@hadizade
|
🎭
(Kan ve zarar verme içerir.)
Bileklerimi bir yılan gibi saran o kelepçeleri hissediyordum. Gözlerim, başımın üzerinde dikilmiş olan Atilla'da idi. Emir, bir emir bekleyen cellat gibi yanımdaydı, kollarının arasındaki yastığın üzerinde duran hançerle boğazımı kesmek istediğini apaçık belli etmekten hiç çekinmiyordu. Atilla son kelepçeyi de taktı ve benim gözümde yarattığı o iyi imajı, kendi elleriyle sildi. Her şeyi berbat etti.
Bakışlarımı tavana diktim ve orada üçgen içindeki bir yılan sembolüne takılıp kaldım. Şakağıma doğru süzülen bir damla hissettim ve acının tatlı tebessümüyle gözlerimi kapadım. Biliyorum, bunu kendim kabul ettim. Zaten ben sana ölmek için geldim. Hadi öldür ve bitsin.
Emir sağımdaydı, Atilla da sol tarafıma geçti. Ona bakıyordum. Gözlerinin içine. Yüzünü bile göremeden öleceğimi hiç tahmin etmemiştim. Uzanıp Emir'in tuttuğu yastıktan hançeri aldı ve saf korku her yanımı sardı yine. Göğsüm körük gibi hızla inip kalkıyor, tüm vücudum büyük bir çaresizlikle kasılıyordu. Buraya kadardı demek.
"Durun! Ben Kamelya değilim!" diye bağırmak istedim fakat yapamadım. Çünkü ben ölmezsem, Ayşe ölürdü. Benim bütün önceliklerim oydu, bu bir yaşama bedel olsa bile.
Atilla hançeri tam kafamın üzerine getirdi ve kılıfından çıkardı. Hançer öyle büyük ve keskindi ki, görür görmez nefesim kesildi. Altın rengiydi, kesici kısmı bile. Belki o da saf altından yapılmıştı. İyi, en azından zengin ölüyorum. Altından yapılma bir hançerle!
Şu durumda bile içimden şaka yapıyorum. Ben ölmeyi zaten hak ediyorum!
Beklettikçe acı çekiyorum, öldür ve bitsin...
O, anlamlandıramadığım bir dilde bir şeyler söylerken, hançeri yüzüme doğru getirdiğini görünce, o anki korkuyla el ve ayak bileklerimi çekiştirdim. Kalçalarım beton zeminden bir anlık ayrıldı ve yeniden aşağıya düştüm. Hançerin soğuk metâli alnıma dokunmadan evvel, diğer eliyle çenemi sabit tuttu ve hançerin keskin kısmını yatay hâlde alnıma koydu.
Başını göğe kaldırıp, "Onu kabul et!" dediğinde, tüylerim diken diken oldu. "Onu ailemize kabul et!"
Anlaşılan, konuştuğu kişi her kimse, ben göremiyordum. Yukarıya bakarak söylediğine göre, kendi ilahlarından birine sesleniyor da olabilirdi.
Hançeri alnımdan çektiğinde, bir nebze rahatladım ama bu defa o hançeri kendi avucuna bastırdı ve az sonra sicimle akan siyah damlalar yüzüme düşmeye başladı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandığında, o kesiği daha da derinleştirdi ve bir yumruk hâline getirdiği elinden kayıp düşen sayısız siyah damlalardan birkaçı doğrudan ağzıma dökülünce, hemen yüzümü yana çevirdim ve öksürmeye başladım. O damlalar kulağımı, boynumu ve gerdanımı dolaştı. Onun sıcak kanını her yerimde hissediyordum. Boğazımda bile.
Kanı çok acı bir tat veriyordu ve bu tat beni her an boğabilirdi. Galiba beni bu şekilde öldürecekti, kendi kanıyla boğarak. Çünkü yaptıklarının benim nezdimde başka bir açıklaması yoktu.
