Yeni Üyelik
14.
Bölüm

GÜL GÜZELİ- 13

@gulsumblgn

Merhabaaaaağğ

Pamuk parmaklar yıldıza efenim...

KEYİFLİ OKUMALAR!

🌹🌹🌹

Gözler kalbin aynasıdır derler. Ferman Hancıoğlu'na bu denli yakışan bir söz daha yoktur şu zamana kadar. O sert bakışları Narin'e her değdiğinde yumuşuyor, bariton sesi bir tek Narin'le konuşurken inceliyordu. Tüm Çukurova'nın çekindiği lakin bir o kadar da sevip saydığı adam, bir tek sevdasının yanında küçük çocuk gibi oluyordu. Sevgi dileniyor, saygı bekliyordu.

İki gün önce Narin'in bayılması üzerine Ferman'ın gizleyemediği korkusu, tüm aile fertlerinin durumu öğrenmesine sebebiyet vermişti fakat hepsi susuyor, genç çiftin bir açıklama yapmasını bekliyordu. Ne zaman aralarındaki münasebeti anlatırlar işte o zaman herkes yorumunu yapardı.

Bu duruma en çok sevinen kişiler tartışmasız olarak Ayçiçek Hanım ve Berfin'di. Genç kız, ablası bellediği kadının bir ömür yanlarında kalması, ağabeyini kabul etmesi için dua bile ediyordu. Ayçiçek Hanım ise çoktan torun torbalağı eline almış, avluda koşturuyordu bile. Pek yorum yapmasa da kocasının kendinden hallice olduğunun farkındaydı.

Aramızda kalsın, Haşmet Bey, Narin'i ilk gördüğü an gelini olarak kabul etmişti bile. Eğer ki oğlu, o baba yiğit kadına duygu beslememiş olsaydı zorla, kafasına vura vura açtıracaktı gözlerini. Ferman Hancıoğlu'nun bir karısı olacaksa bu Narin olmalıydı.

Boran ise içten içe Narin'e o kadar hayrandı ki farkında olmadan onun gibi bir eş aramaya başlamıştı bile. Tabii edilen dualara dikkat etmekte fayda vardı. Küçük Bey, bunu pek yaman yollarla anlayacaktı.

Demir ise kuzeninin mutluluğundan başka hiçbir şey istemiyordu. Aralarında bir yaş olmasına rağmen küçüklüğünden bu yana Ferman'ı korumayı kendine görev bilmişti. Onun üzüntüsü kendi üzüntüsü, mutluluğu ise kendi mutluluğuydu.

Sultan ve Menekşe'yi unutmamak gerekiyordu. Ana kız kısa süre içinde Narin'i kabullenmiş pek bir sevmişlerdi. Genç kadının bayıldığı gün Ferman'ın hâlini gören anne kız gece sohbeti yaparken, Sultan Hanım, "Bak gör," demişti kızına. "O Laz kızı, bir geldi pir gelecek. Şu genç yaşında Hanım ağa olmazsa bana da Sultan demesinler."

Gelin görün ki bu havadise sevinen kadar sevinmeyenlerde vardı. Berivan Hanım ve yeğeni Şermin o gece düşünüp durmuşlardı. Planları Ferman'a yönelmekti fakat gördüklerinden sonra yollarını değiştiler. Artık amaçları sadece Ferman'ı oltaya takmak değildi, genç adamı öfkelere bindirip Narin'in üzerine salmaktı. Rasim onlara talih kuşu gibi gelmişti. Bu işin peşini bırakmayacak, en uygun anın oluşmasını kendi elleriyle sağlayacaklardı.

Şimdi ise Hancıoğlu ailesi misafirlerini ağırlıyor, keyifli sohbet eşliğinde çaylarını yudumluyorlardı. Evin erkekleri Recep'i almış bahçeye kurulurken hanımlar sıcaktan şikâyet ederek salonda oturuyordu.

Narin, ablasının yanından ayrılmadığı gibi gözlerini de üzerinden çekmiyordu. Belli ki bebesi içeriden çıkmak için an kolluyordu. Ha doğdu ha doğacaktı. Dikkat etmekte fayda vardı.

"Sabah teyzemle konuştum," dedi Belma.

Narin'in kaşları çatıldı. "Ne demek teyzemle konuştum? Şehre niye inmiş? Ben ona dedim ki bir ihtiyacın olduğunda Nazenin'e söyle ağabeyinden ricacı olur, halleder. O ne demeye kendini yormuş?"

"Hele sakin ol, daçkimi. Anamın ağrıları geçecek gibi değilmiş." Belma, annesinin ağrı çektiğini öğrendiğinde çok ağlamıştı. Şimdi kardeşine durumu izah ederken bile
gözleri dolu doluydu. "El mecbur hastaneye gitmişler. Fırsat bu fırsat diye de aramışlar işte."

Genç kadının kızgınlığı anında korkuya dönüşürken bedenini ablasına doğru döndürdü. "Aba, anlatmadın değil mi durumu? Anamın yüreğine iner."

Belma, kuzeninin ellerini tuttu. "Elbette ki anlatmadım. Recep'le pazara kadar gitti dedim. Çok üzüldü sesini duyamadı diye ama olanları anlatıp daha da üzülmesine göz yumamazdım sonuçta."

Narin rahat bir nefes bıraktı. "İyi etmişsin. Gerçekleri bilse bir saniye yerinde durmaz, atlar gelir buralara kadar."

Şermin, Narin'i ezecek bir konu bulmuştu da rahat durur muydu? Hemen lafa atladı. "Hangi dağın başında yaşıyorsun öyle, Narin? Telefonla konuşmak için illa şehre mi inmeniz gerekiyor?" Kıkırdayarak çayından bir yudum aldı. "Hangi yıldayız canım? Telefon hattının olmadığı yer mi kaldı?"

Narin, Şermin'e döndü. "Sen yayla nasıl bir yer biliyon mu, Şermin?"

"Şehir hayatında doğdum, büyüdüm şekerim. Sağ olsun babam güzeller gibi yaşattı beni." Genç kadın sanki dünyanın en havalı lafını edercesine süzüle süzüle saçlarını geriye savurdu. "Köylük yerler benlik değil, çağ dışında kalmış gibiler. Baksana annenle rahat rahat iletişim bile kuramıyorsun."

