@gulsumblgn
|
Merhabaaaaağğ ❤ Pamuk parmaklar yıldıza efenim... KEYİFLİ OKUMALAR! 🌹🌹🌹 Gecenin karanlığı gökyüzünü hâkimiyeti altına almışken, Hancıoğlu konağındaki herkes derin bir uykunun kolları arasındaydı. Tek bir kişi hariç. Ferman, arabasını bahçe kapısından içeriye soktuğunda karşılaştığı karanlık beklediği bir şeydi. O kadar geç kalmıştı ki, gül güzelini yatmadan önce görememişti. Direksiyonu tutan parmakları öfkeyle kasılırken saatlerdir üzerinden atamadığı bu hissin tek sorumlusu Rasim’di. Alışmıştı her işinde o adamı karşısında görmeye ama bu sefer ki beklenmedik bir mevzuydu. İş konusunda rekabeti severdi de kırk yıl düşünse bir kadın için karşı karşıya gelebileceklerini düşünmezdi Ferman. Arabasını park edip kapıyı açmadan önce derin, sıkıntılı bir soluk bıraktı adam. Tüm günü zehir gibi geçmişken, üstüne de Narin’i görememiş olmanın huzursuzluğuyla dolup taşıyordu. “Ah Ferman Hancıoğlu ah,” dedi. “Çok değil şundan birkaç ay önce sana deselerdi ki bir kadın için yanıp tutuşacaksın, güler geçerdin herhalde.” Kapıyı açıp arabadan indi. Yavaş ve acelesiz adımlarla konağa girdiğinde direkt merdivenlere yönelmişti ama daha ikinci basamağı çıkamadan yerinde duruverdi. Kendini biliyordu. Uyuyamazdı. Gül güzelini görmeden o yastığa başını koyamazdı. Bakışlarıyla etrafı taradı. Kimsenin tuvalete bile kalkmadığından emin olduktan sonra çıktığı o tek basamağı da gerisin geri inerek adımlarını Narin’in odasına çevirdi. Sürekli ardını kontrol ediyor, birine basılmamak için tetikte yürüyordu. Gerçi bu durum onun umurunda değildi de kadının istediği zamana saygı duyuyordu. Vardığı odanın kapısını yavaşça açıp başını içeriye uzattı. Aralık duran perdeden yansıyan ay ışığı sevdasının üzerine vururken karşılaştığı muazzam manzaranın keyfini sürdü birkaç dakika. Ardından tüm bedenini içeriye sokup yavaşça açtığı kapıyı aynı yavaşlıkta kapattı. Kadının odaya sinen kokusu burnunu doldururken saniyeler önce hissettiği öfke, bir duman gibi dağılıp gitti. ‘Kokunla bile beni etkileyebiliyorsun ya gül güzeli, vay benim halime.’ Adım atmasıyla birlikte ayakkabılarının ahşap zeminde bıraktığı ses yüzünden duraksayıp onlardan kurtuldu. Ceketini de bir köşeye bırakırken dudaklarında peyda olan gülümsemenin sebebi bir anda beliren hayalleriydi. İşten geç dönmüş, karısının göğsünde tüm yorgunluğundan arınmak isteyen bir Ferman canlandı zihninde. Yakalanırım korkusu olmadan, çekinmeden sevdasının olduğu odaya girip koynuna sokulan bir Ferman. ‘Ey yüce yaradan, bu hayali gerçek kıl.’ diye dualar eden adam, yatağın yanında dizlerinin üzerine çöktü. Narin’in sıcaktan kızarmış yanaklarını, büzülüp sarkan dudaklarını, gözaltlarına gölgesini bırakan kirpiklerini, yastığa yayılmış pamuk gibi yumuşak saçlarını tekrar tekrar izledi. Geceliğinin yaka kısmından taşan dolgunluklara bakmamak için kendiyle savaş vermek zorunda kalsa da, yaşadığı anın büyüsünü bozmak istemiyordu. Derin bir nefes alıp kadından yayılan gül kokusunu ciğerlerine hapsetti. Gözlerini kapattı. Hayali bir kere daha zihninde canlana dururken kıpırdanan Narin’le kapalı duran gözkapakları anında açıldı. Bir anda hareketlenip kadını korkutmak istemediği için nefes bile almadan dururken, Narin’in gözkapakları titreyerek açıldı. Yatağının hemen yanında duran adamı gördüğünde gerçekliğinden şüphe duyarak, “Uy nenem,” diye mırıldandı. “Herife bak, rüyalarıma bile geliyor artık. Hele, hele bir bakın yine çok yakışıklı.” Gözlerini kapatıp, birleştirdiği ellerini yanağının altına sıkıştırdı. “Mübarek herif, bizdeki de kalp sonuçta.” Ferman’ın dudaklarındaki gülümseme her saniye daha da genişlerken, Narin’in ağzından duyduğu ilk iltifatların sefasını en çok yüreği sürüyordu. Delicesine atıyor, o dudakları