Yeni Üyelik
5.
Bölüm

GÜL GÜZELİ- 4

@gulsumblgn

Merhabaaaaağğ

Pamuk parmaklar yıldıza efenim...

KEYİFLİ OKUMALAR!

🌹🌹🌹

Hancıoğlu konağında çalışan kadınlar gelecek olan misafiri için hazırlıklara hararetli bir şekilde devam ediyor, yetişemeyeceği konusunda telaşa düşüyorlardı. Gerçi bu telaşlı durum sadece Sultan Hanıma özel gibi duruyordu. Yıllarca konakta kahya olarak görev yapan Sultan Hanım, kısa boyu tombul bedeniyle mutfağın içinde bir oraya bir buraya koşturup dururken yanakları al al olmuştu. İki kıza da verdiği direktifleri sürekli kontrol ediyor, içine sinmediyse tekrarlatıyordu çünkü gelecek olan misafire büyük bir minnet duyuyordu. Berfin’i o arsız adamın elinden kurtarmıştı, hakkı asla ödenmezdi gözünde.

“De hayde hayde! Az elinizi hızlanırdır birazdan gelirler.” Kızı Menekşe’ye döndü. “Yavrum, misafir odasının çarşaflarını değişip penceresini açtın mı? Oda havalansın.”

Menekşe, annesinin bu telaşlı hallerine fazlasıyla alışkın olduğunda, “Evet,” dedi sakinlikle. “Anne sende biraz durup dinlensen mi acaba? Suratın pancardan hallice. Fenalıkların gelecek diye korkuyorum artık.” Eve ne zaman misafir gelecek olsa, annesi hep bu hallere bürünürdü. Her şey mükemmel ve Hancıoğlu ailesine yakışır olmak zorundaydı. En ufak hataya mahal vermek Sultan Hanıma göre değildi. Her şeyi kusursuz olmalıydı. Hancıoğlu’lara bunu borçluydu.

Sultan Hanım elini gelişi güzel sallarken, “İyiyim ben iyiyim,” dedi geçiştirir gibi. “İşler bitsin gider dinlenirim, geçer.” Menekşe gözlerini devirip soğanları doğramaya devam ederken kızının bu hareketi gözünden kaçmamıştı elbette ki. “Kız devirme bana gözlerini, yersin oklavayı kaba etine! Sonra yandım Allah diye gezinip durursun ortada.”

Anne kızın atışmalarına alışık olan ve aralarındaki iletişimi imrenerek izleyen Cavidan’ın dudağının bir kenarı burukça kıvrıldı. Cavidan, Sultan Hanımın yeğeniydi. Ağabeyini iki yıl önce kanserden kaybeden yaşlı kadın yeğeninin ortada kalmasına katiyen izin vermemiş, yanına alma konusunda ricacı olmuştu. Hancıoğlu ailesi bunu seve seve kabul etmiş, genç kadına hem bir çatı hem de bir iş vermişlerdi. Annesi yoktu Cavidan’ın, daha beş yaşındayken başka bir adamla kaçıvermişti. Tek ailesi babasıyken onu da kanser denen illetten kaybedince halasının kolları arasında teselli bulmuştu. Sultan Hanım ise yeğenini kızından ayırt etmez, ikisini de eş davranırdı. Kızı da sağ olsun bir günden bir güne şikâyetçi olmamış, kuzenini kardeşi bellemişti. Cavidan, Narin ile yaşıtken, Menekşe onlardan üç yaş büyüktü.

“Uğraşma kızla hala,” dedi Cavidan. “Canı çıktı sabah beri. Bir sana koşuyor bir Berivan Hanıma, ne yapacağını şaşırdı o da.”

Sultan, başına bağladığı yazmanın ucuyla dudağının üzerinde biriken terleri silerken bir yandan da gözleriyle kapıyı kontrol ediyordu. “Ona da bugün ne olduysa her zamankinden daha huysuz. Acaba yine Hikmet Beyimle mi kavga etti?”

“Kimle tartıştı bilmiyorum ama acısını bizden çıkartmaya çalıştığı kesin,” dedi Menekşe sinirle. “İllallah ettiriyor bu kadın bana! Bir Ayçiçek Hanıma bakın bir de buna.”

Sultan Hanım kızının kalçasına vurup, “Sus kız,” dedi uyarı dolu bir ses tonuyla. “Duyacak şimdi, papaz etme beni onunla.”

Menekşe omuz silkti. “Duyarsa duysun, sanki kimse bilmiyor deli hallerini. Herkes alıştı yersiz yersiz bağırıp çağırmalarına nasıl olsa.”

“Deme öyle abla,” dedi Cavidan, kaynayan çorbanın altındaki ateşi kapatarak. “Onun değilse bile Haşmet ve Hikmet Beyimizin hatırı var.”

Menekşe, Berivan Hanım konusunda taviz vermemeye yeminliydi. Ne zaman ki o kadın bize saygı duymayı öğrenir işte o zaman bende aynı şekilde karşılık vermeye başlayacağım derdi. “Zaten Beylerimiz için çenemi tutuyorum ya?” dedi, soğanı hırsla doğramaya devam ederken. Özellikle de Demir için diye içinden geçirirken, sevdiği adamın adı zihninde yankılanınca dudaklarındaki kıvrıma engel olamadı.

İki genç yıllardır sevdalıydı birbirine. Altı ay öncesine ikisi de Berivan Hanımın çekincesiyle tek bir adım atamıyordu ama ne zaman ki Menekşe’ye görücü geldi, kaybetme korkusuyla yanıp kavrulan Demir girdiği kıskançlık krizi sonucunda genç kadının suratına suratına haykırdı sevdasını. O gün bugündür sevgililerdi de henüz aile büyüklerine duyurmamışlardı. Çünkü biliyordu Demir, annesi bu olayı duyduğunda kıyamet indirecekti ve genç adam, sevdiği kadının üzülmesini istemiyordu. İkisinin de ortak kararıyla gizledikleri ilişkilerini sadece Hancıoğlu ailesinin genç fertleri ve Cavidan biliyordu.

Bu sırada tüm huysuzluğuyla mutfağa giren Berivan Hanım memnuniyetsiz bakışlarını ada tezgâhın üzerinde gezdirdi. Çeşit çeşit yemek ve tatlı vardı. Gereksiz buluyordu bu kadar hazırlığı. Kim geliyordu sanki Çukurova’nın en güzide hanımı mı? Gözlerini devirip, “Sultan,” dedi. “Bana bir kahve yapıver. Bahçede oturacağım.”