Bu şimdi bana mağaradan bozma yerden gelmişsin mi demek istedi yani? Eh ben senin o boş konuşan ağzını yorgan iğnesiyle dikmem mi?

"Olsun be Şermin, hayatın şamarını yemeden büyümek, boş beleş yaşayıp baba parasıyla iftihar etmek varmış seninde kaderinde." Gülümsedi. "Yanlış anlama ha, çağ dışında yaşamamak herkese nasip olmaz sonuçta o yüzden diyom."

Şermin az önce yüzüne yerleştirdiği itici gülümsemeyi yok ederek sinirle baktı karşısında oturan kadına. "Boş beleş derken?"

Berfin kıkırdamaya başladığında, Belma, kardeşinin misafir kaldığı evde kavga çıkartan tarafın o olmasını istemediği için, "Ayçiçek Hanım," diyerek lafa atladı. "Size bir soru sorabilir miyim?"

Yaşlı kadın, Şermin'e gönderdiği ters bakışlarını Belma'ya çevirdi. Niyetini anlamıştı kadının. Ortamın daha fazla gerilmesini istememişti ama Şermin'in Narin'e ettiği saygısızlığı göz ardı etmeyecekti. Ne hadle misafirlerini hor görmeye çalışırdı? Bu konuyu onunla yalnızken konuşma kararı alırken sert bakışları yumuşadı. "Öncelikle bana Hanım demene gerek yok, Belma'cığım, bunu daha önce de konuştuğumuzu hatırlıyorum?"

Belma gülümsedi. "Tamam, Ayçiçek teyze."

"Böylesi daha güzel. Şimdi istediğini sorabilirsin kızım."

Soracaktı sormasına da ne soracaktı ki? Kardeşi daha fazla dellenmesin diye ortaya atlamıştı da ne diyecekti şimdi? Kaçamak bakışlarını etrafında gezdirip kendine konu edecek bir şeyler aradı. O sırada karnında hissettiği tekme bir kurtarıcı gibi geldi. Ellerini kocaman olmuş göbeğine yaslayıp okşarken, "Malumunuz benim doğum yaklaşıyor," diye başladı söze. "Annem daha evvel anlatmıştı ama ben heyecandan sürekli unutup duruyorum. Hormonlarda dengesizleştiriyor tabii. Ben şimdi hastane için bavul hazırlıyorum da koymam gereken şeyleri bana bir kere daha listeleseniz eve gidince Cavidan'la üzerinden geçsek."

Ayçiçek Hanımın en sevdiği konuydu. Yeter ki bebek deyin ona canım, içi kıpır kıpır olurdu. Berfin'de annesinin bu huyunu çok iyi bildiğinden, "Tam insanına sordun Belma abla," dedi gülerek. "Annem böyle şeylere bayılır. Birazdan kalk bavulu birlikte hazırlamaya gidelim derse şaşırma."

Yaşlı kadın kıkırdadı. "Ne yalan söyleyeyim pek severim. Küçük küçük kıyafetler, zıbınlar beni benden alıyor yahu." Kaçamak bakışlarını Narin'e gönderdi. "Allah'ın izniyle bir torun sahibi olsam neler neler yapacağım sormayın gitsin. Şimdiden hazırlığım bile var ayol."

Narin, Sultan ablanın yaptığı patatesli böreği keyifle yerken müstakbel kayınvalidesinin bakışlarındaki imayı görmemişti ama Belma'dan kaçmamıştı. Şüpheyle kardeşini süzdü.

Bu seferde konuyu değiştirme sırası Berivan'a gelmişti çünkü eltisinin aklından geçenleri gözlerinden okuyabiliyordu ve bu hiç hoşuna gitmemişti. Tamam, kızını kurtardığı için minnet duyabilirdi ama üstüne basa basa torun diyerek Narin'e bakıyor olması, onu gelin olarak kabul edebileceğinin göstergesiydi. Berivan tiksintiyle baktı Ayçiçek'e. Oğluna bu kızı layık görmesi kabul edilir gibi değildi. Koskoca Hancıoğlu ailesinin itibarını bu şekilde düşüremezlerdi. Ferman eğer ki köylü bir kızla evlenirse bunun ardı arkası kesilmezdi. Ya oğlu da kuzeninden feyiz alıp kendine yakışmayan bir gelin getirirse? Yok daha nelerdi canım!

"Olur Ayçiçek abla olur," dedi. "Ferman'ımız kendine layık, oturup kalkmasını bilen, tahsili kendine yakışır biz kız bulduğunda torunda hemen gelir İnşallah."

Narin, boğazındaki lokmayı zar zor yutarken Berivan Hanıma baktı. Kızım sana söylüyorum gelinim sen işit mi yapıyordu? Bakışları yanında oturan yeğenine kaydı. Şermin dudaklarında alaycı bir tebessümle Narin'e bakarken genç kadının kafasının içinde bir şimşek çaktı. Ula bu karı Ferman'a mı yanık? Berivan Hanım yeğenine yol mu yapayi yoksam bana mı öyle geliyi?

Berfin kaşlarını çatarak yengesine bakarken, "Listen de pek kabarık yenge maşallah," dedi. "İyi niyetli, kalbi güzel olması önemli değil de okuduğu okul mu önemli olacak Allah aşkına?"

Berivan, Berfin'e kınarcasına baktı. "O nasıl laf öyle, Berfin? Elbette onlarda önemli lakin ağabeyinin yanına yakışır olması da bilhassa önemli. Koskoca Çukurova'nın en güçlü beylerinden biri sonuçta."

"Neden kızıyorsun ki Berfin'ciğim?" diyen Şermin'in teyzesini adım adım takip etti. "Babanla amcanı düşün. Onlar bile Bey kızlarını kendilerine eş yapmışlar. Elbette ki annen de teyzem de oğullarına yakışır gelinler isteyeceklerdir. Keza senin içinde aynı şeyin geçerli olacağından eminim. Sonuçta tek kızlarısın, hayatın kolay geçsin isterler."

Berfin'in öfkesi gittikçe körüklenirken elinde tuttuğu çay bardağını hırsla sehpaya bıraktı. "Ağabeylerimin de, Boran'ın da, benim de kendi aklımız ve kalbimiz var Şermin abla. Evleneceğimiz insanları kendimiz seçebiliriz."

