki cümleye geçtiğimde kalbimde omuzumdakinden daha büyük bi acı hissettim. Yine de durmadım. "But now I'm bleedin."

 

Bir de türkçesini söyledim. "Ama şimdi kanıyorum."

 

Aynılarını bir kez daha tekrar ettim ve bir kez daha. İşi bittiğinde yaramın üzerine bandajı sardı. Kalkmam için destek verdi. "Telefonum nerede?"

 

Cebinden çıkartıp verdiğinde tepkisizliğimi korudum. Sinirlenmiştim ama kavga etmek de istemiyordum. Nasıl olsa hiçbir şekilde açamaz veya heckleyemezdi. Elinden sertçe çektiğimde direkt Sarışın'ı aradım. İlk çalışta açtı. "Gece, nerdesin? Kaybolmalarına hepimiz alışkınız ama böyle bi günde kaybolmak nedir ya abi. Annen perişan halde. Önder bile endişelen-"

 

Sözünü kestim. "Sakin ol Sarışın. İyiyim, yaşıyorum. Sana atacağım konumdan al beni. Ve arkana ordu toplama."

  

Başka bir şey söylemesine fırsat vermeden telefonu kapattım. Kuzey'e dünkü çatışmanın yerinin konumunu attım. Ayağa kalkmak için bi hamle yaptığımda ne olduğunu anlamadan kendimi Korel'in kollarında buldum. Yine de ısrar etmedim. Ayağa kalkarsam dikişlerimin tekrar zarar göreceğini biliyordum. Evin içini inceleme fırsatı bulamadan aşağı kata indik. Bahçeye çıktığımızda garaja doğru ilerledi. Siyah range roverin kapısını açtığında beni ön koltuğa bıraktı. Yarama dikkat ederek kemerimi de taktı. Kendisi de sürücü koltuğuna oturduğunda sert sesini işittim. "Nereye gidiyoruz?"

 

"Dün beni bulduğun yere."

 

Sadece kafasını aşağı yukarı salladı. Yolculuk çok sessiz geçiyordu. Sonunda geldiğimizde arabanın etrafını dolanıp beni tekrar kucağına aldı. Bizi anlamsız bakışlarla izleyen Kuzey'e tuhaf bir bakış atarak diğer arabaya doğru ilerledi. "İçinden hangi şarkıyı söyledin?"

 

Dakikalar sonra kurduğu cümle bir an afallamama sebep oldu. Başımı hafifçe kaldırarak yüzüne baktım. Doğruca önüne bakıyordu. Yine de bozuntuya vermeyerek mırıldandım. "You drew stars around my scars."

 

Yutkundu. Duymaktan korktuğum o kelimeleri türkçe olarak dillendirdi. "Ama şimdi kanıyorum."

 

Kalbim temasıyla alev aldı. Mavileriyle siyahlarım bir kez daha kesişti. Koca bir dünya yıkıldı ve sonra yeniden doğdu. Nefretle sevgi bir savaş başlattı. Hem umut hem umutsuzluk vardı. Beni diğer arabaya oturtup kemerimi taktı. "Tekrar görüşeceğiz. Ve ben senin kim olduğunu bulmuş olacağım." dedi. Arkasından ben de konuştum. "Tekrar görüşeceğiz. Ve ben senin kim olduğunu bulmuş olacağım."

 

Gitti. Kuzey yanımda yerini aldığında beklemediğim bi şey yaparak bana sarıldı. Bir anlık duraksamanın sonunda ben de ona sardım. Kollarında bi dostun şefkatini tattım. Benden ayrılabildiğinde arabayı çalıştırdı. "Neredeydin? Geleceğim dedin gelmedin. O adamın yanında ne işin vardı?"

 

Umursamaz bi şekilde omuz silktim. "Vuruldum."

 

Araba ani bi firenle durduğunda kemerim takılı olmasaydı ön camdan fırlayabilirdim.

 

"Ne?!" Eş zamanlı çıkardığı sesle içgüdüsel olarak kulaklarımı kapatmak istedim. Bana fırsat vermeden devam etti. "Nasıl vuruldun. İyi misin? O adam bir şey mi yaptı?"

 

"Sakin ol Sarışın iyiyim, o adam bir şey yapmadı. Dün bi çatışmaya rastladım. O adam Kuzgun'un adamlarıyla çatışıyodu. Zor durumdaydı ben de çatışmaya dahil oldum. Vuruldum, beni evine götürdü, tedavi etti ve buradayım. He bir de tekrar karşılaşacağımızı, kim olduğumu bulacağını falan filan söyledi. Benim kim olduğumu öğrenirse küçük dilini yutacağından haberi yok. Sonuç olarak buradayım. Yaşıyorum. Yeterli mi senin için?"

 

Hâlâ dehşetle bana bakıyordu. "Nereden yaralandın? Hastaneye gitmeliyiz."

 

Elimle kalbimin biraz yanındaki kurşun yarasını işaret ettim. Hastane hakkındaki söylediklerini duymadığımı var saydım. "Eve sür, yetişmemiz gereken bir davet var."

 

"O kurşun kalbime de gelebi-" Sustu. Kendine biraz süre verdiğinde sakince konuştu. "O yarayla davete gitmek demek çakalların arasına yaralı bir kurdu atmak demek. Biliyorum güçlüsün ve idare edebilirsin ama süper kahraman da değilsin."

 

Gülümsedim. Buruktu ama nadir olan içten tebessümlerimdendi. "Ben bir süper kötüyüm Sarışın. Masallarda iyiler kazanıyor olabilir fakat burası öyle bir evren değil."