Sultan, bunca işin arasında Berivan Hanımın bitmek bilmeyen isteklerine karşı bezginlik duysa da, “Tamam Hanımın,” dedi isteksizce. “Ben hazırlıyorum şimdi.”

Kadın, bakışlarını bir kere daha tezgâha dokundurup, “Daha fazlasına hacet yoktur,” dedi. “Bana sorarsan bu kadarı da fazla ya, neyse.”

Başka bir şey daha söylemeden mutfaktan çıkıp gittiğinde Menekşe elindeki bıçağı hırsla bıraktı. “Bu kadarı bile fazlaymış. Tabii sosyetik arkadaşları gelmiyor ya gereksiz bulur her şeyi. Dinime imanıma bu kadında bir gram vicdan yok. Gelen misafir onun kokoş arkadaşlarından çok daha iyi, çok daha yürekli!”

Cavidan, kuzeninin haklı sözlerine karşılık başını onaylarcasına sallarken, “Kesinlikle,” dedi. “Vallahi ben misafiri görmek için sabırsızlanıyorum, abla.”

Sultan, daha fazla Berivan ve huysuzluklarıyla uğraşmak istemediğinden bakır cezveyi ocağa yerleştirip, kahveyi pişirmeye başladı. Allah yüreğini biliyor ya, kızı yerden göğe kadar haklıydı da kadına bir şey demek onların vazifesi değildi. Hele bir Ayçiçek Hanım geldinsi elbet icabına bakardı onun.

Evin dışından duyulan araba sesiyle üç kadının da aynı anda başı pencereye çevrildi. Saniyeler sonra kapıya doğru koşmaya başladıklarında, Sultan aklına gelen kahveyle durmak zorunda kaldı. Söylene söylene ocağın başına dönerken merakı içini kemirip duruyordu. O cevval kızla bir an önce tanışmak istiyordu.

Bu merak sadece Sultan’da yoktu. Bahçe mobilyalarında oturan Berivan Hanım, konağın önünde duran arabayla birlikte oturduğu koltuktan ağır ağır kalkıp, omuzlarını dikleştirdi. Takındığı tavır bitmek tükenmek bilmeyen egosunu gözler önüne sererken, Narin’in arabadan inmesine yardımcı olmaya çalışan Berfin yengesinde görmeye alışkın olduğu bu tutuma hitaben bıkkınlık dolu bir soluk bıraktı.

“Tut elimi Narin abla,” dedi Berfin. “Ağırlığını bana ver, bacağına değil.”

Başını onaylarcasına sallayan Narin, genç kızın eline sıkıca tutunup kendini arabanın dışına doğru attı. Bu hareketi yarasının sızlamasına neden olurken çok mıymıntı olduğunu düşünmesinler diye ifadesini düz tutmaya çalışıyordu. Bahçeye giren diğer arabadan inen Ayçiçek Hanım, evin kapısında duran Menekşe'yi görünce, "Kızım," dedi. "Annen nerede?"

Hızlı hızlı pişirdiği kahveyle kapıda beliren Sultan, "Buradayım Hanımım," dedi. "Bir şey mi vardı?" Taşıdığı tepsiyi bahçedeki masaya bırakıp hızla Ayçiçek Hanımın yanına vardığında kaçamak bakışları Narin'e dokundu. Hem koca yürekli hem de güzel diye düşündü yaşlı kadın. "Maşallah," demekten kendini alıkoyamazken, Ayçiçek Hanım gülerek baktı en büyük yardımcısına. "Çok güzel değil mi?"

Sultan, yazmasının ucunu dudaklarına doğru kapatıp sanki gizli bir bilgi vermek ister gibi fısıldayarak konuşmaya başladı. "Güzel demek az kalır, Hanımım. Şu boya, endama, surata bak. Yüce Rabbim özene bözene yaratmış sankim." Kendine hâkim olamayan Sultan, Ferman Beye baktı. Düşündü bir an için, yan yana dursalar nasılda güzel olurlardı. Pek bir yakışırlardı vallahi.

"Öyle öyle," dedi Ayçiçek Hanım. "Yüreğinin güzelliği yüzüne yansımış." Sultan'ı neden çağırdığı aklına gelince bakışlarını Narin'den çekip, durumu anlatmaya başladı. İzin alacaktı Sultan'dan. Cavidan'ı, Belma'ya yardıma göndermek istiyordu.

İki kadın konuşa dururken, tüm heybetiyle Narin'in yanına yürümeye başlayan Berivan Hanım, genç kadını süzüyordu ama bu beğeni dolu bir bakış değildi. Bir kusur arıyordu Narin'de. Küçücük, toz tanesi kadar bir şey bulsa tutunacaktı ona Berivan Hanım ama nafile. Fiziksel olarak tek bir kusuru gözüne çarpmıyordu. Bu durum onu daha da sinirlendiriyordu. Hâlbuki tanımıyordu bile Narin'i ama öyle bir kadındı ki Berivan Hanım, tanımadığı kimseden kolay kolay hazzetmez, Hancıoğlu ailesinin çevresinde olsun istemezdi. Ona göre soyadı hafife alınmamalı, herkesle muhatap olunmamalıydı. Davul bile dengi dengine diye düşünürdü.

"Hoş geldin," dedi, Narin'e üsten bakışlar atmaya devam ederken. "Geçmiş olsun."

Narin, kadının bakışlarından anında rahatsız olurken sadece baş selamı vermekle yetindi. Berivan Hanım aldığı karşılıktan memnun olmayıp kaşlarını çatarken, "Dilin yoktur herhalde?" dedi.

Narin gülümsedi. "Pek tabii vardır, Hanım abla." Hitap şekli Berivan Hanımı, Narin'e karşı daha bir bilevlendirirken bir yandan da seviniyordu çünkü aradığı kusuru bulmuştu. Saygısızdı ve bu tutunacağı dal büyük bir nimetti, kadın için.

"Dilin vardır madem, biri sana hoş geldin dediğinde hoş buldum dersin geçmiş olsun dediğinde ise teşekkür edersin." Ellerini önünde birleştirdi, Berivan Hanım. "Adabımuaşeret önemlidir."

Genç kadın karşısındaki kadına kendince bir cevap vermek istiyordu da, misafir olduğunu unutmamak için kendini zorluyordu. İşte bu yüzden gelmemek istemişti, diline kepenk indirmesi gerektiğini biliyordu ve bu durum, Narin'in asla hoşuna gitmiyordu. Susup kalmaktan nefret ederdi. Bakışlarını Berivan Hanımdan ayırmazken, buraya gelme konusunda tamam diyen dilimi eşek arısı sokaydı daha az canım yanardı diye düşünüyordu.