Narin gururla Berfin'e bakarken ‘Yürü be ballı lokma, kurbanlık koyun değiliz de anacım. De gitsin, ben arkandayım!’ diye haykırıyordu içinden. Söyleniyordu söylenmesine ama ya Hanımanne de Berivan karısı gibi düşünüyorsa? İçindeki kaos sever kadın pısıp kalırken çekince dolu bakışlarını sol tarafında kalan kadına çevirdi. Şüpheye düşecek tek bir bakış dahi yakalasa içindeki tüm duygular sarsıntıya uğrardı. Ailesinin istemediği kadını eş yapan adam mutlu olur muydu? Olmazdı tabii. Bak yayladaki Birgül ablaya. Kocasına kaçarak vardı da evliliğinden hayır mı gördü? Ana baba ahı aldı bir kere, sittin sene gülmezdi yüzü. Ferman'ı da böyle bir işe sürükleyemezdi ki. Hangi kadın, anana atana sırt çevir diyebilirdi? Allah çarpardı vallahi.

Ayçiçek Hanım, "Allah hayırlısını nasip etsin Berivan. Kızımın da dediği gibi aklı başında, yüreği güzel olsun da okul okumuş okumamış, bey kızı olmuş olmamış önemli değil. Oğlumun yuvası huzurlu olsun da gerisi mühim değil." dedi de, Narin'in yüreğindeki yangına bir kova su döktü. Utanmasa kalkıp öpecekti alnından, bas bas bağıracaktı insanlık okul okumayla olmuyor diye.

Eh diken dili Şermin, eh ağzı büzülesice sarı yelloz. Sen teyzenle bir oldun da kendine bu evde yer etmeye mi çalışıyon? Hele ben bu işin aslını astarını bi, çözeyim bilmez miyim size edeceklerimi?

"Hayırlısı olsun tabii abla," dedi Berivan. Dili böyle söylese de katran bağlamış kinci yüreği başka diyordu.

Ayçiçek Hanım gereksiz açılmış konuları geride bırakıp bu keyifli akşamın bozulmasını istemediği için tekrar gülümsedi. "Ee Belma, hiç sormadık sana da, çocuğa isim düşündünüz mü?"

Bu konuda Belma'nın en sevdiğiydi. Ebenin ilk hamilesin dediği günden başlamıştı isim düşünmeye. Heyecanla yerinde kıpırdanırken, Narin hayretle ablasına baktı. "Kız essahtan biz bu konuyu hiç konuşmadık. Ne olacak bu bebenin adı? Gerçi bana fark etmez, fındık kurdu deyip duracam ama merak ettim."

Belma'nın gözleri anında yaşlarla dolmaya başladığında, "Öğrenince de fındık kurdu diyeceğim diye tutturacak mısın acaba?" dedi titrek sesiyle. "Kız olursa Recep'in rahmetli annesinin adını vereceğiz. Gülşah. Erkek olursa da," İki kardeşin bakışları birbirine kilitlendi. Narin anlamıştı çoktan. Artık onunda gözleri yaşlıydı.

"Edecen mi essahtan?"

"Erkek olursa da rahmetli babacığımın adını vereceğim Narin. Adnan."

Genç kadın, ablasını kollarının arasına alarak başını göğsüne doğru çekti. Saçlarına öpücüklerini bırakırken, "Çok güzel düşünmüşsünüz abla," dedi. "Sağlıkla sıhhatle gelsin, uzun ömrüyle yaşasın İnşallah. Kız erkek fark etmez, hayırlı evlat olsun."

Berfin ve Ayçiçek Hanım şefkatle kuzenleri izlerken, Şermin gözlerini deviriyordu. Onun için gereksiz bir drama vardı karşısında.

"Senin babanın adı neydi, Narin abla?"

Narin omuzlarını dikleştirdi. Gururla dile getirdi babasının adını. "Ecevit."

🌹🌹🌹

Gecenin ilerleyen saatlerinde misafirleri yolcu eden konak sakinleri odalarına çekilirken, Narin, Ferman'ın ricası üzerine onu bekliyordu. Fabrikada bir sorun çıkmış Demir ve Boran'la apar topar gitmişlerdi. Gitmeden de Menekşe ile haber göndertmiş, Narin beklesin beni dedirtmişti.

Şimdi de salonda oturmuş, gözü yollarda adamı bekliyordu işte. Ne hikmetse Şermin'in de ona eşlik edesi tutmuştu. Güya uykusu yokmuş. Hâlbuki Berivan Hanım Menekşe ile Narin'i fısır fısır konuşurken duymuş, yeğenini de nöbetçi diye kadının başına dikmişti. Bilmiyordu ki Narin odasına geçse de bir şey değişmeyecekti, Ferman oraya da giriyordu.

Gerçi Narin'in işine gelmiş, kadının gitmeyeceğini anlayınca bilerek salonda beklemeye devam etmişti. Saatlerdir kafasını kurcalayan şeyi çözmezse bu gece uyku yoktu ona.

Ya Allah bismillah, Narin. Haydi bakalım çöz şu işi de ona göre savaş meydanında siperimizi alalım. Sonuçta adam yavukluyuz dedi, hakkın var üzerinde.

"Ee Şermin," diyerek başladı ince ince işlemeye. "Hep bana sorup durdun da ben sana soru soramadım bir türlü. Hele anlat bakayım kaç yaşındasın, neler edersin, yavuklun var mı? Belli ki ikimizin de uykusu yok, barim iki lafın belini kıralım."

Sıkıntıdan patlamak üzere olan Şermin bir de dikkat çekmemek için sohbet edecekti. "Ah teyze ah, nelere bulaştırıyorsun beni böyle!" diye içinden içinden konuşa dururken dudaklarına sahte bir tebessüm oturttu. "Tabii konuşalım, Narin'ciğim. Yirmi dört yaşındayım ben. Duyduğuma göre de senle yaşıtız."

Narin onaylarcasına başını salladı. "Öyleymiş."

"Kimseyle bir münasebetim yok fakat aklımda yatan biri olduğunu inkâr edemem."

"Kimmiş bu ubeduri?” (Lazca da; şanssız, bahtsız anlamına gelmektedir.)

