Yeni Üyelik
2.
Bölüm

GÜL GÜZELİ- 1

@gulsumblgn

Merhabaaaaağğ

Pamuk parmaklar yıldıza efenim...

KEYİFLİ OKUMALAR!

🌹🌹🌹

Güneşin en tepede olduğu saatlerde dermanı kalmayan ayaklarıyla yürürken, alnından akan terlerin rahatsızlığıyla homurdanıyordu, Narin. Akşamın bir an önce gelmesi ve o huzur verici serinliğe kavuşmak için saatleri sayıyordu resmen. Dik yamaçta düşe kalka ilerlediği iki saatin sonunda evinin çatısını görmek dudaklarının keyifle kıvrılmasına sebep oldu. "Hay bin şükür. Yandım ula, yandım!"

Annesinin diz ağrıları günden güne artarken topladığı ısırgan otlarını, Çamlıhemşin'de şifacı diye nam salmış Bedriye Hanımın evine götürmüş ama bin pişman olmuştu. Koca kadının evi yaylanın en uzak tarafındaydı. Esasında Bedriye Hanımın yapacağı kremi Narin'de yapardı ama teyzesi inatla gitmesini istemiş, şifacı diye nam salan kadının safsatalarından umut bellemişti.

Elindeki odunu yere vura vura tepeyi tırmanan Narin, huysuzca homurdanıyordu. "Eh teyze," dedi, elinin tersiyle alnındaki ter damlacıklarını silerken. "O merhemden bir fayda görmeyelim ben sana edeceğimi bilirim. Neymiş? Koca karının elleri şifalıymış!" Gözlerini devirdi. Sabahın erken saatlerinde yapılacak iş miydi sanki? Zaten dünden kalma yorgunluğu hâlâ daha üzerinden atamamıştı genç kadın.

Babası ve amcasını fabrikada çıkan yangında kaybedeli dört sene oluyordu. O günden beri annesine ve teyzesine bakmayı kendine borç bilen Narin dişini tırnağına takarak çalışıyordu. Fındık hâsılatı başladığında merkez köylere iner yevmiyeci olarak çalışırdı. Fındıktan gelen paraların yeterli gelmeyeceğini düşündüğünde ise bu sefer çaya da girerdi. Öyle böyle derken kışı geçirebilecek hâsılatı toplar annesi ve teyzesini rahat ettirmek isterdi. Babasından öğrendiği av becerilerinin de faydasını görüyordu elbette. Çok şükür hiç kimsenin eline bakmıyorlardı genç kadın sayesinde.

Yirmi dördündeydi Narin. Omuzlarındaki yük bedeninden büyük olsa da bir Allah'ın günü isyan etmemişti. Güzelliği ise dillerden dillere destandı. Gür ve dalgalı kahverengi saçları başına bağladığı keşanından salınır, omuzlarının altına kadar uzanırdı. Beyaz teninde inci gibi parlayan siyah gözleri ise bir bakanı bir daha bakmaya iterdi. Birçok görücüsü olmuştu Narin'in fakat annesiyle teyzesini bir başlarına bırakmayı asla kabul etmezdi. Adının da Narin olduğuna bakmayın. Adının hakkını veremeyecek kadar asi, dik başlıydı. Dilinin kemiği de yoktu.

En sonunda evine geldiğinde ayağındaki kara lastiklerden kurtulup, yün çoraplarını çıkarttı. Sıcaktan terleyen ayaklarını, her daim kapının önüne bıraktıkları güğümün içindeki suyla yıkadı.

"Hah geldin mi Narin'im," diyerek sahanlıkta beliren teyzesine yandan bir bakış attı genç kadın.

"Geldim teyze geldim de. Sor bakayım nasıl geldim?"

Önüne bağladığı peştemalde ıslak ellerini durulurken mahcup bir ifadeyle yeğenine baktı, Mine Hanım. "Oy sevguli," dedi. "Biliyorum yordum seni oralara kadar ama ananın hâli içimi kavuruyor. Geceleri inim inliyor diz ağrısından, bilmez misin?"

"Bilirim teyze bilirim," dedi, Narin. İçi gidiyordu onunda. Annesinin acı çekmesi genç kadının yüreğini dağlıyordu. Hele ki elinden bir şey gelmemesi daha çok huzursuz ediyordu.

