Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Kimin kızı?

@grilt998

İlk bölümle karşınızdayım...öncelikle hepinize merhaba ve bırada olduğunuz içim teşekkür ederim.

O zaman okumaya geçelim olur mu?


 

 

🌖

“Lilithin kızı mı?” Diye sordum şaşkınlıkla. Beynim bir anlığına annemin ismi Lilith mi diye düşünme gafletinde bulunmuştu ama annemin ismi kesinlikle Lilith değildi. Bileğimi geri çekerek başımı iki yana salladım reddedercesine. “Ah, üzgünüm ama sanarım karıştırıyorsunuz annemin ismi Olga.” Dedim tedbirli bir ifadeyle. Karşımdaki kadın bana yandan bir gülümseme gönderdi. Kibirden çok bilmişlik gibi bir gülümsemeydi bu.

“Onu Pecusta götür Aragorn.” Dedi kadın yanındaki adama. Adam başını salladıktan sonra bana doğru yaklaştı. Bir adım geri çekilerek kaşlarımı sorgularcasına çattım. “Benimle gel lütfen.” Dedi. Sesindeki naziklik kesinlikle beklediğim birşey değildi. Kuzenime dönüp ona bir bakış attım. Gözleri irileşmiş ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Oda benimle gelsin.” Dedim karşımdaki adama. Gözlerini kısıp başını iki yana salladı. “Olmaz o bir Lertalı biz Pecust'a gideceğiz.” Elleri bileğimi kavramak için öne doğru atıldığında geri çekildim. Bakışlarındaki kibarlık ve naziklik an be an sinire dönerken gitmemekte kararlıydım. Aisha olmadan bir yere gitmeyecektim.

“Hey Aragorn!” Diye seslenen kadın sesine doğru döndüğümüzde az önce bileğime bakan kadını gördüm. “O ne istiyorsa yap Lertalı sizinle gelebilir ben hallederim.” İsminin Aragorn olduğunu öğrendiğim adam bir baş sallamasıyla onu onayladı. Ardından tekrar bana döndü. “Şimdi gidebilirmiyiz inatçı keçi?” Diye sorduğunda afalladım. “Pardon?” Diye sormama kalmadan bileğimi tutmuş beni yürütmeye başlamıştı.

Arkamı dönüp bir çırpıda Aisha'nın bileğini tuttuğumda annesinin peşinden giden ördek yavrularına benziyorduk. Olduğumuz salonun en köşesinde bulunan kapıyı açtıktan sonra bileğimi Aragorn'dan kurtardım. Bana doğru döndü ama sanırsam kaçamayacağımı bildiği için pek umursamadı.

 

Onu takip ederken geride kalan Aisha'yı bileğinden çekerek yanımda durmasını sağladım. Elimi geri çektiğimde sızlayan bileğime doğru götürdüm. “Şu anda neler oluyor böyle?” Diye sordu Aisha şoktan açılmış pörtlek gözleriyle.

Yüzündeki ifade komiğime gittiği için gülmeye başladığımda aslında bunun birazda sinir bozukluğundan olduğunu biliyordum. Kendimi toplamaya çalışırken ışıklı koridorlardan karanlık koridorlara geçmemizle kahkahamdan kalan tebessümde silindi. “Emin ol bende bilmiyorum. Bana ne dediğini duydun değil mi?” Başını sallayarak beni onayladı.

Ellerini çenesini kaşımak için ilerlettiğinde bunun anlamını biliyordum. Düşünüyordu. Mükemmel zekası yine işlemeye başladığına göre çok geçmeden bunun sebebini öğrenecektim. Ona umutlu bakarken elini önümüzde yürüyen Aragorn'a doğru çevirdi. “Ona sormaya ne dersin?”

 

Anlaşılan oda bu mantıksızlığın sebebini bulamamıştı. Başımı onaylarcasına salladığımda kendimi hızlandırıp Aragorn'a yetiştirmeye çalıştım ama lanet olasıca adam çok hızlıydı. “Hey, Aragorn!” Diye seslendiğimde durdu ve bana doğru döndü.