“Bacağınıza bıçak saplanmış, dokuz dikiş atılmış ve destek almadan yürüyemez hale gelseydiniz eminim ki sizde adabımuaşeret kurallarını unuturdunuz, Hanım abla.”

Berfin, gülüşünü bastırmak için kendini sıkmaya devam ederken Boran yaşadığı keyfi dışarıya yansıtmaktan çekinmeden kahkaha attı. Tam da tahmin ettiğim dedi içinden, bahsi Narin üzerinden oynamakta ne kadar haklı olduğu konusunda kendiyle gurur duyuyordu.

“Yenge,” dedi keyifle. “Benden sana bir tavsiye, Narin ablayla pek ters düşme. Kendisi Laz’mış.”

Menekşe duyduğu şeyle heyecanlanmıştı. Elini dudaklarına siper ederken hafifçe kuzenine doğru eğildi. “Kör istedi bir göz Allah verdi iki göz, bu kız bu konağa renk getirecek. Benden demesi. Şimdi Berivan Hanım düşünsün.”

“Ne yapalım Laz’sa?” dedi Berivan Hanım, geri adım atmayı kendine yedirmezken. “Saygı ve görgü bu evin en temel kuralıdır, Boran.”

“Tabii ya,” dedi, Berfin. “Saygı bu evde en önemli şey, yenge. Ne güzel dedin.”

Berivan Hanım, kocasının yeğeninin dile getirdiği şeyin altındaki imayı anlamıştı ama pek umursadığı söylenemezdi. Küçümseyici bakışlarını Narin’den çekip soğumaya yüz tutan kahvesini içmek için masaya yöneldi.

Boran, Narin'in boşta kalan koluna girip sırıtmaya devam ederken, “Çok eğleneceğiz, çok.” dedi. Genç kadın söylenilenleri düşünmeyi sonraya bırakıp bir an önce oturup ağrıyan bacağını dinlendirmek istiyordu ama bu ikizler ona hiç yardımcı olmuyordu. “Bana bakın ikizler, gavur gibi sıcağın altında durmuş bekliyorum ki yürümeme yardım edesiniz. Ha etmeyeceksiniz bırakın kollarımı da ben gideyim. Yandım ula yandım!”

İkizler Narin’in dilinden nasibini alırken silkelenip yürümeye başladılar. Onlardan birkaç adım ötede duran Ferman Bey tüm konuşmalara şahitlik ederken, dudağındaki kıvrımı yok edemiyordu. Narin’in sesini her duyduğunda yüreği daha hızlı çarpıp, nefesini kesiyordu sanki. Hele küçük burnunu dikip kafa tutması yok muydu? İçi kıpır kıpır oluyordu koca adamın.

Narin, izlenilmenin verdiği hissiyatla başını kaldırdığında görüş açısına giren çikolata rengi kahveler bedenini ürpertti. O gözler yok muydu o gözler, aha da böyle başımı yaktı diye düşünüyordu. “Büyülendim mi nedir?” diye mırıldandı. “He diyiverdim bir anda.”

Berfin, Narin’in mırıldandığını duymuştu fakat ne dediğini anlayamamıştı. “Bir şey mi dedin, Narin abla?”

Genç kadın gözlerini Ferman’dan ayırmaya çalışsa da başarılı olamıyor, kendine söz geçiremiyor olması öfkelenmesine neden oluyordu. Ne vardı yani bu kadar bakılacak? Kavruk teniyle, çikolata rengindeki gözleriyle, geniş omuzlarıyla, insanın içini titreten bakışlarıyla, yıkılmaz duruşuyla sıradan bir adamdı işte! İçinde bir yerlerde sıradan tasvirini reddeden sesi duymamaya çalışan Narin, zor da olsa bakışmalarına son veren kişi oldu. “Tövbestağfurullah.”

Ferman, gözlerinden ayrılan siyah incileri boşluğuna düşerken derin, titrek bir soluk bıraktı. “Ah Narin, ah,” dedi. “Bakalım bizi neler bekliyor.”

Dışarıda kalan çoğunluk yavaş yavaş içeriye girerken, kapı eşiğinde Narin'le tanışmak için bekleyen kızlar hevesle baş selamı verdi. “Hoş geldiniz, Narin Hanım.” diyen Menekşe’ye ters bakışlar atan genç kadın, “Kurbanın olayım bana sadece Narin de.” dedi. “Ve birde ne olur buz gibi su veriverin. Bu Adana sıcağı nasıl bir şeymiş anam, içimi kavurdu içimi. Kurbanı olayım yaylamın serinliğine.” Hem yürüyor hem söyleniyorken sadece birkaç saat önce tanışmış olmalarına rağmen ikizler Narin’in bu haline alışmışlardı da, Menekşe ve Cavidan genç kadını şaşkınlıkla izliyordu. Bu kadar yıldır bu konakta çalışıyorlardı ama böylesine bir misafiri ilk defa ağırlıyorlardı.

Büyük salona girdiklerinde Narin’i tekli koltuğa oturttular. Berfin, artık abla bildiğini genç kadının rahat etmesi için sırtına yastıklar koyuyor, yaralı ayağını ise sehpanın üzerine uzatmasını sağlıyordu. Narin, Berfin’in ne yaptığını fark ettiğinde, “Kız,” dedi elini tutup. “Ayıptır. Büyükler gelecek karşılarında ayağımı iki seksen uzatacak mıyım? Boş ver, böyle iyidir.” Boran kendini koltuklardan birine atarken, Berfin, Narin’in itirazlarına kulak asmadan sehpanın üzerine bıraktığı yastığın üstüne Narin’in ayağını yerleştirdi.

“Kız ben kime diyom!”

“Yahu ne ayıbından bahsediyorsun, sen? Yaralısın. Elbette ki bacağını uzatacaksın. Ne dedi Kadir ağabey?”

Narin gülmek istedi de gülemedi. Kadir ağabeymiş. Madem ağabeyin ne diye melül melül bakıyorsun adama demezler miydi? Ben derim vallahi diye düşündü. Hatta ilk fırsatta diyeceğimde. Belki haddini aşmak gibi olurdu ama biliyordu Narin kendini, tutamazdı çenesini.

