@grikelebek
|
Savaşın üzerinden günler, haftalar geçmişti. Yağmurlar yağmış, soğuk kendini iyice ortaya çıkarmıştı. İnsanlar artık eskisi gibi dışarıda gezmiyorlardı, gerek duyulmadıkça dışarıya çıkan olmuyordu. Herkesin istediği tek bir şey vardı, karın yağması ve bu soğukların biraz olsun azalmasıydı. İşte o gün, aralık ayının ilk cumartesi sabahı karın ilk taneleri yeryüzüne düşmeye başladı. Bir pamuk misali, dans ederek düşen bu güzel nimet kıtada büyük bir mutluluk getirdi. Kısa sürede etrafa beyaz bir örtü oluşturmuştu. O gün öğleden sonra Melanie ve John, kasabaya gitmek için evden çıktılar. Kasabaya gitmelerinin nedeni atları için biraz saman almaktı. Onları gittikleri her yere götüren dostları için doğada yiyebileceği bir şey kalmamıştı artık. Gitmek zorunda olmasalar John'un evden çıkmaya hiç niyeti yoktu. Kulübede kalıp sıcak ateşin karşısında oturmak istiyordu. Melanie, ise tam tersi bir duygu içerisindeydi. Kar yağdığı için ayrı bir mutluydu. Kasabaya gitmek içinde istekliydi. Melanie yere eğildi, dokunduğu anda ellerini donduran kardan biraz aldı. Ellerinin arasında yuvarladığı karı tüm gücüyle at arabasına doğru yürüyen John'a fırlattı. John'un sırtında dağılan kartopu genç kadını kıkırdatmıştı. "Yapma Melanie." Melanie, gelen uyarıyı dikkate almayarak aynı şeyi tekrarladı. "Melanie lütfen." Genç kadın, tekrarlanan uyarıyı umuruna takmadı ve tekrar attı. John, uyarısını dikkate almayan bu kadına haddini bildirmek istedi. Yere eğilip eline aldığı karları büyük bir top haline getirdi. Arkasını döndüğünde kaçmaya çalışan genç kadına hızla fırlattı. Genç kadın gelen darbenin etkisiyle yere düştü. John, endişeyle genç kadının yanına koşup onu yerden kaldırdı. "İyi misin?" Melanie, neşeyle kahkaha atmaya başladı. "Dengemi kaybettim." Havada uçuşan kahkahalar John'a da bulaşmış onu da güldürmüştü. "Düşeceğini tahmin edemedim. Affedersin." "Çok eğlenceliydi." Melanie'nin devam eden kahkahaları yüzünden John, bakışlarını ondan alamıyordu. İnci gibi dişleri, mutluluktan yaşaran mavi gözleri, soğuktan kızaran yanakları, her şeyiyle çok çekiciydi. Melanie gülmeyi bıraktığında üzerine yapışan karları silkti. "Artık gidelim." Birlikte at arabasının önüne bindiklerinde kasabaya gitmek için yola koyuldular. Kasabaya vardıklarında hemen girişin yakınında olan dükkâna girdiler. Hayvanlar için saman ve yem satılan bu yer etraftaki dükkanlara göre çok büyüktü. "Hoş geldiniz." Dükkânın sahibi yeni gelen misafirlerini güler yüzle karşıladı. "Size nasıl yardımcı olabilirim?" "Hoş bulduk. Atımız için biraz saman ve arpa almak istiyoruz," diyerek cevap verdi John. "Tabi ki. Bunları ne ile taşıyacaksınız?" "At arabasıyla." "Bunları taşıyacak bir elemanımız var. Siz götürülmesi gereken yeri gösterin yeter." Alınacakların ödemesi yapıldıktan sonra iri yarı bir eleman alınanları at arabasına kadar taşıdı. John, elemana dükkân sahibi görmeden biraz bahşiş uzattı. Mutlulukla John'a bakan adam, "Teşekkür ederim efendim," diyerek minnettarlığını bildirdi. Melanie ve John