@gulsumblgn
|
Merhabaaaaağğ ❤
Pamuk parmaklar yıldıza efenim...
KEYİFLİ OKUMALAR!
🌹🌹🌹 Elini alnına siper edip tepedeki güneşten biraz olsun gözlerini korumaya çalışırken bakışlarını etrafında dolandırıyordu, Narin. Otobüse binmeden önce posta hane telefonuyla Belma ablasını aramış olanı biteni kısaca anlattıktan sonra otobüsün varacağı tahmini saati bildirmişti kuzenine. Eniştesi onu almaya gelecekti ama kavurucu sıcağın altında yirmi dakikadan fazla bekleyip duruyordu. Ne gelen vardı ne giden. "Hey Allah'ım," dedi kalktığı banka gerisin geri otururken. "Yolda zaten iflahım kurudu, birde şu gavur sıcağında beklemekten illallah geldi. Yani saati bildirmesem tamam diyeceğim de, ula saati de bildirdim!" Alışkın olmadığı Adana sıcağı genç kadını fazlasıyla boğarken elini yelpaze niyetine kullanıp yüzünün önünde salladı. Kendi kendine konuşuyor olması bazı bakışları üzerine çekse de pek oralı olmuyordu, Narin. Önünden geçip giden insanları izliyor, kıyafetleri inceliyordu. Değil almak elini bile dokunduramayacağı kadar pahalı kumaşlarla dikilmiş kıyafetleri yan bakışlarıyla süzerken, bakışları kendi elbisesine kaydı. Acı kahverengi tonlarında oldukça uygun fiyata aldığı kumaşla, annesine diktirdiği ve en sevdiği elbisesiydi. Önünde boylu boyunca uzanan büyük beyaz düğmeleri, yaka kısmında ise yine beyaz bir dantel vardı. Uyumlu olsun diye başına bağladığı yazmayı da beyaz tercih etmişti. Kadınların kıyafetlerini incelemeyi bırakıp yüzlerine sürdükleri boyalara sıra verdi, Narin. "Bu sıcakta o boyalar akmıyor mu acaba?" Önünden geçen, kendi yaşlarında olduğunu tahmin ettiği ve fazlasıyla kokoş genç kızın kıvırarak yürümesini karşılık elini dudaklarının üzerine siper ederek gülüşünü gizlemeye çalıştı. "Bu da bizim Ayşe'nin zengin hâli." Aralarında kilometreler olmasına rağmen Ayşe'ye laf dokundurmaktan kendini alamıyordu. Saatler süren araba yolculuğundan dolayı tutulan beli varlığını bir kere daha belli ederken yüzünü buruşturdu, Narin. Parmaklarıyla ağrıyan noktayı ovalarken, "Uy nenem," dedi, sıkıntıyla. "Bu nasıl şeydi? İyi ki anacığımı dinlememişim izin vermemişim onun gelmesine. Kadın helak olurmuş yollarda vallahi." Annesini anmasıyla birlikte bir huzursuzluk çöreklendi yüreğine. İki kadını yalnız başlarına bırakmak hiç hoşuna gitmemişti. Onlardan ayrı bir gün geçirmemişti nerede kaldı bir ay? Derince ofladı Narin. Karşıdan aceleci adımlarla ona gelen adamı fark ettiğinde, "Sonunda be enişte!" diyerek oturduğu banktan kalktı. Recep eniştesi alnında biriken terleri elinin tersiyle silip yanına vardığında, "Kusura kalma bacım," dedi mahcup bir tavırla. "Sabah Belma'nın sancısı tuttu çıkamadık bir türlü hastaneden. Çok bekledin değil mi?" "Bekledim ama sorun değil enişte," dedi Narin. "Ablam nasıl, İnşallah bir sıkıntı yoktur?" Genç adam, Narin'in derisi eskimiş valizini aldı. "Çok şükür bir sıkıntı yok, yalancı sancılarmış bunlar. Doğum yaklaştıkça sıklaşırmış." Kolunu kaldırıp eliyle otogarın ilerisini doğru işaret etti. "Haydi gel araba şu tarafta." Daha fazla sıcağın altında kalmayacağı için keyifle yürümeye başladı genç kadın. Beyaz cildi güneşten dolayı kızarmaya başlamış, yanakları al al olmuştu. Kısa süre içerisinde arabaya binip Çukurova'nın sokaklarında ilerlemeye başladıklarında, Narin'in meraklı bakışları etrafında geziyordu. Gidebildiği en uzak yer Rize iken şimdi evinden kilometrelerce uzaktaki bu memleketi merakla seyrediyordu. "Mine anneye çok üzüldüm," diyerek sessizliği bozdu, Recep. "İnşallah tez zamanda toparlar." Narin bakışlarını eniştesine çevirip, "He ya enişte," dedi. "Fena düşmüş. Bir süre üzerine basmasın dediler." "Kırık erkenden kaynamaz tabii." Başını onaylarcasına salladı