Berfin, ikizinin yanındaki yerini alırken genç kadın bakışlarını salonda gezdirmeye başladı. Evi görünce küçük dilini yutmuştu da bir tepki vermemek için kendini zor tutmuştu. Şimdi ise salonu izlerken öyle hissediyordu. Neredeyse kendi evi kadar olan salon, ahşap mobilyalarla doluydu. Para kokan aslan bacaklı büyük koltuklar, on iki kişinin rahatça oturabileceği yemek masası, her yerden fışkıran süs eşyaları ve… “Uy nenem!” dedi Narin kendini tutamayarak. “O gerçek mi?” İkizler, Narin’in çenesiyle işaret ettiği yere baktıklarında gülümsediler. Yemek masasının olduğu köşe de, tavana yakın olduğu bölgeye astıkları ayı başı korkutucuydu. Ağzı sivri dişlerini meydana çıkartacak kadar kocaman açık, gözleri öfkeyle kısıktı.

“Hayır,” dedi, Boran. “Seramik. Babam kil sanatıyla uğraşıyor o ayıcıkta babamın eserlerinden biri. Çok gerçekçi değil mi?”

Narin yüzünü buruşturdu. “Ayıcık mı?” dedi. “Sen hiç onun gerçeğini gördün mü, hiçte ayıcık gibi olmuyorlar.”

“Buralarda ayı olmaz ki.” dedi Berfin masum masum.

Narin güldü. “Daha ne istiyorsun kız? Ayı görmek çokta eğlenceli bir şey değil adamın yüreğine inme iniyor vallahi.”

“Sen çok görüyorsunuz sanırım?”

Başını salladı. “Köylerde çok olur. Bazıları çok hırçın olduğundan bahçelere, evlere zarar veriyor bu yüzden avlamak gerekiyor. Babam sayesinde öğrendim bende.”

Boran’ın gözleri kocaman açılırken, “Ava mı çıkıyorsun sen?” diye sordu şaşkınlıkla biraz da hayranlıkla.

Berfin ise huzursuzlukla kıpırdandı. “Günah değil mi ama?”

“Kimse bunu keyif olarak yapmıyor ama geçim kaynağı bahçelerde olan aileler için bu şart. Verdikleri zarar birkaç ay boyunca dar boğaza sokuyor insanları. Hele bebeleri olanları bir düşünsene? Zaten kıt kanaat geçiniyorlar.”

“Yayla şartları zor desene?” dedi Boran.

“Sadece yayla olarak düşünme,” dedi Narin. “Şu zamanda fakir fukara için her yer zor. Bir parça yemek için insanlar ne işlerde çalışıyor.”

Konuşmaları kapının gerisinden dinleyen Ferman bir kere daha Narin’in büyüsüne kapılırken, erkek kardeşinin genç kadını konuşturmasını bekliyordu. Bu dileğinin gerçekleşmesi uzun sürmedi.

“Peki, başka neler yapıyorsunuz Narin abla?” diye sordu, Berfin. “Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?”

“Pek bir şey yaptığım söylenemez, karnımızı doyuracak kadar para kazanabiliyorum çok şükür. Fındığa gidiyorum, çaya gidiyorum. Oradan kazandığım paralarla birkaç koyun ve inek aldım. Onların verdiği nimetlerle elde ettiğimiz peyniri, sütü gidip pazara satıyorum. Arada zengin efendilerin tarlalarında traktör sürdüğümde oluyordu da, o işi bıraktım.” Yaşadığı an aklına geldiğinde tüyleri diken diken oldu.

Ferman, Narin’in son cümlesini dile getirirken ses tonundaki değişimi fark etmiş içi merakla dolmuştu. Ne yaşamıştı da bu denli tiksinerek konuşmuştu? Arkasından gelen adım seslerini duyduğunda daha fazla orada kalamayacağının bilinciyle salona girdi. Hepsinin bakışları ona döndüğünde Narin’in ayağını indirmeye çalıştığını gördü. “Lütfen,” dedi çabucak. “Lütfen rahatsız olma. Hem bacağının o şekilde durması daha sağlıklı.”

Narin utansa da başını sallayarak onayladı. Ne yalan söylesindi, gerçekten daha rahat hissediyordu bu şekilde. Acısı rahatsız etmiyordu.

Ferman, özellikle Narin’in karşısında kalan koltuğa oturduğunda, Boran, “Ağabey,” dedi. “Biliyor musun Narin abla, ava çıkıyormuş.”

Güldü Ferman. “Neden şaşırıyorsun bu kadar?”

Boran gözlerini devirdi. “Tabii ya ağabey bende buralarda hep ava giden kadın görüyorum.”

Genç adam kollarını göğsünde kavuşturup, bakışlarını Narin’e çevirdi. “Bir kadın istediği her şeyi yapabilir Boran, yeter ki içinden gelsin. Malum bizim etrafımızda olan çoğu kadın lokallerden çıkmadığından görmemiş olman gayet normal,” Başını hafifçe sol omzuna yatırdı. “Narin’e de şaşırdığım söylenemez çünkü o bir Karadeniz kadını.”

Genç kadın yanaklarına hücum eden utancı bastıramazken, beyaz teninin çoktan al al olduğunun farkındaydı. Öyle bir bakıyordu ki Ferman, Narin’in eriyip bitmesine ramak kalmıştı. İçinden bir ses kendine gel diye bağırırken diğer taraftan başka bir ses kes anacım kes, böylesini ilk defa gördük. Gidene kadar kese dur bir daha nah bulursun diye söyleniyordu. Hangi tarafı dinlemesi gerektiğini şaşıran Narin, adamın bakışlarının yüzünde dolandığını gördükçe bedeninde tanımadığı bir his kol geziyor, ateşler içinde kalmış gibi hissediyordu.

Berfin ve Boran aralarındaki bakışmayı fark ettiğinde kıkırdamaya başladı. Bunu duyan Narin ürpererek kendine gelirken, “Ne oldu ula?” dedi. “Neye gülüyorsunuz kıkır kıkır, bize de söyleyin bizde gülelim.” İnkâr etmek istese de içten içe tahmin ediyordu genç kadın, neye güldüklerini. Ferman’a baktı. “Değil mi, Ferman Bey?”

Ferman’ın yüreği, göğüs kafesine güçlü bir darbe indirdi. İlk defa adını zikrediyordu ve bunu saatler boyunca tekrar tekrar dinlemek için her şeyi yapabilirdi şu anda. Koca adam, otuz beş senedir taşıdığı adını ilk defa duyuyormuş gibi mutlu hissediyordu. “Pek tabii,” dedi keyifle. “Bize de söylesinler, bizde gülelim.” Özellikle sen gül diye düşündü. Sen gül, ben izleyeyim.

Berfin kıpırdanıp olayı toparlamak istedi. “Bizi bilmiyor musun ağabey ya, her şeye güleriz.”

“Bizim orada her şeye gülene deli derler,” dedi Narin. “Sizin buralarda ne derler?”