Siyah kıyafetinin kolunu yukarıya doğru sıyırdı ve ben onun esmer tenini, kolundaki sembollerden ibaret dövmeleri gördüm. Bisepsinin çevreleyen, benim bilmediğim bir dilde yazılmış bir sürü cümle vardı. Onun altında kalın iki çizgi ve yine içinde çarmıha çekilmiş insan gibi görünen silüetler bulunan üçgenler kolunun etrafını sarmıştı. Dirseğinin iç kısmında, ana damarın sağ ve sol tarafında ise Ay ve Güneş vardı. Ancak o, bisepsinin üzerindeki yazıya bir çizik attı. Az sonra siyah kanı kolunun altına süzülüp, oradan tam göğsümün üzerine düştü. Göğsüm ve yüzüm tamamen onun kanına boyandı. Gözlerini kapatmıştı ve o kalın sesiyle dua gibi bir şeyler okuyordu.
Ayaklarıma birinin dokunduğunu hissettim. Başımı kaldırıp o tarafa baktığımda, Hazar'ın ayakkabılarımı çıkarıp yere bıraktığını gördüm. O bile fazla ciddiydi şimdi, maskesini takmış, konuşmuyor ve düzene uyuyordu. İşte bu daha da korkutuyordu.
Emir bir kap getirdi ve o kabı Atilla'nın kolunun altına tuttu. Atilla kolunu sıkarak daha fazla kan çıkmasını sağladı. O kaba dökülen damlalar sanırım yeterli olmuş ki, Atilla kolunu çekince Emir harekete geçti. Hazar elbisemin eteğini dizlerime kadar kıvırdı ve bacaklarımı açıkta bıraktı. Emir kabı ayak bileklerimin ortasına bıraktıktan sonra o da çekildi. Beraber yanıma gelip, sağ ve sol tarafımda durdular. İki ölüm meleği gibi görünüyorlardı. İyi ve kötü, iki melek.
Hissettiğim tek şey korku ve tek reaksiyonum titremekti. Onun dışında yapabileceğim bir şey yoktu ve sadece ölümün beni ne şekilde bulacağını merak ediyor, çaresizce bekliyordum.
Şimdi Atilla ayak ucumdaydı ve benim yapabildiğim tek şey onu izlemekti. İki elini birden kendi kanının bulunduğu kabın içine soktu ve her iki elindeki sadece iki parmağı kanına buladı. İşaret ve orta parmağıyla aldığı kan damlalarını diz kapağımın altından, ayak parmaklarıma kadar iki çizgi hâlinde sürdü ve aşağıya doğru renk git gide açılıp, siyahtan kırmızıya döndü.
Bu iki rengin hem Atilla, hem de Kamelya için ne ânlam ifade ettiğini ölesiye merak ediyordum... Biraz daha ömrüm olsaydı, belki öğrenebilirdim.
Yine dudak altından mırıldandığını duydum, sesi beynimin zonklamasına neden oluyordu. Ona bakmayı bırakıp başımı meton zemine yasladım ve tavana bakmaya başladım. Görüş açım git gide bulanıklaşıyor, sanki tavandaki şeytana benzeyen küçük yaratıklar koşuşturup duruyordu. Atilla konuştukça göz kapaklarım ağırlaşıyordu, derin bir uyku bastırıyordu ama uyumamak için direndim.
İstemsizce ayak bileklerimi çekiştirdiğimde, zincirler tenimi incitti ve Atilla'nın ellerini ayaklarımda hissettim. Beni tutup buna engel oldu. "Yeter artık!" diye bağırdım ona bakmadan, bakamadan. "Öldüreceksen öldür artık! Bıktım şu saçma-" avaz avaz bağırırken Emir'in siyah bir bezi ağzıma sokmasıyla mecburen sustum. Ona öldürmek ister gibi bakıp, el bileklerimi de çekiştirdim. Artık sesim boğuk çıkıyordu ama sinirlerim o kadar gerilmişi ki, konuşamasam da çığlık atıyordum.
Çünkü içimde bir şeyler paramparça oluyor gibi hissediyordum ve sebebini çözemediğim derin bir acıyı yaşıyordum. En derinlerde kopan bir şeyler vardı, sanki tüm damarlarım bir anda patlamış ve kanım vücudumun içinde bir noktaya yığılıp kalmış gibi... Mide bulantısı, baş dönmesi ve müthiş bir boşluk hissi. Tam olarak tarifi zor bir his, çünkü ne hissettiğimi daha ben bile tam olarak çözmüş değilim. Tek bildiğim, onun her kelimesinin bende işkence etkisi yaratması.