Emine Hanımın romatizma ile başı dertteydi. Yağmur yağmaya dursun, ağrıları acıdan inleyecek kadar artardı. Memleketin en yağışlı yerinde Rize'de, birde yaylalarda iseniz illallah ettiren meretti bu hastalık.

Narin, ayaklarını yıkamayı bitirip eve girdiğinde sahanlığı geçerek direkt mutfağa girmişti. "Akkız süt verdi mi, mbula? (Teyze.)"

"Verdi yavrum verdi," dedi, mısır ekmeğini yoğurmaya devam eden Mine Hanım. "Yüreğimizi ağzımıza getirdi ama çok şükür bir hastalığa yakalanmamış."

"İyi iyi," dedi, Narin. Başına bağladığı keşanı çıkartıp özenle katladıktan sonra sedirin üzerine bıraktı. Masanın üzerinde duran güğümden bakır bardağa suyunu dökerken, "Sen ne zaman gidiyorsun?" diye sordu.

"Allah izin verirse yarın."

Narin suyunu içerken başını onaylarcasına sallasa da bu konuda içi hiç rahat değildi. Teyzesi, kızı Belma'nın yanına Çukurova'ya gidecekti. Belma'nın hamileliği son ayına girmişken Mine Hanım kızının yanında olmak, yol yordam göstermek istiyordu. İlk çocuğunu kucağına almak için günleri sayan Belma, öğretmen kocasının çıkan tayini sebebiyle Çukurova'ya yerleşmişti geçen sene. Mine Hanım, giden kızının ardından bolca gözyaşı dökerken yeğenine sarılmış onun varlığından destek almıştı. Kocasını kaybettiğinden beri kendisine el ayak olan Narin'i kendi kızından ayırmamış, hissettiği manevi borcunu sevgiyle kat be kat ödemişti.

"İçim hiç rahat değil bilesin teyze," dedi Narin. "O kadar yolu nasıl çekeceksin?"

Mısır ekmeğinin kıvamını sonunda tutturan kadın, hazırladığı harcı yağladığı tepsiye boşaltmaya başladı. "Ne yapayım gülüm? Yol uzun da sonu kızıma varacak. Hem bilirsin Belma pinpiriklidir. Çocuk doğduktan sonra daha çok telaş eder. Yanında olmakta fayda var."

Belma, Narin'den üç yaş büyüktü. Mine Hanım'ın da dediği gibi pinpirikli, telaşlı bir kadındı. Ayrıca Narin'e kıyasla çokta duygusaldı. Evlenmeden evvel teyzekızına fazlasıyla yardımı dokunmuştu. Eli iş konusunda çok becerikli olmasa da Narin'in hâline üzülür yardım etmekten geri durmazdı.

"Allah verede doğumda çok zorlanmasın," dedi, Narin. Birçok doğuma şahitlik etmiş genç kadın çekilen acıyı ürkerek izlemişti. Geçen ay, karşı komşusu Nezaket'in doğum anında yanına olmuştu da, kadının çığlıklarını kaç gece unutamamıştı. "Oy nenem Yarabbi," demişti, Nezaket'in elini bırakmazken. "Kız beş dakikalık haşne fişnenin sonu hep böyle acılı mı olacak?" O anları hatırladıkça ürperdi, Narin.

"İnşallah yavrum, inşallah."

O sırada dizinin ağrısı bir nebze olsun hafifleyen Emine Hanım mutfağa girdiğinde kızının geldiğini görünce kocaman gülümsedi. "Gelmiş benim gül goncam," diyerek kızını kollarının arasına alarak saçlarını okşadı. "Annesi kurban, yorduk seni de oralara kadar."

"Deme öyle nanaçkimi, (anneciğim.)" dedi Narin, başını annesinin göğsüne yaslayarak. "Yeter ki sen iyi ol, o koca karının yapacağı merhem sana iyi gelsin. Ben hep giderim ki."

Emine Hanım kızının saçlarına şefkatli bir öpücük bıraktı. "Bilmem mi annesinin kuzusu."

"Ağrın var mı, abla?"

"Var ama çok şiddetli değil, Mine."

"İnşallah koca karının ettiği merhem iyi gelirde sende bir rahatlarsın, abla."

"İnşallah."