 

“Biraz yavaş yürü sana yetişemiyoruz!” Ona yetişmemizi bekledikten sonra daha yavaş adımlarla yürümeye başladı. Onun yanında yerimizi aldığımızda Aisha'ya bir bakış attım yap dercesine başını salladığında Aragorn'a döndüm.

“Bana neden Lilith’in kızı denidiniz? Lilith kim onu bile bilmiyorum.” Dedikten sonra merkla ona baktım. Gözleri bana döndüğünde kahve gözlerindeki altın parıltıyı yakaladım. O parıltıdan bir duygu geçti ama ne olduğunu anlayamadan cevap verdi. “O senin gerçek annen.” Gözlerim ağır çekimde kırpışırken şaşırmıştım.

Bana bakmayı kesip adımlarını hızlandırdı.“Bence ben yanlış kişiyim.” Dedim bir anda ama beni takmadı. “Hey, beni duyuyor musun?! Ben yanlış kişiyim. Benim annemin adı Olga.” Yürümeyi bırakıp bir anda durduğunda neredeyse sırtına çarpıyordum.

 

"O senin annen değil. Şuan her şey çok karmaşık geliyor olabilir ama herşeyi anlayacaksın. Hem hiç merak etmedin mi anne ve baba dediğin kişilerle aranda hiç bir benzerlik yok keçi.” Bu… bu doğruydu.

 

Ancak insanlar benzemiyor olabilirdi imkansız değildi. Aranızda tek bir benzerlik yok. İç sesimi duyduğumda bir küfür söylendim. Lanet olasıca. Bu da neydi şimdi böyle? Kafam karmakarışık bir şekilde Aisha'ya döndüğümde o da aynı belirsizlik ile bana bakıyordu. Bu sefer o bir adım öne çıkıp Aragorn'a soru sormaya başladı.

“Peki bizi neden aldınızda diğerlerini bıraktınız bizde ne var?” Diye sorduğunda Aragorn ona bakmadan ileride olan bakışlarını sürdürdü. “Siz aslında bu dünyaya ait değilsiniz. Siz melezsiniz ve diğer alemden buraya bırakıldınız, ya anneniz gerçek anneniz değil ya da babanız. Belki bir ihtimal ikiside gerçek değildir ve aslında melez değilsinizdir.”

 

Bu durumda annem gerçek annem değil miydi? Lilith’in kızı. Bana öyle demişlerdi. Bu durumda babam gerçek babamdı ama annem? Ah tanrım, ya ikiside gerçek ailemden değillerse? Bu resmen saçmalıktı. Başımı iki yana sallarken Aisha bir soru daha sordu. “İyide bizi neden buraya bıraksınlar ki?“ diye sorduğunda Aragorn sessiz kaldı anlaşılan bu gizli bilgiydi.

 

Bunların hepsi lanet bir şaka gibi geliyordu ama aynı zamanda sanki çok doğal bir şey yaşıyormuşum gibi bir histe vardı içimde. “O zaman bizleri şimdi ait olduğumuz alememi götüreceksiniz?” Aragorn sadece başını salladı. “O alemde insanlar yok mu?” Diye sorduğunda Aragorn ona sanki uzaylıymışçasına baktı.

“Elbette insanlar var ama hepsi bir krallığa ait ve krallıklara göre özellikleri var. Tabii bu özelliklerde seçilen kişiler için. Bu dünyada olan gibi tamamen işlevsiz insanlar var. Halk.” İkimizde sustuğumuzda karanlık koridorlar sonunda bitmiş ve dışarıya çıkmıştık.

 

Oldukça büyük bir helikopter sahasında beklerken etrafıma bakındım. Rüzgar o kadar kuvvetliydiki saçlarım sürekli olarak yüzüme çarpıyordu. Etrafa dizilmiş onlarca asker dümdüz önlerine bakıyor, olası bir saldırı için tetikte bekliyorlardı.

'Artık zamanı gelmişti.'

Kaşlarımı çatıp sesin nereden geldiğine bakarken kimse benimle iletişim kuruyormuş gibi görünmüyordu. Kafayımı sıyırıyordum?

'Yanındakilere fazla güvenme.'