Şermin'in kaşları havalandı. "Anlamadım, o ne?"

Narin dişlerini meydana çıkartacak şekilde gülümsedi. "Şanslı kişi demek. Tanıyacağımdan değil elbette ama şeyden sordum, hani teyzen bu akşam davul bile dengi dengine demeye getirdi ya, o yüzden işte. Sonra başın derde girmesin Berivan Hanımla."

Düş hadi oltaya sarı çıyan!

Genç kadın böbürlenerek sırıtırken, "Hiç merak etme," dedi. "İkimizde birbirimize çok yakışacağız, Narin'ciğim."

Narin tek kaşını havalandırdı. Oturduğu yerde dikleşirken, "Bak şimdi daha da merak ettim o baba yiğidi," dedi.

Şermin saçlarını savurdu. "Adını söyleyemem ama emin olabilirsin, çok yakında güzel haberlerimizi alma ihtimalin yüksek."

"Ha o kadar eminsin yani, uşağın seni alacağından?"

“Huyu huyuma, boyu boyuma uygun. Bir görsen yan yana durunca da nasıl yakışıyoruz birbirimize. Elbette ki alacak beni.”

Genç kadın karşısındaki oturanın özgüvenini hayretle izlerken, “Aileleriniz tanışık ediyo mu?” diye sordu bu sefer.

Şermin gülümsedi. “Çok yakından hem de.”

Anlamıştı Narin. Şermin’in gözüne kestirdiği adam kesinlikle Ferman’dı. Bir sinir geldi ki kadına sormayın gitsin. Hissettiği bu yabancı duygu kanını kaynatmaya başladığında tepki vermemek için, ağzını açıp ta sevdalandığın adam Ferman mı diye sormamak için kendini zor tutuyordu. Bir şey daha vardı ki aklını kurcalayan; acaba adam bu durumu biliyor muydu? Gerçi burada kaldığı süre boyunca Şermin’le Ferman’ı hiç yakın görmemişti. Adam hep bir mesafeliydi kadına. Bildiği için mi mesafe koymuştu? Eğer durum bundan ibaretse bir sorun görmüyordu Narin, lakin Ferman Şermin’in duygularından haberdar değilse uyarmakta fayda vardı. Gözü göz değildi anacım. Baksana kendi kendine gelin güvey olmuştu bile.

Narin koltuk değneklerini alarak ayaklanırken, “Hakkında hayırlısı olsun Şermin,” dedi. “Ama benden sana tavsiye, durum netleşmeden orada burada çok dile getirme bunu. Ne me lazım işler beklediğin gibi gitmezse rezil falan olursun. Berivan Hanım kalpten gider Allah korusun.” Dudaklarında gülümsemeyle salondan çıkarken ardında bıraktığı kadının nefret dolu bakışlarından bihaberdi. Narin’in kimseyi hafife almamak gibi iyi bir huyu vardı fakat gördüğü bir şey de vardı ki, Şermin onu çok fazla hafife alarak büyük bir hata yapıyordu.

“Demek o yüzden beni yerip yerip duruyordun sarı çıyan,” dedi odasına girerken. “Ey gidim ey, sen daha Narin Gültepe’yi tanımamışsın. Ben sana pabuç bırakır mıyım acaba? Sen güllük gülistanlık hayatını yaşarken ben pehlivancılık oynuyordum. Şu yaşına değin yemediğin şamarı benden ye de gör bakayım nanayı.”

Söylene söylene üzerindeki elbiseyi çıkartıp geceliğini giyindi. Odada bulunan tuvalet aynasının önündeki pufa oturarak meşhur gül yağını tenine yedirmeye başladı. Boynuna her zamankinden daha yoğun sürerken dudaklarındaki gülümsemeye engel olamıyordu. Ferman en çok boynunu öpmeyi seviyordu ya ondandı o bölgede oyalanması. Genç adamı düşünürken bile içinde oluşan gıdıklanmayı bastıramıyor, içten içe keyif duyuyordu.

Yağla işinin bittiği vakit odanın kapısı usul usul açıldı. Genç kadın bakışlarını aynadan çekmeden içeriye giren bedeni süzerken, ardından kapıyı kapatarak Narin’e dönen Ferman olduğu yerde mıhlandı kaldı. Odaya dolan yoğun gül kokusu, kadının beyaz geceliğinin altında ay gibi parlayan teni, omzuna dökülen dolgun saçları ve gözkapaklarının arasından kendine odaklanmış siyah incilere baktıkça, öldüm galiba diye düşündü. Öldüm de cennetteyim.

Kadın, adamın arzu dolu bakışlarına karşılık utançla başını eğerken, “Kaçırma gözlerini,” diye fısıldadı Ferman. “Kurbanın olayım öyle bak bana.” Narin, genç adamın istediğini yerine getirirken bir kere daha buluşturdu gözlerini aynadan. Öyle yakışıklıydı ki, dili damağı kuruyordu kadının.

“Hoş geldin.”

Ferman gülümsedi. “Hiç bu kadar hoş bulduğumu hatırlamıyorum, gül güzeli.”

Narin koltuk değneklerini kullanmadan, yarasından kaynaklı sendeleye sendeleye adamın yanına yürürken, “Halledebildiniz mi işinizi?” diye sordu.

Genç adam havalandırdığı kollarını kadına doğru uzatırken, “Hallettik gül güzeli,” dedi. “Makinelerden biri bozulmuş, tamir ettirdik hemen.”

Narin, Ferman’ın isteğini anlayıp kollarının arasına girdiğinde başını taş gibi sert göğsüne yasladı. Adamın gömleğinin birkaç düğmesi açıktı da teninden yayılan koku kadının burnuna doldu. Başını döndürmeye gücü yeten kokusu öyle güzeldi ki derin bir nefes almaktan kendini alıkoyamadı. Genç çift birbirlerinin kokusuyla mest olurken, “Ağrın oldu mu bugün güzelim?” diye sordu adam.

“Yok olmadı. Artık eskisi gibi de değil, yürürken zorlamıyor. Kadir ağabey dikişlerini alana kadar üzerine çok kuvvet verme dedi diye değnekleri kullanıyom zaten.”

