Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7. Bölüm: BİR KADEH KAN.

@hadizade

YEDİNCİ BÖLÜM:

"Bir kadeh kan."

 

Requiem for a dreame 🎼

 

 

🎭

 

Evin kapıları hâlâ daha gelmeye devam eden misafirler için açık bırakılmıştı. İki siyah kıyafetli ve yine metâl maske takmış iki kişi kol kola içeriye girdiler ancak kim gelmişse, onlardan biri değildi. Çünkü bizim yanımıza gelmek yerine başka tarafa yöneldiler. Az sonra kapıdan uzun boylu biri daha girdi. O da tıpkı diğerleri gibi siyahlar içerisindeydi ancak yüzünde siyah bir maske vardı ve bu maskenin tam ortasından geçen kızıl renkli bir şimşek çizgisi parıl parıl parlıyordu. Doğrudan buraya doğru gelirken, insanlar onu görerek yan taraflara çekiliyor ve yol veriyorlardı. Sanırım bu misafiri ben hariç herkes tanıyordu.

 

Yaklaştıkça maskenin açıkta bıraktığı kadarıyla gördüğüm koyu mavi gözlerini gördüm. Hatta diyebilirim ki, başka yönlere baktığında, gözlerinin renki yeşil ve mavi arasında değişiyordu. Hız kesmeden oldukça hızlı adımlarla yanımıza geldi. Enerjik bir havası vardı. Hemen Atilla'ya sarıldı ve Atilla ona, "Hoşgeldin kardeşim, şeref verdin." dedi.

 

Acaba kardeşi miydi yoksa kardeşi gibi gördüğü biri mi?

 

Hemen ardından bana sarıldı ve ben sadece öylece kaldım. Ona karşılık veremedim çünkü aramızda bir samimiyet var mı, yok mu kestiremedim. Ancak geri çekildiğinde, "Kami aynı Kami," dedi dalga geçer gibi. "Dondum resmen!"

 

Maalesef Kamelya'dan daha soğuk olduğuma ben de eminim. Ama seni hiç tanımıyorum ve batıracak gibi hissediyorum.

 

Yaktın beni Kamelya!

 

"Iıı... Kami derken? Tanıyamadım." diye mırıldandım.

 

Bir süre durup öylece baktı ve nihayet farkına varmış gibi maskesini tutup hafifçe yukarıya kaldırdı. "Benim yenge ya, nasıl tanımazsın?" Evet, değişken mavi gözleri, kızıl kirpikleri ve kaşları, turuncu dudakları ve çilleriyle çok sempatik bir çocuktu. Çocuk diyorum çünkü yaş olarak benden daha küçük duruyor yoksa koca adam, benden de uzun.

 

"Gelirken kendini taktim etseydin, tanırdık." dedim, yalancı bir triple.

 

Maskesini indirdi ve yine o boğuk çıkarak yankılanan sesiyle cevapladı. "Çok özür dilerim Kamelya Hanım, hemen tanıtıyorum.... Ben Hızır Karahan, yani Hazar ama genelde Hızır derler."

 

"Memnun oldum Hızır Bey, siz bu dans ettiğim beyefendinin kardeşi olmalısınız."

 

Bunu kinaye ve biraz da şaka tonuyla söylediğim için, o da şaka yaptığımı düşünüyordu. Ama seni tanımıyorum ki kardeşim! Hiçbirinizi tanımıyorum! Neredeyim ben?

 

"İnanamıyorum," dedi başını iki yana sallayarak. "Bu kadın çok zeki, abi sakın kaçırma!" diye eşlik etti o da.

 

Gülerek Atilla'ya baktığımda, onun da gözlerinin kısıldığını gördüm. Gülümsüyordu. O an bana baktı ve gülümsemesi, yerini hayranlık dolu bakışlara bıraktı.

 

Birinin bana bu kadar yaklaşması ya da seviyorum demesi ilk defa değil ancak ilk defa bu kadar garip, ya da güzel.

