Yeni Üyelik
15.
Bölüm

GÜL GÜZELİ- 14

@gulsumblgn

Merhabaaaaağğ

Pamuk parmaklar yıldıza efenim...

KEYİFLİ OKUMALAR!

🌹🌹🌹

Herkesin şaşkınlıkla birbirine baktığı anlarda Narin zihnini zorluyor, annesinden böyle bir şey duyup duymadığını hatırlamaya çalışıyordu ama nafile. Ne Adnan ne Ecevit karılarına anlattıkları bu hatırayı asla dile getirmemek konusunda anlaşmışlardı. İki adam da bir elin yaptığı iyiliği diğer el duymasın isterdi. Karılarına bir kere konusu açmış, bir daha da yaptıkları iyiliği dile getirip böbürlenmemişlerdi. Mine, kızının Adana'ya gideceğini öğrendiğinde göz kulak olsunlar diye haber edecekti ama kocası nuh demiş peygamber dememiş, adamların adını söylememişti ki kızına söyleyiversin. Adamların adı da sanı da kocalarıyla birlikte toprağa karışmıştı.

Hancıoğlu kardeşleri ise Gültepe kardeşleriyle iletişimlerini kestiklerinden beri peşine düşmemişlerdi. Herkes kendi ailesinin derdine yanmıştı. Gelin görün ki araya giren zamanda bazı şeyleri kopup götürmüştü tabii. Zamanın şartları yeterli değildi ki adamlar birbirinin peşine düşsün. Öyle böyle derken yıllar geçip gitmiş, kader hiç umulmadık anda karşılaştırmış aileleri.

"Bu nasıl bir iştir," dedi Ayçiçek Hanım yaşadığı şaşkınlığının arasından. "Bu nasıl kaderdir?"

Ferman dut yemiş bülbüle dönmüştü de gözlerini Narin'den ayıramıyordu. Babası amcasını, kendisi kardeşini kurtarmıştı. Bu borç nasıl ödenirdi bilemiyordu artık.

Narin ise ne diyeceğini şaşırmıştı. Dudakları sürekli aralanıyor ama tek kelime edemeden geri kapanıyordu. Hikmet Bey'in söyleyeceği isimleri merak etmişti etmesine ama babasıyla amcasının çıkabileceği aklının ucundan geçmemişti. Gözleri, iki yaşlı adamın üzerinde gidip gelirken bakışlardaki mahcupluğun farkındaydı.

"Sen bilmiyor muydun, Narin?" diye sordu Berivan. Kalbi kötülük dolu olan iyilikten anlar mıydı? Herkes Narin'e minnet duygusuyla bakarken bir tek Berivan şüphe içindeydi. Bu kadar tesadüf inanabileceği şey değildi. Belli ki Narin, Berfin'e hayrına yardım etmemişti. Ee Hancıoğlu ailesinin ne denli köklü ve zengin olduğunu öğrendikten sonra elbette bir karşılık isteyeceklerdi değil mi?

Genç kadın başını iki yana sallarken, "Hayır," dedi. "Bilmiyordum."

"Ne bilsin zaten Berivan, o vakitlerde üç yaşındaymış ya?" dedi Ayçiçek Hanım.

‘Saf bu kadın saf, ben olmasam iliğini kemiğini sömürürler bu Ayçiçek'in’ diye düşüne dururken, "Sonuçta konusu geçmiştir ama değil mi?" dedi.

Narin kaşlarını çattı. "Neyin konusu geçecekti Berivan Hanım? Babamla amcam bir iyilik etmiş, denize atmış. Yaptıkları iyilikten böbürlenecek biz şu şu adamın hayatını kurtardık diye cümle âleme duyuracak mıydı? Ne anam ne babam, bana bir şey anlatmadı. Ablamın bile bilmediğine eminim."

Berivan Hanım inanmıyordu da geçiştirir gibi başını sallayıp çayından bir yudum aldı. Ben bu işin peşini bırakır mıyım acaba Narin Hanım? Herkese ispat edeceğim bu eve neden geldiğini. Yapmazsam da bana Berivan Hancıoğlu demesinler!

Haşmet Bey, "Hata bende," dedi çekinceyle. "Düşünemedim hanım kızım. Kendi yavrumun derdine düştüm de atan kimdir demedim."

Genç kadın gülümseyerek baktı yaşlı adama. "Bir önemi var mı, bey baba? Bilmeden yaptın iyiliğini, evini açtın bana. Babamın kim olduğunu bilsen ne değişeceydi sankim? Hem bana yardım ettiniz hem ablama. Bundan öte iyilik mi var?"

"Hikmet'in kazasından sonra ben birkaç kez görüşmüştüm telefonda ama sonrasında kendi ailemin derdine düştüm. Güzel günler geçirmedik hanım kızım, kendi acımızda kavrulurken unutuverdik her şeyi."