Ferman’ın keyfi anında kaçarken sessiz kaldı. Elbette iyileşmesini istiyordu ama biliyordu ki Narin iyileştiği an gidecekti. Onu suçlayamazdı ki, sonuçta Çukurova’ya hamile ablasına yardım etmek için gelmişti.

Adamın sessizliğinin farkına varan Narin, başını yasladığı göğsünden ayırıp yüzüne baktı. Asık suratı kaşlarını çatmasına sebep olurken, “Ne oldu, ne demeye astın muncurlarını?” diye sordu.

Genç adam küçük bir çocuk gibi omuz silkerken, “İyileşiyorsun.” dedi.

“Bu iyi bir şey değil mi?”

“Tabii ki iyi bir şey ama iyileşince gideceksin.”

Adamın derdini anladığında kıkırdamasına engel olamadı. “Gidecem diye mi bu halin?”

Ferman kaşlarını çattı. “Gideceksin diye sevineyim mi yani Narin?”

“Gidecem de Rize’ye mi gidecem sanki? Ablamın yanında kalmaya gidecem. Şuradan şurası.”

“Aynı evde yaşamayacağız ama? Ben istediğim vakitte yanına gelemeyeceğim, rahat rahat göremeyeceğim gül yüzünü.”

Narin tekrar başını adamın göğsüne bırakırken, “Allah daha büyük dert vermesin Ferman Efendi,” diye mırıldandı. “Ya Rize’ye gittiğimi düşünsene?”

“İyi mi etmeye çalışıyorsun yoksa kalpten gideyim mi istiyorsun anlamıyorum, gül güzeli.”

Kıkırdadı kadın.

Daha sıkı sarıldı adam.

Dudaklarını Narin’in başının tepesine yaslarken, “Mis gibi kokmuşsun yine,” dedi boğuk bir ses tonuyla. “Aklım başımdan uçtu gitti de dur diyesim gelmedi.” Daha fazla ayakta kalıp ağrısı olmasını istemediğinden kadını kucakladığı gibi yatağa doğru yürümeye başladı. Halinden pek bi memnun olan Narin kollarını adamın boynuna bağlamış öylece duruyordu. Yeri rahattı sonuçta canım.

Ferman yatağa oturduğunda bile kadını kucağından indirmedi. Yüzünü boyun girintisine gömüp derin derin soluklar alıp bırakırken bir yandan da kadının yüreğine zarar, yumuşak öpücükler bırakıyordu. “Bütün gün bu anların hayalini kurdum,” dedi dudaklarının teninin üzerinde hareket ettirirken. “Bir an önce gece olsun da yuvama kavuşayım diye saatleri saydım.”

Yüreğim hop deyip düşecekti adamın ayaklarının dibine.

Genç adam yüzünü gizlediği oyuntudan geri çekip de kadınla göz göze geldiğinde sertçe yutkundu. Dudakları özlemiyle kavrulduğu dudaklara kavuşmak için titreye dururken, “Sana bir şey diyecem,” diyen Narin’le, yapacağı işi sonraya bıraktı.

“Neymiş diyeceğin şey?”

Lafı dallandırıp budaklandırmaya hiç niyeti yoktu kadının. “Şermin’in sende gözü mü var, Ferman?”

Genç adamın kaşları çatılırken, “Bu nereden çıktı?” diye sordu.

Kadın omuz silkti. “Boş ver şimdi nereden çıktığını, sen soruma cevap ver. Hiç sezdin mi böyle bir şey?”

Nasıl ki Narin lafı evirip çevirmeden sormuştu, Ferman’da tıpkı onun gibi cevap verecekti. Eğer şimdi dürüst olmasaydı bu konu ilerde önüne bir engel olarak çıkabilirdi ve genç adam, Narin’i kaybetmeyi asla göze alamazdı.

“Sana dürüst olacağım Narin. Şermin’in bana farklı gözle baktığını kısa bir zaman önce öğrendim ama aklında küçücük bile bir şüphe olmasın, Demir’in gözünde Şermin neyse benim gözümde de aynıdır. Münasip şekilde uyarımı yaptığımı da söylemek isterim tabii.”

Narin’in kaşları şaşkınlıkla havalandı. “Ha yani karşına geçip ben sana sevdalandım dedi?”

Ferman alnını kaşıdı. “O iş biraz karışık.”

“Bizde de zaman bol Ferman Efendi, hele sen bir durumu bana izah et ki ona göre ne edeceğimi bileyim.”

“Menekşe söyledi bana da. Kulağına birkaç şey çalınmış. Şermin’in benimle kurduğu hayaller varmış ve bunu dile getirmekten pek çekinmiyormuş. Hatta öyle ki,” Soluklandı adam. “Kendisi benimle, diğer iki arkadaşı da Demir ve Boran’la olacakmış güya.”

“Uy nenem!” dedi Narin şaşkınlıkla. “Ula bu sarı çıyan kahvaltıda yürekte yemeyi, nedir bu haller edalar?” Öfkesi tekrar gün yüzüne çıkarken elini kolunu nereye koyacağını bilemedi Narin. Bu nasıl bir yüzsüzlüktü ki dereyi görmeden paçayı sıvayabiliyor, üstüne üstlük düşmeyeyim diye değnek niyetine arkadaşlarını da yanına çekiyordu?

“Sana bir şey mi söyledi?”

“Adını vermedi ama evlenmeyi planladığı birinin olduğunu söyledi. Ağzını epey bi aradım, huyu huyuma suyu suyuma dedi. Ailelerimiz de birbirini çok yakından tanıyor dedi ama ben köfteyi burada çakmadım.”

Ferman’ın kaşları çatıldı. “Nereden anladın, gül güzeli?”

“Yengen,” dedi Narin. “Yeğenine yol ediyo Ferman, benden söylemesi. Hanımanneyi de işlemeye çalışıyor da işte anan akıllı karı, kanmıyor eltisinin sinsiliğine.”

Ferman şimdi şimdi anlıyordu Demir’in laflarını. Kuzeninin laflarına itibar etmediğinden değildi, sadece yengesine yakıştırmadığındandı kötü düşüncelere kapılmaması. Lakin aynı şeyi Narin’de söyleyince huzursuz olmaya başlamıştı. “Sen gönlünü ferah tut gülüm, benim aklımda kalbimde bir tek senin adını haykırıyor. Kimse içimdeki seni söküp alamaz, müsaade etmem. Almaya çalışanın da kâbusu olurum.”