genç kadın. "Gelemediği içinde pek bir üzüldü. Teyzeme kalsa o kırık ayakla gelecekti de iyi ki izin vermemişim. Ben bile şu genç yaşımda helak oldum yollarda. Pek bir uzakmış." Gülümsedi Recep Bey. "Öyledir," dedi. "Ama az biraz dolaş eminim sende çok seveceksin. Belma'da ilk zamanlarda garipsedi aramızda kalsın çokta ağladı ama şimdi," Elini havada salladı. "Yeter ki dışarıya çıksın gezsin. Allah'tan hamile de pek gezemiyor, yoruluyor." Buraları seveceğini düşünmüyordu Narin. Onun tek derdi sayılı günlerin çabucak geçmesi, bir an önce annesine kavuşmaktı. Şimdiden darlanmaya başlamıştı bile. Geri kalan yolu sessizlikle geçirirken, girdikleri mahallede arabanın hızı yavaşlamıştı. Narin'in meraklı bakışları bir kere daha etrafta dolanırken, "İşte geldik," dedi Recep. "Hoş geldin evimize, Narin." Gülümsedi genç kadın. Arabanın kapısını açıp dışarıya çıktığında birkaç kadının bakışlarını hissediyordu ama hiçbirine karşılık vermiyordu. Tüm odağını önünde durduğu eve vermişti. Müstakil, küçük ama sevimli bir evdi. Bahçesi büyük denmeyecek kadardı ama oturup rahatça keyif yapabilecek kadar da genişti. Bahçenin ortasında duran yuvarlak masa temizliğini buradan bile belli ederken üzerine konulmuş boş saksı kesinlikle Belma ablasının işiydi. Kıkırdadı Narin. "Kesin yine çiçek yetiştirmeye çalıştı ama olmadı değil mi, enişte?" Recep, arabanın bagajına bıraktığı valizi alırken, "Aynen öyle," dedi. "Dikti, iki gün sonra çiçekten eser yok." İkili bahçe kapısına doğru ilerlemeye başladığında arkalarından duyulan sesle ikisinin de bakışları o yöne döndü. Evinin penceresinden sarkık duran kadının meraklı bakışları Narin'in üzerinde gezerken, "Hayır olsun muallim bey, bu güzel kızda kimdir?" diye sordu. "Baldızım Mübeccel teyze, Belma'nın teyzekızı." Kadın alıcı gözüyle genç kızı süzmeye devam ederken çoktan kafası farklı işlemeye başlamıştı. Kızın güzelliğini gördüğü an oğlu aklına gelmiş, pek bir yakıştırmışlardı birbirlerine. "Maşallah maşallah," dedi Mübeccel Hanım. "Pekte güzel. Kaderi de güzel olur, İnşallah." Narin, kadına baş selamı vermekle yetinip durdurduğu adımlarını tekrar harekete geçirdiğinde arkasından dönen muhabbetlerden bihaberdi. Mübeccel Hanımın alt komşusu duyduğu seslerle cama çıktığında son anda Narin'i görebilmiş, güzelliğine hayran kalmıştı. "Ay," dedi. "O ne güzellikti öyle, Mübeccel?" "Öyle öyle," dedi Mübeccel Hanım, keyifle. "Vallahi pek bir beğendim. Belma'nın teyzekızı dedi, demek Rize tarafından geldi. Dur hele bir dinlensin, alışsın buralara dayanırım kapılarına. Hayırlı iş bekletilmez." Sonnur Hanım komşusunun söylediğini gözlerini devirerek dinledi. Kestirmişti gözüne bir kere, şansını denemeden durmayacaktı. Bu sırada eve giren Narin, salondaki koltukta uyuyan ablasını gülerek izledi. Pek bir güzelleşmişti. Hamilelik belli ki Belma'ya yarıyordu. Tombul duran yanakları, kocaman olmuş göbeğiyle çok sevimli gelmişti Narin'in gözüne. "Oho," dedi seslice. "Ben kalkıp taa yaylalardan geleyim ama uyuyarak karşılanayım." Belma uykuyla uyanıklık arasında bir durumda gözlerini araladığında sesin kimden geldiğini idrak edemedi bir süre. Melül melül etrafına bakarken, kapının önünde sırıtarak duran kuzenini görünce ağırlaşan bedeninin izin verdiğince hızlı hareket edip doğruldu. "Narin!" dedi titreyen sesiyle. Anında gözleri dolmuş, burnunun ucu sızlamıştı. Özlemişti kardeşi bildiği kızı. Paytak adımlarla ilerleyip yanına vardığında hemen kollarını boynuna sardı. "Çok özledim seni kız, burnumda tüttüyorsunuz." Narin, Belma'nın göbeğini çok fazla sıkıştırmadan ablasının sarılışına karşılık verdi. "Bizde seni çok özledik," dedi. "Hele teyzem. Gelemediği için çok üzgün." Belma geri çekilip, yaşlı