 

Sessiz bi yolculuktan sonra Önder'in evine vardık. Korumalar bizi görür görmez ayaklandılar. Annem boynuma atladı. Yaramı fark ettiğinde ise davete gitmemem konusunda uyarmasına rağmen gideceğimi söylediğimde ısrar etmedi. Bu davetin önemli olduğunu ve başa çıkabileceğimi iyi biliyordu. Önder basitçe omuzumu sıvazlamış, önemsemiyormuş gibi davranmıştı. Yine de bu ihtiyar kurdun gözleri onu ele veriyordu.

Tüm doktor diretmelerini reddederek hazırlanmaya başladım. Geç kalmam hoş karşılanmazdı.

Derin göğüs dekoltesi olan elbisem omuzlarımdaki sargıyı gizliyordu. Kalçalarımın hemen altında bitiyor, belimi açığa çıkarıyordu. Bugün oraya Lavinya olarak gidiyordum. Bu yüzden kanın, gücün ve şöhretin rengi olan kırmızıyı tercih etmiştim. Siyah topuklularım ve minik çantamsa bu sefer umut vadeden geceyi değil, ölümü temsil edecekti. Makyajımı yaparak kırmızı rujumu dudaklarıma yaydım. Aynadaki aksimle göz göze geldiğimde gülümsemek istedim. Yapamadım. Orada tüm masumluğuyla Gece duruyordu. Bilinçsizce elimi uzattım. Bir damla yaş süzüldü çeneme doğru. Bugün vicdanımı yok edecektim. Ölen benliğim için o tek damla yeterliydi. Hızla gözlerimi sildim, olduğum yerde dikleşip başımı kaldırdım. Hazırdım.

 

Peki ya gerçekten hazır mıydım?

 

Siyah deri ceketimi giyip merdivenleri yavaş adımlarla indim. Annem zümrüt yeşili bir elbise tercih etmişti. Elbise ikinci bir deri gibi vücudunu sarıyor, yere kadar uzanıyordu. Derin yırtmacı vardı. Magma'nın karısı Serpil Keskin asalatini takınmıştı. Hemen yanında bir elini annemin beline koymuş Önder vardı. Gücü gözlerine yansıyordu. Yanlarına gittiğimde annem babamı sıkıca sardı. Kulağına uzanıp fısıldadı. "Doğru mu yapıyoruz Önder? Ona güç mü kazandırıyoruz yoksa hayatını mı mahvediyoruz?"

 

"Bu en doğrusu Serpil. O, bunun için doğdu."

 

Sadece dudaklarını okumuştum. Yüzümü ifadesiz tuttum. Gerçekten doğrusu neydi? Hayatta doğru bir şey kalmış mıydı? Bildiğim tek bir şey vardı; Öldürdükçe ölüyordum.

 

Yanlarına kendimden emin adımlarla gittiğimde Önder beni elimden tutup kendi etrafında bir tur döndürdü. Gülümseyip baş selamı verdim. "Bugün için hazır mısın kızım? Erteleyebiliriz."

 

Düşünmeden cevapladım. Düşünürsem vazgeçerdim. "Evet."

 

Babamın yanağına öpücük kondurdum. "Siz önden gidin baba. Herkes toplansın, benim biraz işim var. Kuzey'le gelirim."

 

Gözlerine oturan şüpheyle beni süzdü. Nereye gideceğimi çözmeye çalışıyordu. Sonunda bana güvenmeyi seçmiş olacak ki başıyla onayladı. "Kendini koruyacağına şüphem yok. Yine de gecikme."

 

Gülümsemekle yetinip dışarıya çıktım. Arabada beni bekleyen Kuzey tedirginliğini çok iyi gizliyordu. "Durum ne Sarışın?"

 

"İki koruma var. Söylediğin gibi telefonlarına sızıp Kuzgun adına çocuğu belirlediğimiz yere getirmeleri konusunda mesaj attım." Elini ensesine atıp sıkıntıyla ofladı. Bundan sonra ne geleceğini bekliyordum. "Gece, o daha çocuk. Sen çocuklara dokunmazsın ki."

 

"Vicdan zayıflıktır Sarışın. Ben bugün kalbimi toprağa gömdüm."

 

Sadece birkaç dakikanın ardından çocuk parklarından birine geldik. Tenha bir yerdi ve fazla ıssızdı. Silahıma susturucuyu taktım. Prensesi korkutmak istemezdik. Çalıların arkasına saklandığımızda çok geçmeden beklediğimiz araç geldi. İki adam araçtan inip etraflarına bakmaya başladılar. Bakışlarım arabanın arka koltuğuna döndüğünde beni izleyen bir çift ela gözle karşılaştım. Sekiz yaşındaki kızın salık bıraktığı turuncu saçları beline kadar iniyordu. Burnundaki çilleri özenle serpiştirilmiş gibiydi. Teni bembeyazdı. Bana merakla baktığını görünce gülümsedim.

 

"Yakındaki sende Sarışın yapabilir misin?"

 

"Bende."

 

"Güzel."

 

Adamlardan biri telefonunu kulağına görürdüğünde küçük kıza dönüp sadece dudaklarımı oynatarak "Gözlerini kapat." dedim. Hevesle başını sallayıp kocaman gülümsedi.

 

"Başlıyoruz."