Narin'in meraklı bakışları adamın yüzünde gezedururken yan tarafından gelen burun çekme sesiyle gözlerini çevirdi. Ayçiçek Hanım yakasına taktığı fuların ucuyla gözyaşlarını siliyordu. Ne oldu diyecekti demesine de kadının hâline acıyıp ağzını açamıyordu ki. Belli ki yaraları pek derindi. Bakışları Berfin'e döndü. Dudakları titriyordu da ağlamamak için zor tutuyordu kendini zavallım. Boran desen yemeği bırakmıştı ki bu çok normal değildi. Berivan’ın bile boynu bükük dururken bir Şermin’in dünya yansa umurunda değildi. Boyalı tırnaklarına bakıyordu gözü şaşı kalasıca. Demir’de elini Ferman'ın omzuna yaslamış destek verircesine sıkıyordu.

İş başa düştü kuduruk Narin, bu buhranı dağıtmak icap eder. Aman ne oldu diye sorma ha, az merakına sahip çık. Anlatmak isteyen anlatırdı zati.

"Eee Bey amca," dedi. "Babamla amcamla tanışık ettiğine göre hele anlat bakalım, bizden nasıl bahsettiler? Gariban babam el kadar bebeyken bile çekmiş benden, öğreneyim çok şikâyetçi olmuş mu?" Bilirdi aslında Narin cevabını. Yaramaz, ele avuca sığmayan bir çocuk olduysa bile bir kere ah dememişti babası. Hatta onunla yaramazlık yapıp annesini delirttiği vakitler bile olmuştu.

Koca adam kendini tutamayıp kıkırdadı da baktı genç kadının adı gibi narin yüzüne. "Ne yalan söyleyeyim çok dinledik yaramazlıklarını." Ağabeyine döndü. "Hatırlar mısın? Bir ara kayboldu, sabahtan akşama bizim küçük afacanı aradık demişti."

Haşmet hatırladığı anıyla gülümsedi. "Adamcağız güle güle anlattı da anlatırken bile bakışlarındaki korkuyu gördüm."

Narin hatırlamıyordu ama yine de gülerek dinliyordu kendi anılarını.

"Nereye saklandın acaba, Narin abla." dedi Berfin.

"Kesin hiç umulmayacak yerden çıkmıştır." dedi Boran.

Narin yine yapacağını yapmış, masanın üzerine konan ölü toprağını eliyle silkelemişti.

Ferman ise ellerini çenesine yaslamış melül melül bakıyordu sevdiği kadına. Nasıl bir kaderdi ki babası babamın, kendisi benim karşıma çıktı diye düşünüyordu.

"Vallahi ben hatırlamıyom ama dediğin gibi en olmadık yere gizlenmişimdir kesin."

"Öyle öyle," dedi Haşmet Bey. "Ahırda bir koyun yeni doğum yapmış o zamanlarda. Zaten hayvanlara oncacık yaşında ilgin varmış, kuzuyu görünce de tutamamışlar seni. O küçücük halinle nasıl yaptın bilinmez, yüklenmişsin kuzuyu evin kilerine saklanmışsın. Üstüne birde uykuya kalmışsınız. Kuzu açlıktan bağırmaya başlayınca bulmuşlar seni."

Şermin ve Berivan Hanım haricinde herkesten kahkaha sesi yükselirken, Berfin ağabeyine bakıp, “Vallahi ben Narin ablanın doğacak çocuğunu çok merak ediyorum,” dedi. “Kesin kendine benzeyecekte, yaptığı yaramazlıklarla nasıl başa çıkacak asıl onu merak ediyorum.”

Bıyık altından gülüşlere nazaran Ferman ortamdan kopup gitmişti. Hayal ediyordu. Tıpkı sevdiği kadına benzeyen küçük bir kız çocuğu düşündü. Yaramazlıklarıyla annesini deli eden, babasını kendine âşık eden güzeller güzeli bir kız. Avluda koşturdu, bahçede koşturdu, şu anda karşısında oturan kadının kucağında oturttu, kendi kucağında oturttu da düştü bir hayalin içine. Bir hayalle bile büyülenen Ferman Hancıoğlu için bu hayalin gerçekleşmesi demek, dünyayı altın tepsiyle ayaklarının altına sermek demekti.

Narin'in kaçamak bakışları Ferman'a değerken oda kendini tutamıyordu. Bir bebemiz olsa ona mı benzer yoksa bana mı benzer diye düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Yüreği ona benzesin diye haykırırken aklı herife bir tane Narin yeter deli etmeye lüzum yoktur diye kendini gömdükçe gömüyordu. Ama gelin görün ki aklının bir başka yönü de vardı. Zıkkım! Öpsün de başına koysun benim gibi kadını. Ya Şermin'e âşık olaydı?