 

"Emir geldi mi?" diye sordu Hazar.

 

"Yok daha," diye cevapladı Atilla.

 

Hazar bu sefer de, "Daha kıyametin kopmamasından belli zaten," dediğinde bir anlam veremedim.

 

Ancak Atilla hemen cevap verdi.

"Öyle bir şey olmayacak, kararlarıma saygı duymayacaksa, bu evde yeri yok demektir."

 

Sadece dinledim çünkü çok belli ki, Emir de tanımam gereken fakat henüz tanışmamış olduğum biriydi. Kamelya zaten öleceğimi düşünerek beni buraya attı ama bu gidişle hiçbir şey bilmediğim için öleceğim ve en fenası da, Kamelya olmadığımı anladığı için Kamelya'yı aramaya devam edecek.

 

Hazar yanından geçen hizmetkârın elindeki tepsiden bir kadeh şarap aldı ve dudaklarına dayadı. Atilla tıpkı normal bir abi gibi uyardı. "Çok içme, içinde sapıtıyorsun."

 

Hazar, "Boşveer!" diye geçiştirdi ve arkasını dönüp müziğin açıldığı yere doğru gitti. "İçim kıyıldı ya, değiştirin şu müziği!"

 

E bu normal?

 

Hazar resmen ortama pozitif enerji yayıyordu. Bir yere kadar gitti ve çok geçmeden geri döndüm. Ellerinde hoparlör ve bir de telefon vardı. Evet telefon! O telefonu bana vermelisin Hazar hem de hemen!

 

Bazı şeyleri gördükçe hâlâ dünyada olduğumuza ve Atilla'nın evinden başka hiçbir yeri tanımayan biri olduğunu düşünüyordum. Hazar hiç onun gibi değil ki, normal bir genç gibi konuşuyor, normal davranıyor ve Atilla'nın varlığından haberdar olmadığı telefonu, hoparlörü nereden bulmuş o zaman? Yok, ben buranın başka bir yer olduğuna inanmak dâhi istemiyorum ve kesinlikle Hazar bana yardım edebilir.

 

Bir anda fonda eğlenceli bir müzik çalmaya başladı ve Hazar sonuna kadar açtıktan sonra kenardaki büyük masanın üzerine çıktı. Aşağıdaki kızlardan birini yanına çekip, "Hadi eller havaya!" diye bağırıp, bir anda bu sakin baloyu kulüp partisine çevirdi...

 

Herkes onun yaptığı figürleri yapmaya başladığında, ortalık bir anda deli meclisine döndü. Siyah giyen bir sürü insan etrafımızda dans ediyordu ve Atilla ile ben ortada dikilmiş, şaşkınca onlara bakıyorduk. Bir anlık göz göze geldik ve o, belimden tutarak beni kendine çekti. Beraber sağa sola sallanıyorduk ve ben onun bu tür dansları hiç beceremediğini farkedince, nedense hoşuma gitti.

 

O sırada Hazar bir kızı daha yanına çekti ve kollarını iki yana açarak göğsünü estirdi. Bu hâline kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Gerçekten çok kafa çocuktu ve bu sıkıcı ortamı bir anda yüz seksen derecede değiştirmişti. "Oyna! Oynaaa!" diye bağırıyordu. Belini sağa sola kıvırırken bir erkeğin karizmasını yitirmeden yapabileceği en güzel dansı yapıyordu.

 

"Al işte!" dedi Atilla, "bundan bahsediyordum!"

 

"Ama sadece bir kadeh içti," dediğimde dönüp bana baktı, "ve bu kadar çabuk etki etmez zaten."

 

"Hazar'ın bünyesi içkiyi kaldırmıyor, ben içme demekten bıktım, o içip sapıtmaktan bıkmadı." Diyip Hazar'a doğru döndü ve tam müdahale edecekken, elini tutarak onu durdurdum.