Ferman başını geriye atıp kahkahasını koyverdiğinde, Narin tokat yemişten beter oldu. Ula o nasıl gülmek, bir adam bu kadar güzel güler mi? Kafasının içinde kendi benliğini ilan eden arsız kadını kışkışlayıp, bakışlarını genç adamdan kaçırdı. Maazallah çenesine falan hâkim olmazdı falan, başa iç açmaya gerek yoktu. Şurada ne kadar kalacaktı ki, elbet kendine söz geçirebilirdi.

“Bak sana bizim burada ne derler söyleyeyim,” dedi Ferman Boran’ı işaret ederek. “Deli bir,” parmağını Berfin’e çevirdi. “Deli iki. Deli üçte varda o henüz gelmedi.”

“Başka kardeşinizde mi var?”

“Yok,” dedi Ferman, Narin’le sohbet edebilmenin keyifle her şeye atlıyordu. “Kendisi amcamızın oğlu. Hep birlikte burada kalıyoruz.”

 

Narin’in tek kaşı havalandı. “Bu durumda sen deli kaç oluyorsun?”

Boran ellerini birbirine vurup, “İkizlerin savunucu, insanların korkulu rüyası, çenesiyle dağ deviren,” Berfin araya girdi. “Tokadıyla insanın nevrini döndürebildiğini unutma.” Boran başını salladı. “Tokadıyla insanın nevrini döndüren, Narin Gültepe bir, Çukurova’nın güzide bekarı Ferman Hancıoğlu sıfır!”

Ferman meydan okur gibi tek kaşını havalandırdı. “Benim deliliğimin bir sırası yok, hepsinden deliyim çünkü.” Dudağının bir kenarı tehlikeli bir şekilde kıvrıldı. “Hele ki istediğim şeyleri alma konusunda, ne kadar deli olduğumu anlatamam bile.”

“Vay vay vay,” dedi Boran yaşadığı andan büyük keyif alarak. “Skor eşitlendi. Evet Narin Hanım, söz sizde.”

Narin dolgun dudaklarını aralamıştı ki içeriye giren kabalık dilinin ucuna kadar gelen kelimeleri geri yutmasına neden oldu. Ferman’la birbirine sonra devam edeceğiz dercesine bakarken, genç kadın doğrulmak için bir kere daha atakta bulundu. Haşmet Bey, Narin’in bu çabasını gördüğünde, “İndirme ayağını Hanım kızım,” dedi her zaman ki yerine kurulurken. “Lütfen rahat ol.”

Narin başını onaylarcasına sallarken, kaçamak bakışları Ayçiçek Hanıma değdi. Herkesten onay almak istiyordu. Yaşlı kadın gülümseyerek başını salladığında rahat bir soluk alıp sırtını koltuğa yasladı. Berivan Hanım büyük koltuklardan birine geçerken, Ayçiçek Hanım da ikizlerin yanına oturmuştu.

Elinde tepsiyle içeriye giren Sultan Hanım sırayla soğuk şerbetleri dağıtırken sıra Narin’e geldiğinde, gülümsedi. “Adın gibi narin bir güzelliğin var kızım,” dedi sevecen bir tonda. “Allah bahtını da yüzün kadar güzel etsin, İnşallah.” Narin gülümseyerek kadına bakarken, tombul yanaklarındaki pembelik hoşuna gitmişti. “Sağ olasın ablacığım,” dedi aynı samimi ses tonuyla. “Teşekkür ederim.” Şerbeti alıp, dakikalardır hissettiği iç yangınını söndürmek için büyük bir yudum aldı. Şerbetin damağında bıraktığı tat hoşuna giderken, gözlerini kapatarak keyif sürdü. “Uy nenem,” dedi. Gözlerini açtı. “Kız abla, şerbeti sen mi yaptın?”

Sultan hevesle başını salladı. “Güzel olmuş mu?”

“Güzel ne kelime,” dedikten sonra hafifçe öne doğru eğilip devam etti. “Aramızda kalsın, teyzemden daha güzel yapmışsın. Ellerine emeğine sağlık.”

Yaşlı kadının dudaklarındaki gülümseme gittikçe büyürken, “Afiyet bal şeker, şifa olsun Narin Hanım,” dedi. “Bitince seslenirverirsin yine getiririm, tamam mı?”

Narin yüzünü buruşturup, bardağı Sultan’a doğru uzattı. “Yok, içmem artık.”

Hepsinin yüzünde şaşkınlık dolu ifade peyda olurken, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sultan kapının eşiğinde duran bedenini harekete geçirip, öne doğru birkaç adım attı. “Ne oldu ki, hani sevmiştin?”

Narin omuz silkti. “Hanım dedin de bir hevesim kaçtı.”

Sultan’ın dudakları aralandı. “Anlamadım?”

Genç kadın gülümsedi. “Ya bana sadece Narin dersin ya da hanım dediğin sürece elinden su bile içmem.” Kadının bir şey dememesine karşılık, “Bak ben Laz’ım,” dedi. “Bende ki inadı bilmezsin sen.”

Hancıoğlu ailesi yaşadığı şaşkınlıktan kurtulup, genç kadının küçük oyununa karşılık kahkaha atmaya başladı. Sultan ise hissettiği korkudan anında kurtulup gülümserken, “Sen nasıl istersen öyle olsun Narin,” dedi.

“İyi iyi,” dedi Narin, şerbetinden bir yudum daha alırken. “Bir an için kabul etmeyeceksin de bu şerbeti içemeyeceğim diye korkmadım değil.”

Tuhaf diye düşündü Ferman, çok tuhaftı bu kız. Hoşuna gitmeyen olaylarla baş etme şekli farklıydı. Normal bir insan, direkt olarak hanıma gerek yok der geçerdi ama mevzu bahis Narin olduğunda her şey farklı ilerliyordu. Hem eğlendiriyor hem de istediğini tatlı diliyle kabul ettiriyordu. Genç adam dirseğini koltuğun kolçağına yaslayıp, elinin parmaklarını dudaklarının üzerinde gezdirirken derin derin bakıyordu Narin’e.

Bunu fark eden Ayçiçek Hanım ve Haşmet Bey muzip bakışlarla oğullarını izlerken, Berivan Hanım’da işler tam tersi ilerliyordu. Narin’e karşı olan yersiz düşmanlığı bir tık daha artmıştı çünkü Ferman Hancıoğlu’nu bu kenarın dilberine kaptırmaya hiç niyeti yoktu. Gül gibi yeğeni varken, bu kız Hancoğlu ailesine giremezdi!

“Ee Narin,” diyerek dikkatleri üzerine çekti, Berivan. “Anlat bakalım, kimsin kimlerdensin? Hangi okul mezunusun, ne iş yaparsın?”