"Bu dünya ikinci bir Narin'i kaldırır mı bilinmez," diye takıldı Boran, genç kadına.

Narin genç adama kaşlarını çatarak baktı. "Ula neyim varmış benim?"

"Eksiğin yok ki ablam, fazlalığın var."

"Allah sana da benim gibi birini nasip etsin de gör o zaman."

Boran sırıttı. "Âmin."

"Ula uşak, senin de ne istediğin belli değil ha. Hem benden bir tane daha olsun istemiyon hem de benim gibisini istiyon."

"Abla gel anlaşalım," dedi muzipliğinden geri duramayan Boran. "Sen bana sizin oralardan bir kız bul ama aynı senin gibi olacak. Baba yiğit biri. Bende sen ne istersen onu yaparım."

Narin yüzünü işaret edip, "Hele sen bana bi iyice bak oradan," dedi. "Bende hiç çöpçatan tipi var mı? Git kendi eşini kendin bul, ben ne bulacaymışım sana?"

"Eş aradığını bilmiyordum, Boran," dedi Şermin bir heves. "Böyle bir düşüncen gerçekten var mı?" Sonuçta arkadaşı Demir için, onun kardeşi ise Boran için biçilmiş kaftandı değil mi?

"Önce ağabeyleri," dedi Ayçiçek Hanım. "O sıpa sırasını bekleyecek Şermin'ciğim."

Boran'a hava hoştu. Hayatında da kalbinde de biri yoktu ki bana ne zaman sıra gelecek diye dert yansın. Omuz silkerek yarım kalan kahvaltısını etmeye devam etti.

"Amca," diyerek dikkatleri üzerine çekti Ferman. "Yeni geldin biliyorum ama önceden verilmiş bir sözüm vardı. Narin'e buraları gezdirecektim. Sana ayıp olmaz değil mi?"

Hikmet Bey, şüpheyle yeğenine baktı. Ferman Hancıoğlu işe değil de gezmelere gidecekti öyle mi? Duy da inanma. "Ne ayıbı yeğenim. Söz namustur, verdiğin sözü her daim tut. Cesur yürek nasıl olsa bizimle kalıyormuş sohbetimize akşam devam ederiz." Narin'e baktı. "Öyle değil mi?"

Genç kadın onaylarcasına başını salladı. "Öyle bey amca, öyle."

Ferman oturduğu yerden kalkıp, Narin'in köşeye bıraktığı koltuk değneklerini aldı. "Eğer Narin'in ağrısı olmazsa şu tepedeki restoranda götüreceğim, akşam manzarası çok güzel oluyor biliyorsunuz. Yemeğe beklemeyin."

Hikmet Bey daha da şaşıp kaldı lakin durumu çözmesi çokta uzun sürmedi. Yeğeninin, cesur yüreği oturduğu yerden kaldırışı, düşmesin diye ellerini havada tutuşu, kadının her hareketinde savrulan saçıyla birlikte aldığı derin soluklar, bakışı... Hepsi bir cevaptı aslında. Yanmıştı yeğeni. Hem de çok fena yanmıştı.

İkili avludan çıkarken Hikmet Bey ellerini masaya yaslayıp duruşunu dikleştirdi. "Ağabey," dedi yüz ifadesini düz tutmaya çalışırken. "Biz yıllar sonra Rize'ye tekrar gidecek gibi duruyoruz."

Berfin ve Boran amcalarının yaptığı imayı anlayıp kıkırdarken, Demir, "Hem de çok yakın bir zaman da." dedi.

Berivan Hanım giden çiftin arkasından hasetle baktığından kocasının ne demek istediğini pek anlayamamıştı. "Daha yeni geldin Hikmet, bırak da Demir gitsin ne işin varsa."

Boran ve Berfin'in kıkırtısı kahkahaya dönerken, Demir ayaklandı. "İzninizle bende kalkıyorum. Önce fabrikaya sonra şirkete gideceğim."

"Kolay gelsin aslan yeğenim." dedi Haşmet Bey.

"Allaha emanetsin oğul." dedi Hikmet Bey.

Ayçiçek Hanım ise hâlâ daha yaşanılan şeylerin şokunu atlatabilmiş değildi. "Allah ne büyüktür ki," diye başladı söze. "Zamanında babası senin canını kurtardı şimdi ise kızı, kızımın canını kurtardı. Bu nasıl bir tesadüftür ki ağabey, yıllar sonra o yüce gönüllü insanların bir parçası bizim yanımıza geldi?"