 

"Bırak eğlensin, sen bize odaklan." dedim ve ellerimi omuzlarının üzerine koyup, yavaşça kıvrılarak aşağıya doğru süzüldüm. Bu hareketimle gözlerinden ışıltılar çıkarken, tekrar yılan gibi kıvrılarak yavaşça yukarıya çıktım ve ona arkamı döndüm. Bir elini belime sararken, elimi ensesine sarıp, omzumun üzerinden ona baktım ve gözlerinin içine bakarak onun için kıvrılarak dans ettim.

 

Bir elimi omzunun üzerine yerleştirip, gözlerine bakarak yavaşça etrafında dönmeye başladığımda, o, büyülenmiş gibi öylece dikilmiş beni izliyordu. Yeniden karşısına geçtim ve bir adım gerileyip, kollarımı yukarıya kaldırdım. Bakışları maskenin açıkta bıraktığı dudaklarıma, boynuma, oradan da kıvrılan belime kadar indi. Yırtmaçtan çıkardığım bacağım gözlerinin yeni hedefi oldu ve tek odağı benmişim gibi hiç kimseye ve hiçbir şeye aldırmadan beni izlemeye devam etti.

 

İlk defa bir erkek için bu kadar değerli olduğumu hissediyorum, ama sen bunu bilmiyorsun ve bilmeyeceksin de.

 

Yavaş ama büyük adımlarla, cilveli bir edâ ile ona yaklaştım ve o, bu defa belimden sıkıca kavrayarak beni kendine çekti. Eli yırtmacın açıkta bıraktığı bacağıma gitti ve dizimin iç kısmından tutup kaldırırken, üst gövdemi aşağıya doğru eğdi. Her ne kadar beni düşürmryeceğine emin olsam da elimi refleks olarak ensesine sarıp, gözlerinin içine baktım.

 

"Çok güzel dans ediyorsun," diye iktifatta bulundu ve beni bir anda kendine çekince, bedenlerimiz birbirine yapıştı. Soluk soluğa birbirimize bakarken, bir itirafta bulundu. "Ama daha fazla dans etme, yoksa kendimi daha fazla tutamayabilirim..."

 

Bir anda yüreğime ateş düştü ve zihnim onun kelimeleriyle infilak etti. Beni bir uçurumun kenarına kadar getirdi ama atmadı, bekledi.

 

Başımı eliyle göğsüne bastırıp, bana sıkıca sarıldığında, kollarımı beline doladım ama kollarım kavuşamayınca gülümsedim. Gözlerimi kapatıp, sadece onunla beraber sağa sola doğru hareket ettim. Kalbim tam şuan yerinden çıkıp onun tenine değecek, ya da kalbimin sesini duyacak diye çok korkuyordum.

 

Neden bilmiyorum ama seni seviyor numarası yapmak hiç zor gelmiyor bana.

 

Onca sese rağmen fazlasıyla huzurlu olduğum bir anda, biri omzuma dokundu ve ben gözlerimi açınca eğilip bana yakından bakan Hazar'ın, "Yenge!" diye bağırmasıyla irkilip Atilla'dan uzaklaştım.

 

Hazar elimi tutup, "Hadi gel, sen bakma abime. Onun içi geçmiş!" diyerek beni masanın oraya kadar sürükledi.

 

Kendi masanın üzerine çıktıktan sonra ellerini bana uzattı ve ellerimi avucunun içine biraktığım an ayaklarım yerden havalandı. Beni bu kadar kolaylıkla kaldırıp masanın üzerine bırakırken, zerre kadar zorlanmışa benzemiyordu.

 

"Haydi eller havaya!" diye bağırarak dans etmeye devam ettiğinde, bu defa ben de ona eşlik ettim. Kalçalarımızın yan tarafını birbirine vurup, gülüşerek dans ederken, bakışlarım kalabalığın içinde kocaman bedeniyle siyahlar içinde durup bana bakan Atilla'ya sataştı ve bir anlığına donup kaldım.