 

Aynı anda iki adama da ateş ettik. Sesi duyan kız tiz bi çığlık atıp cesetlere baktı. Delicesine ağlıyordu. Gözlerini sıkıca kapatmıştı. Ah çocuklar gerçekten söz dinlemiyodu. Yerimden çıkarak hızla küçük kızın yanına koştum. Beni görünce geriledi. Dişlerimi sıktım. Onu bu hale getirenleri ateşimle yakmayı istedim.

 

Onu bu hale ben getirmiştim.

 

Ben zaten yanıyordum.

 

Gülümsedim.

 

"Hey, merhaba." Kız biraz daha geri gitti. Çığlık atmayı bırakmıştı. Derin bi nefes çekip geçmişteki halimi düşündüm. Ben olsam nasıl sakinleşirdim? Sanırım ben böyle kulak tırmalayan çığlıklar atmazdım.

 

"Dayının sana neler yaptığını biliyorum. Ama artık hiçbir şey yapamaz. Hadi, benimle gel sana bir sürprizim var. Adın ne?" Elimi ürkekçe küçük kıza uzattım. Kafasını aşağı yukarı oynattı. Bir şey söylemek ister gibi dudaklarını araladı. Tekrardan kapattı. Bu kez bi damla düştü güzel gözlerinden. Minicik ellerini avucumun içine aldım. Gözlerini sildim. "Hadi tanışalım."

 

"Miray."

 

Ben de, "Miray." dedim. Onaylatmak ister gibi. "Gece ben de. Seninle bi oyun oynayalım mı? Gözlerini sıkı sıkı kapat. Ve ben tamam diyene kadar açma."

 

"Tamam." Miray gözlerini sımsıkı kapattığında onu kucağıma aldım. Arka koltuğa oturtup kemerini bağladım. Kuzey sessizce olacakları izliyordu. Sonunda fısıldayarak konuştu. "Kızı nereye götüreceğiz? Merkezde ona uygun bir oda yok."

 

"Başka bir yerde hayatı tehlikede olur. En güvenli yer şimdilik merkez. Adamlardan birinin odasını geçici olarak ona göre ayarlatmıştım. Yüz on beş numara. Başında tek bir kişi bekleyecek ama kapının önünü boş bırakmayın. Pera'yı çağırdım. Onun yanında korkmayacaktır."

 

Kıza dönüp daha sevecen bi şekilde konuştum. "Miray şimdi seni götüreceğim yerde ben gelene kadar bekle tamam mı? Biraz işlerim var sonra seni gelip alacağım. Oradaki abla benim arkadaşım. Çok iyi anlaşacağınıza eminim."

 

Kız kafasıyla beni onayladığında merkeze varmıştık. Onu kucağıma almak istediğimde yaram sızladı. Omuzumda Sarışın'ın elini hissettim. "Ben hallederim."

 

Geri çekilmekle yetindim. Sarışın, "Gel bakalım çilli prenses." diyerek Miray'ı odasına götürdü. Kıkırdayan kız bana el sallamayı da ihmal etmemişti. Kuzey geldiğinde davete doğru yola çıktık. Hayatımın belki de en büyük dönüm noktası olacaktı bu gece.

 

Büyük yapının arka kapısından girip doğruca üst kata yöneldik. Koridorda bir sürü koruma vardı. Kapının önüne ulaştığımızda içeriden gelen konuşma seslerini duydum. Kuzgun'un sesini. "Varisin kabulüm değil Magma! Küçük bir kız koltuğa oturamaz. Onu kendi ellerimle öldürürüm, yaptığın haraket gelmiş geçmiş en büyük isyanın başlangıcı olur."

 

Yüksek çıkan sesi hoşuma giderken artık Lavinya'yla tanışma zamanlarının geldiğini anlamıştım. Kapıyı hızla açarak dikdörtgen masanın önünde durdum. Gelişimle Önder ve onun karşısında, masanın diğer ucunda bana sırtı dönük oturan adam haricinde herkes ayaklanmıştı. Zaten ayakta olan Kuzgun ise memnuniyetsiz bakışlarını bana gönderiyordu.

 

Topuklularımdan çıkan sesin eşliğinde ileriye doğru üç adım attım. Ortamdaki gerginlik gittikçe daha fazla yükselirken kafamı eğip başımı onaylamaz anlamda iki yana salladım. Ani bi hareketle avuç içime sığabilecek büyüklükteki silahı çantamın çıkıntısından çıkarıp Kuzgun'u sol omzundan vurdum. Tıpkı dün benim vurulduğum gibi. Korumalar silahlarına uzanırken ortama birden kaos hakim oldu. Önder geldiğimden beri ilk kez konuştu. "Sonraki varisim, Gece."

 

Sözünü sertçe kestim. "Lavinya."

 

Kendinden emin sesim odayı doldururken sırtı dönük adam ilk defa bana döndü. Refleks olarak ben de ona baktığımda kesinlikle bunu görmeyi beklemiyordum. Safirlerin sahibi tam karşımdaydı. Gözlerinden sadece bir an şaşkınlığı okudum. Yüzümdeki güç maskesi bir an parçalanacak gibi olsada kontrolü çabucak elime aldım. Parçalar şimdi yerine oturuyordu. Karşımdaki adam Magma'nın en büyük düşmanı Sadık Eceloğlu'nun bunca zaman sır gibi sakladığı oğlu, en yakın arkadaşlarımdan Gazel'in abisi Korel Eceloğlu'ydu.