"Tesadüf diye bir şey yoktur Ayçiçek," dedi Haşmet Bey. "Biri yıllarca burnumuzun dibindeymiş ruhumuz duymamış, diğeri ise kötü bir olayla hayatımıza girmiş. Rahmet etsin, ikisi de babasını kaybetmişken hayatımıza girmeleri Yaradanın işaretidir. Bundan böyle canımızı kurtaran o adamların kızlara can olacağız. Biri eli kulağında doğuracak. Aman Ayçiçek, elini o yavrudan da Belma'dan da çekmeyesin. Unuttum kelamını bile kabul görmem şu vakitten itibaren, bilesin."

"Olur mu öyle şey Haşmet," dedi yaşlı kadın. "Bundan böyle bir ayağım hep Belma'nın evindedir."

"Narin'e gelecek olursak," Derin bir nefes alıp sırtını sandalyeye yasladı. "Allah'ın izniyle kızımız olacak."

Berivan Hanım hık demeye yakındı.

🌹🌹🌹

Genç adam odasında unuttuğu cüzdanı için bahçeden geri dönerken bakışları etrafı tarıyordu. Sevdiğini görmeden bu evden çıkmak işini rast getirmiyordu sanki. Başını mutfağa doğru uzattı da aradığı bedenden başka herkes vardı. Sultan Hanıma görünmeden geri çekildi.

Hızlı adımlarla merdivene yöneldiğinde bile gözleri etrafında geziyordu. "Neredesin be kızım?" Merdivenleri bitirip odasının önüne geldiğinde sıkıntılı bir soluk bıraktı. Büyük ihtimalle ardiye katındaydı aradığı. Oraya da Sultan Hanıma yakalanmadan hayatta gidemezdi.

Odasının kapısını açtığı an karşılaştığı manzara içindeki sıkıntıyı duman gibi dağıttı. Menekşe odasında, yatağının çarşaflarını değiştiriyordu. Dudaklarındaki muzip kıvrıma engel olmayarak, ellerini pantolonunun ceplerine soktu. "Oo Menekşe Hanım," dedi keyifle. "Bu ne güzel sürpriz böyle. Kaç gündür yoktunuz, odamın yolunu unuttunuz diye korkuyordum bende."

Eee, evdeki tek yaramaz Hancıoğlu erkeği Ferman değildi. Tabii Demir, Menekşe'nin odasına gidemeyeceği için onu kendi odasında kıstırıyordu.

Menekşe kabarttığı yastığı yatağın üzerine bırakıp, taktığı yazmadan kaçan birkaç tutam saçını geriye attı. "Annen hazretleri odanı toplamamı emretti."

Demir, kadının önüne geçip belini kavradı. "Desene annem kurdun inine ceylan sokmuş."

Menekşe omuz silkti.

Genç adam başını hafifçe sol omzuna doğru yatırıp, "Odamı topladığın için mi suratın asık senin?" diye sorduğunda Menekşe bu seferde gözlerini devirdi. "Saçmalama Allah aşkına Demir, işim bu benim. Hem senin odanı topluyorum diye neden gocunayım?"

"O zaman neden asık suratın? Neden göremiyorum uğruna dünyayı yakabileceğim o gülümsemeyi?"

Dudaklarını araladı da sonradan geri kapattı genç kadın. Ne yapacaktı, anasını mı şikâyetlenecekti? Ne olursa olsun anneydi sonuçta. Sabah beri canıma okudu da gözlerini oyasım geldi nasıl denirdi ki? İç karartıcı konuları kenara bırakan Menekşe gülümseyip kollarını sevdiği adamın boynuna doladı. Uzunca boyu yüzünden parmaklarının üzerinde yükselmesi gerekiyordu ama umursamıyordu. "Bırak sen şimdi beni, doyurdun mu güzelce karnını?"

Demir, Menekşe konuştukça dudaklarının hareketlerini takip etti. "Hıhı," dedi aklı olmayacak şeylere kayarken. "Doyurdum. Tatlı niyetine de seni isterim tabii."

Elini hafifçe omzuna vurdu adamın. "Gündüz gözüyle kudurukluk etme, Demir."

"Gündüz olmaz, gece olmaz. Ne zaman olacak Menekşe Hanım? Geçen günün tadı damağımda kaldı zaten."

Allandı morlandı Menekşe. Uymuştu şeytanın aklına gece vakti girmişti herifin koynuna. Anası uyanacak, yatağında göremeyince kıyamet indirecek diye ödü patlamıştı ama o düşünceler Demir aklını başından alana kadardı. Cavidan varken iyiydi, kuzeni bir şekilde idare ediyordu da yalnız kalınca daha bir dikkatli davranması gerekiyordu.

"Sen niye çıkmadın bu vakte kadar?" diye konuyu değiştirdi Menekşe.