öpmek için gaza getiriyordu. “Ama müstahak sana Narin Hanım,” diye mırıldanmaya devam etti kadın. “Sana o kadar dediler ki büyük konuşma. Bak şimdi ne oldu? Yine de hele ben koca istemiyom diye?” Genç adam daha fazla dayanamayıp heyecandan titreyen elini kaldırıp kadının saçlarını okşadı. Narin tek gözünü açtı. “Ula bu nasıl rüya? Sankim gerçek gibi dokunuyor.” Kıkırdadı Ferman. Narin’in zihni en sonunda kendine geldiğinde uzandığı yerden hışımla kalktı. “Uy nenem Yarabbi! Ferman?” Genç adam diz çöktüğü yerden kalkıp kadının yatağının köşesine oturdu. “Güzelim?” “Ula sen ne yapıyon tepemde zebani gibi?” Küçük bir çocuk gibi omuz silkti adam. “Özledim.” Kaşlarını kaldırdı Narin. “Özledin?” Ferman başını onaylarcasına sallarken, “Evet,” dedi. “Özledim.” Söylediği hoşuna gitmişti kadının ama kızgınlığını pek tabii unutmayacaktı. Madem özlemişti ne demeye akşam vakti eve gelmemişti? Hem saat kaçtı ki? “Sen daha yeni mi geldin eve?” “Evet,” dedi adam. “Yeni geldim. Seni görmeden de yatmak istemedim.” Omuz silkti kadın. “Madem özledin erken gelecektin o zaman. Ne demeye gecenin bu vaktine kadar sokaklardasın sen?” Kollarını göğsünde kavuşturduğunda daha çok şişen dolgunluklarının farkında değildi ama Ferman elbette ki fark etmişti. Sertçe yutkunup oturuşunu dikleştirirken boğazını temizledi. “Ben bugün size yetişirim diye hastaneye gelmiştim, geldiğimde çoktan çıkmıştınız.” Narin, ablasından döndükten sonra evde Ferman’ın yolunu beklemişti ki hastanede olanları anlatabilsindi. O adam hiç tekin gelmemişti gözüne, uyarmakta fayda vardı. Kızgınlığını sonraya bırakıp, “Hastane demişken sana anlatacaklarım var,” dedi. “Biz tam Kadir ağabeyin odasından çıkıyo-“ Ferman elini kaldırıp kadının konuşmasını yarıda kesti. “Rasim gelmiş.” Kadın başını onaylarcasına salladı. “He ya geldi. Jandarmanın aradığı kardeşini o saklıyormuş meğer.” Ferman dişlerini sıktı. “Kadir anlattı. Hastaneden çıktıktan sonra komutanla görüşmeye gittim.” “O herifin gözü göz değildi vallahi,” dedi Narin. “Dikkat etmekte fayda var. Kardeşini kolay kolay jandarmaya teslim etmeyecek.” Genç adamın yatağa yasladığı elleri yumruk halini alırken, “Kardeşi kolayda,” dedi mırıldanarak. “Sana olan ilgisi beni katil etmese iyidir be, gül güzeli.” Adamın ağzının içinde konuşmasından hiçbir şey anlamayan Narin hafifçe öne doğru eğilip, “Bi’lema hızlı konuş duymuyom.” dedi. “Narin,” dedi adam sıkıntıyla. “Sana bir şey soracağım.” Kadın merakla adamın yüzünü izlerken devam etti. “Bugün Rasim ile konuşurken sana olan tavrında bir farklılık hissettin mi?” Düşündü kadın. Birazcık laubaliydi ama onun dışında pek bir şey anlamamıştı, zaten dikkat etmişte değildi. Başını iki yana salladı. “Açıkçası çok dikkat etmedim, lafımı söyledim çıktım. Ne gibi farklılıktan bahsediyorsun?” Huzursuzca yerinde kıpırdandı Ferman. “Rasim’i iyi tanırız. Gerçi tanımasan bile düşüncelerini, hislerini dile getirmekten çekinmeyen bir adamdır. Kadir’e seni sormuş, nerede oturduğunu falan. Dediğine göre sana göz koymuş olabilir.” Narin kaşlarını çattı. “O kim deyyusta bana göz koyacak?” Sinirle homurdandı. “O gözlerini oyar eline veririm alimallah. Zaten hali de hal değildi, pek bir ayar oldum ben herife. Atmış ceketi omzuna, almış eline tespihi geziyor meydanda kabadayı gibi. Ben onun gibi kaç kabadayının kafasını yardım biliyon mu?” Yüreğindeki rahatlamayı hissetti adam. Biliyordu Narin’i, istemezdi Rasim’i ama düşmez kalkmaz bir Allah. Ya yâri başkasını yar diye kabul etseydi ne yapardı? Sabah beri bu düşünce aklının bir yerini kurcalayıp dururken kalbi acıyla kasılıyordu. O yüzdendir ki Narin’in Rasim’den hoşlanmadığı duymak rahatlamasına sebep olmuştu. Yinede duymak istiyordu. Onu asla istemeyeceğini o öpülesi