İnanıyordu Narin. Bu bakışlara kim inanmazdı ki zaten? Kendine baktıkça parıldayan harelere inanmayacaktı da ne yapacaktı? Dil yalan söylerdi de gönül söyleyebilir miydi? Görebiliyordu kadın. Adamın ta içine işlediğini görebiliyordu ki Ferman’da açık açık göstermekten geri durmuyordu.

Avuç içlerini adamın yanaklarına yaslayarak, “Senden yana şüphem yok,” dedi Narin. “Belli ki kendi kendine gelin güvey olmuş ama şimdiden uyarımı yapayım. Eğer ki benlen uğraşmaya devam eder, teyzesini üstüme salarsa misafirim demem bu konağı ayağa kaldırırım.”

Gülümsedi Ferman. “Nasıl ki seni benden almaya çalışana Çukurova’yı dar ederim, sende bu konağı onlara dar et, gül güzeli. Yeter ki benden gitme.” Farkına vardığı gerçekle gülümsemesi büyüdü. “Kıskandın mı sen beni?”

Narin kaşlarını çattı. “Ula deyyusun biri bana çiçek gönderdi diye yerinde duramadın sen, ben şimdi sana sevdalı olan kadınla aynı çatı altında kalıyorum. Ne yapacaydım, kardeş kardeş takıla mıydım?”

Adamın yüzündeki gülümseme bıçak gibi kesildi. “Hatırlatmazsan olmaz değil mi?”

Omuz silkti kadın. “Önce kendine bakacaksın Efendi sonra bana laf vuracaksın.”

Ferman, kadının işveli cilveli halini izledikçe iplerini tutmakta zorlanıyordu. Genç kadını iyice yerleştirdi kucağına. Dudaklarını kulağına doğru yanaştırıp, “Ben kıskanç bir adamım Narin,” dedi fısıldayarak. “Benim olanı paylaşmayı sevmem. Aynı şeyi senden de beklerim.”

Alt dudağını dişlerinin arasına kıstırarak gülümsedi Narin. Kulağında hissettiği sıcak nefesi, yapışık duran bedenlerinin birbirine karışan sıcaklığı pek hoşuna gidiyordu. Adamın boynuna doladığı kollarını biraz daha sıkıp, “Biliyon mu Ferman Efendi,” dedi. “Ben, benim olana uzanan eli kırarım.” Çok değil bundan birkaç hafta öncesinde kalan Narin için bir adamın kucağında oturacak, edepsiz şeyler edecek deselerdi kıyamet kopartırdı.

Ferman’ın çenesi kasılırken, nefesi düzensiz bir hal almıştı. Daha fazla tutamadı kendini, yapıştı kadının dudaklarına. Narin ilk başta ne yapacağını şaşırsa da aralık kalan dudaklarının arasından içeriye sızan dille birlikte kendini bırakıverdi. Büyük bir ahenk içinde öpüşen dudakların her hareketinde ikisinin de bedeninde yeni bir kıvılcım peyda oluyordu.

Genç adam kadının beline doladığı ellerinden birini çekip bacağına yasladı. Yavaş yavaş geceliğinin eteklerini kaldırıp tenini kavradığında Narin inlemesini engelleyemedi. Bacağında hissettiği güçlü el, dudaklarını sömüren dudakları… Ölüyom anacım, ölüyom. Cayır cayır yanıyom!

Nefeslerinin tükendiği vakit Narin geri çekilirken, Ferman’ın durmaya niyeti yoktu. Dudaklarının yeni rotası boynu olurken kadın gözlerini kapatmış, hissettiği öpücüklerin keyfini sürüyordu.

“Bana neler yaptığını görebiliyor musun, Narin?”

Başını hafifçe yan tarafa doğru büküp adama alan açtı. “Neler yapıyormuşum?”

Kasıklarını hafifçe kaldıran adam sertliğini kadının kalçalarına doğru bastırırken, Narin’in kapalı duran gözkapakları şokla açıldı. Daha öncesinde de hissetmişti ama bu sefer ki bir başkaydı sanki. Daha sert, daha büyük… Korkuyla oturduğu yerden fırlarken, Ferman şaşkınlıkla baktı kadına.

“Ne oluyor?”

Geçen de aynısı olmuştu, böyle yapmıştı da gece boyunca ağrıdan sızıdan uyuyamamıştı. Yine aynı şey başına gelsin istemiyordu kadın. İllet bir durumdu yemin olsun, adama kafayı yedirtirdi. O gece ne çektiğini bir kendi bir de günah yazmasın ama Allah biliyordu. Yanan yanaklarını elleriyle yelleyip, “Öptün sarıldın yetti da,” dedi titrek çıkan sesiyle. “Git yat hayde.”

Ferman hafifçe geriye doğru yaslanıp ellerini yatağa bastırdığında yayvan bir pozisyonda oturdu. Sertleşmiş erkekliği zorluyordu ama Narin’i de korkutup kaçırmak istemiyordu. “Bir şartla giderim.”

Narin’in meraklı bakışları adama döndü. “Ne şartı?”

“Yarın bir bahaneyle seni evden kaçıracağım,” dedi. “İtiraz etmek yok.”

“Nereye gideceğiz?”

“Orası sürpriz olsun.”

“Ula ben yedi aylığım ha, nasıl dayanayım yarına kadar? Deyiver gitsin işte.”

Ferman gülerek oturduğu yataktan kalkarken kadına doğru yürümeye başladı. “Nereye gideceğimizi söyleyemem ama,” Yanına vardığı kadının kulak altına ıslak bir öpücük bıraktı. “Az önce yaşadığımız anlardan kaçmadığında ne kadar iyi hissettirdiğini öğrenmeni sağlayacağım.”

Uy nenem Yarabbi! Adam bizi yiyecek.

Ve kadının dudaklarının arasından kaçan hıçkırık, adama istediği cevabı vermişti.

🌹🌹🌹

Avluda, büyük şemsiyenin altında kahvaltı için toplanan ev ahalisi sessizce karnını doyururken, Narin, Ferman’a bakmaktan kaçınıyordu. Dün gece gidecekleri yer için küçük bir ipucu verirken az biraz ne olacağını anlamıştı da ağzını açıp itiraz etmemişti.