Üç kadın da sohbet eşliğinde kahvaltıyı hazırlayıp, yere bıraktıkları sininin etrafına oturdu. Keyifli bir sohbetin eşliğinde içilen demli çay hepsine iyi gelirken, her zaman olduğu gibi ilk ayaklanan Narin olmuştu. "Size afiyet olsun hanımlar, beni iş bekler."

Emine Hanım kızına mahcup bakışlarını gönderirken, yardım edememek canını sıkıyordu. Küçükte olsa yardım etmek istediğinde Narin tarafından geri püskürtülüyor, hiçbir işine karışılmasını istemediğini söylüyordu. Alışmıştı genç kadın bir kere kendi işini kendi görmeye. Güç bela aldığı birkaç koyunu otlatmaya götürmek onun için çocuk oyuncağıydı. Bu sefer keşanını bağlamak yerine, kapının yanında duvara monte edilmiş askılıkta duran beyaz yazmasını saldı. Yüzünün çevresini tamamen saracak şekilde bağlayıp uçlarını yanak kısımlarından içeriye soktu.

"Haydi Allahaısmarladık."

Koyunları derme çatma ahırdan çıkartıp yaylanın en yeşillikli alanına doğru sürerken, eline aldığı ince uzun sopayla koyunlara yön veriyordu. "Kız hele bacaksıza bak ne yöne gidiyor! Bu tarafa bu tarafa." Elindeki sopayı koyuna çarpmayacak şekilde savururken, ötelerden gelen sesle başını kaldırdı.

"Narin!"

Genç kadın ona seslenen kadını görünce gözlerini devirdi. "Geldi yine ağzı dikilesice!"

Bayırı koşar adımlarla inen Ayşe, Narin'i yine deli etmek için heyecanlıydı. Sevdiğinden değildi ona takılması, tamamen hasetliğindendi. Narin'i kışkırtacak şeyler söyleyip sinirden delirmesi hoşuna gidiyordu, Ayşe'nin. Narin'de bunu bildiğinden kendine doğru koşar adım gelen genç kadını geri püskürtmek için elindeki sopayı ileriye doğru uzattı. "Yaklaşma! Vallahi yersin kızılcık sopasını götüne."

Ayşe ilk başta korksa da yürümeye devam etti. Yalanı yoktu Narin'in. Bir delirdi mi elindeki sopayla Ayşe'yi kovalamaktan asla çekinmezdi.

"Aman yine heyheyler tepende senin de. İki laf söyleyip halini hatırını da mı sormayalım?"

"Sorma Ayşe," dedi Narin. "Senin hal hatır sorma şeklini bilmiyoruz sanki. Öyle hal hatır soracaksan, sorma!"

Ayşe gözlerini devirdi ama yapacağı şeyden de geri durmadı. Keşanla gelişi güzel sardığı saçlarını savurup, elindeki alyansı Narin'in gözünün içine sokmaya çalıştı. Ayşe'ye göre nişanlı olması, bekâr kadınlardan bir tık üstün olmasıydı. "Ay," dedi cilveyle. "Bugün hava pek sıcak." Elini yelpaze gibi kullanarak yüzünü yelledi.

Narin, karşısındaki kadının niyetini pek tabii anlamıştı. "He Ayşe, çok sıcak. Senin de yüzüğün var. Tamam."

Ayşe kocaman gülümseyerek parmağında parlayan alyansa baktı. "Kız Narin, çok güzel değil mi? Bak güneş vurunca nasıl da parlıyor. Parıl parıl."

Narin bıkkınca nefesini bıraktı. "Allahını seversen var git yoluna, Ayşe. Beni zıvanadan çıkartma, bir dünya işim var benim."

Genç kadın, Narin'in istediği kıvama geldiğini düşünerek oyununu sürdürdü. "Ah tabii sen bilmezsin bu heyecanı," dedi. "Sonuç olarak evde kaldın."