 

İçimden üçe kadar sayıp kendimi toparladım. Sarışın'a hafif bi baş işareti yaptığımda karşıdaki dev ekran açıldı. Benim için asıl zor kısım şimdi başlıyordu. Güçlüsün, dedim kendi kendime. Ekranda bi yatak belirdi. Üzerinde tüm masumluğuyla küçük bir bi beden yatıyordu. Turuncu saçları yastığın üzerine yayılmış, yüzündeki küçük gülümsemeyle uyuyan kız Miray'dı.

 

Miray Kuzgun'un yeğeniydi ve Kuzgun, küçük kızın tek akrabasıydı. Yeğenini çok sevsede hastalıklıydı. Darp ediyor, acı çekmesinden sadistçe zevk alıyordu. Miray onun takıntısıydı. Salondaki herkes nefesini tutmuş ekrana bakarken ben ifadesiz yüzümle Kuzgun'u izliyordum. Önder'in kaşları havaya kalktı, bu kadar ileri gidebileceğimi tahmin etmemişti. Sınırlarımın farkında değildi.

 

Sınırlarımın ben bile farkında değildim.

 

Kuzgun inlemelerinin arasından ekrana baktı. "Seni küçük kaltak! Bırak yeğenimi sen kim olduğunu sanıyorsun?"

 

Omuzlarımı dikleştirdim. "Ben Magma'nın varisi Lavinya. Ya arkamda durursunuz, ya da hepinizi bu bataklıkta boğarım. Ben yanarım ama yanımda sizi de yakarım."

 

Lavinya saklandığı yerden çıktı, Gece'nin kafasına bir silah dayadı.

 

Gece feryat etti, sessiz çığlıkları beynimde yankılandı.

 

Lavinya'nın gözünden bi damla yaş aktı, yere düştü.

 

Son damla, son acı.

 

Gözünü kırpmadan insanları katleden Lavinya bir kez daha Gece'nin karşısında aciz düştü.

 

Gece'yi kalbimin en derinlerine gömdü.

 

İntikam yeminini gerçekleştirdiğinde Gece'yi tekrar serbest bırakacak, kendi kalbine bi bıçak saplayacaktı.

 

Peki o zamana kadar Gece hayatta kalabilecek miydi?

 

Yoksa çoktan ölmüş müydü?

 

Gece, her zamankinden daha karanlıktı. Her yıldız umut demekti ve yıldızlarım beni terk edeli çok olmuştu.

 

Dişlerimin arasından konuştum. Zayıflığımı tehditkar sesimin arkasına saklamıştım. "Biat et, Kuzgun."

 

"Lanet olsun tamam!"

 

"Kuzgun'u revire götürün. Yeğenine yaptıkları için canlı canlı ameliyat olacak."

 

Adamları Kuzgun'u salondan çıkarırken yavaş adımlarla Önder'in yanına ilerledim. Yaşlı kurt koltuğundan kalkınca şaşkınlıkla onu izliyordum. "Bunun zamanı bugün değil ama hazır herkes buradayken geciktirmeye lüzum yok. Seninle gurur duyuyorum kızım. Magma topluluğunun yeni lideri sensin Lavinya. Biadım sana."

 

Önder'in kalktığı koltuğa oturdum. Önder de benim çaprazımdaki koltuğa. Şimdi Korel'le masanın iki ucunda, iki düşman oturuyorduk. Bizimle beraber diğerleri de oturduğunda tek tek biatlarını bildirdiler. Sıra safirlerin sahibine geldi. Eceloğlu geldiğimden beri hiç kalkmamış, mavilerini üzerimden ayırmamıştı. Cevap vermesini beklemeden ayaklandım. Benimle beraber ayağa kalktı. Masanın etrafından ona doğru birkaç adım attığımda o da bana doğru adım attı. Ortada buluşana kadar ne o ne ben durdum. Bütün gözlerin üzerimizde olduğunu biliyordum ama açıkçası çok da umurumda değildi. Kimseden çıt çıkmıyordu. Aramızda bir karışlık mesafe kaldığında ona bakmak için başımı kaldırdım. Parmak uçlarımda yükselip kulağına yaklaştım. "Kim olduğunu buldum Eceloğlu."

 

Genizden gelen erkeksi kıkırtısını işittim. Kısık sesle konuşsakda herkes bizi duyuyordu. O da kulaklarıma eğildi. "Tekrar karşılaştık Yeni Ay. Ve emin ol, biadım sana değil."

 

Dudağımın bir kenarı tehlikeli bi yavaşlıkla yukarı kıvrıldı, dilimi dudaklarımda gezdirdim. "Yanmaya razısın yani?"

 

"Ateş, temizler. Yanmak benim için sadece ismimin hakkını vermek olur."

 

"Fazla iddialısın."

 

"Fazla tehlikeli sulardasın." Safirlerinin ağırlığını yara izimde hissettim. Kaşları çatıldı. "Dinlenmen gerekiyordu." dedi bu sefer kimsenin duyamayacağı şekilde.

 

"Önemli bi şey değildi. İyiyim." Bakışlarım parmağına düştü. Tırnakladığım parmağına. Elimde olmadan gülümsedim. "Sarmışsın."

 

"Ben sözümü tutarım."

 

"Bunu aklımda tutarım."

 

"Tekrar görüşeceğiz, Yeni Ay."

Biraz daha yaklaştım. "Tekrar görüşeceğiz, Eceloğlu."

 

Ondan birden uzaklaştım. Önder'e baş selamı verip Korel'e saniyelik bi bakış attım. O orada öylece bana bakarken dışarıya çıktım. Arkamda bıraktığım curcunaysa bana ayrı bir zevk veriyordu.

