@grikelebek
|
John, mutfakta yaptığı yemekleri masanın üzerine hazır etti. Salonda oturan Melanie'ye seslendi. "Yemek hazır." İçeriden ses gelmedi. "Melanie." Yine ses yoktu. Mutfaktan ayrılıp salonda geçti. Melanie'yi ateşin karşısındaki minderlerin üzerinde uzandığını gördü. Yanına doğru yürüyüp tekrar seslendi. "Melanie." Melanie, sıcak ateşin karşısında uyuyakalmıştı. John, onu uyandırmak için omzuna hafifçe dokundu. "Melanie, haydi uyan." Melanie sakince gözlerini araladı. "Önce yemek ye, sonra tekrar uyursun." Melanie, olduğu yerde biraz doğrulmaya çalıştı. Uykulu gözleri yarı aralıktı. "John." "Efendim." "Çok uykum var." "Farkındayım. Lütfen yemek ye sonra seni odana götürürüm." Melanie'nin oturduğu yerden kalkmaya niyeti yok gibiydi. John, onu omuzlarından tutup kalkmasını sağladı. Ona yemek masasına kadar eşlik edip masaya oturttu. Kare masanın bir tarafına Melanie, sağ tarafına John oturmuştu. Melanie, kollarını masaya yaslayarak başını ellerinin arasına aldı. Gözlerini kapatıp uyuklamaya devam ediyordu. "Melanie, haydi biraz yemek ye." "Güzel olmuş. Eline sağlık," dedi Melanie alakasız bir şekilde. John istemsizce sırıttı. Genç kadının onu dinlemediğinin farkındaydı. John, Melanie'nin başını kaldırdı ve kollarının indirdi. Önündeki yemeğini kendi önüne çekti ve eline aldığı kaşık ile ona yemeğini yedirmeye başladı. Melanie, yarı baygın uzatılan yemeği yedi. John, karşısında duran genç kadının bu halini tatlı bulmuş kalbinin hızlı atmasına engel olamamıştı. Şu an yüzünü ellerinin arasına alıp ona bir öpücük vermeyi, saçlarını okşamayı istedi içten içe. Melanie yemeği bittikten sonra "Artık uyuyabilir miyim?" diye sordu alçak sesle. "Uyuyabilirsin." Melanie, yerinden kalkmaya çalıştığında tökezledi. Yere düşeceği esnada John onu kolundan yakaladı. John, masadan kalkıp ona destek olmak için koluna girdi. "Sana yukarıya kadar eşlik edeyim." Buna itiraz etmeyen Melanie, John'un eşliğinde odasına çıktı. John, yatağın üzerindeki yorganı açtı ve genç kadının uzanmasına yardımcı oldu. Üzerini örttüğünde odasından ayrıldı. Tekrar alt kata indiğinde masaya oturup yemeğini yedi. Yemeği bittikten sonra masanın üzerindeki boşları topladı, bulaşıkları yıkadı. Şöminenin ateşi için evin arkasındaki odunluktan odun getirdi ve ateşin üzerine attı. Şöminenin karşısındaki minderlere oturdu, düşündü. Acaba yazdığı mektup generalin eline ulaşmış mıydı? Bu işi yapabilecek birini bulmuş muydu? Ne kadar sürede tamamlanırdı böylesine büyük bir duvar? Kafasında dolaşan soruların cevabını çok merak ediyordu. Canı sıkılmıştı. Bu kulübede yapacak bir şey bulmak zordu. Eski hayatında olsa vaktini geçirebileceği bir sürü şey olurdu. Tüm bunların yaşanmamış ve buraya tıkılıp kalmamayı ister miyim diye düşündü. Hayır, bunu istemezdi. O zaman Melanie le hiç tanışmamış olurdu. Ona âşık olmazdı ve hayatının kalanını onunla geçirmek istemezdi. Şu anki hayatının en güzel parçası Melanie'ydi. Ona içindeki duyguları söylemek istiyordu. Ama şu an doğru bir zaman olmayabilirdi. Belki de bunu her şey yoluna girdiğinde yapmalıydı. Daha fazla oturduğu yerde durmayarak yerinden kalktı ve odasına girdi. Yatağına uzandı ve uyumak için gözlerini kapattı. Ertesi gün ilk uyanan Melanie oldu. Yatağından kalktıktan