kasabada biraz dolaşmaya karar verdiler. Kasabanın sokakları akşam üzerine doğru süslenmiş etrafta tatlı bir koşuşturma başlamıştı. Sanki kutlama yapılacak bir hava vardı. Bazı dükkanlar normal saatlerinden erken kapanmıştı. "Neler oluyor?" diye sordu Melanie yanında yürüyen John'a. "Bilmiyorum." "Merhaba efendim. İçecek alır mısınız? Bugüne özel ücretsiz." Sol tarafta kalan kaldırımdaki adamın onlara seslenmesiyle bakışları o tarafa döndü. "İster misin?" diye sordu John, Melanie'ye. "Olur." İkili seyyar satıcı yaklaştıktan sonra satıcı onlar iki tane kendi yaptığı sıcak içecekleri uzattı. Uzatılan içecekleri aldıktan sonra ikili yoluna devam etti. Melanie elinde tuttuğu içeceğe baktı. "Bu neyden yapılmış?" John, içmekte olduğu içeceğinden ayrıldı ve Melanie'ye cevap verdi. "Bilmiyorum ama tadını beğendim." Bunun üzerine Melanie içeceğin tadına baktı. Çok hoşuna gitmese de içini ısıtması açısından içebilirdi. Bir süre daha yola devam ettiler. Yolun ilerisinde bağıran yeni bir satıcı gördüler. Ama bu satıcı diğerlerinden farklıydı. Bu satıcı elinde tuttuğu kâğıt parçalarını satıyordu. "Gösteri biletlerini buradan alın. Akşamki gösteri için biletlerinizi alın. Tanesi sadece otuz beş ven." "Ne tür bir gösteri sence?" diye sordu Melanie merakla. "Bir fikrim yok. Belki tüm bu süslemeler bunun için." "Olabilir. Bizde bilet alalım mı?" "Olur alalım." Birlikte bilet satıcısının yanına vardıklarında dört adet bilet aldılar. "Bu süslemeler gösteri için mi?" diye sordu John satıcı adama. "Hayır, Kış Festivali için. Bu yıl kış erken geldiği için kutlama tarihi erken alındı. Bu gece sabaha kadar kasabada çeşitli eğlenceler olacak. Tiyatro, müzik, dans ve en güzeli panayır. Bu yılki festival daha güze inanın bana." "Bu harika bir şey," diyerek fikrini belirtti Melanie. "Eve gidip diğerlerine de haber verelim." Kasabadan ayrıldıklarında at arabasına binerek yola çıktılar. Eve geldiklerinde Mia ve Lucas'ı koltukta otururken buldular. "Bu akşam kasabada Kış Festivali varmış," dedi Melanie güzel haberi vererek. "Gerçekten mi? Çok güzel bir festivaldir. Buradaki insanlar eğlenmeyi biliyor," dedi Lucas. "Gideriz değil mi?" "Evet. Akşamki gösteri için bilet aldık," dedi John elindeki biletleri göstererek. "Bu harika. Yemek yedikten sonra gidelim," dedi Mia. Akşam yemeği yendikten sonra hep birlikte kasabaya vardılar. Kasabanın sokakları renkli ışıklarla donatılmıştı. İnsanlar sokaklarda ikram edilen yiyecek ve içeceklerden alıyor, neşeli kahkahalarıyla etrafı inletiyorlardı. Bu güzel, heyecan dolu kalabalığa katıldılar. İlk önce bilet aldıkları gösteriyi kaçırmamak için gösterinin yapıldığı yere gittiler. Görevli kişi gösteriye girecek olanların biletlerini alıyordu. Ellerindeki biletleri verdiklerinde gösteriyi izlemek için ayrılan bölüme girdiler. Açık havada yan yana ve art arda dizilen sandalyelerden boş olanlara oturdular. Kısa bir süre sonra gösteri başladı. Seçilmiş insanlar tarafından canlandırılan gösteri bazen izleyenleri güldürmüş bazen işe duygulandırmıştı. Biten