 

Resmen herkesin önünde dans ediyordum ama Atilla kıskanç birine de benzemiyordu. Sadece dans etmemin onu deli ettiğini biliyordum ve sırf onu daha da deli edip, maskesini çıkartması için dans etmeye devam ettim.

 

Hazar'la sırt sırta verip, kıvrılarak eğildim ve yeniden onun gözlerininin içine kışkırtıcı bir ifadeyle bakarak, siyah bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla ayağa kalktım. Hazar elimi tutup başının üzerine getirerek beni etrafında döndürdü ve yer değiştik. Sol bacağımı yırtmaçtan çıkartarak öne koydum ve Atilla'nın bakışları hemen oraya düştü. Ne tepki verdiğini, yüzünü o kadar çok görmek isterdim ki...

 

Mimiklerini görrmiyordum ama ne hissettiğini az çok biliyordum. Ellerimi kalçalarımın üzerine koyarak kendimi müziğin akışına bırakmışken, Atilla'nın insanları yararak buraya doğru geldiğini gördüm ve bir anda donup kaldım.

 

Biraz sinirlendi galiba.

 

Masanın önünde durup bana, "İn aşağıya!" diyeceğini düşündüm ama o sağ kolunu kalçalarımın altından bacaklarıma sararak beni bir bez bebek gibi kolayca oradan aldı ve aşağıya bıraktı.

 

Kolunu bu defa belime sardı ve ben daha ne olduğunu anlayamadan, salonun çıkışına kadar getirdi. Kalabalığın arasından çıktık ama o, belimdeki koluyla sıkıca tutarak beni hızlıca yürütmeye devam etti. Merdivenlerin oraya geldiğimizde, belime sardığı koluyla beni havaya kaldırıp yeniden ayaklarımı yerden kesti.

 

Kurbanlık koyun gibi can çekişerek ve boşuna çaba sarf ederek kıpırdarken, "Nereye götürüyorsun beni?" diye sordum. "Atilla!"

 

Ancak o durmadı ve bir cevap dâhi vermeden beni ikinci kata çıkarıp yere bıraktı ve bu defa elimi tutarak, beni odaya yani Kamelya'nın odasına kadar çekiştirdi.

 

"Atilla! Ne yapıyorsun?"

 

Belki Kamelya'yı bu kadar kolay sürükleyemiyordur ama benim ona gücüm yetmiyor. Normal biri değil ki...

 

Biraz evvel çıktığım odanın kapısı açıldı. Hayır o açmadı, kapı onu görünce kendiliğinden açıldı. Biz içeriye girdikten sonra ise kapı büyük bir gürültü ile geri kapandı. O hiç durmadı ve ortadaki daire şeklindeki yatağın yanına yaklaştı. Kolumdan çekerek beni öne doğru getirip, hemen arkamda durduğunda bir anlık nefes alamadım ve koca buz dağlarının arasında kalmış gibi buz kestim.

 

Bir elini karnımın üzerinde hissedince başımı yavaşça aşağıya eğdim ama hemen boynuma dolanan ikinci eliyle, başımın arkasını göğsüne yasladı ve hayatımı tamamen avucunun içine aldı. Soluk soluğa öyle çaresizce beklerken, "Ne yapıyorsun?" diye sordum sakin kalmaya çalışarak.

 

"Ne oldu? Bunu istemiyor muydun?"

 

"Hayır, sadece maskeni çıkarmanı istiyorum..."

 

"Yüzümün güzel olup olmaması senin için bu kadar mı önemli? Neden sadece bu umrunda?"

 

"Sen benim yüzümü görebiliyorsan," diyip boynumdaki eline tutundum ve o, canımı yakmadan boynumdaki elini çekmeme izin verdi. Kendi eksenimde dönüp, onun gözlerine baktım. "Ben de senin yüzünü görebilirim. Öyle değil mi?"

 

Bu an kafasını ağır ağır iki yana salladı. "Sırf sen beğenmiyorsun diye yüzümü göstermiyorum, beğensen saklar mıydım sanıyorsun?"