gözleriyle Narin'e baktı. "Canım anam, çok canı acıdı mı?" Genç kadın kıyamadı ablasının bu hâline. Yüzünü ellerinin arasına alıp, yanaklarına izlerini bırakan yaşları parmaklarıyla sildi. "Eski toprak onlar anacım," dedi. "Bir kırık onları devirir mi? Hem merakta kalma sen, ben ilaçlarını yığdım anamı da diktim başına. Tez zamanda iyi olur." Sildiği yaşlara bir yenisi daha eklenirken kaşlarını çattı, Narin. "Aman sende açtın hemen çeşmeleri. Kız ağlamasana!" Belma, azarlarını bile özlediği kardeşine gülümseyerek baktı. "Tamam tamam," dedi. "Ağlamıyorum. Zaten bilerekte yapmıyorum, bu hamilelik hormonları mıdır nedir, her şeye ağlayasım geliyor. İllallah ettirdi bana." Genç kadının valizini kalacağı odaya bırakan Recep, özlem gideren kardeşlerin yanına vardığında, karısının yine ağlamış olmasına karşılık kaşlarını çattı. "Güzelim yine mi ağladın ama sen?" Belma omuz silkti. "Narin'i görünce durduramadım kendimi ne yapayım." Gülümsedi Recep. "Hadi hadi durmayın ayakta oturun şöyle bende size çay demleyeyim." Koca adama iş yaptırmaya çekinen Narin direkt öne atıldı. "Ben yapsaydım enişte?" Recep başını iki yana sallayıp, "Katiyen olmaz," dedi itiraz istemeyen bir ses tonuyla. "Sen yol yorgunusun. Bir çay yapacağım elime mi yapışacak? Siz özleminizi giderin." Karısına bakıp, işaret parmağını uyarı mahiyetinde salladı. "Lütfen sende daha fazla ağlama, gülüm." Belma cilveyle kocasına bakıp başını sallarken, Narin'in elini tutup koltuklara doğru çekiştirdi. "Gel kız gel, anlat hemen. Ne var ne yok bizim oralarda?" Genç kadın kendini koltuğa bıraktığında, bir kere daha otobüsün o diken gibi batan koltuklarına beddua etti. Sen kalk öyle büyük araba yap üzerine uzunca yollara çık ama koltukları diken gibi batıp dursun. Olacak iş miydi canım? Birde bunun dönüşü vardı! Bu düşünceyle kendini daha da buhrana sokmak istemeyen Narin, ablasına döndü. "Ne olsun be abla, aynı bildiğin gibi. Sen gittikten sonra değişen pek bir şey olmadı." "Annem en son konuştuğumuzda Ayşe nişanlandı demişti," dedi merakla. "Hem de Cemşit'le." Zaten, Narin'in içine dert olan şey burada bile konu olurken, "Sorma sorma," dedi sıkıntıyla. "O kaknem karı garibe oyun oynadı da taktırdı yüzüğü. Cemşit ağabeyde ayrı saf ayol. Döksene çamaşırını ortaya ne diye boyun büküyorsun!" Belma olayın iç yüzünü bilmediğinden şaşkınlıkla bakıyordu kardeşine. "O ne demek kız?" Narin elini boş ver dercesine sallayıp, "Sonra anlatırım," dedi. "Recep enişte duymasın, ayıptır." Belma daha çok meraklandı. "Uy nenem! Anlatamadığına göre epeyce ayıp iş etmiş." "Hem de ne iş. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmez kız." Belma bu konuyu kocası evde yokken tekrar açmak için rafa kaldırırken, "Ee sende ne var ne yok?" diye sordu, dirseğiyle Narin'i dürterken. "Yok mu hâla yürek yangının?" "İstemem ben yangın falan," dedi ters ters. "Benim yüreğim yangınsız daha iyi işliyor, güzel böyle." "Deme öyle kız," dedi Belma. "Evlilik güzel şey." Gözlerini devirdi, Narin. "Güzelse size güzel. Hiç benim o taraklarda gözüm yok. Yüce Yaradan isteyene versin." "Bulsak ya kız sana da buralardan birini?" Narin'in küçük dili içine kaçarken oturduğu yerde dikleşti. "Kız yolarım seni!" dedi anında çirkefleşerek. "Hem koca bulacan hem de burada bulacan. Kız sen analarımızı hiç mi düşünmüyon? Ne ederler bir başlarına yayla tepelerinde." Belma, genç kadının sığındığı ve kendine alışkanlık hâline getirdiği bahanesine karşılık gözlerini devirdi. "Dediği lafa bak. Sen ben burada olacağız da analarımızı orada mı bırakacağız sanki? Onlarda düzen kurarız. Çok mu zor iş sanki?" "Zor iş tabii," diye itiraz etti Narin. "Kolay mı yer yurt değiştirmek? Birde buralarda. Büyük