sonra odasındaki banyoya girip elini ve yüzünü yıkadı. Yüzüne çarpan soğuk su onu kendine getirmişti. Yüzünü ve elini kuruladıktan sonra odasından çıkıp alt kata indi. Henüz kimse uyanmamıştı. Şömineye baktı, ateş çoktan sönmüştü. Şöminenin kenarında duran odunları koydu ve kibrit yardımıyla ateşi yaktı. Evin ısısı artarken mutfağa gidip su doldurduğu çaydanlığı getirdi ve ateşin üzerine bıraktı. Tekrar mutfağa gittiğinde kahvaltı için masayı hazırlamaya başladı. "Günaydın." Lucas'ın sesiyle irkilen Melanie yerinde hafifçe sıçradı. "Affedersin, seni korkutmak istemedim." "Bir an boşluğuma geldi. Sana da günaydın. Dün akşam nasıldı?" "Çok güzeldi. Ayrı kaldığımız zamanların acısını çıkarttık." "Aranızın iyi olmasına sevindim." "Bunun için bende çok sevinçliyim. Ben süt alıp geleyim." "Tamam." Lucas, evden çıktığında Melanie masayı hazırlamaya devam etti. Geçen birkaç dakikanın ardından merdivenlerden Mia indi. "Günaydın." "Günaydın prenses. Kahvaltıyı hazırlamışsın. Yapmamı istediğin bir şey var mı?" "Kümesten yumurta getirip pişirebilirsin." "Hemen getirip pişiririm." Mia, evden çıkıp kümesin olduğu yere doğru yürüdü. Kümesin kapısını açtığında çıkmak için hazır bekleyen tavuklar hemen kendilerini dışarıya attı. Mia, tavuklar dışarıya çıktıktan sonra kümesin hemen yanında bulunan yemlerinden alıp onlar için yere attı. Yemi fark eden tavuklar sanki uzun süredir açmış gibi hızla yemeye başladılar. Mia, kümesin içine uzanıp yumurtaları aldı. Tekrar evin yolunu tutup içeriye girdi. Mutfağa geçtiğinde yumurtaları tezgâhın üzerine bırakıp raftan tavayı aldı. İçine biraz yağ damlattıktan sonra yumurtaları da alıp şöminenin yanına gitti. Ateşin üzerine koyduğu tava biraz ısındıktan sonra içine yumurtaları kırdı. Yumurtalar piştiğinde tavayı aldı ve mutfağa gelerek kahvaltı masasına bıraktı. Kapının kapanma sesinden sonra yanlarına Lucas geldi. "Kahvaltıya ne zaman oturacağız? Benim bugün erken çıkmam gerekiyor." "Neden?" diye sordu Melanie. "Kasabadan biri kışlık için yine odun istedi." "Yine Victor mu?" "Hayır. Bu sefer başka biri. Ayrıca devrilen başka ağaçlar olmuş. Onlardan birini de bizim için getireceğim." "Bende seninle gelebilir miyim?" Mia'nın sorusundan sonra ona gülümseyerek bakan Lucas, olur anlamında başını salladı. "Peki madem ben John'u uyandırayım." Melanie, mutfaktan ayrıldığında John'un odasının kapısını tıklattı. "John, uyandın mı? Kahvaltı yapıyoruz haydi sende gel." İçeriden bir süre sonra kısık bir ses geldi. "Ben sonra yerim." Melanie, itiraz etmeden tekrar mutfağa döndü. Edilen kahvaltıdan sonra Lucas ve Mia dışarıya çıkmak için hazırlandılar. Melanie, onlara acıktıklarında yemeleri için bir şeyler hazırladı. İkisini uğurladığında John'u merak edip kapısını tekrar çaldı. Bu sefer içeriden ses gelmemişti. "John, içeriye geliyorum." Cevap gelmesini bekledi ama durum aynıydı. Yavaşça kapıyı açıp odaya göz attı. John, yatağında yatıyordu. İçeriye girdiğinde yatağın yanına doğru yaklaştı. "John." Üzerindeki yorganı aralayan John, zar zor konuşabildi. "Ben kendimi hiç iyi hissetmiyorum." Melanie, John'un hasta olabileceğini düşündü. Ateşini kontrol etmek için elini alnına koyduğunda yoğun bir sıcaklık hissetti. "Çok ateşin var!" Melanie, ne yapacağını