 

Göğsümün ortasına ağır bir his oturdu ve sanki bunu ben yapmışım gibi kendimi berbat hissettim. Empati yapınca benim de canım yanıyor.

 

"Herkes değişir, düşünceleri değişmeyen herkes yerinde sayıyordur. " dedim ve ellerimi yukarıya kaldırarak maskesine götürdüm. "Bırak da ona ben karar vereyim..."

 

Ancak yine ellerimi havada yakaladı ve bana engel oldu. O bu kadar ısrarcı oldukça ben Kamelya'nın ona daha neler dediğini düşünüyorum. Canı yanıyor olmalı, bunun başka bir açıklaması olamaz.

 

"Atilla!" diye kızdım ona, kaşlarım derinden çatıldı. "Seni görmek istiyorum! Söz veriyorum, seni yüzüne göre değil, sadece bana davranışlarına göre yargılayacağım..."

 

Muhtemelen şuan onu beğenmeyen kadının bu söylemleri hiç inandırdıcı gelmiyordu ama bu benim kendi düşüncelerim, kendi değerlerimdi. Ben söylediği gibi biri değildim ki.

 

Avuçlarının içindeki ellerimi aşağıya bıraktı ve bana arkasını döndü. "Atilla!" diye seslenmeme aldırmadan kapıdan çıktı ve kapı ardından sertçe kapandı, "Atilla diyorum!" Bağırışlarıma aldırış etmedi ve çekip gitti.

 

Sinirle köşedeki sehpayı ayağımla yıktım ve ben de onun ardından odadan çıktım. Mâdem o benim istediğim şey yapmıyordu, o zaman ben de onun istediğini yapmak zorunda değildim. Hızlıca merdivenleri inip salona geçtim. Sadece mumların aydınlattığı ortamda, Hazar'ı masanın üzerinde dans ederken yakaladım yine. Üstelik üstünü çıkarıp sadece siyah pantolon ve siyah maskesiyle kalmış, elindeki bir kadehle dans etmeye ara vermiyordu. Diğer herkes de ona ayak uyduruyor, sıradan bir maskeli balodaki gibi eğleniyorlardı.

 

Hazar şarabı içerken göğsüne ve oradan da karın kaslarına akınca, kızların çığlıklarını duydum. Hazar durup o çığlıkları dinledi ve omuzlarını silkti. Eliyle karnını silip, şaraba bulaşan elini sert göğsünün üzerinde gezdirdi ve kızların o çığlıkları devam ederken, kollarını havaya kaldırdı. "Sabaha kadar denz denz denz."

 

Bu çocuk hem normal, hem anormal. Anlayamadım gitti.

 

Atilla köşedeki masanın yanında durmuş, bir şeyler atıştırıyordu. Beyefendi bayağı acıkmışa benziyordu. Yüzünü duvara çevirmişti, sanki kimseyi görmek istemiyordu. İşte o an bir daha farkettim. İki türlü erkek vardır: biri Hazar gibi, diğeri de Atilla gibi.

 

Tekrar çıkıp dans etmek, ona inat yapmak için gelmiştim ama bunu yapmak hiç içimden gelmedi. Onun böyle kenarda yapayalnız yemek yiyişi içime oturdu ve doğrudan kenardan kenardan onun yanına gittim.

 

Hemen solunda durup, ben de keklerden birini aldım ve ağzıma attım. Tabii keke benziyordu ama tadı bir garipti. Tatlı da değildi, tuzlu da. Sadece ekşimsi garip bir tadı vardı. Ağzım dolu hâlde, "Neli bu?" diye sordum. Tabii maksat bir şekilde konuya girmekti.

 

"Votkalı," diyince kokladım, gerçekten de votka kokuyordu. Mâdem burası dünya değil, votka burada ne arıyor? Resmen biri benimle dalga geçiyor! Kesin bir yerlerden biri fırlayacak ve sana kötü bir şaka yaptık diyecek. Evet, buna ihtiyacım var!