"Babam geldi görmüşsündür, onunla lafladık. Tam çıkıyordum cüzdanımı unutmuşum. Bahane oldu, giderayak alırım bir öpücüğünü diye seni arıyordum ki inimde buldum." Kadının beline sardığı eline baskı uygulayıp bedenlerini birbirine yasladı. "Şimdi ver bakayım bana istediğimi, küçük ceylan."

"Demir geri dur. Vallahi biri gelir gündüz vakti."

"Kimse gelmez."

"Vallahi gelir."

"Gelmez."

Kadın tekrar itiraz edecekti ama geç kalmıştı. Adamın beklemeye tahammülü yoktu. Susuz kalmış gibi kana kana kadının dudaklarını öpmeye başladı.

🌹🌹🌹

Ferman, Narin'i aklına gelen her yere götürmüş bir an bile sıkılmadan kadının onlarca sorusuna yanıt vermişti. Hele Hancıoğlu ailesine ait tarlaları, arazileri gezince neredeyse küçük dilini yutuyordu Narin. Zengin oldukları belliydi de bu kadar olabileceği beklediği bir şey değildi.

Tarlada çalışan marabalar beylerini ve yanında getirdiği kadını saygıyla karşılamış, bir merak Narin ile tanışmak istemişlerdi. Genç kadın üzerindeki ilgiden pek hoşlanmıştı da her Hanımım dediklerinde utanmıştı. Hâlbuki onlardan biri farkım yok ki diye düşünmüştü. Yaylada Pehlivan Narin, Çukurova'da Hanım Narin. Epey komiğine gitmişti. Ee, geleceği bilmeyen insan evladı, ilerleyen zamanlarda marabalara nasıl hanımlık yapacağını, tüm Çukurova'nın konuşacağını da bilmiyordu tabii.

Akşam vakti usul usul yanaşmaya başladığında Ferman'ın yeni rotası çiftlik evi olmuştu. İçinden atamadığı heyecanla yanında duran kadına baktı. Narin ise gördüğü çiftliğe ağzı açık bakıyordu. En az konak kadar büyük ve gösterişliydi. Bu yüzden ailenin maddi durumu bir kere daha şaşırıp kalmasına neden olmuştu.

"Ayıptır sorması," dedi Narin. "Kaç tane eviniz var?"

Ferman ellerini pantolonunun cebine sıkıştırdı. "Üç. Biri yaşadığımız konak, biri burası bir tane de konağa yakın küçük bir evimiz var."

Genç kadının tek kaşı havalandı. "Küçük?"

"Bunlar gibi kat çıkmıyor. Tek katlı. Babam konağın etrafı karışık görünsün istemez. İkizler atlarına yakın olmak istediği için ahırı o evin yanına yaptırdık. Annemde arada sırada gider istediği sebze, meyveyi diker. Anlayacağın arazisi için satın aldığımız bir ev."

"Oturan birileri yok mu?"

Genç adam başını iki yana salladı. "Atların ve evin bakımı için üç günde bir giden ağabeyimiz var. Onun dışında evde konaklayan birileri yok." Gülümsedi. "Henüz."

"Birine mi vereceksiniz?"

Ferman daha fazla dışarıda kalmak istemediğinden anlık bir kararla Narin'i kucağına aldı. Asla beklemediği bu atak kadının korkuyla çığlık atmasına neden olurken, "Evet," dedi Ferman. "Birilerine vereceğiz. Kim olduklarını da bilmek ister misin?"

Narin düşmemek için kollarını sıkı sıkı adamın boynuna dolarken omuz silkti. "Aman ne tanıyacam sanki."

"Tanıyorsun ama?"

Şüpheyle baktı adamın yüzüne. "Sizden başka tanıdığım mı var burada? Ablamlar hariç tabii."

Ferman diziyle destek alıp kadını tutarken cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı. "Şimdilik yok ama bana evet dediğin zaman burada tanıdığın insan sayısı artacak."

Narin anlamadı.

Salona girip kadını koltuğa bıraktı. "Annen ve teyzen, Narin," dedi sevdiğine üstten üsten bakarken. "Orası annen ve teyzenin evi olacak."

Genç kadın kaşlarını çattı. “Ya ben evi kabul etmezsem?”

Ferman omuz silkti. “O zaman başka ev arayışına girerim?”

“Sence sorun ev mi, Ferman Efendi?”

“Ben başka bir sorun görmüyorum, gül güzeli?”

Huzursuzca kıpırdandı Narin. Şu vakte kadar anası ve teyzesi için hatta Belma için bile ne yapılacaksa kendi yapmıştı. Kimseden yardım almadan, dişini tırnağına takmıştı da hep en güzelini sunmak için çabalamıştı. Şimdi birinin çıkıp da kendi emeği olmadan, hazıra konmasını isteyince hoşuna gitmiyordu.