 

Tanrım… bu iç sesim miydi? Kafamı iki yana sallarken bunu üzerimden atmaya çalıştım. Ancak kimseye güvenme derken buradan anlamam gereken bişeyler olduğunun da farkındaydım. Aisha'ya güvenim sonsuzdu o her zaman en iyi dostlarımdan olmuştu.

Aragorn'un sırtına doğru bakarken ona güvenmemem gerektiğininde farkındaydım. Neler olduğu hakkında tek bir fikrim yoktu ve açıkça söylemek gerekirse Aragorn'un verdiği her cevabın saçmalık olduğunu düşünüyordum. Sanki bu çok büyük bir eşek şakasıydı ve yakında bütün akrabalarım bir yerden fıralayacak ve bana şaka diye bağaracaklar gibi geliyordu.

 

Ancak içimdeki kaçma dürtüsü, Aisha'nın gözlerindeki çok belli olmayan ama varlığını bildiğim korku, etrafına karanlık yayan Aragorn gerçekti ve bu yaşananların şaka olma ihtimalini resmen sıfırlıyordu.

Sağ tarafımdan bir asker harekete geçip buraya doğru ilerlediğinde bedenim kasıldı ancak adam beni geçip Aragorn'a doğru yürüdü. Açıkçası bana saldırsa bile onu nasıl geri püskürteceğim hakkında tek bir fikrim yoktu bile.

 

Herhangi bir dövüş sanatı bilmiyordum, tek yaptığım sabahları ve akşamları yürüyüşe çıkmaktı. Spora giden bir insan hiç olmamıştım. Aisha beni savunmak isterse -ki bu imkansızdı- bildiği dövüş sanatları vardı ancak o narindi.

Ailesi onu her kursa yazdırdığında her ders sonrası bir yeri mutalaka incinmiş,çıkmış ya da kırık olurdu. Bunun laneti olduğunu düşünüyordu ki bencede öyleydi. Cesur bir kızdı gerekli her şeyi biliyordu ancak vücudu buna izin vermiyordu.

Düşüncelerimden sıyrılmam Aragorn'un bize doğru yürümesiyle oldu. “Gitme vakti geldi. Kendinizi dik tutmaya çalışın biraz mideniz bulanabilir.” Nasıl demeye kalmadan Aragorn'un yanındaki asker elinde tuttuğu mızrak benzerimsi şeyi yere vurdu ve yer sanki deprem oluyormuşçasına bir anlığına sallandı.

 

Etrafımızdaki hava ağır çekime girdiğinde karşımızda bir portal açıldı. Şokla portala bakarken Aisha'nın parmaklarını parmaklarımda hisettim ona döndüğümde gözlerindeki korku beni cesarete itti.

Elini tutup portala doğru ilerleyen Aragorn'un peşinden gittim. Aragorn arkasına dönüp portaldan geçmeden bir adım önce bize bir bakış attı ve içeri girdi. Şuan kaçmak için bir fırsatım olabilirdi ancak her yerdeki askerler ve portaldan geçip bizi yakalayabikecek olan Aragorn beni geri adım atmamaya itti.

Arkamı dönüp kendi dünyama son bir kez baktım içimden bir ses uzun bir süre buraya tekrar dönemeyeceğimi söylüyordu. Tekrar portala dönüp içeriye doğru ilk adımımı attım. Aisha ile birlikte derin bir nefes alıp portaldan geçtiğimizde midem sanki bir anda şiddetle sallanıyormuş gibi çalkalandı, midemdeki safra ağzıma gelirken Aisha'nın elini bırakıp ağzıma götürdüm kendi elimi.

Tanrım… demek mideniz bulanabilir derken ciddiydi. Yere doğru eğilip safrayı geri göndermeye çalışırken korkarak geri kaçmayı planlıyordum ancak buna cesaretim yoktu. Ayaklarımın altındaki yeşil çimeni gördüğümde afalladım. Gerçekten boyut mu değiştirmiştik?

Kafamı korka korka kaldırdığımda her saniyesinde daha da şok oluyordum. Bir sarayın önünde duruyorduk ve bu saray kesinlikle küçük felan değildi. Kubbesi bulutların üstünde duruyordu ve ne kadar küçük olduğumuzu bir daha fark ettim.