şeher bizi yer yutar abla, vallahi hık diye gideriz." Yine boyundan büyük laflarla kadere karşı gelmeye çalışan Narin, yarın başına geleceklerden habersiz ters ters bakıyordu ablasına. Belma, Narin'le laf yarışına girilmeyeceğini bildiğinden şimdilik susmayı tercih ederken karnını ovalamaya başladı. Ablasının yüzüne oturan masumluğu gören Narin ise, biraz fazla sert çıkıştığını düşünerek vicdan azabı çekmeye başladı. Ama o da bu kadar üstlenmese ne olurdu sanki? Narin'in tek önceliği annesi ve teyzesiydi ne diye kimse bunu anlayamıyordu ki? Bir kolunu ablasının boynuna sarıp dudaklarını şakağına bastırdı. "Asma o muncurlarını," dedi ses tonunu yumuşak tutmaya çalışırken. "Biliyorsun bir anda delleniyorum ben." Belma çocuk gibi omuz silkti. "Kız gülsene! Eniştem ilk günden karımı mundar ettin diye canıma okuyacak." Kadın daha fazla kendini tutamayıp kıkırdadığında bir sır verir gibi kardeşinin kulağına doğru meylendi. "Sana bir şey diyeceğim?" Merakla baktı Narin ablası. "Hele de." "Recep senden az biraz tırsıyor." Genç kadın kendini tutamayıp kahkaha atarken, "İyidir iyi," dedi. "Birinden korkuyor olması makbuldür. Korkudan seni üzmez işte, daha ne olsun?" O sırada elinde tepsiyle salona giren Recep, iki kadını gülerek görünce istemsizce kendisi de gülümsedi. "Bakıyorum da keyifler yerinde hanımlar? Allah ağzınızın tadını bozmasın." Narin ve Belma aynı anda "Amin." derken, genç adam tepsiye dizdiği bardakları servis etti. Karısı için aldığı kuruyemişleri de güzelce tabağa koymuştu. Narin ona uzatılan bardağı alırken, "Ellerin dert görmesin enişte," dedi. "Saatler süren yoldan sonra pek bir güzel gider demli çay." Gülümsedi Recep. "Afiyet olsun, baldız." Aradan kaç saat geçti bilmiyorlardı. Sohbet o kadar keyifliydi ki kah gülerek kah eski zamanları yâd ederek akşamı etmişlerdi. Belma ara sıra uyukluyor onun hâline gülen Recep ve Narin'in sesiyle uyanıyor sohbete ayak uydurmaya çalışıyordu. Bu hamilelik genç kadını ciddi anlamda çok yormuştu. Hele çektiği bel ağrıları var ya, bazı geceler gözyaşı dökmesine neden oluyordu. Şimdi de uzun süre oturur pozisyonda kaldığı için ağrılar yoklamaya başlamıştı. Yeni gelen kardeşiyle zaman geçirmek, yanında yatarak saygısızlık etmek istemiyordu. "Kız," dedi Narin, ablasının büzüşen yüzünü fark ederek. "Ağrın mı var senin?" Belma başını onaylarcasına salladı. "Çok oturdum ya, belim ağrıdı biraz." Narin kaşlarını çattı. "Madem otururken belin ağrıyor da ne demeye uzanmıyorsun sen?" "Daha yeni geldin. Seninle zaman geçirmek istiyorum." "Ee geçir," dedi Narin. "Şuracıkta uzan işte. Hem sen rahat edecen hem de benle zaman geçirecen." "Olmaz öyle," dedi Belma. "Ayıptır." "Aha şimdi yangın var diye bağıracağım abla," diye çıkıştı Narin. "Kız seni deli mi kovaladı? Gebe kadın uzanınca nerede görülmüş ayıp olduğu? Kız sen beni cehennem zebanilerine oyuncak mı edecen, hamile karıyı oturtuyon diye? Kalk, çabuk kalk!" Oturduğu yerde kalkan genç kadın ablasının kolunu tutarak kalmasına yardımcı olurken söylenmekten kendini alamıyordu. "Ayıpmış. Ben sana ayıp asıl nerede olur öğretirdim de evli barklı kadınsın, asıl senin bana öğretmen lazım." Belma kardeşinin hareketlerine ayak uydururken kıkırdadı. "Hele sen önce bir kocayı bul. Ben sana o ayıp şeyleri nasıl icraata geçirecen tek tek anlatırım." Narin başını utançla arkasına çevirdiğinde eniştesinin duyup duymadığını kontrol etti. Neyse ki Recep boş bardakları topluyordu da kadınların arasında geçen konuşmalara odaklanamıyordu. "Ağzı büzülmeyesice," dedi Narin, sıktığı dişlerinin arasından. "Ne edepsiz edepsiz kelamlar dökülür o dilinden? Ya eniştem duysaydı?" Kardeşinin yardımıyla koltuğa uzanan Belma, "Aman," dedi. "Karnımdaki