dudaklardan duymalıydı. “Karşına çıkıp da sana talibim dese istemezsin değil mi onu?” Anlamıştı kadın, adamdaki endişeyi. Gülmemek için yanaklarının içini ısırırken, “Korktun mu sen?” dedi. “Korktum,” dedi dürüstçe. “Ona evet diyebileceğinin düşüncesi bile yüreğimi deşip durdu gün boyu.” Dilini damağına vurup nazlı nazlı omuz silkti kadın. “Ben alışkınım vallahi öyle karşıma çıkıp sana talibim denmesine.” Adamın kaşları çatılırken, “Alışkınsın demek,” dedi. “Seni kötü alışkanlıklarından kurtarmak boynumun borcudur o zaman.” “Nasıl yapacakmışsın onu, de hele bi?” “Seni eşim yapacağım.” Yüreği hop etti Narin’in ama bozuntuya vermedi. “O kadar eminsin yani?” Adamın dudağının bir kenarı alayla yukarıya doğru kıvrıldı. “Rüyalarında bile beni gördüğüne ve ne kadar yakışıklı olduğumu düşündüğüne göre sende pek heveslisin beni eşin olarak görmeye.” Narin utançla kıpırdanırken adamın omzuna vurdu. “Seninde ağzına laf vermeye duralım demi? Hep yüzüme vurursun artık?” “Hoşuma giden şeyleri konuşmak suç mu?” Kadının yüzünü süzdü bir süre. “Seni beğendiğim gibi beni beğenmeni bilmek nasıl güzel hissettiriyor biliyor musun? İstesem de içimde tutamam zaten.” “Utandırmana lüzum yok.” “Utanınca ayrı güzel oluyorsun. O yanakların allanıyor ya, bir ısırasım geliyor anlatamam.” Narin küskünce kollarını göğsünde kavuşturduğunda Ferman’ın gözleri yine olmadık yerlere kaydı. Çenesi anında kasılırken, “Hele aç şu kollarını,” dedi sıktığı dişlerinin arasından. “Yemin ederim sabrımın sınavısın, kadın.” Kadın bakışlarını aşağıya indirdiğinde karşılaştığı manzara yüzünden panikle kollarını çözecekti ama aklına gelen muziplik buna engel oldu. “Ne oldu Ferman Efendi, rahatsız mı oldun?” “Rahatsız olmak?” Oturduğu yerde kıpırdandı. “Eğer bu rahatsız olmaksa gül güzel, dünyanın en güzel rahatsız anlarından birindeyim lakin bunun onunla alakası yok.” Kaşları havalandı kadının. “Neyle alakası varmış?” “Kendimi tutamamaktan korkuyorum diyelim.” Heyecanlandı Narin. İlk defa, içinde bir yerle hiç bilmediği bir kadın baş gösterdi. Kendini tutmazsa neler olacağı merakıyla yanıp tutuşan bir kadın. Bedenindeki tüm tüyler havalanırken midesindeki kasılmaları görmezden gelmeye çalıştı. Kalbi göğüs kafesini parçalamak istercesine atarken, bakışları adamın dudaklarına indi. Merak ediyordu o dudaklarının tadını. Bilmek istiyordu o dudakların üzerinde bırakacağı etkiyi. Sertçe yutkunup, “Ne-ne olur ki kendini tutmazsan?” diye sordu kekelemesine engel olamadan. Kadının sorduğu soru adamın içinde bastırmaya çalıştığı arzuyu tamamen uyandırdı. “Anlatmakla olmaz gül güzeli.” Ses tonundaki boğukluk kadının merakını körükledi. “Nasıl olur?” “Göstermek lazım.” Narin bilinçsizce dudaklarını yaladı. Adam tüm iradesini kaybetti. “Göstereyim mi?” Birbirilerinin dudaklarını izleyerek konuşmaları aralarındaki kıvılcımı körüklerken ikisinin de soluk alışverişleri odada yankılanıyordu. Adam kabul etsin diye yalvarırken, kadın ret edemeyeceği bir andaydı. “Meraklandım. Hele bi gös-“ Cümlesini tamamlama fırsatı bile bulamamıştı. Ferman, açlıkla kadının dudaklarına yapışırken ilk saniyede bile mest olmuştu. Narin ise dudaklarının üzerine hissettiği başka dudaklarla telaşa kapılmıştı. Ama bu telaşın kaynağı pişmanlık değildi. Nasıl karşılık vermesi gerektiğini bilmiyordu ve bu tecrübesizliği onu telaşa itiyordu. Ya hoşuna gitmezse? Hâlbuki bilmiyordu, Ferman, şimdiden öpücüğüne bağımlı hale gelmişti. Birleşik duran dudaklar ikisinin de vücuduna uyarı sinyalleri gönderirken, Narin bacaklarının arasında hissettiği karıncalanmanın nedenini elbette ki bilmiyordu. Tuhaf hissediyordu. Ferman, yatağa yaslı duran ellerini hareketlendirip kadının beline koyarken Narin’de ellerini bilinçsizce adamın omuzlarına