Ferman gözlerini devirdi. “Kimlerden olduğunu söylese tanıyacak mısın sanki, yenge? Kız buralı bile değil.” Yengesinin amacının pek tabii farkındaydı da, Narin’i ona kurban etmezdi.

“Olsun Ferman oğlum, maksat muhabbet etmek, misafirimizi tanımak.”

Misafir kelimesine kurduğu baskınlığı anlayan Narin, Ferman’a baktı. Yengesine olan bakışları hiç hoşuna gitmezken araya girme gereği duydu. Kimsenin kendisi yüzünden müşkül bir duruma düşmesini istemezdi hem de eve geldiği ilk dakikalarda. “Önemli değil Ferman Bey,” dedi Narin. “Yengeniz haklı, elbette ki evine gelen insanları tanımak ister.” Öpülesi dudaklardan adını bir kere daha duyduğunda, öfkesini çabucak unuttu Ferman. Ayrıca artık emindi. Narin, yengesinin hakkından gelirdi. Onu korumaya çalışmaya gerek yoktu.

“Buraya Rize’nin Çamlıhemşin yaylalarından geldim, Hanım abla,” dedi Narin hitap şeklini bastırarak söylerken. Fark etmişti, kadın bundan hoşlanmamıştı ve Narin’in pekte umurunda değildi. “Annem ve teyzemle yaşıyorum. Başımızda bir erkek olmadığından da çalışan tek kişi benim. Ayrıca ortaokul mezunuyum çünkü babam ne kadar çalışırsa çalışsın bir yerden kesmeleri gerekiyordu. Onlara kalsa okuluma devam etmeliydim ama ben okumaya devam edersem evdeki boğaz doymayacaktı. Okuldan ayrılıp babama ve amcama işlerinde yardımcı oldum, o gün bugündür de çalışırım. Yeri gelir yevmiyeci olarak çaya girerim yeri gelir fındık toplarım evime bakarım. Oralardan kazandığım paralarla zor da olsa koyun sürüsü ve inek aldım. Bazen ava çıkarım. Demem o ki Hanım abla, çalışmak isteyen ekmeğini taştan çıkartır.”

Haşmet Bey gururla genç kadını izlerken, Ayçiçek Hanım yaşlı gözlerle izliyordu Narin’i. Yüreği burkulmuştu. Daha yirmi dördündeydi ama omuzlarındaki yükleri taşıyamayacağı kadar da ağırdı. Boran ve Berfin yeni idol bulmanın heyecanıyla Narin’i izlerken, Ferman… Daha ne kadar büyüleyebilirsin beni diye düşünüyordu. Sultan Hanımsa gözünden akan yaşları gizlemek adına koşarak çıkmıştı salondan. Kendi gençliği gözlerinin önünde bir bir sahnelenirken, biraz daha saygı duymuştu Narin’e.

“Kadın başınıza dağın tepesinde mi yaşıyorsunuz yani? Annen neden evlenmedi ki?”

Kaşları çatıldı genç kadının. “Niye evlensin?”

“Gençsin, bir erkeğin yapacağı işleri yapıyorsun. Eğer ikinci bir evlilik yapsaydı annen sen bu kadar ağır yüklerin altında kalmazdın sonuçta.”

Ferman yardım istercesine babasına baktığında, “Haddin olmayan şeylere burnunu sokuyorsun Berivan!” dedi Haşmet Bey, sert bir ifadeyle.

“Ne dedim ki ağabey, sonuçta daha küçük.”

“Gerek yok,” diye çıkıştı Narin, kendini frenleyemeyerek. “Ne anam babamdan başkasına yar eder kendini ne de omuzlarımdaki yükler azalsın diye anamı böyle bir şeye iterim. Çok şükür elim ayağım tutuyor, yaptığım hiçbir şeyden de gocunmuyorum. Burada misafir olduğumun farkındayım ve Bey Baba’nın da dediği gibi haddiniz olmayan konular hakkında yorum yapmayın lütfen aksi takdirde bir sonraki seferde bu kadar saygılı davranmam.”

İki kadın birbirine öldürücü bakışlar atarken bu gergin ortamı düzeltmek Ayçiçek Hanıma düşmüştü. “Aç mısın, Narin kızım? Söyleyeyim de sana bir şeyler hazırlasınlar.” Narin’in öfke dolu bakışları Ayçiçek Hanıma döndüğünde yumuşadı. “Acelesi yok, Hanımanne. Beklerim ben.”

“Acelesi var anne,” diyerek araya girdi, Ferman. “Kadir özellikle tembihledi içmesi gereken ilaçlar varmış. Bizim yemek saatimize kadar bekleyemez. Sultan ablaya söyle de bir şeyler hazırlasın, Narin için.” Ayçiçek Hanım oğlunun sözlerinden sonra ayaklanıp hızlı adımlarla salondan çıkarken, “Boran sende bak bakalım aslanım, Yakup Recep’lerin evinden dönmüş mü? Dönmüşse Narin’in eşyalarını Menekşe’ye ver de odasına çıkartsın.”

“Getirdi getirdi,” dedi Haşmet Bey. “Geri bile gitti. Sultan, Cavidan kızımı göndermemiz için verdi.” Yaşlı adam, Narin’e döndü. “Gönlün rahat olsun, Hanım kızım. Ablanın yanına giden kız çoktan yola çıktı.”

Minnetle gülümsedi Narin. “Teşekkür ederim, Bey Baba. Hakkınız ödenmez.”

“Ya senin hakkın?” dedi Haşmet Bey. “Asıl biz senin hakkını nasıl ödeyeceğiz, kızım?”

“Ama Bey Baba biz bunu konuşmadık mı sizinle?”

Haşmet Bey, ellerini bastonuna yerleştirdi. “Konuştuk konuştukta işte sanki yaptıklarım yeterli gelmiyormuş gibi hissediyorum.”

Berivan yorum yapmamak için kendini zor tutuyordu. Hem ne idüğü belirsiz kızı alıp eve getirmiş hem de evdeki çalışanlardan birini sırf bakıcılık yapsın diye başka yere göndermişlerdi. Daha ne borcundan bahsediyordu sanki? Yetesiye iyilik yapıyorlardı zaten!

“Sen kendine dert istiyormuş gibi geliyor Bey baba,” dedi Narin, yaşlı adamın biraz olsun keyfini yerine getirmek isteyerek. “Gerçi sana bir sır vereyim mi?”

Güldü Haşmet Bey. “Ver bakalım.”

“Ben başlı başına bir derdim zaten.”