Bilirdi aslında Ayşe, Narin'in evde kalmadığını evde kalmak için uğraştığını ama gel gör ki uğraşmaktan kendini alamazdı. Yine bilirdi ona giden görücü sayısını. Evet evet, bilirdi. Çünkü hasetliğinden sayıp dururdu. Bu hırsından oturup ağlamışlığı bile vardı. Ona göre Narin, erkek Fatma'ydı. Kadın gibi davranmayı bilmez, cilve nedir hiç bilmezdi. Yürürken bile kıvırtamazdı ki! Güzelliğini kabullenemezdi hiçbir zaman. Narin'e olan düşmanlığı da asıl bu yüzdendi. İki sene önce Belma'nın düğününde görüp beğendiği o delikanlı Narin'e görücü gittiğinde delirmişti. Yaptığı onca işve cilve hiçbir halta yaramamıştı.

"He bilmem," dedi Narin git gide öfkelenirken. "Bilmek isteseydim bilirdim ama bilmek istemiyorum, Ayşe."

"Bu zamanda koca bulmak zor anacım," dedi Ayşe. "Sende her geleni kovalayıp durma, kuruyup kalacaksın. Sonra kör topal ilk gelene he demek zorunda kalırsın bak benden demesi."

Narin sabır dilercesine bakışlarını gökyüzüne çevirdiğinde, "La havle," dedi. "Ey Yaradan'ım beni neyle sınıyorsun sen?" Artık tamamen taşan sabrı nedeniyle dişlerini sıkıyor, elinde tuttuğu sopayı karşısındaki kadının koca poposuna indirmemek için kendini zor tutuyordu. "Bak bak bet muncurli (Karadeniz lehçesinde bet; çirkin anlamına, Lazca'da muncur; surat anlamına gelmektedir.) beni zıvanadan çıkartmadan var git yoluna."

Ayşe bir kere daha keyifle saçını savurdu. "Sanki ne dediysem? Hemen de kız. Evde kalmış diye adın çıkacak. İyilik yapıp uyarıyorum seni işte."

"Uyarıyormuş beni," dedi Narin, alayla. "Ben bilmiyor muyum senin şu ettiğin nedir, Ayşe? Bitmedi yüzüğünle hava atman. Evlensen de kurtulsak yahu! Hem evde kaldın deyip duruyorsun da?" Öne doğru bir adım attı. "Sen değil misin, antik kuntin oyunlarla o yüzüğü parmağına takan. Kız, çakallık yapmasaydın sende evde kalıyordun ya?"

Uzun zamandır konuşulmuştu, Ayşe. Evlilik uğruna göze aldığı şey ciddi anlamda hem büyük hem de tehlikeliydi. Gecenin bir yarısı ayağımı burktum yardım et bahanesiyle Cemşit'i ahıra çağırmış, oyununa kız kardeşini de alet ederken ahırda basılmalarına neden olmuştu. Tamamen iyi niyetle Ayşe'ye yardım eden Cemşit neye uğradığını şaşırırken can havliyle evleneceklerini, hatasını telafi edeceğini söylemişti. Öyle böyle taktırmıştı Ayşe o yüzüğü. Narin'in söyledikleri Ayşe'yi tamamen bozguna uğratırken planı ters işlemiş sinir küpüne dönen taraf yine o olmuştu. Bu oyunu kimse bilmezdi, Narin'in kulağına nasıl giderdi ki?

"Sen?" dedi Ayşe, hırsla. "Sen ne demek istiyorsun?"

Eğlenme sırası Narin'deydi. "Hadi hadi Ayşe Hanım, yeme beni. Kaçın kurasıyım ben. Bir uçan bir de kaçan," Durdu. "Gerçi ikisi de benden kaçamaz ya, neyse. Bilirim ben her şeyi. Sen hiç o pirinç tanesi kadar olan aklını yorma." Elini savururcasına salladı. "Hayde yavrum hayde. Git kendine eyleşecek başka meşgale bul. Benden sana ekmek çıkmaz, çarpılırsın maazallah."

Diline tutturduğu ıslıkla koyunlarını gütmeye devam eden Narin sonunda büyükçene bir araziye geldiğinde, kenarı da birikinti gibi duran taşların üzerine oturdu.

Gözlerini veli nimet saydığı koyunlarından bir saniye ayırmazken karşıdan gelen en iyi dostu Nazenin'e varlığına belli etmek için el salladı. Koyunları sürmenin en eğlenceli tarafı da buydu işte. Kendine ayırdığı nadir anlarda yapmaktan en keyif aldığı şey, dostuyla oturup sohbet etmekti.