yerleştirdi. Ne olduysa o anda oluverdi. Dudaklar aralandı. Öpücük masumluktan çıktı. Ferman elleriyle sardığı ince bele hafif bir baskı uygulayıp bedenlerini birbirine yaslarken Narin’in alt dudağını dudaklarının arasına hapsederek emdi. Kadın, adamın hareketlerini takip edince Ferman erkeksi hırlamasını engelleyemedi. Bu inleme kadının bacaklarının arasındaki karıncalanmayı sızıya çevirdi. Genç adamın elleri kadının bedeninde hareket etmeye başladığında yavaş yavaş geriye doğru gittiklerinin bile farkında değillerdi. Masumca başlayan öpücük tutkuyla harmanlanırken adamın hareketlerini takip eden kadın tamamen kendinden geçmişti. Birbirilerinin dudaklarını emiyor, sertçe öpüyorlardı. Ne zaman ki Narin’ın sırtı yatağı buldu işte o zaman kayış kopuverdi. Ferman anın büyüsüyle Narin’in bacaklarının arasına yerleşirken, kadın hissettiği sertliğin baskı uyguladığı nokta yüzünden inledi. İçi çekilir gibi olurken sanki yataktan düşecek gibi hissediyordu. Kollarını adamın boynuna doladı. Ne yaptığını hiç bilmiyordu ama o kadar hoşuna gidiyordu ki adama ayak uydurmaktan kendini alıkoyamıyordu. Nefeslerinin yetersiz geldiği noktada geri çekilip, arzudan kararmış gözleriyle birbirlerine bakarlarken, “Gösterdim,” dedi Ferman nefes nefese. “Hoşuna gitti mi?” Utanç duygusunu tamamen kaybeden Narin başını onaylarcasına salladı. Devam etmesini istiyordu ama bunu deme gücünü kendinde bulamıyordu. Bedeni pelte kıvamını almış, kafasının içinde şimşekler çakıyordu sanki. “Bir daha göstereyim ister misin belki tam anlamamışsındır?” Kıkırdadı Narin. “Madem ısrar ediyorsun, göster bakalım.” Islak dudaklar bir kere daha birbirini bulurken bu sefer o kadar uzun tutmadı Ferman, çünkü tadına bakmak istediği yerler bir tek dudakları değildi. Kendini zorla bal dudaklarından ayırıp bu sefer çenesine bastırdı. Kokusunu soluya soluya öpücükler bırakırken, saçlarında hareket eden parmaklar nefsini daha da zorluyordu. Çenesinden boynuna kaydı. Dilinin ıslaklığını kadının yumuşacık tenine bırakırken zor bela nefes alıp veren Narin kıpırdanmaya başladı. Kasıklarını adamın kasıklarına sürtüyor bu hareketiyle aralarındaki şehveti daha da arttırıyordu. Bir bilse adama neler yapıyor, utançtan yüzüne bakamazdı bir daha. “Biliyordum,” dedi adam boğuk sesiyle. “Neyi?” “Bir öpücükle beni kendine köle edebileceğini biliyordum ama bu başka bir şey, gül güzeli.” Dudakları gerdanına indiğinde dakikalardır aklını başından alan dolgunlara sıra gelmişti. İki göğsünün arasındaki kokuyu derince solurken, bacaklarının arasındaki organı daha da sertleşti. Artık pantolonunu zorluyor, biraz da canını yakıyordu. Adamın ses tonuna ayrı, ona bakan koyulmuş gözlerine ayrı, dediklerine ayrı bir tutuluyordu genç kadın. Her seferinde daha fazlasını istiyor, içindeki şehvetli kadını duymazlıktan gelemiyordu. İçli bir nefes aldı. “Sen o denli vuruldun mu bana?” Ferman, dudakları kadının tenine yaslı şekilde konuştu “O denli vuruldum sana.” Gecelikten taşan iki dolgunluğu da eşit derece uzunlukta öpücük kondurdu. “Çok vuruldum ben sana.” Durmalıydı. Şu dakikadan sonra devam etse kendini frenleyememekten korkuyordu ama bunu kabullenmekte zorlanıyordu. Nasıl çekerdi dudaklarını, nasıl uzaklaşırdı sevdiğinden? Narin derin bir nefes aldığında, dudaklarına yaslanan tenle birlikte gülümsedi adam. Anlamıştı. O da en az kendi kadar istiyordu ama zamanı vardı. Bu öyle bir zamandı ki, o zaman geldiğinde Ferman’ı bir Allah’ın kulu durduramayacaktı. Gelin görün ki onu durdurmak isteyeni Narin elleriyle boğardı. “Şimdi duruyorum,” dedi Ferman istemeye istemeye. “Ama durmayacağım vakitte gelecek, gül güzeli.” Narin yaşadığı heyecanla hıçkırdı. Ferman kahkahasına engel olamadı. Kadın panikle elini adamın dudaklarına