Yaşlı adam göbeğini hoplata hoplata gülerken, Berivan Hanım bir kere daha kendini tutamayarak araya girdi. “Kendini dert olarak tasvir etmen bizi sadece paniğe sokar, misafir hanım. Sonuçta seni tanımıyoruz.”

“Derdim, derdim de niye derdim bir sor hele?”

Berivan Hanım meydan okurcasına baktı. “Niye dertmişsin?”

“Dilimin kemiği yoktur mesela. Hatanı, yanlışını pattanak yüzüne vururum. Gerçi buna dert demek yanlış olur, bence insanları doğruya iten bir davranıştır.” Düşünür gibi yaptı genç kadın. “Lafın altında kalacağıma kamyonun altında kalayım daha iyidir mesela. Bak işte bu dert, Hanım abla. Herkese yetişmek zor ama çok şükür altından kalkabiliyorum. Ha birde şu var, taktığıma da takarım.”

Boran neredeyse heyecandan çığlık atacaktı. Haşmet Bey ikisinin arasında olan bu diyalogdan hoşnut olmasa da Narin’in kendini savunmasını haklı buluyordu çünkü biliyordu ki Berivan’a karşılık vermezse daha ilk saatten kaçırtırdı kızı. Berfin yengesi yerine hayatını kurtaran kadına mahcup bir ifadeyle bakarken, Ferman bu işin bir an önce huzura kavuşması için babasıyla konuşmayı aklının bir köşesine not ediyordu. Aksi takdirde yengesi asla geri durmayacaktı o durmadıkça ve Narin’i kışkırttıkça işler daha sarpa saracaktı.

Bu sırada içeriye giren Demir’in gözüne ilk çarpan annesi olmuştu. Misafirlerine düşmanca bakarken bunun çokta şaşırılacak bir şey olmadığının farkındaydı, genç adam. Berivan Hancıoğlu, her daim kendi dengi insanlarla muhatap olmayı severdi. Alt sınıfta olan insanları küçümsemek gibi kötü bir huyu vardı.

“Herkese merhaba,” diyerek dikkatleri üzerine çeken Demir, direkt Narin’e yöneldi. “Hoş geldin, bacım.”

Narin, Demir’in uzattığı elini tutup sıkarken gülümsedi. “Hoş buldum, ağabey.”

Yakışıklı adamdı Demir. Ferman’ın aksine annesi gibi beyaz tenli, koyu kahverengi gözlere sahipti. Cüsse olarak iri değildi ama cılız diyebileceğiniz kadar da zayıf değildi. Gözleri gibi koyu kahve saçları geriye doğru taranmış, faulleri kulak memesinin hizasına kadar uzundu. Demir’de üç parçalı takım elbise giyiyordu ama ona Ferman’a yakıştığı gibi yakışmamıştı. Narin bu düşüncesine karşılık irkilerek kendine gelirken, içinden içinden sövüp sayıyordu. Ne halt yemeye Ferman’la kıyaslayıp duruyordu ki!

“Bugün yaptığın şey için ne kadar teşekkür etsek azdır.”

Bugün biri daha teşekkür edip borç derse çığlık atmaya başlayacaktı, Narin!

🌹🌹🌹

Vakit gece yarısını geçtiğinde, yatağında uzanan Narin bir sağa bir sola dönüp durmaktan yarasını ağrıtmayı başarmış en sonunda bezgin bir soluk bırakıp ayaklanmıştı. Ses yapmamaya özen ve bacağına ağırlık vermemeye özen gösterip kapıyı araladığında önce başını uzatmakla yetindi. Koridorda kimseyi görmeyince sırıtıp odadan çıktı. Ayçiçek Hanım merdiven inip çıkmasın diye giriş katındaki odayı hazırlamasını söylemişti. Bu durum Narin’i pek bir sevindirirken, bir kere daha ne kadar doğru bir karar olduğunu düşünüyordu. Yoksa bu ayakla merdiveni in çık yaparken sabahı ederdi.

Küçük, sessiz adımlarla öncesinden yerini öğrendiği mutfağa doğru yol aldı. Misafir olduğu yerde ortalığı karıştırmak istemezdi ama bir bardak süt içmezse de hayatta uyuyamazdı. Yerini yadırgamıştı. Öyle ya da böyle kendini zorla uyutması gerekiyordu.

“Uy uy uy,” diye inledi sessizce. “Gavurun tohumu nasıl sapladı bıçağı. Fuşki (Bok) yiyen, insan minsan demedi!”

Ağrı kesici ilaç içmişti ama o kadar kıpır kıpırdı ki kaçınılmaz sona ulaşabilmesi zor değil. Köşeyi döndüğü anda, mutfak bildiği yerden yansıyan cılız ışığı gördüğünde tereddüt etti. Kim vardı acaba diye düşünürken, yanlış anlaşılmaktan delicesine korkmuştu. Sonuçta herkes kırkıncı rüyasındayken o evde sessiz sedasız geziyordu. Hele ki içerideki Berivan Hanımsa vay halineydi. Kim bilir neler söylerdi. Kadını düşünmesi bile heyheylerini tepesine çıkartıyordu. Öyle boş yorumlar yapıyordu ki, paylamamak için dilini ısırıp duruyordu Narin.

Bir yandan da mutfakta birilerinin olduğunu bilmek iyi bir şeydi. Ortalığı karıştırmayacak istediğini alıp çıkacaktı. Kestiği adımlarını tekrar harekete geçirip mutfağa girdiğinde Ferman’ı görmesiyle daha büyük belaya çattığını anladı. Adamda öyle bir şey vardı ki, Narin yapmak istemediği şeyleri yapıyordu. Bakıyordu mesela. Bu hayatta gördüğü en güzel şeye bakar gibi bakıyordu. Hele yüreği? Arsız arsız atıyordu.

Kahve içtiğini gördüğünde gözlerini devirdi. Kendisi uyumak için savaşıyordu adam uykusu kaçsın diye gecenin bu vaktinde kahve içiyordu. Daha fazla orada durup adamı dikizlemek istemediği için boğazını temizledi. Ferman duyduğu sesle anında arkasını döndüğünde saatlerdir zihnini meşgul eden bedenin karşısında durduğunu görmek ister istemez heyecanlanmasına neden olmuştu.

“Narin, bir şey mi oldu?”

“Yok,” dedi, Narin küçük adımlarla ilerlemeye başladığında. “Uykum kaçtı da.”

Oturduğu sandalyeden kalktı Ferman. “Yerini mi yadırgadın?”

“Galiba,” dedi. “Süt kaynatacaktım. Belki uyumama yardım eder.”

Çenesiyle bacağını işaret etti. “O bacakla?”