gösterinin ardından izleyenler beğenisini dile getirerek, etrafı alkış tufanına boğmuşlardı. Dört gencin gösteri bittikten sonra gittiği yer panayır olmuştu. Çeşitli oyuncaklara binmişler, müzik eşliğinde danslar etmişlerdi. Tüm herkes soğuğu unutmuş, kahkahalarıyla etrafı ısıtmışlardı. "Hanımlar ve baylar, içeceğimi denemek ister misiniz?" Dört genç, kendilerine seslenen seyyar satıcısının yanına vardılar. Melanie, merakla sattığı içeceklere baktı. Satıcının önünde duran içecek fıçılarının içinde üç renk içecek vardı. Mor, kırmızı, sarı. "Ben kırmızı istiyorum," dedi Melanie. Seyyar satıcı eline aldığı tek kullanımlık bardağa kırmızı içecekten koyup genç kadına uzattı. Melanie, içeceğini eline aldığında durgunlukla diğerlerinin yanından biraz uzaklaşarak kenara çekildi. Elinde tuttuğu kırmızı içeceğe adapte olmuş durumdaydı. John, istediği içeceği aldıktan sonra etrafında Melanie'yi göremedi. Endişe içinde etrafa bakarken biraz ileride onu fark etti. Duygusuz, bir yüz ifadesiyle elindeki içeceğe bakıyordu. John, genç kadının bu halini merak edip yanına vardı. "Melanie, bir şey mi oldu?" Melanie, aynı bakışlarını içecekten ayırıp genç adama yöneltti. "Kırmızıyı özledim," dedi alçak bir sesle. John, ona diyecek bir şey bulamadı. Onu teselli etmek için ne söyleyebilirdi ki? Kıtada yaşayanlar için önemli bir kural vardı. Kraliyet aileleri dışında hiç kimsenin kırmızı rengi kıyafetlerinde kullanması yasaktı. Bu kırmızı renk sadece kraliyet ailelerine mensuptu. Melanie, artık kraliyet ailesinden biri değildi. Bir daha kırmızı giyemeyeceği için üzülüyordu. Melanie'nin en sevdiği renkti kırmızı, koyu kırmızı. Aşk duyduğu bu renkten ayrı kalacağı için mutsuzdu. Buraya geldiğindeki neşesi kalmamıştı içinde. Artık etrafta eğlenmek, bir şeyler içmek istemiyordu. "İçmek istemiyorum," dedi Melanie. "Yapma böyle lütfen." Melanie bir şey söylemedi. John, genç kadının yanağını tutup gözlerine bakmasını sağladı. "Evlen benimle Melanie." Genç kadın şaşkınlıkla John'a bakarken birden gözleri kapandı. Melanie, birden yere yığıldı. Elinde tuttuğu içecek üzerine dökülmüş ve beyaz elbisesi kırmızıya boyanmıştı. John, neler olduğunu anlayamamış, korkuyla yere diz çökmüştü. Melanie'yi kucakladığında sırtında bir ıslaklık hissetti. Kan olmasından korktu, hayır kan değildi. "Melanie." Ses gelmemişti. Mia yere, arkadaşının yanına çöktü. "Ne oldu? Neden bayıldı?" "Bilmiyorum," dedi John. Kalabalığın arasından kaçmaya çalışan birini fark etti. "Yakalayın onu!" Lucas, hızla kaçmaya çalışan adamın peşinden koştu. Adete bir tazı gibiydi. Kalabalığın arasında başlayan kovalamaca tenha bir sokakta son buldu. Lucas, adamı yakasından tutup yere yatırdı. "Ne yaptın ona?" adam cevap vermedi. Lucas, nefretle adamın yüzüne sert bir yumruk indirdi. "Cevap ver!" "Uyku büyüsü," dedi adam kesik kesik konuşarak. Lucas, büyüyü daha önce hiç duymamıştı. Ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Ama içindeki nefret daha çok artmıştı. "Kim gönderdi seni?" "Arthur." Lucas, daha fazla dayanamadı. Belindeki bıçağı çıkarttı. İlk darbeyi kalbine sonraki darbeyi karnın gelişi güzel indirdi. Adam, yerde canı çekişirken Lucas karşısında onu izliyordu kurbanının ölüşünü zevk ile izledi. Ama nefreti biraz olsun azalmamıştı. Efendisine verdiği sözü tutamamıştı, Melanie'yi koruyamamıştı. Kendisine çok kızacağını biliyordu. Oradan ayrıldığında hızla tekrar onların yanına geri döndü. "Ne oldu?" diye sordu Mia merakla. "Yakaladım. Uyku büyüsü yapmışlar." "Nasıl bir şey bu?" diye sordu John. "Bilmiyorum. Daha önce duymadım." "Bir büyücüye götürelim. Onlar kesin biliyordur," dedi Mia fikrini belirterek. "Benim tanıdığım biri var," dedi Lucas. John, Melanie'yi kucağına aldı ve hep birlikte kasabanın sokaklarından ayrıldılar. Ata arabasında geçen uzun bir yolculuktan sonra kendi krallığı sınırlarında içinde bulunan küçük bir köye geldiler. Hızla arabadan indiklerinde Lucas, koşarak eski bir kulübenin kapısını çaldı. "Hasta var şifacı, kapıyı aç." Kapıyı açan yaşlı kadın gelen misafirlerine göz gezdirdi. "İçeriye getirin." İçeriye girdiklerinde John, Melanie'yi boylu boyunca yatağa yatırdı. Hemen yanına diz çöktü. "Neyi var hastanın." "Uyku büyüsü yapıldı," diyerek cevap verdi Lucas. "Uyku büyüsü mü?! Ben bu büyüyü çözemem." "Ne demek çözemem. Yapabileceğin bir şeyler olmalı," diye konuştu John yalvarırcasına. "Her büyünün kendine göre farklı çözümleri vardır. Ben uyku büyüsünü çözmeyi bilmiyorum. Tek bildiklerim, hastanın bu şekilde en fazla üç yıl yaşayabileceği. Bu büyü yüzünden geçen her gün ölüme daha çok yaklaşacak. Başkalarına sorun, bilen biri vardır." Ümitsizlik içinde büyücünün evinden ayrıldılar. Geçirdikleri uzun bir yolculuktan sonra kulübelerine vardılar. "Kimin adamıydı o?" diye sordu John. Telaştan sormayı unutmuştu. "Arthur'un." "Eminim yerimizi biliyorlardı. Şimdi ne yapacağız?" diye sordu Mia. "Toparlanın, saraya dönüyoruz. Etrafa haber salarız, yardımcı olacak birini daha kolay bulabiliriz." John, kral olarak emir çıkarttığında büyünün çözümü daha kısa süreceğini düşünüyordu. Acaba öyle olacak mıydı? *** Lucas, efendisinin önüne başını öne eğerek, utanç içinde çıktı. Ondan af dilemeye bile yüzü kalmamıştı. Yapacağı her şeye boyun eğmişti. "Ben sana ne görev verdim Lucas?" "Kızınız Melanie'yi korumamı emrettiniz Efendim." "Peki sen ne yaptın?" "Koruyamadım efendim. Özür dilerim." Efendisi ona hızla tokat attı. Genç adam tokadın etkisiyle biraz sarsıldı. "Sen durumun ciddiyetinin farkında mısın? Benim kızım bir tanrıça. Eğer bu aptallar yüzünden ölürse tüm dünya yok olur. Ve sen onu korumayı bile başaramadın. Neden? Çünkü sevgilinle vakit geçirmekten benim kızımı göz önünde tutamadın. Gerçi bunu daha öncesinde de yapmıştın. Ben o zaman sana ne dedim? 'Görevini boşluyorsun.' Ben seni uyarmadım mı Lucas?" "Uyardınız Efendim." Lucas, yere diz çöktü. Sanki celladına boyun eğiyordu. "Vereceğiniz her cezaya razıyım efendim." "Kalk ayağa!" Lucas, hemen yerinden kalktı. "Git ve kızımı uyandıracak o çözümü bul!" "Emredersiniz Efendim." ***
|
0% |