 

Görkemli saray altın işlemelerden oluşuyordu ve beyaz bir saraydı. Etrafına doğru sarmalanmış olan sarmaşıklar ona daha asil bir hava katıyordu. Bir giriş için saraya bakıyordum ancak saray bir kayalığın üstündeydi. Aisha'ya doğru döndüğümde oda aynı şaşkınlıkla sarayı izliyordu.

Etrafıma bakmak için yön değiştirdiğimde sol taraftan gelen seslere kulak verdim. Aslına bakarsan oldukça gürültülü bir sesti. Fazla bişey görünmüyordu ancak Aragorn,”Orası eğitim alanı.” Dediğinde başımı salladım. Bu kadar bağırmalarını gerektiren ne tür bir eğitim veriliyordu ki?

"Artık saraya girmeliyiz önden buyurun.” Derken elini sol tarafta kalan patikaya doğru çevirdi. Kayalığı tırmanacaktık anlaşılan. Aisha,” bizi büyüyle oraya çıkaramaz mısın?” Dediğinde Aragorn güldü. “O zaman ne eğlencesi kalır ki?” Tanrım bizimle eğleniyordu. Şerefsiz herif. Gözlerimi devirerek önden gitmeye başladım.

Aisha hızla yanıma yetişti. Patikayı sessizlik içinde yarıladığımızda Aragorn arkamızda askerle konuşuyordu. Onlara bir bakış atıp Aisha'ya döndüm. “Sence bize ne yapacaklar?” Diye sordum. Aisha önüne bakmaya devam ederek beni cevapladı.

 

“Bizi öldüreceklerini sanmıyorum bunu yapacak olsalar bizi tespit ettikleri an yaparlardı.” Kafamı sallayarak onu onayladım. Patika bitmeye yakınken artık sarayın girişini görebiliyordum. Heyecanla oraya doğru koşacakken sağ taraftan çok şiddetli bir rüzgarın esmesiyle kollarımı kendime siper ettim.

Rüzgar geçtiğinde kollarımı indirdim. Aisha'ya baktığımda oda benimle aynı şeyi yapıyordu. Aragorn'a bakacakken bir anda üstünüze bir gölge düştüğünde yukarıya doğru baktım. Kanatları ve kuyruğu olan oldukça büyük bir kuş üstümüzden geçtiğinde bunun aklımdaki şey olmasını reddediyordum. Hayır bu kesinlikle aklımdaki şey değildi.

“Aslına bakarsın öyle.” Aragorn yanıma gelmiş bana bakarak konuşmuştu. Bunu yüksek sesle söylediğimin farkında değildim. “O-o bir ejderha mıydı?” Diye sorduğumda başını salladı. Kalakaldım. Bunlar gerçekten oluyor muydu? Az önce tepemden bir ejdarha mı geçmişti?

 

“Anlaşılan ejderhalardan korkuyorsun. Sana tavsiyem bütün sürü harekete geçmeden saraya girmen. Bir kaç dakika içinde tüm sürü üzerinden geçecek ve bazıları seni yemek isteyebilir.” Bunu duyduğum an resmen -kaçarak- son hızda koşarak kayalığı tırmanmayı bitirdim.

Önümüzdeki uzun köprü sarayın kapısına bağlanıyordu. Aisha ve Aragorn bir kaç dakika içinde yanımda bittiğinde köprüye ilk adımımı attım. Sallana sallana köprüde yürürken bir yandanda sarayın kapısına bakıyordum.

Bu kadar büyük bir sarayın elbetteki kapısı bu kadar büyük olacaktı. Kapı tamamen altındandı ve iki yanında muhafızlar vardı. Arkamda kalan Aragorn bir kaç büyük adımda önüme geçti ve Aisha en arkada kalmayı reddederek yanımda yürümeye başladı.

Köprüyü bitirdiğimizde Aragorn kapının önündeki muhafızlarla konuşuyordu. Bize doğru döndüğünde kapıdan içeriye ilk adımımızı attık. Muhafızlar bize engel olmadılar.