Yerinde durdu Narin. “Ne olmuş bacağıma? Kötürüm kalmadım çok şükür, alt tarafı bıçak yarası.”

Adamın kaşları havalandı. “Alt tarafı bıçak yarası?”

Omuz silkti Narin. “Öyle.”

Ferman, onunla laf dalaşına girilmeyeceğini bildiğinden kalktığı sandalyeyi hafifçe çekiştirip, “Tamam sen gel otur,” dedi. “Ben kaynatırım sana sütü.”

“Ben hallederdim.”

“Otur Narin,” dedi Ferman, itiraz istemeyen ses tonuyla. “Bacağını zorlamaya hacet yok.”

Çokta ısrar etmek istemedi genç kadın çünkü yürüdükçe yarasının acısı artıyordu. Bu yüzden genç adamın işaret ettiği yere oturup, beklemeye başladı. Ferman dolaptan sütü ve raftan bakır cezveyi çıkarttı. “İçine bal atmamı ister misin?”

“Yok,” dedi Narin. “Bala alerjim var.”

Ferman unutmaması gerektiği bir bilgiyi kazıya kazıya zihnine işlerken, “Kakao? Berfin sütü öyle içmeyi sever.” Dedi başka bir seçeneği ortaya atarken.

“Sade olursa sevinirim.”

“Pekâlâ.”

Narin, dikkatle Ferman’ın hareketlerini izlerken çenesini eline dayamamak için kendini zor tutuyordu. Melül melül bakmaya gerek yoktu sonuçta. Genç adam sütle doldurduğu cezveyi ocağa koydu. İzlendiğinin pek tabii farkındaydı ve bunu bilmek bedenini titretiyordu. Gördüğü edepsiz rüya sonucunda kendini mutfağa attığında o anları bir kere daha düşünmemek için dikkatini başka bir yere çekmek istedi. “Yengemin kusuruna bakma,” dedi. “Biraz patavatsız bir kadındır.”

“Asıl siz kusura bakmayın bazen kendimi tutamıyorum ve istemsizce karşılık vermek durumunda kalıyorum.”

Güldü genç adam. “Eğer karşılık vermezsen daha da ileriye gider.”

“Bu sizi rahatsız etmez mi, sonuçta yengeniz?”

Ferman, kalçasını tezgâha yaslayıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Bu hareketi Narin’i dikleştirirken sertçe yutkundu. Yine gitmişti aklı işte! Ne vardı sanki adam alt tarafı duruyordu!

“Kendini koruman hiçbirimizi rahatsız etmez, Narin. Hakkını savunman lazım.”

Güldü. “Bak o işi çok iyi yaparım.”

Ferman karşısındaki kadının gülüşünü izledi bir süre. Aklı yine gördüğü rüyaya kaydığında boğazını temizleyip arkasına döndü. Fokurdayan sütü bardağa boşaltıp, Narin’in önüne bıraktı. Genç kadın bardağı eline alıp dudaklarına doğru yaklaştırırken, “Teşekkür ederim,” dedi. “Ellerine sağlık.”

“Alt tarafı süt kaynattım.”

“Olsun sonuçta benim için yaptın.”

İçmeden önce sıcak süte üfledi. Bu hareketi adamın üzerinde nasıl bir etki yarattığın bihaber sütünü içmeye başladı. Ferman hükmedemediği yerlerin huzursuzluğuyla kıpırdanırken, ‘Ergen gibi davranma ulan!’ diye söyleniyordu kendi içinde. Hırslı hareketlerle sandalyeyi geri çekip oturdu. Bu tavrına bir anlam yükleyemeyen Narin adamı kaçamak bakışlarla izliyordu. Yanlış bir şey mi dedim diye kendini yiyip bitirirken, beklemediği anda sorulan soru yudumladığı sütün boğazına kaçmasına neden oldu.

“Bekleyenin var mı, Narin?”

Ferman yine kendine sövüp sayarken hızla oturduğu yerden kalkıp genç kadının yanına vardı. Elini sırtına vurup rahatlamasını sağlamaya çalışırken, “İyi misin?” diye sordu. Ne vardı sanki konuya bodoslama dalınacak?

Saniyeler süren öksürük krizi nihayet sonlandığında Narin sütten büyük bir yudum aldı ama bu sefer doğru yoldan gitmesine dikkat etti. Ne demişti o? Anladığım şeyi mi sormuştu gerçekten? Yavuklun var mı yok mu diye mi sormuştu?

Ferman hala daha olduğu konumda dururken, genç kadın başını hafifçe kaldırıp bakışlarını birleştirdi. Siyah incileri, çikolatayı anımsatan harelere tutuğunda titrek bir soluk firar etti dudaklarından. Bunu fark eden Ferman’ın bakışları anında aşağıya kaydı. Narin kabul etmek istemese de dahi bu bakış hoşuna gitmişti. Farkında olmadan dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi. Genç adam zaten kendini frenlemekte zorlanırken kadının yaptığı bu hareket ipleri iyice koparmıştı. Hele teninden gelen gül kokusu. Aklını bulandırmaya yetiyor da artıyordu. Duramamaktan korktuğunda hızla doğruldu ve bedenini etkisi altına alan tenden uzaklaşabildiği kadar uzaklaştı.

Narin utançla bakışlarını kaçırdığında, “Cevap vermedin,” diyen Ferman’dan kaçmanın sadece odasına gitmekten geçtiğinin farkındaydı da bu sadece geçici bir çözümdü. Bir süre aynı evde kalacaklardı. Nereye kadar kaçabilirdi ki?

“Yok,” dedi kısık bir tonda. “Bekleyenim falan yok. Olmasında zaten.”

“Neden?”

“Evlenmeyi falan düşünmüyorum.”

Yüreğinde bir sızı hissetti Ferman. “Neden?”

“Ben evlenirsem anamla teyzeme kim bakacak?”

Hissettiği sızı Narin’in dudaklarının arasından çıkan sözlerle yok olup gitti. Tek derdi bu olsundu. “Ya evleneceğin adam onlara bakmayı kabul ediyorsa?”

Kaşlarını çattı genç kadın. “İstemez, ben bakarım onlara.”

Başını onaylarcasına salladı ama bu sadece dışarıdan yanıltıcı bir hareketti. Ferman Hancıoğlu kendi diliyle itiraf etmişti. İstediği şeyi alana kadar durmazdı. Seninle işimiz zor gül güzeli diye düşündü genç adam. Zor ama imkânsız değil.

 

-BÖLÜM SONU-

 

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoooook iyi bakın. Sizi seviyorum...❤

 

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%