Boyu posu devrilesice, buralara kadar oynaş diye geldin de mi? Ne demeye yok diyemedin adama? Düştün uçkurunun peşine. O kudurukta fel fenaydı anacım, yeter ki bizi yesindi!

“Baba,” diyerek sessizliği bozan Ferman oldu. “İznin olursa bugün fabrikadaki işlerime Demir baksın.”

Haşmet Bey oğlunun işten kaytarmasına alışkın olmadığından şaşkınlığını gizleyemedi. “İşe gitmeyecek misin yani?”

“Gitmeyeceğim. Ben diyorum ki, Narin artık daha iyi olduğuna göre biraz buraları gezdireyim. Malum Belma’nın da doğumu yaklaştı. Bebek dünyaya gelince gezmeye pek fırsatları olmayacak.”

Haşmet Bey bıyık altından gülerken, “İyi düşünmüşsün oğlum,” dedi. “Gezdir tabii kızı.”

Ağzını sigara böreği ile dolduran Boran, “Berfin’de sizinle gelecek mi ağabey?” diye sorunca, yanında oturan ikizi masanın altında tekmeyi vurdu. Genç adam ne oluyor dercesine kardeşine bakarken, “Yok,” dedi Berfin. “Bugün benim Nuran’a sözüm vardı, onunla çıkacağım.” Berfin, kardeşinin melül bakmasına karşılık gözlerini devirip aralarındaki mesafeyi kapatarak kulağına fısıldadı. “Ne beni karıştırıyorsun, belli ki baş başa kalmak istiyorlar!” Boran sinsice sırıtıp ağzındaki lokmayı çiğnemeye devam etti.

Narin konuşmalara karışmamak, allanan yanaklarını gizlemek isterken önündeki yiyeceklere gömülmüştü. Allahtan bir bahane bulacam demişti, azgın teke! Direkt ne haltlar yemek istediğini söylesen bu kadar utanırdım zaten!

Berivan Hanım, Ferman’ın amacını anlayarak araya girdi. “Ne iyi düşünmüşsün Ferman’cığım. Misafirimiz evine dönmeden önce güzel Çukurova’mızı ağız tadıyla gezsin. Hatta Şermin’de sizinle gelsin o da günlerdir evde, canı sıkılmıştır eminim.”

Şermin tam onaylamak için ağzını açacaktı ki Demir’den müsaade gelmedi. “Şermin buraların yabancısı mı anne? İnsanların planlarını bozmayın lütfen.”

Yaşlı kadın oğluna öfkeyle bakarken, “Laf söz olmasın diye dedim,” dedi sıktığı dişlerinin arasından. “Ferman’la Narin’i baş başa görenler ne der? Sonuçta o da genç bir kadın, kimse arkasından konuşmasın.”

Ferman, yengesinin ne yapmaya çalıştığını elbette anlamıştı ve buna izin vermeyecekti. Elinde tuttuğu çatal bıçağı tabağına bırakırken, “Kimse konuşmaya cüret edemez yenge,” dedi sert bir tonda. “Annem ve babam niyetimi bilse yeter. Geri kalanı teferruattır.”

Narin birazdan yangın var diye bağıracaktı. O kadar daralmış bunalmıştı ki, yanaklarını havayla şişirip tabağına doğru eğdiği başını kaldırdı. Tam o sırada görüş açısına giren adamla şaşırdı. “Uy nenem,” dedi kendini tutamayarak. “Bey baba, senden de mi iki tane vardı yoksam?”

Haşmet Bey, Narin’in ne dediğini anlayamayarak arkasına döndüğünde kapıdaki kardeşini görünce gülümsedi. Hikmet Hancıoğlu, tüm heybetiyle avluya girdi. “Yok,” dedi Haşmet. “İkizim değil ama bana çok benzer.”

Şermin ve Berivan haricinde herkes keyifle oturduğu yerden kalkarken, Narin devam etti. “Çok mu benzer? Hık demiş burnundan düşmüş resmen.”

“Selamünaleyküm Hancıoğlu ailesi!”

“Ve aleykümselâm kardeşim, hoş geldin.”

Herkes bir bir eve dönen aile üyesine sarılırken, keyiflerde bir o kadar artmıştı. İkizler amcalarının kollarının arasında kıkırdarken, Hikmet’in bakışları Şermin’de takılı kaldı. Hiç mi hiç haz etmezdi karısının yeğeninden. Yüzünü buruşturup bakışlarını kadından ayırırken, yeğenlerini bırakmadan masaya yöneldi. Kenarda sessizce duran Narin’i fark ettiğinde, “Berfin?” dedi.

“Efendim amcacığım?”

“Sana yardım eden cesur yürek bu mudur?”

Berfin gülümsedi. “Ta kendisi amca.”

Hikmet Bey, göğsüne sinen yeğenlerinden ayrılıp Narin’in karşısına dikildiğinde elini uzattı. “Sende hoş gelmişsin cesur yürek.”

Yaşlı adamın ona ettiği hitap şekli hoşuna giderken, ellerini birleştirdi Narin. “Hoş buldum Bey amca, sende hoş geldin.”

“Gözbebeğimizi canın pahasını korumuş kollamışsın, baş tacısın.”

“Estağfurullah. İnsanlık vazifemi yaptım, kim olsa aynını yapardı.”

Hikmet Bey kaşlarını çattı. Oğlu sayesinde işin iç yüzünü biliyordu. “Bu vazife bir tek sana mı mahsustu? Hiç alçak gönüllülük yapma cesur yürek, kim olsa aynısını yapmazmış ki sen bu hale gelmişsin.”

Haşmet Bey, “Haydi haydi ayakta kaldık oturun da öyle konuşun,” dedi. “Hanım kızımı da çok ayakta bekletme.”

Kalktıkları gibi yerlerine gerisin geri oturup sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Şermin, asla kabul görmediği eniştesinin Narin’e olan yaklaşımını gördükçe hırsı devasa hale geliyordu. Bu kadın başına belaydı ve bir an önce kurtulması lazım!

“Sağlık sıhhatin nasıl baba? Bu sefer çok uzun kaldın, güzelce dinlen. Hemen işlere bulaşma tamam mı?”