yaslarken, “Ula!” dedi. “Ne hönkürüyon? Ya biri duysa?” Dudaklarına yaslanmış ele bir öpücük bırakarak geri çekildi Ferman. Pantolonunun önündeki kabarıklığı gizlemeye çalışa dururken kadının üzerinden kalktı. “Yarın pazar,” dedi ayaklanarak. “Gün boyu evde olacağız, yapmak istediğin bir şey var mı?” Narin az önce bir kenara fırlattığı utancını geri kazanırken hızla doğrulup yorganı göğüslerine kadar çekti. “Yok.” “Gezmeye gidebiliriz istersen?” “Yok. Çok gezince bacağım ağrıyor.” Ferman aklına gelen şeyle paniklerken, “Narin,” dedi. “Az önce üzerine abandım canın yandı mı, güzelim? Düşüncesizlik ettim affet.” Canı acısa bile umursayacak bir halde değildi ki. “Yok, acımadı merak etme. Hayde git sen, uykum geldi benim.” Adamın cevap vermesine fırsat bırakmadan başını yastığa koyup gözlerini sıkıca yumdu. ‘Uykum gelmiş. Fuşki uyursun sen bu halde! Hele bu ne iştir, bacaklarımın arasındaki sızı nasıl geçecek?’ Ferman, onun uyuyamayacağını bilse de üstelemedi. Eğilip Narin’in alnına dudaklarını bastırıp, gecenin son öpücüğünü de bıraktı. “Unutma gül güzeli, bu gece yaşadıklarımız ilkti ama asla son olmayacak. Önceden seni görmeden uyumak istemiyordum artık o bal dudaklarından bir öpücük almadan uyumayacağım. Gecen güzel olsun.” 🌹🌹🌹 “Ben senin ağabeyinim, az saygı duy!” “Hah!” diye bağırdı Berfin. “Ağabeyimmiş. Aramızdaki beş buçuk dakika var diye benden büyük olmuyorsun Boran Efendi!” Terasın balkonundan sarkan Boran ve avluda duran Berfin’in kavgası konağı ayağa kaldırırken, Narin merakla salondan çıktı. Ayçiçek Hanım elini durulayarak mutfaktan çıkarken söylenmeyi de ihmal etmiyordu. “Başladı yine bunlar.” “Neyi pay edemiyorlar Hanımanne?” “Bir bilsem kızım, bir bilsem.” İkili avluya çıktığında aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya bağıran ikizleri şaşkınlıkla izledi Narin. Tamam, kavga ettiklerini biliyordu da biri aşağıda biri yukarda diye hiç düşünmemişti vallahi. Böyle kavga mı edilirdi canım? “Ne oluyor Allah aşkına, ne bu gürültü?” İkizlerin sesini duyan avluya çıkıyordu. Haşmet Bey, oğlu ve yeğenini arkasına almış Narin’in birkaç adım ilerisinde dururken, genç çiftin bakışları birbirine dokundu. Kadın dün akşam yaşadıkları şeyin utancıyla bakışlarını kaçırırken, aynı anların hatırasını zihninde gece boyunca döndüren adam ise keyifle izliyordu sevdiğini. “Baba ya şuna bir şey söyle yine başladı ben senin ağabeyinim naraları atmaya. Biliyor sinir oluyorum ya söyleyip duruyor! Ben ondan küçük falan değilim!” Aslında sinirlendiği konu bu değildi, Berfin’in. Yaş takıntısı vardı çünkü kendinden yaşça büyük bir adama âşıktı ve insanların ona küçüksün demesi her seferinde aklına Kadir’i getiriyordu. O da küçük diye istemiyordu kendini, kesin! Ağabeyi yaşındaki adam, yirmi yaşındaki kızı ister miydi? İstemezdi elbette! “Ula ikizlerin büyüğü küçüğü mü olurmuş?” diye sordu Narin. “Aramızdaki beş buçuk dakika var, Narin abla. Bu durumda ilk doğan ben olduğumdan büyük olanda ben oluyorum işte.” Dedi Boran sırıtarak. Aslında oda Narin gibi düşünüyordu da Berfin’i sinir etmek hoşuna gidiyordu ama bilseydi ikizinin canı ne denli yanıyor, yapar mıydı hiç? Berfin, dün gece boyunca kavuşamayacağını düşündüğü sevdası için döktüğü gözyaşları tekrar gözpınarlarına birikirken, “Küçük falan değilim!” diye bağırdı avazı çıktığı kadar. İşte o an genç kızın derdini anlayabildi, Narin. Yüreği cız ederken, Ayçiçek Hanım çocuklarının kavgalarına bir son vermek isteyerek, “Boran, sinirlendirme artık kızı. Yeter.” diye kızdı. Evdeki herkes onların bu yaş muhabbetine alışıktı da ilk defa Berfin’i bu denli öfkeli görüyorlardı. “Ne var sanki anne,” dedi Boran, kollarını korkuluklara yerleştirerek. “Uğraşıyoruz işte birbirimizle.” Durumu