Siyah bluzunun içine giyindiği içlik gömlek, çiçekli eteğinin altında parlayan mavi şalvarı, başına sıkıca sardığı bluzuyla aynı renkte taktığı eşarbıyla salına salına yürüyen Nazenin arkadaşının yanına geldiğinde yorgunlukla kendini yere attı. "Anam anam," dedi bacaklarını öne doğru uzatarak. "Bittim da bittim!" Narin'e göre işi daha zordu Nazenin'in. Sürdüğü koyun sayısı elliyi geçkinken idame etmekte bir o kadar zor oluyordu.

"Şu kadar hayvanı bana bırakan ağabeyime beddua etmemek için kendimi zor tutuyorum, bacım."

Narin'in alışkın olduğu isyana karşılık gülümsedi. "Yine köydeki kıraathaneye mi indi, Mehmet ağabey?"

Nazenin yüzünü buruşturdu. "Başka ne yapar o meymenetsiz? Alıştı bir kere, vazgeçirebilene aşk olsun!"

"Aman," dedi Narin. "Boş ver. Bize de zaman kalıyor böylelikle. Var mı kız dedikodu?"

Nazenin anında ağabeyine olan hırsını unutup oturduğu yerde dikleşti. "Olmaz mı?" dedi heyecanla. "Şu ileriki evde oturan Gönül karısı var ya? Kızına köyden kısmet bulmuş. Kapısından geçen kim varsa durduruyor damadı öve öve anlatıyor. Peki o öve öve bitiremediği damat kim biliyor musun?"

Narin başını iki yana salladı. "Ben ne bileyim kız?"

Nazenin gülmeye başladı. "Geçen çarşıya indik ya? Bir adam pazarda yolunu kesti senin?"

Genç kadın düşündü. Nazenin arkadaşının düşünme süresini bekleyemeyeceği için, "Kız hani mağara kaçkını gibi tipi vardı herifin? Görünce tövbeye gelmiştin." Narin, arkadaşının tarif ettiği adamı hatırladığında dudakları şaşkınlıkla havalandı. "Uy nenem!" dedi. "Gönül karısı kızına o şam şeytanını mı layık görmüş? Yahu Hayrunisa çiçek gibi kız, o herifin yanında solar gider."

"Parası varmış adamın güya," dedi Nazenin. "Kızı bolluk bereketlik içinde yaşayacakmış." Yüzünü buruşturdu. "Havası batsın. Para uğruna kızını harcıyor. Allah günah yazmasın, adam zebaniden halliceydi."

Narin, eşarbının ucuyla dudaklarının üzerinde biriken teri sildi. "Allah akıl fikir versin. Gül gibi kızın başını yakıyor."

"Hiç sorma."

"O değil de, buraya gelirken Ayşe karısı kesti yine önümü."

Nazenin kaşlarını çattı. "Yüzüğü kaybolasıca! Yine hava attı değil mi, bet muncurli?"

Narin onaylarcasına başını salladı.

Ayşe'nin hareketini yapıp, elini savururken, "Nasıl da parlıyor değil mi? Pırıl pırıl." dedi alayla. "Görmemişin yüzüğü olmuş almış bir şeyler etmiş işte."

"Yediği naneleri kimse bilmiyor sanıyor."

Narin, Ayşe'in yaptığı bu oyunu Nazenin'den öğrenmişti. O da ağabeyi Mehmet'ten. Cemşit'i ve Mehmet yakın arkadaşlardı. Bir gece kurdukları rakı sofrasında Cemşit sarhoş olmuşta, diline hâkim olma gereği duymadan mağduru olduğu oyunu ağlaya ağlaya dile getirmişti.

"Göz dağı verdim ama," dedi Narin. "Ettiği o kahpeliği bildiğimi artık biliyor. Bir süre bana bulaşmaz."

"İyi etmişsin" dedi Nazenin, hırsla. "Şeytan diyor yay foyasını da, ne yüzük kalsın elinde ne Cemşit ağabey."

Kaderin ne getireceğinden bihaber sohbetlerine devam eden iki genç kız için kalkma vakti geldiğinde kendilerine ait olan koyunları bir araya toplamaya başladı. Narin geldiği yolu gerisin geri ilerlemeye devam ederken Cemşit ağabeyini aklından çıkartamıyordu. Uğradığı haksızlığa susmak canını sıkıyordu. Mutlu değildi Cemşit ama bulunduğu yöreyi de iyi bilirdi. Bu tip durumlarda kızın namusu için yapabileceği tek şey zarar görmeden helali yapmaktı. Ayşe'nin ilmek ilmek işlediği bu plan şimdilik ona keyif verse de ileride başına açacağı beladan bihaberdi.