bebeği de etimi yarıp içine koymadılar herhalde." Narin'in yanakları utançla yanıp kavrulurken, "Uy nenem!" diye yakardı. "Görmeyeli pek bir edepsiz olup çıkmışsın sen. Teyzeme şikâyet edeyim de gör." Kalktığı koltuğa geri oturan genç kız yüzünü yellerek yanaklarındaki yangını bastırmaya çalışıyordu. Utanırdı böyle konularda, Narin. Yaylada da bu tür muhabbetlerin içinde kalır, dinlememek için anında kaçıp giderdi. Neydi sanki bu merakları ne diye konuşurlardı ki? Ayıp denen şey vardı canım! Salona gelen Recep genç kadının kendini yellediği görünce konudan bihaber hâlde, "Çok mu sıcak oldu, Narin?" diye sordu masumca. Hızlı adımlarla cama yanaşıp pencereyi açtı. "Kurudur buranın havası alışık olmadığından rahatsız olabilirsin tabii." Belma kocasının söylediklerine kahkaha attı. "Kuru kuru, pek kuru." Kendisine öldürücü bakışlar atan kardeşini umursamadan nefesi kesilircesine gülerken ellerini şişkin karnına koydu. "Uy nenem, bebe içimde ters döndü." Recep olayı bilmediğinden karısının hâline bir anlam veremiyor, şaşkınlıkla izliyordu. Hormonlar cidden değişik şeyler diye düşündü kendi kendine. "Koptu bunun kayışı enişte," dedi Narin. "Sen boş ver onu. Güler güler susar." Kendini durduramayan Belma artık kızarmaya başladığında, "Gülüm yeter artık," dedi Recep. "İçin katıldı." Bir yandan karısını yelliyor bir yandan da korkuyla bakıyordu. Zor bela kendine gelen kadın karşı koltuğunda oturan kardeşine bakmamaya çalışıyordu çünkü bir kere göz göze gelirse biliyordu ki yine gülüşünü engelleyemeyecekti. Kollarını göğsünde kavuşturmuş kıstığı bakışlarıyla ablasını izleyen Narin, "Edepsiz," diye mırıldandı. "Kuduruk." Hava iyiden iyiye kararmaya başladığında, Belma'nın hevesle dünden hazırladığı yemekler yenmiş, kahveler içilmiş yorgunluktan perişan olan Narin, izin isteyerek önce hızlı bir duş almış ardından odasına çekilmişti. Eniştesinin kenara bıraktığı bavulunu açıp özenle katlayıp koyduğu geceliğini çıkartıp vücuduna sardığı havluyla ıslak yerlerini kurulamaya başladı. Tüm bunları yaparken, bir ayını geçirmek zorunda olduğu odayı inceliyordu. Kendi evinde olduğu gibi yer döşeği yoktu burada. Duvara yaslı duran tek kişilik yatak temiz olduğunu kokusundan belli eden mor çarşaflarla örtülmüştü. Yatağın yanına konulmuş tek çekmeceli komodinin üzerinde teyzesinin el emeği göz nuru dantellerinden biri, onun üstünde de elektrikli gece lambası vardı. Kapının yanında ise iki kapılı ahşap dolap Narin'in kıyafetlerini koyması için boşaltılmıştı ama genç kadın o kadar yorgundu ki iki parça kıyafetini bile yerleştirmeye takati yoktu. Bedenini yeterince kuruladığını düşünüp kalın geceliğini üzerine geçirdi. Islak saçlarını havluyla durulayıp iki yandan ördükten sonra annesinin tembihlemesiyle gül yağını da sürdü. Artık gözleri yorgunluktan sızlama raddesine geldiğinde kendini yatağa bırakıp gözlerini kapattı. 🌹🌹🌹 Sabahın ilk ışıkları genç kızı uyandırırken, bu duruma alışık olmasından dolayı rahatlıkla ayaklandı. Bedeni yorgunluğu tamamen atmış, kendini daha dinç hissediyordu, Narin. Oyalanmadan üzerindeki geceliği çıkartıp, koyu yeşil, beyaz benekleri olan midi boy elbisesini giyindi. Bu elbisesini de çok severdi çünkü teyzesi dikmişti. "Oh kurban olduklarım," dedi. "Hemen de özledim. Acaba kalktınız mı?" Dağıttığı yatağı da toplayıp odadan çıktığında evdeki sessizlik ablası ve eniştesinin henüz uyanmadığına işaretti. Banyoya girip kişisel işlerini hallettikten sonra hemen mutfağa geçti. Ne neredeydi bilmiyordu ama kurcalaya kurcalaya elbet bulacaktı. Kendi evinde ocak yerine kuzine soba kullandıklarından dolayı bu dört gözlü ocağı nasıl yakacağını bilmediğinden, yanlış bir şey yaparım korkusuyla çayı