Önce ellerim, sonra bacaklarım ve daha sonrasında tüm vücudum titremeye başladı. Hazar'ın panik hâlinde bana baktığını, Atilla'ya bir şeyler söylediğini görebiliyordum ama ne söylediğini duyamıyordum. Ağzımdaki bezi çekip çıkardı ve parmaklarıyla gözlerimi aralayıp, göz bebeklerimi kontrol etti. Emir, sadece put gibi durmuş bakıyordu ama Hazar ona bağırınca, o da kelepçeleri açmak için yardımcı olmaya başladı.
Vücudum cereyana kapılmış gibi zangır zangır titriyor, gözyaşlarım sessizce kulaklarıma doğru süzülüyordu. Demek böyle olacaktı sonum. Bir kalp krizi, öncesinde kaybettiğim işitme yetim ve kan kusarak, sessizce ağlayarak. Acı çekerek son bulacaktım.
Atilla, üzerinde uzanmış olduğum beton mezarın üzerine çıktı ve dizlerinin üzerinde oturarak gözlerime baktı. Hazar ona bir şeyler söylüyordu ama hiçbir şey duyamıyordum. Belki o da bana sesleniyordu ama sadece gözlerini görebiliyordum. Göz bebeklerinde kendi aksimi gördüm, endişe alevleri her yanını sarmış, elleriyle yanaklarımı kavramıştı.
Bedenim geçen her saniye daha da şiddetle sarsılıyor, boğazımdan yukarıya ekşi bir sıvı yükseliyordu. Dudaklarımın kenarından yanağıma doğru akan o katı sıvı Atilla'nın eline bulaştı ve Atilla şok geçirmiş gibi kendi eline baktı. Kanım eline bulaşmıştı ve onun bakışları elindeki kan ve gözlerim arasında mekik dokuyordu. Beni öldürdüğünün farkında değil gibi bakıyordu. Bunu istemeden yapmış gibi bakıyordu.
Hazar Atilla'nın omzuna dokunup, onu kendine getirmeye çalıştı. Bunu iki defa tekrarladıktan sonra Atilla kendine geldi ve bir eli maskesine giderken, diğer eliyle gözlerimi kapadı. İri eliyle iki gözümü birden kapatırken, titreyen başımı sabit tuttu ve az sonra dudaklarımın üzerinde bir baskı hissettim. Sadece uzun ve sert bir baskıydı bu. Ne olduğunun farkında bile değildim. Göremiyorum. Duyamıyordum.
O, duymayan birini, bir de kör edecek kadar acımasızdı. Bense onun eline düşmüş zavallı bir kurbandım.
Dudaklarımın üzerindeki o müthiş baskı, bedenime yayılan titremeleri bitirdi. Sonunda nefes aldığımı hissedebildiğimde, dolu gözlerle gülümsedim. Dudaklarımın üzerindeki o koyu baskılar bitti ve gözlerimin üzerine kapanan o el geri çekildi. Kirpiklerimi aralayıp, bir umut ona bakmak istedim. Belki yüzünü görebilirdim ancak geç kaldım. Sadece uzun siyah sakallarını gördüm ve az sonra maskesini tekrar aşağıya indirip yine saklandı benden. Elimin üstüyle dudaklarımı silerken ona baktım. Beni öptü ve garip olan yanı ise, bu öpücüğün çektiğim tüm acıları dindirmesi oldu.
Elini bana uzattı ve ben elimi avucuna bırakmak istemedim. Doğrulup oturdum ve bir anlık göz kararmasından sonra kendime gelip, onun bana uzattığı yardım elini sinirle ittim. Taş yataktan atlayıp Emir'in önünden, Hazar'ın yanından geçip yavaşça adımlamaya başladım. Herkes durmuş bana bakıyordu, şuan kanlar içinde korkunç görünüyor olabilirdim fakat benim tarafımdan bakıldığında da, onlar daha korkunç görünüyordu.
Zeminde çıplak ayaklarımla daha birkaç adım atmıştım ki, başımın üzerine sert bir darbe yemişim gibi sarsıldım ve dengemi yitirip öne doğru düştüm. Ellerim ve dizlerim sertçe yere tosladığında, canım bir kez daha yandı. Belime sarılan büyük bir kol beni yerden kaldırdı ancak sonrası zihnimin oyunlarından ibaretti. Hiçbir şey yoktu.
🎭
"Kaç saattir uyuyor?"
"Umarım uyanmaz."
"Ya bir sus! O senin yengen!"