 

Sarayın geniş avlusunu geçtikten sonra tekrar bir kapıdan içeriye girdik. Nihayet sarayın içindeydik ve aman tanrım. Burası muhteşemdi. Aragorn sarayı incelemimize fırsat vermeden merdivenlerden yukarıya doğru çıkınca onu takip etmeye başladık, bir yandan merdivenleri çıkarken diğer yandan sarayın olağan üstü mimarisini inceliyordum. Önüme dönüp yere doğru baktığımda bunların hayal değil gerçek olduğunu bir kez daha hatırlattım kendime.

Tüm olanlar gerçekti ve ben muhtemelen ailemi bir daha göremeyecekken bu kadar rahattım? Akıl almaz bir şekilde bu yanlış gelmiyordu. Sanki burada olmam gerekiyormuş gibi onlarla bir daha görüşmeyeceğim için üzülmüyor yaşadığım şehri ve evi terk ettiğim için yalnız hissetmiyordum. Başımı iki yana sallarken bunun şoktan dolayı olduğunu kendime hatırlattım.

Kendimi bir anda böyle bir evrende bulmak garip hissettirmişti o kadar. Aragorn merdivenleri çıkmayı bırakıp koridora doğru yöneldiğinde arkamda kalan merdivenlere baktım. Belki on belki on ikinci katta olmalıydık. Oldukça büyük bir kapının önünde durduğumuzda muhafızlar kapıyı bize doğru açtılar Aisha'ya baktığımda yanıma gelmek için adım atacakken Aragorn onu durdurdu.

 

Kaşlarım çatık bir şekilde ona baktığımda,”O odaya sadece Pegust’tan insanlar gelebilir. O bir Lertalı ve ben bir askerim. O yüzden yalnızca sen giriyorsun.” Dediğinde başımı salladım.

Açık kapıdan görünen uzun masaya doğru ilerlediğimde masanın etrafında duran sekiz insanı gördüm. Bana en yakın olan iki kişi okdukça genç duruyorlardı. Benimle yaşıt bile olabilirdiler.

Onların yanlarında duran kadın ve erkek biraz daha olgun duruyorlardı. Herkesi tek tek tararken masanın başındaki kadınla göz göze geldik. O beni süzerken kalakalmıştım. Tanrım, gerçekten çok güzeldi. Onların kim olduğunu bilmediğim için neler olacağını merakla beklerken en başta duran kadının sol tarafında duran adam küstah bir kahkaha attığında bakışlarım ona döndü.

Beni süzerken kahkaha atıyordu? Beni aşağılıyor muydu? Kaşlarımı kaldırıp onun bu tavrına karşı sakin olmaya çalıştım. Onları tanımıyordum ve hiç bilmediğim bir diyardaydım ve tanrım burası bir itopyaydı. Bir mızrakla başka bir diyara geçebilen insanlar bana ne yaparlardı? Bilmeden hareket etmek kadar saçma birşey yoktu. O yüzden elimden geldiğince nazik bir şekilde adama,” bu kadar komiğinize giden nedir?” Diye sordum.

 

Adamın kahkası kesilip bir tebessüme döndüğünde bu oldukça samimi gelmişti. Manyak mıydı bu? Soruma cevap vermeden masanın başındaki kadına döndü.” Onun Lilithle uzaktan yakından alakası yok. Ona benzemiyor bile!” Dedi. Masanın başındaki kadın adama dönmeye tenezzül bile etmedi ve bu oldukça hoşuma gitti.

 

Adam cevap alamayacağını anlamış gibi geri çekildi. Kadın öne doğru eğilip dirseklerini masaya yasladı. “Sana bir kaç sorumuz olacak, a şey?” Gülümseyerek,” Vesperine.” Dedim. “Evet sana bir kaç sorumuz olacak vesperine.”

Gözlerimi kırparak onu onayladığımda beni anladığını biliyordum. “İsmini öğrendik. Kaç yaşındasın?” Gerginliği üzerimden atmaya çakışarak cevap verdim ancak sanki beni sarmış gibiydi. “24 efendim.” Efendim? Az önce efendim mi demiştim? “Yani 2400 yaşındasın.” Diyerek solundaki adama döndü. “Aa şey afedersiniz ama ben o kadar yaşlı değili-“ sözüm masanın başındaki kadının iki sağında bulunan kadın tarafından bölündü.