 

Merdivenleri inerken Sarışın hemen yanımdaydı. Annemi gördüğümde yanına gittim. Ayaküstü biriyle sohbet ediyordu. Kuzey kulağıma fısıldadı. "Kuzgun'un karısı."

 

Tek kaşım havaya kalktığında konuşmalarını dinlemeye koyuldum. Henüz bizim varlığımızı fark edememişlerdi. İsminin Nergis olduğunu bildiğim kadın küçümseyen bakışlarını anneme göndererek konuştu. Yüzündeki samimiyetle alakası olmayan gülümsemeyi silip atmak istedim. "Gerçekten masadakilerin bunu kabul edeceğini mi düşünüyorsun Serpil? Belki de Kuzgun onu öldürmüştür bile." Alt dudağını alaycı bi şekilde büzerek devam etti. "Sağ salim gelecektir, sıkma canını."

 

Müdahale etmek istesemde kendimi tuttum. Anlaşılan Nergis Hanım, Serpil Keskin'in öfkesini daha önce hiç tatmamıştı. Tam o sırada adamlardan biri Nergis'in kulağına bir şeyler söyledi. Kadının rengi mora çalarken annemin yüzünde o güçlü gülümsemesini gördüm. Adamın dudaklarını okumuş olmalıydı. Az çok ne söylediğini tahmin edebiliyordum. Kocasının şu an canlı canlı kesildiğini söylemişti muhtemelen. Annem kadına yaklaştı, elini omuzuna koydu. "Ah Nergis'ciğim kızım kocana haddini bildirmiş demek. Ben de sana haddini bildirebilirim." Nergis'i taklit ederek dudağını büzdü. "Ama gideceğin yer kocanın yanı değil doğrudan morg olur."

 

Hiçbir şey olmamış gibi dik omuzlarıyla yanıma geldi. "Kızım." dedi sıcacık gülümsemesiyle. "Bizimle geleceksin değil mi?"

 

"İşlerim var anne. Birkaç gün uğrayamayacağım gibi

görünüyor."

 

"Birkaç gün önce de aynısını söylemiştin Gece."

 

Yanağına sulu bir öpücük bıraktım. "Gerçekten çok yoğunum. Şimdi gitmem gerek."

Bir şey söylemesine fırsat vermeden uzaklaştım. Arkamdan söylendiğini duyabiliyordum. Kuzey'le merkeze geçtik. Ezberlediğim koridorlardan hızla geçerek Miray için hazırlattığım odaya girdim. Miray yerde resim yapıyor, Pera ise ona yardım ediyordu. Beni görünce kucağıma atlayan kişinin Pera olacağını düşünsemde ilk Miray'ın küçük ellerini hissettim. "Pera resim yapmayı biliyormuş Gece abla." dedi hevesle. Böyle küçük şeyler bile onu mutlu edebiliyordu. "Pera'ya sadece Pera diyorsun da neden bana Gece abla diyorsun?" Küçük bir çocuk gibi gözlerimi kırpıştırdım. "Yoksa Pera'yı benden daha mı fazla sevdin?"

 

Kafasını hızla iki yana salladı. Sonra aceleyle konuştu. "Hayır tabii ki seni de çok seviyorum. İstersen sana da Gece diyebilirim."

 

"Tabii ki de inci tanesi." dedim. Miray bu sefer küçücük elini uzatarak arkamda duran Kuzey'i gösterdi. "Onun adı Sarışın mı?"

 

Pera kahkahayı bastığında ben bile kıkırdamıştım. Kuzey'in surat ifadesi ise görülmeye değerdi. Miray'ı kucağımdan çekip aldığında tane tane adının Kuzey olduğunu açıklıyordu. Miray arada kıkırdıyor, Kuzey'in asla komik olmayan şakalarıyla eğleniyordu. Bu sefer kucağıma Pera atladı.

 

Pera'nın babası Türk, annesi Rus'tu. Ailesini küçük yaşta trafik kazasında kaybederek yetimhaneye verilmişti. O sürekli yetimhaneden kaçar, bizim sokağa gelirdi. Ben de yetimhaneye giderdim. Ailem öldüğünde Önder'le konuşup onu da yanımıza aldırmıştım. Psikiyatrist olabilmek için üniversiteye yeni başlamıştı. Sarı saçları dikkat çekiyor, bembeyaz yüzünü pembe dolgun dudakları ve yeşil gözleri süslüyordu. "Pera, bugün bende kalsana. Miray'ı da oraya götüreceğim."

 

"Kızlar gecesi de yapar mıyız güzellik?"

 

"Film de izleriz. Sarışın hadi gidelim burdan. Bizi eve bırakırsın."

 

"Bu üç güzel kıza eşlik etmek benim için büyük onur leydilerim. Ama kızlar gecenize bir de erkek girmeli bence."

 

Pera yastıklardan birini Kuzey'e fırlattı. "Cıvıma Kuzey!"

 

Kuzey yastığı havada kaparak ona kınayan bir bakış gönderdi. Hemen sonra ise ayaklanarak bizi koca gökdelenin önünde bıraktı. Buraya her gelip giderken takip edilmediğimizden emin olmamız gerekiyordu. Uykuya henüz dalmış olan Miray'ı kucaklayarak asansöre girdim. Pera yüz yedi kat çıkacağımız için söylenip duruyordu. Sonunda varabildiğimizde Miray'ı kendi yatağıma yatırdım. Ona bir sürü eşya almam gerekiyordu. Yarını buna ayırabilirdim. Kahve yapıp salona gittim. Birini Pera'ya, diğerini Kuzey'e uzattım. "Yarın Miray'ın ihtiyaçlarını almamız gerekiyor. Anlaşılan uzun bir süre burada kalacak."