sadece Narin bildiğinden araya girme gereği duydu. “Kız ballı lokma, bak hele bi bana?” Berfin gözünden düşen bir damla yaşı kimse görmesin diye hızla silip arkasını döndü. “Efendim, Narin abla?” “Gel yanıma.” Berfin ikiletmeden abla bildiği kadının yanına gitti. Narin kimsenin duymasını istemediği için kızın kulağına doğru eğilip, “Sen yaşın küçük diye Kadir seni istemiyor sanıyorsun değil mi?” diye sordu. Kız, titreyen dudaklarını ağzının içine yuvarlayıp başını onaylarcasına salladı. “Başka bir şey gelmiyor aklıma, abla. Sende gördün yüzüme bile bakmıyor.” “A benim saftirik ballı lokmam, sen adama bakıyon mu da adamın sana bakıp bakmadığını görüyon?” Berfin şaşkınlıkla kirpiklerini kırpıştırdı. Kulaktan kulağa fısıldaşan ikiliyi merakla izleyenler ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. En çokta Boran. Mevzuya Narin abla girdiyse işim yaştı diye düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Az biraz korkuyordu da ondan. Haşmet Bey bile, Narin’in, kızına ne söylediğini merak ediyordu. “Ağabey,” diyerek bağırdı Boran yukarıdan. “İşe Narin abla karıştı. Hain plan kuruyor olabilirler. Can güvenliğim yok!” Ayçiçek Hanım ise gururla bakıyordu Narin’e. Adı kadar emindi ki, şıp diye çözecekti olayı. Şermin ise, teyzesinin ittirmesi kaktırmasıyla sinsi sinsi ikiliye yaklaşıp ne konuştuklarını duymaya çalışıyordu ama nafile. Narin her daim işini sağlam kazığa bağlardı. “Bana güveniyor musun?” diye sordu, Narin. Berfin hiç düşünmeden, “Evet,” dedi. “O zaman bu yaş takıntısını daha fazla kafana takma ve Kadir ağabeyin dikişleri almak için eve gelmesini bekle. Mevzu yaş değil.” “Nereden biliyorsun abla?” Narin kaşlarını çattı. “Hani güveniyordun ula bana? Değil diyorsam değil.” “Eminsin yani?” “Adımın Narin olduğu kadar.” “Ya neden sevmiyor beni?” Şimdi yangın var diye bağıracaktı Narin. Bu kız kendinden beterdi! Berfin, karşısındaki kadının yüzünü sabırsızca izlerken ne bildiğini anlamaya çalışıyordu ama belli ki burada ağzından laf alamayacaktı. Narin’in koluna girip başını kaldırdı. “Tamam, Boran. Beş buçuk dakika daha büyüksün benden, kabul ediyorum ama sana asla ağabey demem. Güle güle!” Koluna girdiği ablasını yavaş yavaş çekiştirip avludan çıkartmaya çalışırken gerilerinde bıraktıkları şaşkın dolu bakışlardan bihaberlerdi. Ayçiçek Hanım gülerek giden kızlarının arkasından bakarken, “Az önce ne oldu öyle?” diye sordu Boran. Ferman omuzlarını dikleştirip, ellerini pantolonunun ceplerine sıkıştırdı. İşte benim kadınım diye düşünürken Haşmet Bey, teras katındaki oğluna alayla baktı. “Sen kendi haline yan oğul. İkizin öyle biriyle ittifak kurdu ki, bundan gayrı hiç şansın yok.” Berfin ve Narin, kış bahçesine girip kapıyı kapattıklarında genç kız ablasının sözlerinden öyle etkilenmişti ki heyecandan titreyip duruyordu. “Bildiğin bir şey mi var abla?” Genç kadın koltuklardan birine oturup bacağını orta sehpaya uzattı. Yarasının birkaç santim altını ovuştururken, “Berfin,” dedi. “Ablam, sen bi’lema saf olabilir misin acaba?” Berfin kirpiklerini kırpıştırdı. “O niye abla?” “Yavrucuğum, adam benim yüzüme bile bakmıyor diyorsun ama asıl sen adama bakmıyorsun ki?” Genç kızın omuzları çöktü. “Korkuyorum. Bir bakışımla her şeyi anlayacakta, beni geri çevirecek diye ödüm patlıyor.” Narin sırtını koltuğa yaslayıp, “Korkunun ecele faydası var mı?” diye sordu. “Ne zamana kadar korkarak bekleyeceksin?” “Sence ne yapmalıyım?” Gülümsedi kadın. “Bence ne yapmalısın değil Berfin, sen ne yapmak istiyorsun önce bunu sor.” Utançla gülümsedi Berfin. “Ben sadece Kadir’i istiyorum, abla. On altı yaşından beri bir tek onu istedim.” Narin’in gözleri şokla açılırken, “Uy nenem!” diye inledi. “On altılıktan beri sevdalı mısın bu adama?” Başını