"Bu düzenbaz kadın benim hiçbir şeyim değil, abim safsa bu benim suçum mu?"
"Sadece abin mi?"
"Hızır..."
"Tamam bir şey demedik, agresif ergenler gibi davranmayı kesmelisin."
"Hızır..."
"Hızır da Hızır, millet her şeyi yapsın, siz anca Hızır'a kızın zaten!"
"Şu çeneni kapatacak mısın? Yoksa ben kapatayım mı?"
"Gel kapat, hadi bekliyorum gel."
"Çocuklar bi' durun, sırası mı şimdi kavga etmenin?"
"Kavga etmiyoruz ki, her zamanki Emir işte... Bir şey diyeyim mi? Kami iyi bile dayandı, ben sabaha çıkmaz diyordum. Ati tüm acısını çıkmıştır artık, ölümden son anda döndürdük. Az kalsın gidiyordu."
"Kötüye hiçbir şey olmaz, bu katıldığı ilk ayin değildi sonuçta."
"Hadi çıkalım, biraz dinlenip kendine gelsin. Saat daha çok erken."
Kapı açıldı ve sonra birkaç kişinin ayak seslerini duydum. Kapı kapandı ve ben derin bir soluk alıp, "Sonunda!" diyerek gözlerimi açarak ve doğrulup oturunca, tam karşımda duran Atilla ile göz göze geldim.
Siyah bir gömlek giyinmiş, önden üç düğmesini açık bırakmıştı. Esmer, parlak tenine dokunan kolyelerinde gezinen bakışlarım yukarıya tırmandı. İnce bir şalla yüzünü ve başını sarmıştı. Bu sefer alnının neredeyse tamamı ve alnına dökülen simsiyah saç tutamları görünüyordu. Siyah ve menekşe rengi cam gözüne baktım. Cam gözünün yan tarafında, yani şakağına doğru uzanan kesik izleri vardı. Sanki biri bıçakla defalarca kez yüzüne kesikler atmış gibi, çok canı yanmış olmalı.
Neden herkese üzülüyorum ve kimse bana üzülmüyor? Keşke benden bir tane daha olsa ve o da bana üzülse.
Oraya odaklandığımı farkedince, hemen şalıyla orayı da kapadı ve bakışlarını benden kaçırdı. "İyi misin?"
"İyiyim, yani şimdilik." Dedim imâ barındıran bir sesle. "Tabii beni tekrar bağlayıp, kan kusturana kadar eziyet etmeyeceksen, iyi olabilirim."
Bakışları bir anda gözlerime çevrildi. "Böyle olmaması gerekirdi, ben yanlış bir şey yapmadığıma eminim. Fakat vücudunun böyle bir tepki vermesi çok garip, daha önce böyle olmamıştı."
Çünkü ben sizin gibi değilim. Siz nesiniz, kimsiniz onu bile bilmiyorum ki!
"Sanırım bir atak geçirdim," dedim o anları düşünerek. "Ne olduğunu ben de bilmiyorum ama bu eziyetlerin devam edecekse, ben defolup gideyim... Bana nadide bir çiçek gibi hissettiren o adamın, aynı günün gecesinde beni kan kusturması bünyemi alüst etmiş olabilir."
"Ben yanlış bir şey yapmadım!" diye tekrarladı. İstikrarı takdire şayândı.
Sinirle ayağa kalkıp, yatağın üzerinde yürüdüm ve ona yaklaştım. O yerdeydi ama buna rağmen neredeyse aynı boydaydık. Gözlerinin içine baktım. "Bana ne yaptığının farkında mısın? Neredeyse ölüyordum!"
"Asıl sen," diyerek keskin bir sesle susturdu beni, "Sen ne yaptığının farkında mısın?!"
"Ne yapmışım?"
Bir kavga ancak bu kadar sessiz ve hiddetli olabilirdi.
"Evleneceğimiz gün beni bırakıp gittin, buna rağmen seni kabul ettim. Beni, ailemi, ailemizin kurallarını biliyordun! Bunu bilerek benimle oldun! Şimdi gelip şikâyet mi ediyorsun?"
"Sevdiğin birine zarar vermezsin Atilla, bunun bahanesi olamaz!"