 

"Peki sonra ne yapacaksın? Bir katil olarak küçücük kızla sonsuza kadar aynı evi paylaşamazsın. Evi otel olarak kullanıyorsun. Miray'ın okula gitmesi, parkta oynaması gerekiyor."

 

Düşünceli bi şekilde elimi saçlarımdan geçirdim. "Bilmiyorum Pera o kızı yanlız bırakamam. Burada da bakamayacağımın farkındayım. En azından ortalık durulana kadar benimle kalmalı. Yardım edemez misin?"

 

Saçlarını savurdu. "Tabii ki de edebilirim. Elimden her iş gelir!"

 

Kalkıp yanağından öptüm. "Bilmez miyim!"

 

Aniden kaşları çatıldı. "Dolunay günü seni defalarca aradım ve ne kadar şaşırtıcı ki yine açmadın."

 

Omuz silktim. "Açmayacağımı biliyordun."

 

"Her şeyi kendi başına halletmek zorunda değilsin Lavi. İzin ver yanında olalım."

 

Pekâlâ yine şu romantik konuşmalara dönmüştük ve beni pek sarmıyordu. Hızla konuyu değiştirdim. "Dün vuruldum."

 

Kuzey rahat bir şekilde bizi izlerken Pera soğukkanlılığını koruyarak "Nasıl?" diye sormuştu sadece. Kırılgan görünüşüne zıt soğukkanlı tavırlarını seviyordum. Kuzey lafa atladı. "Kuzgun'la çatışan birini görüp kendini ortaya atmış. Vuruluncada bu herif onu evine götürüp amaleyat ettirmiş. Asıl bomba ise bu adam Korel Eceloğlu çıktı."

 

"Bir dakika bir dakika, bildiğimiz Korel Eceloğlu mu? Gazel'in abisi."

 

"Ta kendisi."

 

"Anesteziye karşı vücudunun tepkisini de gördü o halde. Gazel neredeydi?"

 

"Evet gördü. Gazel yoktu, ona her şeyi açıklayan bi mesaj yazabilir misin?" dedim tepkisizliğimi koruyarak. "Tamam ben hallederim onu."

 

"Ve hepsi bununla da sınırlı değil." Kuzey sarı saçlarını karıştırdı. Bu kadar ciddi kalabilmasi mucizeydi. Dudaklarının arasından derin bir nefes bıraktı. "Daha fazla ne olabilir ki?"

 

"Uyumadan önce bana 'Uyu, Ölüm Çiçeği.' dedi." Aynı anda "Ne?!" diye bağırdıklarında Kuzey başını bıkkınlıkla koltuğa dayamış yüksek ihtimalle küfür mırıldanıyor, Pera ise odada volta atıyordu. "Uykuyla uyanıklık arasındaydım. Zihnimin oyunu olabilir diye düşündüm ama fazla gerçekti."

 

"Öylesine söylemiş olabilir mi? Sonuçta masal kahramanı sayılırsın." dedi Pera umutla. Kuzey sakinleşmiş gibiydi. "Yine de gözümüz üstünde olsun. Risk alamayız."

 

Onlara teması sonucu kalbimin verdiği tepkiyi söylemedim. Kuzey bu kadar gerilimin yeterli olduğuna karar verip bize film açtı. Sevdiğim insanlarlaydım. Yine de Pera'nın neşesi veya Kuzey'in şaklabanlıkları beni eğlendiremiyordu bu sefer. Aklımdan geçen tek şey, Korel'in azılı düşmanlarımdan biri olduğui ve onun sonu olmam gerektiğiydi. Olacaktım da.

 

Peki ya gerçekten sonu olabilecek miydim? Olmalıydım.

 

Filmden filme atlayarak geceyi bitirdik. Pera ve Kuzey kanepeye kıvrılıp uyuyalı birkaç dakika olmuştu. Belki de Miray'a tek başıma alışveriş yapmalıydım? Yukarıya çıkarak küçük kıza baktım. Hâlâ uyuyordu. Onu orada bırakarak sargımı değiştirdim. Korel'in sardığı sargıyı. Siyah kazağımın altına mavi kotumu giydim. Normalde saçlarımı salmayı sevsemde gevşek bir şekilde örüp tek omuzuma attım. Eldivenlerimi ellerime geçirdim. Kalabalıkta siyah gözlerimin dikkat çekmeyeceğini varsayarak lensleri boş verdim. Olmazsa olmaz hançerimi de yanıma aldığımda hazırdım. Miray gözlerini ovuşturarak yanıma geldi. "Nereye gidiyorsun Gece?"

 

"Günaydın prenses. Sana bir şeyler almaya gideceğiz. Hadi seni hazırlayalım."

 

Göz kırptığımda ellerini birbirine çırptı. "Gerçekten mi! Yatağım da pembe olsun mu?" Anlaşılan uykusunu açabilmiştim. "Tabii ki de.""