onaylarcasına salladı. “Bu zamana kadar nasıl tuttun içinde peki?” O bile daha birkaç günlük duygularını haykırarak dile getirmemek için kendini zor tutuyordu. Nerede kaldı yıllarca beklemek? Berfin derin bir iç çekti. “Ne sen sor ne de ben anlatayım, abla. O yıllarımda çektiğim acıları anlatmaya dilim bile varmıyor.” Ağlamaklı ses tonu daha fazla kadının susmasına izin vermezken, sırtını yasladığı yerden ayırıp Berfin’in elini ellerinin arasına aldı. “Bak gülüm,” diye başladı söze. “Ben bu sevda işlerinden pek anlamam, ha yanlış anlama kendimde anlamam,” ‘Anlamazdın.’ Zihnin sinsice yaptığı hatırlamayı duymazlıktan geldi. “Ama nerede bir sevdalı görsem şıp diye anlarım. Çünkü ben birbirine delilercesine âşık bir ana babanın elinde büyüdüm. Demem o ki, iş senin düşündüğün gibi değil. Yani bence.” Berfin, Narin’e biraz daha yanaştı. “Sence durum nasıl, abla?” “Bana sorarsan duyguların karşılıksız değil. Adama bakmıyorsun ki göresin be ballı lokma! Hele bir baksan, sende göreceksin adamın gözlerindeki acıyı. Sen sanıyorsun ki adam beni kardeşi olarak görüyor, o sanıyordu kız beni ağabeyi gibi görüyor. Birbirinize bakmıyorsunuz ki konuşabilesiniz.” Berfin neredeyse bayılacaktı. Düşündükçe mantığı devreye giriyor, kaybettiği onca yıl için ağlamamak için kendini zor tutuyordu. O her seferinde biri anlar diye gönül gözüyle bakamamıştı sevdiğine. Hep kaçamak bakışlar, hep bir korku... Meğerse onca yılı boşu boşuna ağlayarak geçirmişti. Eğer ki Narin ablası haklıysa bundan böyle daha cesur davranacaktı. Hızla ayaklandı. “Ben hemen gideyim konuşayım Kadir’le.” Narin, kızın halini gülerek izlerken elini tuttu. “Dur deli kız, dur. Öyle pattanak çıkıp da ben sana sevdalıyım da deme yani. Garibimin kalbine iner.” Berfin gerisin geri oturdu. Şu an Narin ne derse onu yapacak durumdaydı. “Ee, ne zaman konuşayım abla?” “Ben herifi boşu boşuna mı eve çağırdım, ballı lokma? Az sükût dur hele, anlatacağım.” 🌹🌹🌹 İki kızın konuşması sırasında meydanı boş bulan teyze yeğen sinsi planlarını icraata geçirmek için iyi bir fırsat bulmuşlardı. Haşmet Bey ve Demir, ahırları dolanırken Ferman çalışma odasındaydı. Berivan işini garantiye alıp kendi pişirdiği kahveyi fincana dökerken, “İyice anladın değil mi?” diye sordu. “Kahveyi götürecek, fırsatını bulduğunda atıvereceksin kendini kollarına. Erkeğin nefsi pamuk ipliğine bağlıdır, ona göre az işvelen cilvelen.” “Tamam teyze.” Berivan Hanım tepsiyi yeğenine uzattı. “Haydi iyi şanslar güzel yeğenim benim.” Şermin, teyzesinden aldığı gazla mutfaktan ayrılırken sağı solu iyice kontrol ediyordu. Birileri onu Ferman’ın yanına girerken görmeliydi. Şansı yaver gitti. Salonu temizlemeyi bitiren Menekşe ile göz göze geldiğinde dudaklarında alaycı bir kıvrımla çalışma odasının kapısını tıkladı. İçeriden aldığı talimatla kapıyı araladığında son kez, birkaç adım ilerisinde duran hizmetli kıza bakıp içeriye girdi. Yüzündeki sinsi ifadeyi yok edip yerine masum bir ifade takınırken, “Bugün kahveni içmedin,” dedi. “Senin için kahve pişirdim, Ferman.” Genç adam oturduğu yerde dikleşirken, “Sağ ol Şermin,” dedi. “Ama kahve istemiyorum.” Söylediklerini umursamayan kadın elinde tuttuğu tepsiyi Ferman’ın önüne bırakırken, “Aşk olsun,” dedi alınganlıkla. “O kadar uğraştım. İçmezsen gücenirim vallahi.” Ferman önüne bırakılan tepsiye kısa bir bakış attı. Kendine verdiği sözü tutacaktı. Narin’in yapmadığı hiçbir kahveyi içmeyecekti adam. Bakışlarını tepsiden ayırıp kollarını masaya yasladı. “Kahve için teşekkür ederim aslında gelmen iyi oldu, bende seninle bir şey konuşmak istiyordum.” Şermin hevesle koltuklardan birine otururken cilveyle gülümsüyordu. “Konuşalım tabii.” Onun aksine adam hiçte rahat değildi. Bu konuşmayı yapacak olması bile