demlemeyi en sona bırakmıştı. Dolaptan çıkarttığı kahvaltılık kâselerini bir bir çıkartıp masaya yerleştirdi. Terekten aldığı tabakları da masaya bırakırken çekmeceleri karıştırarak bulduğu çatalları da tabakların yanına koydu. "Günaydın," diyerek mutfağa giren Belma, kardeşinin varlığıyla bir kere daha huzur dolarken kendini tutamayıp kollarını Narin'in beline doladı. Genç kadın ablasından daha uzun olduğundan göğsüne başını yaslayan Belma'nın saçlarına şefkatli bir öpücük bıraktı. "Günaydın gülüm." Belma'nın bakışları neredeyse hazır olan sofrada gezerken, "Niye zahmet ettin, birlikte hazırladık?" dedi. "Sen cidden beni cehennem zebanileri ile yüz göz etmek istiyorsun? Kız ben buraya keyif çatayım diye mi geldim? Ben dururken sen iş falan yapmayacaksın. Oturacak doğumunu bekleyeceksin başka görevin yok senin." Elini ablasının karnına sürttü. "Değil mi Fındık kurdu? He teyzesinin gülü?" Belma karnına yediği tekmeyle gülümserken, Narin ilk defa hissettiği bu şeyi şaşkınlıkla izledi. "Sesine tepki veriyor," dedi Belma. "Bu da demek oluyor ki seni şimdiden sevdi." "Kız ben bunu yerim!" Dudaklarını, Belma'nın karnına yaslayan Narin gülümsüyordu. "Fındık kurdum? Sen beni çok mu sevdin? Uy nenem, hele bir doğ bak ben sana neler ediyom." Eğdiği bedenini tekrar dikleştirdi. "Anam bir sürü gül yağı gönderdi. Bol bol da tembihledi. Kırkından sonra her gün gül yağıyla masaj yapacakmışsın cildine ki ay gibi parlasınmış." Belma karnını ovalayarak kardeşine baktı. "İnşallah sana benzer, Narin." Kıkırdadı genç kadın. "Dertsiz başına dert mi istiyorsun yani? Kız bize bir tane deli yeter ikincisi fazla gelir." "Olsun," dedi. "Huyu da suyu da güzelliği de sana çeksin istiyorum ben, Narin. Benim görüp görebileceğim en güçlü kadın sensin ve bebeğim de sen gibi olsun istiyorum." Bunları duyan Narin'in siyah incileri yaşlarla parlarken bu sefer ablasına sarılan o olmuştu. İki kardeşin duygusal anlarını mutfak kapısında sessizce izleyen Recep karısını gülümseyerek izliyordu. Evet, severek evlenmiş mutlu bir evlilikleri vardı ama karısı kardeşinin gelişiyle daha bir huzurlu, daha bir mutluydu. Daha yirmi dört saat olmamasına rağmen Narin'in Belma'ya nasıl iyi geldiğinin farkındaydı Recep. Ağladı ağlayacak gibi duran iki kadını kendine getirmek için, "Belli ki sizin çeşmeler açılmak için an kolluyor," diyerek varlığını belli etti. "Ama ben evimde mutluluk içeriyor olsa da daha fazla gözyaşı tanesi görmek istemiyorum. Şimdi siz siz sofrayı hazırlıyorsunuz bende sıcak ekmek almak için fırına gidiyorum." Ellerini birbirine vurdu. "Hadi hadi hadi!" Öyle böyle derken kahvaltı faslını da bitiren ev ahalisi bahçede keyif kahvesi içiyordu. Yaz ayının getirisiyle okullar tatil olduğundan Recep evde, bütün çocuklar sokaktaydı. Cıvıl cıvıl mahallenin gürültüsü kimseyi rahatsız etmezken, "Narin," dedi Belma. "Çarşıya çıkmak ister misin, gülüm?" Kahvesinden yudumlayan genç kadın, "Çıkmam gerekiyor abla," dedi. "Teyzemler bir sürü tarif verdi. Aktara gidip otları, baharatları almam lazım ki doğumdan sonra ağrıların olursa merhemler hazır olsun." "Ee kalk giyin de çıkalım o zaman." dedi Belma hevesle. Kadının bu heyecanı kısa sürmüştü çünkü Recep araya girdi. "Şu sıcakta çıkabileceğin tek yer bahçe karıcığım," dedi. "Hekim Hanımın söylediklerini unutma. Kesinlikle kendini zorlamayacaksın. Yürüyüş yapacak ama bunları kısa tutacaksın ayrıca sıcak hava seni zorluyor." Belma huysuz huysuz kocasına bakarken, "Hiç bakma öyle," diyerek konuşmasına devam etti, Recep. "Ben seni ve bebeğimizi düşünüyorum. Hele yavrumuzu sağ salim kucağımıza alalım, istediğin kadar gezer durursun." "Hah," dedi Belma ters ters. "Sanki çocuk doğunca çok vaktim kalacak