 

Ona uygun kıyafet olmadığı için küçük kızın sadece kızıl saçlarını taramıştım. Yolda bir şeyler yiyebilirdi. Önder'i aradım. Normalde böyle bir şeyi asla istemesemde yanımda Miray varken koruma ayarlanması gerekiyordu. Bizi sadece uzaktan izleyecek mini ordu göndermişti Önder. Miray'la beraber ilk önce çocuk odası takımı almıştık sonra da rengarenk kıyafetler. Önder'in, daha doğrusu benim adamlarım bir taraftan da eşyaları eve taşıyorlardı. Miray'ın benim evimde kalmasını istesemde uyanır uyanmaz beni arayan Pera, evimde kalmasının hoş olmayacağını söylemişti. Sonuçta bir seri katildim. O evde gizli bir işkence odası bulunduğunu hesaba katarsak haksız da sayılmazdı. Ayrıca ben evde fazla kalmıyordum ve bu kızın benim olmadığım zamanlarda ona bakacak bakıcıya ihtiyacı vardı. Bir de o kadına açık veremezdim. Sonuç olarak Miray Önder'e ait mekanda kalacaktı. Böylece her ihtiyacı karşılanacak, yanlız olmayacaktı. Birlikte akşam yemeği yemek için yol üstünde bir kafeye girdik. "Yeni eşyalarını beğendin mi fıstık?"

 

"Çok güzeller teşekkür ederim Gece!"

 

Ben çağırmadan garsonlardan birisi yanıma geldi. Önüme eğilerek bir bardak çay koydu. Hayır, bir sorun vardı. Garson tedirgindi. Sanki birinin görüş acısını kapatmak için farklı bir konumdaydı. Oldukça rahat bir gülümseme takındım. Garson eğildi. "İlk bardak ikramımızdır."

 

Bardağı hafif itekleyerek yansımadan etrafa göz attım. Çaprazımda telefonuna bakan adamın ekranı ve karşımdaki cam da bana yardım etmişti. Tüm algılarım anında açılmıştı. Müşterilerden biri, az ileride sohbet eden çift, mekanın öteki ucunda tatlı servisi yapan kadın garson... İzleniyorduk. Bu takipçiler sadece benim gördüklerimle sınırlı da olmayabilirdi. Ve yanılmadım. "İkinci kabin çöp kovası."

 

Dudaklarının görünmeyeceği şekilde kısık sesle konuşan garson yanımızdan hızla ayrıldı. Tatlı tatlı Miray'a baktım. "Efendim canım, tuvalete mi gidelim? Gel o zaman gelince yeriz."

 

Küçük kızın konuşmasına fırsat vermeden ayağa kaldırdım. Tuvaletlere ulaştığımızda doğruca ikinci kabine girdim. Çöp kovasının içinde telefon vardı. Bir taraftan da sık sık kapıyı kontrol ediyordum. Telefonun şifresi yoktu. Mesaj kutusunda ise tek bir mesaj vardı. "Güneydeki binanın çatısında. Takip ediliyorsun, Yeni Ay."

 

Beynimde o cümle yankılandı. "Tekrar görüşeceğiz, Yeni Ay."

"Korel." kelimesi çıktı dudaklarımdan.

 

"Korel kim ki Gece? Hem buraya neden geldik çişim yok ki benim."

 

Mantığım ışık hızında bana geri dönerken kafamda sadece saniyeler süren olay haritası yaptım. Korel tarafından takip ediliyordum. Ve sadece onun tarafından değil, başka birisi daha vardı. Kuzgun olamazdı. Düşmanımı tanıyordum ve hamlemin ertesi günü beni takip ettirmezdi. Telefonu Korel bırakmıştı. Güneydeki apartmanın çatısında keskin nişancı vardı. Görüşleri açıktı. Hedef Miray olsaydı çoktan ölmüştü. Hedef bendim. Buradan çıkmam gerekiyordu. Aksi halde herkesin hayatı tehlikedeydi. Öncelik kendi hayatın, dedi içimden bir ses. Onu duymazdan geldim. Miray'ın ellerini tuttum. "Bak prenses. Şimdi seninle bir oyun daha oynayacağız. Buradan çıkmamız gerekiyor. Ajanlar gibi."

 

"Ajanlar gibi mi?"

 

"Evet. Bana ayak uyduracaksın. Her ne olursa olsun sözümden çıkmayacaksın. Ve buradan çıkmadan önce konuşmak yok tamam mı?"

 

"Anladım." dedi gözlerini kırpıştırarak. Telefonu cebime sıkıştırdım. Sol elimin baş parmağıyla sağ bileğimde çipin bulunduğu yere önce bir, sonra art arda iki kere baskı uyguladım. Hem parmak izimi hem de baskılarımın düzenini algılayan çip acil durum modunu devreye sokmuş olmalıydı. Bu özelliği çok nadir kullanırdım. Şu an hem merkeze, hem de Kuzey'in telefonuna bildirim gitmiş, çipim onlara canlı konumumu göndermiş olmalıydı. Yine de burada yardım bekleyecek vaktim yoktu. Kapının dışını kontrol ettiğimde takipçi müşterinin telefonuyla ilgileniyormuş gibi yaptığını gördüm. Beni bekliyordu. Miray'a sessiz olması için işaret verip tıpkı bir gölge kadar sessizce otuzlu yaşlardaki adama yaklaştım. Minik hançerimi beline dayadım. İrkilsede belli etmemeye çalıştı. "Sen de kimsin?"

 

"Kim olduğumu bildiğin için buradasın. Şimdi, benimle resmi bir şekilde tanışıyormuş gibi yaparak nişancının görüş açısında duracaksın. Buradan çıkana kadar kalkanım olacaksın. En ufak bir haraketinde bağırsaklarını deşerim. Şu takipçi arkadaşlarına da sorun olmadığına dair bir şeyler yaparsan iyi olur şüphelenmesinler. Anlaşılmayan?" Buz gibi bir sesle bunları söylerken hançerimi biraz daha bastırmıştım adama. "Tamam. Dediğin gibi olsun." dedi tükürürcesine.