Hikmet Bey tek kaşını havalandırıp oğluna baktı. “Sen bana yaşlandın mı demek istedin, sıpa?” Böyleydi Hikmet Bey. Sert mizacının altında pamuk gibi bir kalbi vardı. Yüce Yaradanın ona bahşetmiş olduğu güzel bir armağanı olduğuna inanırdı. Karşısındaki insanın gözünün içine bir baktı mı anlardı niyetini. Gözü pek, yüreği büyüktü. Herkesle iyi anlaşamaz, anlaştığı insanların arkasında da koca bir dağ gibi dururdu.

“Estağfurullah baba. Sen benden daha gençsin.”

“Bir tek senden mi Demir ağabey?” dedi Boran. “Benden bile daha gençtir amcam. Delikanlı o, delikanlı!”

Hikmet Bey oğluna ve yeğenine göz kırpıp karısına döndü. “Ağzını bıçak açmıyor hanım? Geldiğime sevinmediğini düşünmeye başlayacağım.”

Berivan Hanım kıpırdanıp dururken, “Öyle şey mi olur Hikmet’ciğim elbette ki sevindim,” dedi. “Çocuklarla hasret gider istedim ilk önce.” Kadının derdi başkaydı. Kocasının, yeğeninden pek hoşlanmadığını bildiği için bundan böyle daha temkinli davranması gerektiğinden içi sıkıntılıydı. Yeğeninin işi gün geçtikçe gecikiyordu.

“Sende buralardaymışsın Şermin,” dedi Hikmet alayla. “Yine ne oldu?”

Genç kadın gülümsemeye çalıştı. “Annem ve babam iş için şehir dışına gittiler enişte, sağ olsun Ayçiçek teyze de evde tek kalmama izin vermedi misafir ettiler beni.”

Hikmet Bey geçiştirir gibi başını salladıktan sonra tekrar Narin’e döndü. “Demir durumları anlattı da seni, senin ağzınla tanımak isterim cesur yürek. Hele anlat bana, kimdir Narin?”

Narin daha az evvel tanıştığı adama garip bir şekilde yakın hissediyordu. Bunun nedeni belki de ona yaklaşım tarzı, hitap şekliydi. Hanım hanımcık bir gülümsemeyi dudaklarında oluştururken, “Rize’nin Çamlıhemşin yaylarını biliyon mu, Bey amca?” diye sordu hevesle.

“Bilmem mi? Öyle güzel yerlerdir ki, insanı kendine âşık eder.”

Narin’in bakışları kısa süreliğine Şermin’e döndü. Gör bak sarı çıyan, senin mağara dediğin yerlere millet âşık oluyor âşık!

“Heh, ben oralardan geldim. Ablam, muallim Recep’le evlendi de buraya yerleşti. Allah nasip ederse birkaç güne bebelerini kucaklarına alacaklar. Bende ona yardım edeyim diye geldim de işte beklenmedik durumlar oldu.”

Hikmet Bey geçmişe doğru dalıp giderken, “Ben bundan yıllar yıllar önce Rize’ye gitmiştim iş için,” dedi. “Hatırlıyor musun ağabey, olmadık iş başıma gelmişti de kaza yapmıştım o karda kışta?”

Haşmet Bey ellerini bastonuna yaslayıp, “Hatırlamam mı?” dedi. “Hayatta unutmam.”

“Hiçbirimiz unutmayız Hikmet ağabey, haberi alınca yüreğimize inmişti.” Dedi Ayçiçek Hanım.

Narin merakla bakıyordu yaşlı adama. “Bizim oralara çok gider misin?”

“Yok,” dedi Hikmet Bey. “Bir kere gitmiştim ondan da ölümlerden dönünce bir daha ayağım çekmedi ama bana yardım edenleri hayatta unutmam. Ne yapıyorlar, nasıllar hep merak ederim.”

“İsimlerini hatırlıyor musun Bey amca, belki tanışıktırlar da selamını iletirim.”

Minnetle gülümsedi yaşlı adam. “Kendi adımı unuturum da onları unutmam, cesur yürek. Ben öyle kaza yapınca ayaklanana kadar bakarak oldular. Haşmet ağabeyim kaza haberini alınca kalktı geldi de nasıl olsa ağabeyi geldi diye beni bırakıp gitmediler. İşiniz vardır gidin desem de karda kışta ne işi hem yollar kapalı bizde burada mahsur kaldık, bırak bari size yardımımız dokunsun diye ayrılmadılar yanımızdan.”

Haşmet Bey sözü devraldı. “Üç gün boyunca onlarla geçinip gittik. Onlar çocuklarından bahsetti biz çocuklarımızdan bah-“ Cümlesini tamamlama fırsatı bulamadı. Aklına gelen ihtimal dudaklarının ve gözlerinin aynı oranda açılmasına neden olurken bakışlarını hızla kardeşine çevirdi. Hikmet’in de aklından aynı şeyler geçiyor olmalı ki iki kardeş nefesini tutmuştu.

Masada oturan herkes iki adamı merakla izlerken, “Ne güzel anlatıyordunuz ne oldu bir anda?” diye sordu Boran. “Bu hikâyeyi çok kez anlattınız da adamların adını bir türlü söylememiştiniz. Narin abla sayesinde öğreneceğiz dedik onda da dondunuz kaldınız.”

Haşmet Bey kızının derdine düşmüştü de Narin’e sormamıştı ki hiç babasının amcasının adını. Kardeşine kıyasla o birkaç kez hediye göndermişti adamlara hatta birkaç kez de arayıp hallerini hatırlarını sormuştu da bir zamandan sonra kopup gitmişlerdi. Yaşlı adam elini alnına yaslayıp, “Aklıma bile gelmedi ki Hikmet,” dedi pişmanlıkla. “Yemin olsun aklımın ucuna dahi gelmedi.”

“Ne oluyor baba?” diye sordu Ferman.

Hikmet Bey Narin’e baktı. “Cesur yürek,” dedi üzerinden atamadığı şaşkınlıkla. “Babanın adı Ecevit, amcanın adı Adnan mı senin?”

Genç kadının çay bardağına uzanan eli havada asılı kaldı.

-BÖLÜM SONU-

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoooook iyi bakın. Sizi seviyorum...❤

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%