Genç kadın evine vardığında koyunları ahıra koyup, elinde tuttuğu sopayı da köşeye bıraktı.

Elini beline yerleştirip bakışlarını arazide gezdirirken, etrafı kolaçan ediyordu. Hava henüz kararmamış olsa da meydana çıkacabilecek çakallara dikkat etmek zorundaydı. Bir hayvanının bile telef olması onu zarara sokardı. Kıt kanaat biriktirdiği paralarla aldığı hayvanlar onlara ekmek ve su olarak geri dönüyordu.

Teyzesiyle annesinin yaptığı yoğurtları, peynirleri Aykız'ın da verdiği sütü pazara götürüyor ay sonunu görebileceği miktara satıyordu. Babasının ölmeden önce evin etrafına çevrelediği çitin tahta kapısını kapatıp eve doğru yürürken gelen çığlık sesiyle adımlarını hızlandırdı. Korkuyla atılan çığlıktan sonra yükselen acı inleme teyzesine aitti.

"Uy uy uy uy!"

Genç kadın ayağında kara lastiklerden bir çırpıda kurtulup eve girdiğinde gördüğü manzara karşısında şaşkınlıkla kala kaldı. Teyzesi boylu boyunca yerde yatarken acı içinde çırpınıyor, bacağını tutuyordu.

"Mine!" Annesi panikle mutfağa girdiğinde, "Kız ne oldu sana?"

"Kırdım!" dedi Mine Hanım, acıyla. "Vallahi kırdım, billahi kırdım!"

Narin girdiği şaşkınlıktan kurtulup, annesinin yanında yere çökerken teyzesinin elini tuttu.

"Allah'ım! Allah'ım isyan etmiyorum ama şimdi olacak iş miydi, Yarabbi! Benim kızımın yanında olmam lazımdı."

Mine Hanımın ağlayarak dile getirdiği ağıtlarını gözleri dolu dolu izleyen Narin, tuttuğu eli daha çok sıktı.

"Teyzem, yapma böyle. Kurbanın olayım."

Mine Hanım kırılan bacağının acısını unutmuş, evladının derdiyle ağlıyordu. "Uy anası kurban, uy benim biriciğim. Anan seni yalnız başına nasıl koyacak? Nasıl rahat uyku uyusun şimdi bu anan?"

Emine Hanım kardeşinin bu hâlini ağlayarak izlerken, "Ağlama," dedi. "Ağlama canımın yarısı, ağlama. Bırakmayız kızımızı yalnız başına. Ben giderim, olmaz mı?"

Narin hızla kaşlarını çatarken, "He anne," dedi sinirle. "Sen git tabii. Genç kızsın ya sen, gece dizlerinin ağrısından uyuyamayan da benim zaten! Sen o dizle o kadar yolu nasıl gideceksin?"

Emine Hanım çaresizlikle bir kardeşine birde kızına baktı.

Narin derin bir nefes alıp bıraktı. Allah yukarıda ya, bir gram hevesi yokken teyzesinin hatırına, "Tamam," dedi. "Ben gideceğim Belma ablamın yanına."

🌹🌹🌹

Teyzesinin hatırına dile getirdiği şeyden aynı saniye pişmanlık duysa da nafileydi. Narin'in dünyasında söz ağızdan bir kez çıkardı. Eğer yapmayacağın bir şeyi dile getirir ve karşındaki kişinin umut bağlamasına neden olup da gerçekleştirmezsen bu ihanetten farksızdı onun gözünde. Babasından böyle öğrenmişti genç kadın. Bir söz veriyorsan tutacaksın.

Üzerindeki günlük kıyafetlerini çıkartıp, kalın kumaştan geceliğini giyerek gazlı lambayı söndürdü, Narin. Her gece yaptığı gibi iki yandan ördüğü saçlarını omuzlarının üstünden göğsüne doğru çekti. Sızlana sızlana yatağının içine girerken, kalın kuş tüyü yorganının bedeninin üzerindeki ağırlığını hoşnutlukla karşıladı.