“Ben bu zamana kadar hiç kimseden yardım dilenmeden baktım anamla teyzeme, Ferman,” dedi. “Şimdi sen diyorsun ki al ananla teyzeni hiçbir emek sarf etmeden evi elde et, kur düzenini. Demezler mi koca parasıyla sefa sürdüğü yetmiyor anasına teyzesini de sürdürüyor o sefayı diye?”

Ferman kaşlarını çattı. “Bu mu yani senin derdin? El âlem ne der mi?”

“Edilecek dert değil mi?”

Genç adam derin bir nefes alıp bıraktı. Bu konuda Narin’i rahatlamak zorundaydı ki önündeki bir engelden daha kurtulabilsindi. Ellerini kadının koltukaltlarına yerleştirip sanki hiç ağırlığı yokmuş gibi kaldırırken Narin, “Hii!” dedi şaşkınlıkla. “Sende iyice alıştın beni çay torbası gibi yüklenmeye ha.” Adam, onu dinlemeden koltuğa oturup kadını da kucağına bıraktı. Oldukları pozisyon kadın utandırırken geri çekilmek için hareketlendi ama Ferman’dan izin gelmedi.

“Bana bak gül güzeli,” dedi. Narin küçük bir çocuk gibi kıpırdanmayı bırakıp adamın gözlerine baktı. “Şimdi bu diyeceklerimi iyi dinle. Bu evde, yaşadığımız konakta babamın emeğiyle alındı kabul ama sana bahsettiğim evi ben satın aldım. Kendi çabamla, kendi emeğimle dişimi tırnağıma taktım da aldım. Sen diyorsun ki hazıra konmak olur. Olmaz gül güzeli, olmaz. Şu yaşıma kadar yaptığım birikimleri öylece kenarda dursun diye yapmadım ben. Ola ki bir gün kendi yuvamı kurmaya karar verip, evleneceğim diye ailemin karşısına çıkarsam ne yapacaksam kendi paramla yapayım istedim diye bunca yıl çalışıp çabaladım ben. Eşim olacak kadının hiçbir şey içinde kalmasın, eksikle değil fazlayla karşısına çıkayım diye yaptım. Durumlar farklı olsaydı da sen daha varlıklı bir ailenin kızı olsaydın dahi bir kuruş para harcatmazdım sana.” Durdu, soluklandı. Ellerini kadının yanaklarına yasladı. “Yanlış anlama her şeyi ben yaptım diye böbürlenmek için değil, yaşama sebebim olacak kadına boynumun borcu olduğu için. Hem şöyle düşünsene, senin bana verebileceklerinin yanında benim param ne ki?”

Dudaklarını büzdü Narin. “Ben sana bu halimle sana ne verebilirim ki, Ferman. Zaten baksana her şeyin var.”

Gülümsedi genç adam. “Her şeyi maddiyatla karşılayamazsın, gül güzeli. Senin bana vereceklerin parayla satın alınamayacak şeyler. Bana bir yuva vereceksin, bana sevgini, aşkını vereceksin. Bana ruhunu, bedenini vereceksin. Allah nasip ederse bir evlat vereceksin. Hangisini parayla satın alabilirsin?”

Adamın gözlerinde bir bakış vardı ki sormayın gitsin. Kadının bir tek bedeni değil, ruhu bile titremişti. Kalbi mest olmuştu da pelte kıvamını almıştı. Elleri Narin’in saçlarına kaydı. Usul usul okşadı yumuşacık tutamları. “Uzun lafın kısası sen hiçbir şeyin hazırına konmayacaksın, Narin. Asıl senin bana vereceklerinin karşılığını sağlayamam. Aşkına, ruhuna, bedenine erişeceğim de ailene bir ev vermişim çok mu?”

“Verirsin ki,” dedi Narin, dolu dolu olmuş gözleriyle adama bakarken. “Ben sana kalbimi vereceğim de sen vermeyecen mi? Ben sana bir bebe verecem de bunu tek başıma mı yapacam sankim?”

Ferman oturuşunu dikleştirip dudaklarını kadının alnına yasladı. “Bunların hiçbirini sen olmadan yapamam, senden başkasıyla da yapmak istemem Narin.”

Gülümsedi kadın. “Sen o kadar istiyon yani beni?”

Gülümsedi adam. “Bu hayatta hiçbir şeyi bu denli çok istememiştim, gül güzeli.”

“Eyi o zaman,” dedi Narin, daha fazla uzatmak istemeyerek. Hem o ne kadar benden başkasını istemiyorsa bende bir o kadar başkasını istemiyorum. Buldum da bunayacak mıydım? Zor bulurdum böylesini bir daha zor! “Madem ikimizde birbirimizden başkasını kabul görmeyeceğiz, uzatmaya lüzum yoktur. Abulam hele bir sağlıkla doğumunu yapsın, gel iste beni anamla teyzemden.”