ya? Ne vardı Narin ile çarşıya çıksam? Arabayla götürürdün bende kendimi zorlamış olmazdım." "Hiç mızmızlanma," diyerek araya girdi Narin. "Eniştem haklı, abla. Ortalık gavur gibi yanıyor. Ya fenalık geçirip düşsen bayılsan? Bir taraflarını vurursun mazallah. Otur evinde ben gider alırım malzemeleri." "Olmaz," dedi Recep. "Sen bana liste hazırla ben gider alır gelirim." Narin tekrar itiraz etti. "Dün demedin mi enişte sancıları olacakmış diye. Vallahi bana bu konuda güvenme, bir ah etse panikten ne edeceğimi şaşırım ben. Sen bana yolu tarif et, çok uzak değilse gider alır gelirim." Normalde yapmayacağı şeyi yapıyordu, Narin. Yer bilmez iz bilmezken ortaya atlıyor, hiçbir itiraz kabul etmiyordu. Ee kaderde bu ya, en olmadık zamanda en olmadık şeyleri yaptırırdı insan evladına. "Olur mu ki öyle, Narin. Ya kaybolursan? Gitsin işte, Recep." "Çok mu uzak aktar?" "Yok değil ama işi şansa bırakmayalım biz." "Attırmayın benim Laz damarımı yahu! Aha da sancın başlasa ne edeceğim ben? Ne ebe tanırım ne hastane yolu bilirim. Traktörden başka da otomobil kullanmayı bilmem ki kucakladığım gibi götüreyim seni." İkiliden bir itiraz daha yükselecekti ki elini kaldırıp susmalarını sağladı, Narin. "Yol tarifi dışında iki dudağınızın arasından başka kelam çıkmasın." 🌹🌹🌹 Bin bir inatla çıktığı yolda anında pişman olacağını aklına getirmeyen Narin, tüm hırsını yerden alırmışcasına sert adımlarla ilerliyordu. "Fuşki (Bok) vardı illa ben ben diyecek! Neyine güvendin bilmiyorum ki. Yol mu biliyorsun iz mi biliyorsun?" Bakışlarını gökyüzüne kaldırıp kıstığı gözkapaklarının altından güneşe öfkeli bakışlarını attı. "Mübarek sende ne yaktın be! Az insafa gel, bu kadar sıcak olur mu?" Yanından geçip giden insanların bakışlarının farkındaydı ama umurunda değildi. Kaybolmuştu ve delicesine öfkeliydi. Başında durduğu sokakta bir sağa bir sola bakarken, "Ne demişti eniştem?" dedi kendi kendine. "Sokağın sonuna geldiğinde bir tuhafiye göreceksin, o tuhafiyenin önünden dümdüz ilerle." Adımlarını o tarafa doğru atmaya başladığında bir acabaya düşmedi değildi. Tuhafiyenin önüne geldiğinde bu böyle olmayacak diye düşünüp, "Hanım abla?" diye seslendi. "Buralarda bir yerde aktar varmış. Nerededir o?" Kadın gülümseyerek Narin'e bakarken, "Dört dükkân ötede kızım," dedi. "Dümdüz ilerle, göreceksin zaten." "Hay ağzın bal yesin Hanım abla. Allah bol kazanç versin." Geldiği yolları da unutmamak için etrafını dikkatle inceleyerek yürümeye devam ederken, önünden geçecek olduğu boş sokakta duyduğu bağırış sesiyle adımları bıçak gibi kesildi. "Bırak Allah'ın cezası, bırak! Gündüz vakti yol kesmek nedir? Sığar mı bu adamlığa!" Kızın cılız sesi sokağı inletirken, kendinden başka kimsenin duyup duymadığını kontrol etti. Kimse sokakta olanı umursamıyor yollarına devam ediyordu. Kaşları çatıldı Narin'in. "Bu nasıl şeherdir! Ne diye kimse kıza yardım eli uzatmıyor?" "Zorlama beni Berfin, amacım sadece konuşmak!" "Seninle konuşmak falan istemiyorum! Bu yaptığının da bir bedeli de olacak, Rauf! Kork ağabeyimden kork." Gözlerini devirdi genç kadın. İçinde bir yerlerde yükselen karışma sesini duymazdan geliyor vicdani olarak bunu kabul etmeyi reddediyordu. Sokağa girip arada birkaç adımlık mesafe bıraktığında fark edilmemiş olmasına karşılık, "Konuşmak istemiyorum diyor," dedi yüksek sesle. "Kulağın mı sağır, efendi?" Beklemedikleri ses ikilinin bakışlarını anında üzerine çekerken, genç kızın gözleri minnetle parladı. Bir an için kimsenin yardıma gelmeyeceğini düşünmüştü. Adam ise kızın aksine minnetle değil, içi kararmış bir öfkeyle bakıyordu Narin'e. "Sen karışma bacım. Bu mesele bizim aramızda." Narin meydan okurcasına adama bakarken ellerini beline