Teyzesinin düşüşünden sonra koşar adım Hafize Hanımı çağırmıştı. Yaylada kırık çıkıktan anlayan bir tek o vardı. Karıştırdığı bir sürü otu Mine Hanımın bacağına sürmüş, beşten fazla yazmayla sıkıca sarmıştı. On beş gün boyunca bacağının üzerine basması da yasaktı, kadının.

Odasının tahta kapısı yavaşça açılırken görüş açısına giren gazlı lambanın cılız ışığına baktı önce. Sonra aralık duran kapıdan başını uzatan annesi. İçindeki sıkıntıya rağmen gülümsedi, babasının emanetine.

"Nanaçkimi?" dedi, uzandığı yerden doğrulurken. "Gelsene?"

Emine Hanım odaya girip, elindeki gazlı lambayı sağlam bir yere koydu. Dizindeki ağrı artmaya başlasa da kızına sıkıntı vermek istemediğinde topallamamaya çalışarak yer yatağına doğru yürüdü.

"Narin'im," dedi kızının yanına oturarak. "Gül goncam." Genç kadın hemen annesinin kolları arasında yerini alırken, Emine Hanım gülümseyerek karşıladı kızını. "Yağını sürmüyor musun sen kızım?" Narin'den almaya alıştığı kokuyu şu iki gün boyunca duyumsamamıştı. Kızına kendi elleriyle hazırladığı gül yağını, doğduğundan beri sürerdi Narin'in bedenine. Bu yüzden ay gibi parlayan, pürüzsüz bir tene sahipti.

"Yok ana," dedi Narin. "İki gündür unutuyorum." Yorgunluktan üzerimi bile nasıl değiştirdiğimi hatırlamıyorum diyemedi genç kadın. Yeter ki annesi üzülmesindi. "Çünkü nereye koyduğumu hatırlamıyorum."

Emine Hanım kızına inanmasa da yalanına ortak oldu. "Yarın yeni bir şişe al ardiye dolabından. On yaşına kadar bir gün aksatmadan sürdüm o yağı sana, sende aksatma gül goncam."

Narin başını onaylarcasına salladı. "Tamam, alırım." Annesinin elleri saçlarında dolanmaya başladığında gözkapaklarına binen ağırlığa da karşı koyamıyordu artık. Emine Hanım ise bakışlarını duvara sabitlemiş, sıkıntılı düşüncelerinin girdabından sağ kurtulmaya çalışıyordu. Narin'inden bir gün bile ayrı kalmış değildi o. Şimdi kızından nasıl ayrı kalsındı? Nasıl dayansındı? Ya o yaban ellerde biriciğinin başına bir şey gelirse?

"Ana," dedi, Narin uyku mahmuru sesiyle. "Ben gitmeden Nazenin ile konuşacağım. Pazara gidecek malzemeleri sakın sen merkeze indirmeye kalkmayasın. Mehmet ağabeyden ricacı olacağım, kabul ederse işleri o halledecek. En olmadı Cemşit ağabeye söylerim."

Emine Hanım başını onaylarcasına salladı. "Olur kızım."

"Ben oralarda pek kalmam zaten," dedi. "Erzaklar size fazlasıyla yeter. Sakın ola paradan da kesmeyin. Ne lazımsa köye giden birinden ricacı olun getirsinler."

Emine Hanım tekrar başını salladı. "Tamam kızım." Kendi yapması gereken analığı kızı yapıyordu. Allah bin kere razı olsundu. Ne Emine Hanım ne de Mine Hanım, Narin kızın hakkını ödeyemeceklerini iyi biliyorlardı.

"Ne olur aklımı sizde bırakmayın ana," dedi Narin, son kez. "Ben hemen dönmeye çalışacağım."

Genç kadın kadere inat planlarını kurarken başına gelecekleri kırk yıl düşünse tahmin bile edemezdi. Ne demişler efendim; dere görünmeden paça sıvanmaz. Zira kaderin Narin için bambaşka planları vardı.

-BÖLÜM SONU-

Sahanlık: yapılarda kapı önünde, merdiven başlarında ya da ortasında bırakılan düz yer.

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoooook iyi bakın. Sizi seviyorum...❤

Instagram: gulsumm.bilgin

 

Loading...
0%