 

"Bana bir daha emir verme," dedim ve omzumun üzerinden ona baktım. O ise sessiz kaldı ve kadehten bir yudum daha aldıktan sonra başını saygıyla bir kez eğerek beni onayladı.

 

Hazar'ın, "Evet! Parti bitti!" diye bağırdığını duydum. Arkamı dönüp ona baktım. Elini maskesine attı ve geriye doğru saymaya başlarken, herkes de ona eşlik etti. "Üç, iki, bir!" diyip maskesini çıkardı ve herkes aynı anda maskeleri havaya fırlattı. Hemen yanımda duran Atilla'ya baktım, o hâlâ yemeğe devam ediyordu ve sanırım doymuyordu da.

 

"Sen çıkarmayacak mısın?" diye sordum.

 

"Hayır," dedi o kalın sesiyle ve yine yemeğe devam etti.

 

Ben yüzümdeki maskeyi çıkardım ve masanın üzerine bıraktım. "Ee o zaman ne anlamı kaldı? Maskeli baloların bir özelliğidir bu, sonda herkes gerçek yüzünü gösterir..."

 

"Sence gerçek yüzler maskelerin altında mı, yoksa daha içeride mi?" diye sorunca, donup kaldım.

 

O ise gözlemleri dahilinde konuşmaya devam etti. "Evet, herkes maskesini çıkardı ama henüz kimsenin gerçek yüzünü görmedik."

 

"Bana bunları niye söylüyorsun?"

 

"Bil diye, Kamelya'm."

 

"Zaten biliyorum, Atilla'm."

 

O eki duyar duymaz ağzındaki lokmayı çiğnemeyi durdurdu ve başını bir robot gibi ağır ağır bana doğru çevirip, gözlerimin içine baktı. Sadece siyah olan gözünü kırparken, cam gözü öylece üzerime dikilmişti. Söyleyecek çok şey olup da susuyor gibiydi. Konuşmak üzere olduğunu anlıyordum ancak yine biri araya girdi.

 

"Senin ne işin var burda?!" diye bağırarak üzerime saldıran kişi ile göz göze geldiğimde, anın şokuyla donup kaldım. Lâkin Atilla araya girip onu itti ve aramızda etten kemikten bir duvar ördü.

 

"Sakin ol! Emir kendine gel!" dedi Atilla, bahsettikleri kişi buydu demek.

 

"Ne demek kendine gel ya? Hâlâ bu kadını nasıl savunuyorsun?" Öfkeden deliye dönmüş gibi bir hâli vardı ve bana öldürecekmiş gibi bakıyor, her an üzerime atlamaya çalışıyordu ancak Atilla onu tutuyordu. "Onca yaptığı şeyden sonra affettin öyle mi?" dedi çıldırmış gibi bağırarak.

 

Bir de ne yaptığımı bilsem!

Ah Kamelya, sen neymişsin be!

 

Müziğin sesi kesildi ve herkes bize bakmaya başladı. Atilla onun kulağına bir şeyler söyledi ve Emir denen adam biraz daha sakinleşti, sanki kendini tutmaya çaba gösteriyordu ama simsiyah gözlerini üzerimden çekmiyor, hâlâ daha bana öldürmek ister gibi büyük bir kin ve nefretle bakıyordu.

 

Atilla ikimize de bakarak,

"Herkesin içinde değil," dedi, "bunu yalnız kaldığımıza konuşacağız!"

 

Benim için sorun yok ama Emir için aynı şeyi düşünmüyorum. Her an saldırmaya hazır, avına bakan bir panter gibi bakıyordu. "Öyle olsun," dedi, "ama şimdilik! Görüşeceğiz!"

 

Hazar ortalığın karıştığını farkedip yanımıza geldi ve elini Emir'in omzuna atarak, onu âdeta silkerek kendine getirdi. "Geldi bizim dolandırılan maliye müşaviri! Hoş geldin kardeşim, gözlerimiz yollarda kaldı!"