hoşuna gitmiyordu ama artık konuşulanlara bir dur demek lazımdı. Ya Narin’in kulağına gitseydi? “Kulağıma bir şeyler geliyor Şermin,” diye başladı söze. “Açık konuşmak gerekirse dönen dedikodular hiçte hoşuma gitmiyor.” Kadının bakışları kısıldı. “Neymiş o dedikodular?” “Senin ve benim hakkımda çıkan dedikodular, Şermin.” “Daha açık olur musun, lütfen?” Ferman başını onaylarcasına salladı. “Tabii olayım Şermin. Hatta direkt konuya gireyim. Kulağıma bazı duyumlar geldi. Seninle benim aramızdaki bir şeyler olacakmış gibisinden. Bu asılsız haberleri kim çıkartıyor diye merak edip, sordurdum. Yakın arkadaşlarının isimleri verildi bana. Nereden çıkartıyorlarsa artık, seninle benim evleneceğimi söylüyorlarmış.” Aslında olay anlattığı gibi değildi. Bu mevzuyu Menekşe’den duymuştu ve kimseye söylememesi içinde tembih etmişti. Şu zamana kadar fırsat bulup konuşamamıştı çünkü çokta önemsememişti ama şimdi, Narin vardı. Onun kulağına gitmesi durumunu göze alamazdı. Artık önünü kesmesi gerekiyordu. “Senden ricam bu konuşulanların önünü kesmen. Sen Demir’in kuzenisin, Demir sana ne gözle bakıyorsa benim içinde aynı şey geçerlidir.” Şermin’in teni renkten renge girerken, içinde büyüyen öfkeye karşı koyamıyordu. O asla reddedilemezdi. Hele istediği adam tarafından, asla! Koltuğun kollarında duran ellerini parmak boğumları beyazlayana kadar sıkarken, bu evden gönderilmesine sebep olacak kelimeler dudaklarından dökülmesin diye kendini zorluyordu. “Elbette,” dedi sıktığı dişlerinin arasından. “Ayıp etmişler ben onları uyarırım, Ferman. Onlar adına özür dilerim.” Kadının halini ve tavrını izledikçe bu konunun burada kapanmayacağının bilincindeydi fakat işi yokuşa sürerek daha da çıkmaz bir hale getirmek istemiyordu. Bir an önce bu kızı bu evden göndermenin yolunu bulmalıydı. Zoraki bir tebessüm dudaklarında peyda olurken, “Anlaşmış olduğumuza sevindim, Şermin.” dedi. “Zira aramızın bu sebeplerden dolayı açılmasını istemem. Aynı kandan olmasak da yengemin yeğenisin, kardeş gibi büyüdük kardeş gibi devam edebilmeyi isterim. Asılsız haberlerle ne senin ailenin ne de benim ailemin müşkül bir duruma düşmesini istemeyiz.” “Tabii,” dedi Şermin kekeleyerek. “İstemeyiz. Ben artık kalkayım, sende işine kaldığın yerden devam et.” Teyzesi biraz sonra odaya girerdi. Birbirilerine yakın durmaları lazımdı ki, Berivan onların yakınlığını görünce Ayçiçek Hanımla konuşabilsindi. Sonuçta iki bekâr insanı sarmaş dolaş görmek bir teyzenin kolay kolay kabul edebileceği şey değildi. Ya ilk değilse bu durum? Maazallah Şermin’in babasının kulağına falan giderdi. Sonuçta ağabeyi namus konusunda pek bir titizdi. Bu sinsi ve çirkin plan tam tıkırında gitmeliydi ki, Şermin reddedilmenin intikamını alabilsindi. Genç kadın oturduğu koltuktan ayaklandığında başı dönmüş gibi hafifçe sendeleyip önünde durduğu masaya tutundu. Ferman, Şermin’in halini görünce oturduğu yerden kalktı. “İyi misin?” Şermin bir elini alnına yaslayıp, “Başım dönüyor,” dedi. “Takdir edersin ki düştüğüm durum utanç verici, sanırım tansiyonum oynadı.” Genç adam yardım etmek için masanın etrafında dolanıp kadına destek sağlamak için kollarını tutarken, “Gel otur şöyle,” dedi. “Sana su isteyelim.” “Sanırım bayılacağım, Ferman.” Kadın o an bedenini serbest bırakıp Ferman’ın göğsüne düştü. Beklemediği bu durum karşısında can havliyle kolunu Şermin’in beline dolayan adam bir an ne yapacağını şaşırdı. “Şermin!” Duruma bakın ki kadının elleri adamın göğsünde, adamın elleri ise kadının beline sarılı bir vaziyetteydi. Ve yine duruma bakın ki, kapı bir anda açılıvermişti. “Ne oluyor burada?”
-BÖLÜM SONU-
Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoooook iyi bakın. Sizi seviyorum...❤
Instagram: gulsumm.bilgin
|
0% |