 

Miray'ın elini sıkıca tuttum. Adamla havadan sudan konuşmaya başladık. Kesinlikle iyi eğitimliydi. Bu sırada bize saniyelik bakış atan müşteriyi de fark etmiştim. Korel'in adamı bir, dedim kendi kendime. Gerçekten göremeyeceğimi düşünmesi aptallıktı. Bu sırada rehin aldığım adam diğerlerine başını salladı. Sorun yok planın bir parçası, demeye çalışıyordu. Masayı es geçerek çıkışa yöneldim. Silahına uzanan kadın garsonu gördüğümde Miray'la beraber kendimi kenara attım. Müstakbel kalkanım keskin nişancı tarafından delik deşik olmuştu. Elimde olmadan gülümsedim. Kaostan beslenen benliğim kendini belli ediyordu.

 

Miray'ı kucaklayarak koşmaya başladım. Yaram beni fena zorluyordu. Peki bunlar yaşanırken Önder'in adamları ne halt yiyordu! Burada olsalardı çoktan müdahale etmişlerdi. Kahretsin! Yalnızdım.

 

Arkamdan ayak sesleri geliyordu. Sandığımdan daha kalabalıklardı. Ara sokaklardan birine daldığımda gücüm tamamen tükenmişti. Kucağımdaki Miray yüzünü boynuma gömsede ağlamıyordu. Daha fazla koşamayacağımı anladığımda küçük kızı kucağımdan indirdim. Kalan enerjimi savunma için harcamalıydım. Kuzey çoktan yola çıkmış olmalıydı. "Miray sakın gözlerini açma ve arkamda dur anlaştık mı?"

 

Sadece kafasıyla onayladı beni. Gözlerini kapatarak arkamda yere oturdu. Küçük hançerimi gizledim. O kadar adama güvenip silah almamak büyük hataydı. Hayat bir kere daha kimseye güvenmemem gerektiğini yüzüme vurmuştu. Ayakta dimdik durdum. İstesem gücümle hepsinin canını alabilirdim ama bu ifşa olmak demekti. Yine de Ölüm Çiçeği'ni öldürmek o kadar kolay olmayacaktı. Çok geçmeden önümde bir yığın adam belirdi. Ellerimin boş olduğunu gösterircesine açığa çıkarttım. "Pekala bir sürü adamın karşısında tekim. Ha, bir de yedi yaşında küçük bir kız. O kadar korkak olmayın, silahsızım. Şimdi kim beni patronuna götürmek ister?"

 

Hepsi silahlarını bana doğrultmuşken bir tanesi temkinli adımlarla yanıma yaklaştı. Aynı anda sağ elimle silah tutan bileğini büküp, sol elimle gizlediğim hançerle boğazına delik açtım. Saniyeler içinde can verirken bedenini önüme siper ettim. Adamın silahı benim elimdeydi artık. Hızlı haraketlerle iki tanesini vurmuştum bile.

 

"Direnmen ne işe yarayacak? Zorluk çıkartma Önder'in kızı."

 

"Eğitiminiz başarısız. Buraya gelirken zorluğu hesaba katmanız gerekiyordu. Hemen şimdi gidin ki gözünüzde hep Önder'in kızı olarak kalayım. Aksi takdirde Lavin'ya ile tanışmak zorunda kalırsınız."

 

Yavaşça geriye doğru adımladım. Park halindeki bir aracın yanına yaklaştığımızda Miray'a arabanın arkasına geçmesini işaret ettim. Olası bir çatışmada açık hedef olmamalıydı. Çok korktuğu belli olsada saşırtıcı şekilde sakinliğini koruyordu. Kendimi cansız bedenin arkasına gizleyerek ateş ettim. Onlarda karşılık vermekte gecikmediler. Mermim bitince sessiz bir küfür savurdum. Yardım hâlâ gelmemişti. Mermimin bittiğini anlayan adamlar yaklaşmaya başladılar. Onları oyalamak için kafamdan çeşit çeşit plan kurarken karanlık sokakta tek el silah sesi yankılandı. Sesler arttığında karşımdaki adamlar siper alabilecekleri yerlere kaçıştılar. Yardımın kimden geldiğini kestiremesemde koruma içgüdüsüyle Miray'ın yanına koştum. "Sakin ol tamam mı, çıkacağız buradan. Oyunun bitmesine çok az kaldı."

 

Kafasını hızlı hızlı salladığında anladım ne kadar korkmuş olduğunu. Şakağımda soğuk namluyu hissettiğimde Miray çığlık attı. İki adam arkamızdaydı ve birisi benim kafama diğeri Miray'ın kafasına dayamıştı silahlarını. Canıma mâl olacağını bilsemde güç kullanmayacaktım. Bitti mi gerçekten?, dedim kendi kendime. Ardından arkamdaki adamı boş vererek Miray'a silah doğrultanın üzerine atıldım. Tek hamlede boynunu kırarken beynime gelecek kurşunu bekliyordum. Ama öyle olmadı. Üstüme sıçrayan kan benim değildi. Arkamı döndüğümde ilk olarak yerde sırtında bıçak olan bir ceset gördüm. Birisi ona bunu fırlatarak etkisiz hale getirmişti. Kurtarıcımı görmek için bakışlarımı yukarı çıkardım. Gördüğüm beden algılarımı kapatmaya yetti.

 

Korel Eceloğlu buradaydı.

 

 

Bölüm : 12.12.2024 00:06 tarihinde eklendi
Loading...