Kanatları çıktı da uçmaya başladı sanki adam. Mutluluk nefesini kesmeye başladığında inanamıyor gibi bakıyordu karşısındaki yüze. “Sen,” dedi soluk soluğa. “Sen. Sen ne dedin Narin?”

Ferman’ın zor bela konuşması komiğine gitti Narin’in “Gel iste beni dedim.”

Çocuk gibi bir sevinç peyda oldu adamın içinde. Eğer oturmuyor olsaydı utanmadan tepinmeye başlardı bile. İçindeki heyecanı bastıramayan Ferman, “Allah be!” diye bağırdığında, Narin gülmeye başlayacaktı da daha ağzını aralamaya fırsat kalmadan dudakları esir alındı.

Narin’den,

Sıcacık dudakları dudaklarımı talan ederken, hızına yetişmekte güçlük çekiyordum. Sanırsın adam şifası olmayan hastalığa yakalanmıştı da tek dermanı benim dudaklarımmış gibi sömürüyordu. Ellerini yanaklarıma yaslayıp hafif bir baskı uyguladığında ne istediğini anlayabildim. Hareketsiz duran dudaklarımı hareket ettirdiğim an dili ağzımın içine doğru yuvarlandı.

O an kasıklarımda bir kıvılcım çaktı da anam dedim. Anam yine düştük o adı batasıca ateşin içine.

Dudaklarımı örseleyen hırslı öpücüklerine karşılık vermeye çalışsam da yetişemiyordum ki. Vay ki komşular, adam kudurdu! Kız Nazenin, haşna fişne konusunu açan evli karılara kızıyorduk da, bilsek öpüşmenin tadını tuzunu yüz buruşturur muyduk anacım? Çok büyük konuştuk, çok. Aha da Allah çarpıverdi böyle.

Nefesim kesilmeye başladı da geri çekildi. “İzin ver,” dedi yüzünü yüzümden uzaklaştırmadan. “İzin ver ateşini söndüreyim, Narin.” Dudaklarını bilerek dudaklarıma sürterek konuşuyordu ki zıvanadan çıkayım. Pis kuduruk beni de kendine benzetti ya!

“Ne edeceğimi bilmiyom ki,” dedim masum masum.

Küçük bir öpücük bıraktı dudaklarıma da sinir oldum. Hani bunun devamı?

Yanaklarımda duran ellerini kalçalarıma indirip daha da çekti kendine doğru. “Söndüreyim ister misin?” Bilinçsizce başımı onaylarcasına salladım. “Söz veriyorum ileriye gitmeyeceğim, sadece rahatlamanı sağlayacağım tamam mı?” Tekrar başımı salladım. Bakışlarını yüzümden çekip göğsüme doğru indirdi. Aldi beni bir utanma. Bakma ula bakma, yanarız!

Ellerini yine olduğu yerden çekip elbisemin önündeki düğmelere çıkarttı. İlk düğmeyi gözlerimin içine baka baka açtı da, nefesim boğazıma takılı kaldı. İkinciyi açtı sonra üçüncüyü. Göğüs oluğum gözlerinin önüne serilirken yanaklarımdaki yanma daha da çoğaldı. “Ferman?” diyebildim ama devamı gelmedi.

“Merak etme, sadece birkaç düğme. Bugün sadece göğüslerini göreceğim.”

Gözlerim kocaman açıldı. Yüreğim korkuyla hop etti ama büzülesice ağzım hareketlenip de dur diyemedi. Kudurukluktan kararan harelerini gözlerimden çekip göğsüme indirdi. İşaret parmağını iç çamaşırımın kenarına taktı da anam dur diyemeden ciciklerim ortaya serildi! Uy nenem Yarabbi, cayır cayır yanacağız cehennem ateşlerinde. Ben cehennemin, ateşin derdine düştüm de bu herif umursar mı? Umursamaz! Yetti bu ettiğim demedi de, ağzını dayadığı ciciğime. Nefesim ciğerlerime ulaşamadı. Geri iteyim diye ellerimi omuzlarına koydum da ne yazar? İtemedim!

Ben kendimden geçe durayım, o ise keyifle inlesindi. “Yumuşacıklar Narin,” dedi mest olmuş gibi. Boşta kalan ciciğimi avuçladı. “Baksana nasılda elime göreler?”

Kasıklarımdaki kıvılcım alev aldı da yayıldı tüm bedenime. Utanç mutanç hak getire bundan sonra!

“Ferman,” diye mırıldandım.