yerleştirip, "Bir şartla karışmam," dedi. "Kız seninle konuşmak isterse?" Siyah incilerini kıza çevirdi. "Sen bu adamla konuşmak istiyor musun, gülüm?" Berfin can havliyle başını iki yana salladı. "Hayır abla, ne olur yardım et. Bu durum ağabeylerimin kulağına giderse kan dökülür." Narin, bakışlarını kızın kolunu mengene misali saran adamın ellerine indirdi. "Seninle konuşmak istemiyormuş o yüzden sana tavsiyem, ya şimdi kızı bırakırsın ya da ben avazım çıktığı kadar bağırır kızın ırzına geçiyor diye ortalığı ateşe veririm seni de buradan sağ çıkarttırmam." Rauf'un öfkesi her saniye daha fazla artarken eline geçen bu fırsatı da bir yosma yüzünden geri tepmeyecekti. Öyle ya da böyle Berfin'le konuşacak onu ne kadar sevdiğini anlatarak evliliğe ikna edecekti. Başka türlüsünü katiyen kabul etmeyecekti, genç adam. "Bas git yoluna beni deli etme, kadın! Sevdiğim kadınla konuşacağım ve sen dâhil hiç kimse buna engel olamayacak." Narin'in bakışları bir kere daha Berfin'i buldu. "Kız, sende bu mağara kaçkınını seviyon mu? Nazlanıyon mu yoksa kız?" Berfin tek çaresini kaybetmekten korkarken, "Hayır abla," dedi titrek çıkan sesiyle. "Yok sevgi falan. Geldi talip oldu ama istemedim, şimdi de böyle yapıyor. Ne olur yardım et." Ağabeyinin peşine takmak istediği adamları inatla reddettiği için pişmanlıkla kavruluyordu, Berfin. Ne olurdu bu kadar dik başlı olmasaydı! Derin bir nefes aldı, Narin. "Aha da sana son şansı veriyorum çam yarması. Şimdi kızı bırak yoksa Allah yarattı demeyeceğim." Alayla güldü, Rauf. "Ne yapabilirsin ki? Hayır, yani o küçücük bedeninle beni nasıl alt edebilirsin sen? Bende sana son şans veriyorum kadın, çek git. Benim asabımı bozma elimde kalırsın!" Buraya kadardı. Narin, kendinden bile beklemediği kadar uysal kalmıştı ama bundan ötesi kıyametti. Bir an bile tereddüt etmeden ikiliye doğru yürürken, "Ya Hak!" diye bağırıp, avuç içine tükürdü. Berfin şaşkınlıkla Narin'i izlerken, Rauf ise ne yapıyor bu deli kadın diye düşünüyordu ki bir anda yanağında patlayan tokat boş anına denk gelmişti. Genç adamın başı aldığı darbeden kaynaklı yana doğru düşerken, bunu fırsat bile Narin, kızı kendine doğru çekip arkasına aldı. "Edebimle uyardım. İlla sakinliğimi bozduracaksınız benim!" Rauf üzerindeki şaşkınlıktan kısa sürede kurtulurken gözleri öfkeden kızarmaya, nefes alışverişleri burun deliklerini genişletecek kadar hızlanmaya başlamıştı. Yavaş hareketlerle elini pantolonunun cebine attığında ne Narin ne de Berfin bunu fark etmişti. "Hadi kaçalım abla," dedi Berfin korkuyla. "Bunun sağı solu belli olmaz baksana delirmiş gibi davranıyor." Narin düşmanı hafife almak gibi büyük bir hata yaparak Rauf'un ayakucuna doğru tükürdü. "Az adamlık öğrenin be! Kuytu köşede sıkıştırılan senin bacın olsa- Allah!" Bir anda üst baldırında hissettiği keskin acı kelimeleri boğazına dizerken, "Yandım ula!" diye bağırdı. Bakışları acının kaynağına indiğinde bacağına saplı duran çakıya bulanık gözlerle baktı. Koyu yeşil kumaşa karışan kan lekeleri bacağından aşağıya doğru süzülmeye başladığında Berfin korku dolu çığlık attı. Rauf anında kaçmaya başladığında, "Kalleş!" diye bağırdı arkasından, Narin. Yaralanmıştı ama çenesini durdurabilene aşk olsundu. Berfin, Narin'in bedenine sıkıca sarılıp ağlamaya başladığında, "Abla," dedi. "İyi misin?" Başını iki yana sallayan Narin derin derin nefesler alıp bırakırken, "Bayılacağım galiba," dedi yere düşmeden hemen önce. "Bırak ağlamayı da yardım çağır, ölüyoruz ne oluyor diyen yo-" Güçlü bir karanlık bedenini ele geçirirken gözleri usul usul kapandı.
-BÖLÜM SONU-
Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoooook iyi bakın. Sizi seviyorum...❤
Instagram: gulsumm.bilgin
|
0% |