düşündü. Kullanabileceği şifalı otlar vardı, gidip bunları toplamalıydı. "John, gidip etraftan şifalı otlardan toplamam lazım. Ben gelene kadar yatağından çıkma." Onu onaylayan John tekrar yatağına uzandı. Melanie, hızlıca üzerini giyinip evden çıktı. Nereye gideceğini tam olarak bilmiyordu. Bu bölgeyi iyi tanımıyordu. Gerekli olan bitkiler nerede yetişiyordu acaba? Ormanlık alana daldığında rastgele ilerleyip bitkileri aramaya başladı. Çok geçmeden ilk bitkiyi buldu, geriye sadece üç tane kalmıştı. Etrafa biraz daha bakındı, diğer bitkiler burada yoktu. Ormana doğru biraz daha ilerledi. Eve giden yoldan çok uzaklaşmamaya dikkat etti, kaybolmak istemiyordu. Sonunda kalan üç bitkiyi de bulmuştu. Etrafına baktığında hiç farkında olmadan evden uzaklaştığını fark etti. Bulunduğu ormandan yola çıktı ve eve giden tarafa doğru yürüdü. Uzun süre yolda yürüdükten sonra sonunda eve vardı. Eve girer girmez bulduğu bitkileri yıkadı ve iki tanesini parçalara ayırıp küçük bir tencerenin içine koydu. Tencereye su da koyduktan sonra ateşin üzerine kaynamaya bıraktı. Kaynayan karışımın birazını bir bardağa koydu ve hemen John'un odasına girdi. Yatağında uzanan John'a seslendi. "John, haydi kalk. Bunu içersen ateşin düşecek." John, yatağında doğrulduktan sonra Melanie bardağı ona uzattı. John, elindeki bardaktan bir yudum aldığı karışımın tadını hiç sevmemişti, yüzünü ekşitti. "Hepsini içmek zorunda mıyım?" "Evet, içmen lazım. İyi gelecek." Başka çaresi olmadığını anladığını anlayan John, karışımı içmeye devam etti. Biten bardağını Melanie'ye uzattı, tekrar yatağına uzandı. Melanie, boş bardağı alıp odadan çıktı ve mutfağa girdi. John için çorba pişirmek istiyordu. John, içtiği karışımın berbat tadını hâlâ ağzında hissediyordu. Melanie'nin ısrarıyla içmişti ama kendini hala bitkin hissediyordu. Gerçi, hemen etki etmesini bekleyemezdi. Sanki bütün vücudu yanıyordu. Kolları ve sırtı ağrıyordu. Henüz tam hasta olmamıştı ama durum o yöne doğru ilerliyordu. Çorbayı pişiren Melanie, bunun yanında topladığı diğer iki otu ezip merhem haline getirdi. Elde ettiği merhemi küçük bir havlunun arasına koydu. Tepsiye koyduğu çorbanın yanına bu havluyu da alıp John'un odasına girdi. Elindeki tepsiyi alçak masanın üzerine bıraktıktan sonra kenarda duran sandalyeyi yatağın yanına koydu. "Senin için çorba yaptım." John'un yatağında düzgünce oturmasını sağladıktan sonra eline aldığı tepsi ile sandalyeye oturdu. Kaşığı eline alıp çorbaya daldırdı ve sıcaklığı azalsın diye üfledi. Biraz soğuduğundan emin olduktan sonra çorba dolu kaşığı John'a uzattı. "Ben kendim yiyebilirim." "Hastasın sen, kendini daha fazla yorma. Hem, ödeşmiş oluruz." Melanie'nin böyle söylemesi genç adamın dün geceyi hatırlamasına neden oldu. Küçük bir tebessüm oluştu dudağının kenarında ama Melanie bunu görmedi. Melanie, ona çorbasını yedirmeye devam etti. Bittikten sonra onu tekrar yatağına yatırdı ve içinde merhem bulunan havluyu genç adamın alnın üzerine koydu. "Bu başında bir süre kalsın, sonra ben gelip alırım. Üşüyor musun, üzerine başka yorgan daha örtelim mi?" "Biraz üşüyorum." Melanie, yerinden kalkıp odada bulunan dolabın içine baktı. Burada battaniye ya da yorgan yoktu. Kendi yorganını getirmeyi düşündü. Odadan çıktığında elindekileri