“Lilith öleli ne kadar oldu?” Diye sordu masanın başındaki kadına dönerek. Öleli mi? Yani… annem yaşamıyordu. Bakışlarımı yere indirerek bu durumu kabullenmek için kendime süre tanıdım. “Tam tamına 2400 yıl oldu.” Dedi kadının sesi. Kafamı kabullenmişlikle kaldırdım. O kadını tanımıyordum bile üzülmemi gerektirecek bir durum yoktu.

Masadaki tüm bakışlar bana döndüğünde irkilecek gibi oldum. Annemin öldüğünü söyleyen kadın yavaşça mırıldığında onu duymak için ekstra çaba sarf etmiştim. “Bunu ancak kanına bakarak anlayabiliriz.” Sonra sesini yükseltti. “Babasının kim olduğunu bilmiyoruz o yüzden onu dış görünüşüne göre yargılayamayız. Kanına bakalım o zaman anlaşılır.”

Sessizlik oluştuğunda masadaki sekiz bakış birbirlerinde dolanıyordu ancak kimse benimle göz teması kurmuyordu. Lilith kimdi ve onun kızı olup olmamam neden bu kadar önemliydi? Kafamdaki sorularla boğuşurken bir sandalyenin itilme sesi geldi. Kafamı kaldırıp baktığımda masanın başındaki kadın bana doğru yürüyordu. Karşıma geçtiğinde bir süre bakıştık. Yakından çok daha güzel görünüyordu.

 

“Bana bileğini uzatır mısın Vesperine.” Dediğinde itiraz etmeden uzattım. Tenime dokunmadan bir kesik açtığında şaşkınlık ve korkuyla başa çıkmaya çalışıyordum. Ellerinden mavi bir ışık çıkmaya başladığında fısıltısını duydum. “Biliyor musun burada senin adında safir bir ehdarha ve anka kuşu var.”

Kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda o bileğime bakıyordu. Ejdarha kelimesi bile tüğlerimi ürpertiyordu. Karşımdaki kadından küçük bir gülme sesi çıktığında dikkatimi verdim.

“Yakında alışırsın, hem kim bilir belkide ejdarhaların peşinden ayrılmayacak olan sen olursun.” Dedi. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktığımda kekeleyerek,”B-bunu yüksek sesle söylemediğime eminim.” Dedim. Kadın gülümseyerek kafasını kaldırdığında,” zihnine girmek çok kolay.” Dedi göz kırparak. Zihnime derken? Gözlerim farkındalıkla açılırken kadın masaya doğru döndü ve kesikten akan kan ile birlikte bileğimi gösterdi.

 

Her ne gördüler bilmiyorum ama hepsinden bir onaylama mırıltısı çıktığında ben hala bu kadının zihnimi okumasın da takılı kalmıştım. Bileğimi bıraktı ve bana doğru döndü. “Bu ya da o kadın değil. Ben Pecust kraliçesi ve sekiz diyarın yöneticisiyim.” Dedi gülümseyerek.

Aynı şekilde karşılık verirken küçük dilimi yutacaktım resmen. Kafamdan onun hakkında kötü bir şey geçirmediğime şükrederek başımı salladım. İstese beni anında öldüreceğini bilmek çok korkutucuydu.

Tekrar masadakilere döndü. “Karşımızdaki kız gerçekten Lilith'in kızı bu artık onaylandı,” bana bir bakış attı. “Hepimiz görevimizi biliyoruz, bize emanet edilen şeyi korumak.” Beni mi koruyacaklardı? “Ancak sanmaki vesperine, bu dünyada yaşamak senin için çok kalay olacak. Aksine en çok seni zorlayacağım, seni sınırlarının sınırlarına ulaştırmadan serbest bırakmayacağım çünkü sen Lilith Noranın kızısın. Pecust hanedanlığının en güçlü komutanının.” Annem bir komutan mıydı?

Loading...
0%