 

Emir omzunun üzerinden ona ters ters baktı ve hemen önüne dönüp, yeniden bana odaklandı. "Tören başlamadan yetiştiğime sevindim aslında, bunu izlemek benim için büyük bir zevk olacak..." ses tonundaki ve bakışlarındaki o zevk alır gibi ifadeyi görünce, bu gecenin bayağı uzun olacağını anladım.

 

Atilla, Hazar'a hitaben, "Herkesin alt kata inmesini söyle," dedi ve Hazar da dediğini hemen yerine getirmek için yanımızdan uzaklaştı. Emir'in sert bakışlarını hâlâ daha üzerimde hissetsem de, hiç oralı olmadım. İnsan değil bu kadın, yemin ederim bu aşağılık evde biraz daha kalırsam çıldıracağım!

 

Kadehten birkaç yudum alırken, gözlerim Emir'in zift gibi siyah gözleriyle buluştu. Öyle dik dik bakıyordu ki, ağzının ortasına bir tane vurasım geliyordu. Ben sana bir şey yapmadım kardeşim! Ne bakıyorsun ya? diye bağırmamak için kendimi zor tutuyordum. Normalde bana karşı haksızlık yapıldığında susmam, dilimin kemiği de yoktur ama şimdi her şey çok karışık. Bu geceyi atlatıp, sağ kalabilirsem dua edecek durumdayım.

 

Etrafımız git gide boşalıyordu, sonunda salondaki son kişi de gittikten sonra üç kişi kalmıştık. Bir Emir'e, bir de Atilla'ya bakarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bu iyi bir şey miydi, yoksa kötü bir şey mi hiçbir tahminim yoktu.

 

Hazar geri döndüğünde kıyafetleri üzerindeydi. Hatta siyah kapüşonunu da takmıştı ama maskesi yoktu. Emir zaten hazırlıklı gelmiş gibiydi. "Siz inin, biz de geliyoruz." dedi Atilla. Hazar Emir'i çekiştirerek götürürken, son ânadek gözlerini üzerimden ayırmadı. Pürüssüz bir esmer cildi vardı ve teni parlıyordu. Bir insanın teninin bu kadar güzel olması imkânsızdı. Zira Hazar da bir güneş gibi parlıyordu.

 

Yanımda duran kişiyi henüz hiç göremedim. Görecek miyim, yoksa görmeden ölecek miyim bilmiyorum.

 

Elini bana uzatıp, "Gidelim Kamelyam," dedi. Eline ve tekrar gözlerine tedirginlik içinde kıvranarak baktım. Vücuduma yayılan saf korkuyu şimdi iliklerime kadar hissediyordum. Az sonra olacakların namalûm oluşu ve benim kaçacak hiçbir yerim olmaması, içimde sessiz çığlıklar atmama sebep oldu.

 

Ellerim buz kesmişti, ölümün kokusu buram buram ciğerlerime doluyor, genzimi yakıyor, sızlatıyordu. Put gibi durmuş, sadece gözlerine bakıyordum. Elimi avucuna koymak bile ölümü kabul etmek demekti. Eli bir süre havada kaldıktan sonra kıpırdamayacağımı anladı ve sabrı tükenmiş gibi eğilip elimi tuttu. Beni çekiştirerek salondan çıkardığında, artık zoraki şekilde ona eşlik ediyordum.

 

Sola dönüp dar koridor boyunca ilerledik ve bir kapıya ulaştık. Çelikten siyah bir kapı açıldı ve Atilla hız kesmeden içeriye girerken, beni de peşinden sürükledi. Kendi ayaklarımla ölüme gidiyordum. Demek her şey böyle bitecekti. Sonum böyle olacakmış.