“Söyle gül güzelim, söyle biriciğim, söyle kölesi olduğum.” Ağzı bir kere da göğüslerime kapandığında bu sefer sadece öpmüyordu. Dişlerinin arasında kıstırdığı ucunu sıkıştırdı. Canımın acısıyla inledim. “Acıyor Ferman!” Acıttığı yere şifa vermek ister gibi öpücük bıraktı da durur mu? Başladı bebek gibi emmeye. Vay ki başıma gelenler!

Bir ciciğimi yoğuran eli, diğer ciciğimi emen ağzı… Tüm tüylerim havalandı anacım.

Bir anda altımda hissettiğim sertliği başımı döndürürken ne yapıyorum demedim de o sertliğe sürtünmeye başladım. Her hareketimde bacaklarımın arasındaki alev büyüdü, yuttu beni. Kısılı duran gözkapaklarım tamamen kapandı.

“Ne yaptığının farkında mısın, Narin?” diye sorduğunda, ses tonu bile mahvetmeye yetti beni. Kuruyan dudaklarımın üzerinden dilimi gezdirip, “Yok,” dedim boğuk bir ses tonuyla. “Şu an bana adımı sorsan cevap veremem, Ferman.”

Dilini göğüs oluğumda boylu boyunca gezdirdi. “Bilmeden alevlendirdiğin ateş bu kadar yoğunsa, bile bile yakacağın ateşin sonunda benden hiçbir şey bırakmazsın sen gül güzeli.”

Omuzlarına yerleştirdiğim ellerim saçlarına çıktı. Parmaklarımın arasında duran saçlarına can havliyle tutundum. Sanki düşeceydim de bir umut tutunmuştum o tutamlara. Ağzı bu sefer diğer göğsüme kapandığında ellerini kalçalarıma yerleştirdi. Benim yaptığım yavaş hareketleri elleriyle hızlandırdığında külotumda hissettiğim ıslaklık arttı.

Boğazımda bir çığlık belirdi de rezil olmayayım diye dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım.

“Ses çıkart,” dedi sertçe. “İnle, Narin. Sesini duymama izin ver.”

Edebi adabı aldım da bir kenara fırlattım. Boğazımda yumru haline gelen sesi serbest bıraktım. “Ah, Ferman!”

“Böyle gül güzeli, işte böyle. Duyayım ağzından adımı.”

“Ferman hızlan!” Ey gidim kuduruk Narin ey! İçinden ne çıktı bilmem. Ar, edebi kenara attın da geri aldığında ne fuşki yiyecen o zamanı merak ediyom!

Sözümü dinleyip kalçalarımda duran eline daha da kuvvet verdi. Kızana gelmiş danalar gibi birbirimize sürtünürken, kasıklarımda hissettiğim sertliği dilimi damağımı kuruttu. Tükürüğümden medet umdum da ne yazar? Ateşim öyle büyüktü ki hortumla üzerime su tutsalar fayda etmezdi.

“Sıcaklığına kavuşacağım günlerde gelecek. İşte o zaman seni benim elimden kimse alamayacak, Narin. Günlerimi, saatlerimi geçireceğim derinlerinde.”

Edepsiz edepsiz konuşması utandırdı mı? Yok anam yok. Ben daha da iflah olmazdım!

Bacağımın arasında bir ağırlık oldu. Öyle bir ağırlıktı taşımaya gücüm yetmedi. Neydi ki bu şimdi? “Ferman,” dedim soluk soluğa. “Bir şey oluyor sankim?”

“Biliyorum güzelim,” dedi. “Biliyorum gül tanem. Bırak kendini, kasma. Rahatlayacaksın söz veriyorum, dinle beni.”

Dediğini yaptım da salıverdim bedenimi ama yapmaz olaydım. Tüm bedenim ayazda kalmış gibi titremeye başladığında içimdeki ateş bacaklarımın arasından fırladı gitti sanki. Çığlığım boğazımdan kaçarken kendime şaşırdım. Canım acıdığından değildi. Bu nasıl bir işti ki bütün bedenim keyifle zangırdadı? Sanki yaylanın etrafında on tur atmışım gibi bir yorgunluk çöreklendi üstüme. Başım omzuna düşerken, saçlarımı okşamaya başladı.

“İyi misin gül güzeli?”

Cevap vermeye takat mi bıraktın acaba?

Başımı onaylarcasına salladım.

Kıkırtısını duydum. “Bu daha hiçbir şeydi gül güzeli. Sana öyle güzel anlar yaşatacağım ki sadece adını değil, kendini bile unutacaksın.” Derin bir nefes aldı. “Beklemek istemiyorum, Narin.” Ne için dememi beklemeden devam etti. “İşi uzatmaya gerek yok. Annemlere söylerim, hazırlıklara başlarlar. İsteme zamanı bir yüzük takar bir hafta sonra da düğünü yaparız.”

 

-BÖLÜM SONU-

 

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoooook iyi bakın. Sizi seviyorum...❤

 

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%