mutfağa bıraktı ve kendi odasına çıktı. Yatağın üzerinde duran yorganını alıp aşağıya indi ve tekrar John'un odasına girdi. Yorganını onun üzerine örttü. "Bir şeye ihtiyacın olursa seslen." "Teşekkür ederim." "Rica ederim." Melanie, odadan çıktığında kalan çorbadan biraz yedi. Ormanda bitkileri aramak onu fazlasıyla yormuştu. Yemeğini yedikten şöminedeki ateşin başına oturdu, birkaç odun daha koydu. Biraz zaman geçtikten sonra yerinden kalktı ve John'un yanına gitti. Yatağında sessizce uyuyordu. Başına koyduğu havluyu aldı. Ateşini kontrol etti, düşmüştü. Şimdi tek yapması gereken ona iyi bakmak ve hastalığın ilerlemesine engel olmaktı. Elini alnından çektiğinde bakışlarını onun yüzünden alamadı, hastalık yüzünden solmuştu. Ona kaynatabileceği bir karışım daha vardı, evdeki malzemelerle bunu yapabilirdi. Akşam yemeğinden sonra içirmek istiyordu, hepsini birden tüketmesi iyi olmazdı. Öğleden sonra Mia ve Lucas, işlerini halledip eve gelmişlerdi. Melanie'yi şöminenin başında yemek pişirirken buldular. "Hoş geldiniz." "Hoş bulduk," dedi ikisi birlikte. "John nerede?" diye sordu Lucas. "Hasta, uyuyor." "İyi mi? isterseniz kasabanın şifacısını çağırabiliriz," dedi Lucas endişeyle. "Merak etme o şimdi daha iyi. Çabuk iyileşmesi için ona şifalı bitkilerden içecek hazırladım." Melanie'nin böyle söylemesi onları biraz rahatlatmıştı. Ne de olsa Melanie'nin hediye edilen dilek sayesinde şifacıdan bir farkı yoktu. "Yemekleri ben hallederim. Sen, John ile ilgilen." Mia'yı onaylayan Melanie, şöminenin başından kalkıp mutfağa girdi. Raftan derin bir tabak aldı, içine evde bulunan meyvelerden koydu. Son olarak bıçakta alıp mutfaktan çıktı. John'un odasına girdiğinde yatağına doğru yaklaştı. Onun uyanık olduğunu fark etti. "Nasıl hissediyorsun?" "Daha iyiyim." "Senin için meyve getirdim." "Gerek yoktu, kendini yorma lütfen." "Ben yorulmuyorum." Melanie, sandalyeye oturdu. İlk önce eline aldığı mandalinayı soydu ve John'a yemesi için uzattı. Genç adam uzatılan meyveyi alıp yarısını yedi, diğer yarısını Melanie'ye uzattı. "Sende ye." "Tamam," dedi Melanie çünkü itiraz edemezdi. Bu, "Sen yemezsen bende yemem," demekti. Onunla birlikte kendisi de meyvelerden yedi. Akşam yemeğinden sonra Melanie, evdeki malzemelerle yeni bir karışım yaptı. Bunu John'a içirdikten sonra yatağına yatırdı. John'un isteği üzerine kendi yorganını geri aldı. Odasına çıktı uyumak için yatağına uzandı. *** "Şu güzel kızıma da bakın hele, ne çabuk yeni hayatına uyum sağladı. Sanki yıllardır bir kulübede yaşıyormuş gibi. Gün geçtikçe daha da güzel oluyor." "Tıpkı size benziyor efendim." "Öyle gerçekten. Sevgili kızım, benim gençlik halimi hatırlatıyor. Onu o kadar çok özledim ki." "Böyle olmasını siz istemiştiniz efendim." "Biliyorum ama işlerin buraya gelmesini ben istemedim. İnsanlar ona saygı göstersin, ona el üstünde tutsun istedim. Dilek sanılan bu gerçek yüzünden kızım öldürülmek isteniyor. Keşke onu hiç dünyaya göndermeseydim, o ailenin bir üyesi yapmasaydım." "İyi tarafından bakın. Onu gerçekten seven biri var, bu haliyle bile." "Hayır. Gerçeği öğrendiğinde bu sevgi bitebilir." "Ben biteceğini düşünmüyorum efendim." "Ona yakın bir zamanda gerçeği anlatmak istiyorum. Gerçekleri ve beni, annesini bilmeli."
|
0% |