 

Kapıyı geçtikten sonra bazı sesler duymaya başladım. Yürüdüğümüz sırada taşlarla döşenmiş koridor duvarlarında asılı duran meşaleler teker teker yanıyordu. Ben şaşkınlık ve korku içinde etrafa bakarken, ayaklarımı mecburi surette hareket ettiren kişi Atilla idi.

 

Yaklaştıkça sesler daha da netleşmeye başladı. Koru hâlinde şarkı sörleniyordu; koyu ve kalın bir sesle söylenen korkunç bir ninni gibiydi. Tüyler ürperten cinstendi.

 

Dar bir oyuktan yan yan geçen Atilla'yı bekledim ve ben de peşinden oradan geçtim. İndikçe iniyor, bir düzine koridor geçiyorduk. Adam evin yedi kat altına mağara yapmıştı sanki. Meşaleler sönseydi, burası çok daha korkunç bir yere dönüşecekti. Madem burası dünyaydı, o zaman kendi kendine yanan şu meşalelerin bir açıklaması olmalıydı.

 

Nihayet çift kapaklı bir kapının önünde durduk ve dört metre uzunluğundaki kapının iki tarafı da aynı anda yüzümüze açıldı. İçeriye girdiğimde karşılaştığım manzara karşısında dehşete düştüm, âdeta küçük dilimi yuttum. Ayaklarım gitmek istemiyordu ama Atilla adım attıkça artık ayaklarım yerde kayıyordu. Daire şeklindeki bu geniş salonun tavanında ve zemininde garip semboller vardı. Tam ortada taş bir yatak vardı, tıpkı mezara benziyordu ve dört bir yanında kelepçeler vardı.

 

Elimi elinden koparmak için çabalamaya çalıştım ama olmuyordu. Ayaklarım yerde kayarak, sürüklenerek salonun ortasına kadar getirildim. Baloya gelen tüm davetliler etrafımızdaydı. Bir daire hâlinde, üç sıra hâlinde oturmuşlardı ve tamamen siyahlara bürünmüş, şiddeti ve kanı haykıran o korkunç şarkılarını söyleyerek öne ve arkaya doğru aynı anda sallanıyorlardı.

 

Atilla elimi bıraktığında, gözlerim yerinden fırlayacakmış gibi kocaman açılmış, korkudan vücudum buz kesmişti. Etrafıma bakarken korkudan ağlamamak için kendimi zor tuttum. Geriye doğru adımlayıp Atilla'dan uzaklaşmak istedim ve o, duygusuz gözlerle bana doğru gelmeye başladı.

 

"Hayır!" diyerek başımı iki yana salladım. Sağa doğru baktığımda, kollarının üzerinde bordo renkli bir yastıkla bana doğru yaklaşan Emir'i gördüm. Yastığın üzerinde büyük bir hançer vardı. Emir'in o ürkünç bakışları aslında her şeyi açıklamıştı.

 

Tekrar Atilla'ya baktım ve, "Hayır!" diye tekrar ettim. Arkamı dönüp eteğimi tutarak tam hız kapıya koştum. Topuklu ayakkabıların sesi zeminde yankılanarak duvarlarda dolaştı. Tek dileğim kendimi kapının dışına atmaktı, ancak kapıya ulaşamadan iki kapı da yüzüme kapandı ve ellerim kapanmış kapılara yaslanınca, iterek açmaya çalıştım. "Kahretsin! Açın kapıyı! Lütfen açın!" diye bağırarak ellerimi hızla kapıya vurdum. Ardı ardına indirdiğim darbeler boşunaydı. Bir kaçışım yoktu.

 

Onu hissediyordum. Tam arkamdaydı ve avını yine yakalamıştı. Kollarını belime dolayıp beni yukarıya kaldırdı ve ayaklarım yerden havalandı. "Atilla! Hayır! Dur lütfen!" Çırpınışlarım, çığlıklarım zerre kadar umrunda değildi. Kimsenij umrunda değildi. Herkes kendi işindeydi ve bana yapılanlar herkesçe normal bir şeymiş gibi davranıyorlardı...

 

 

Loading...
0%