Kolumu tutup beni kendine çektiğinde, bir nefes mesafesi bile kalmadan birbirimize tosladık. Yakından çok daha korkunç gözleri vardı, üstelik öfkeyle baktığında o bakışlarıyla bile öldürebilirdi. "Beni aynalara küstürdün," dedi, daha sakin bir sesle. "O zaman sen de beni sevmiyorsun."
Elini kolumdan sertçe sıyırarak ittim ve yüzüne biraz daha yaklaştım. "Ben hiçbir şeyi boş yere yapmam, yaptıysam da hak etmişsindir!"
Kamelya şuan benimle gurur duyduğunu biliyorum ama bunu, sırf senin yerine geçtiğim için yapıyorum. Bu ben değilim.
"Demek öyle," dedi tehditkâr bir sesle.
"Aynen öyle," diye onayladım, "sen de sütten çıkma ak kaşık değilsin, masum rölü yapmayı kes! Aklın başında değil, dün gece yaptıklarından sonra buna emin oldum zaten. Ben manyak mıyım durduk yere sana bir şey yapayım? Hak ettin, yaptım! Ayrıca abartma, bir yara işte..."
Belki beni kovarsın diye yapıyorum Atilla, çok üzgünüm. Kardeşime kavuşmak istiyorum.
"Sadece bir yara, öyle mi?" diye sordu, kısık ve içten bir sesle. "Gözümü kaybettim... Sağ gözümün ne suçu vardı? Şu gözlerim senden başka kimseye bakmadı!"
Kamelya, ah Kamelya! Yediğin naneler burada beni tırmalıyor, sen neredesin acaba?
"Yanlışlıkla oldu!" diye savunmaya geçtim. Yapmadığın bir şeyi yapmış gibi davranmak ve bir de hiç yapmadığın bir hatayı telafi etmek o kadar zor ki... "Sana zarar verecek raddeye geldiysem, ikimizden biri ölmeden o savaş bitmezdi. Ben sadece kendimi korudum, kendimi senden korudum ve yüzündeki yaralar sadece benim nefs-i müdafaamdır. Baktıkça bunu hatırla, sevgili Atilla Karahan..."
"Hiç değişmemişsin," dedi ve gözleri histerik bir gülümsemeyle kısıldı. Öyle hissettim. "Hâlâ acımasız ve riyakârsın. Senden bir özür beklemiyorum, ne yaptığımın farkındayım. Ama bu benim suçum değildi. Biliyorsun."
Hayır, lanet olsun hiçbir şey bilmiyorum.
"Ve en azından yaralarımı küçümseme, bana daha çok eziyet etme."
"Eziyet nedir biliyor musun? Dün gece bana baktıkların! Sen böyle biri oldukça, kim senin yanında kalmak ister ki? Kim seni sevmek ister?"
Sustu ve bakışlarını önüne indirdi. Çok özür dilerim, ben buraya ait değilim. Seni anlayamam ve senin doğrularınla yaşayamam.
"Yapabilirim sandım ama olmuyormuş. Biz hiç olmamalıymışız." dedim ve onun yanından geçip yataktan indim.
"Kamelya!" diye seslendi ama durmadım.
Bana giydirdikleri siyah uzun tüllü elbiseyi daha yeni farkediyordum. Kollarımdan sarkan tüller yere kadar uzanıyordu ve iki tarafta derin yırtmaçları vardı. Yürüdükçe açılan bacaklarıma vuracak olan soğuğu daha şimdiden hissetmeye başlamıştım. Dışarısı kar-kıyamet idi. Pencerelerden gördüğüm kadarıyla etraf hâlâ bembeyazdı ve kar fırtınası vardı. Rüzgâr, uğultusu içeriye dolacak kadar şiddetliydi.
Merdivenleri inerken duvar boyunca asılmış aynalara bakarak indim ve bu an tam arkamdan bir ses duyunca, ikilerek hemen arkamı döndüm. Atilla da yoktu, başka biri de ama o ses nereden gelmişti?
Bir süre öylece bekledim ama Âtilla merdivenlerin başına gelip durunca, önüme dönüp merdivenleri hızlıca inmeye devam ettim. Kapının oraya ulaştığımda açmak için zorladım ama gücüm yetmedi. Bir süre kapı kulpunu çekiştirdim ama benim gücümle değil, kendiliğinden açılınca dönüp merdivenlere baktım. Atilla yukarıda duran elini aşağıya indirdi ve bana 'gitme' der gibi bakmaya devam etti.
Keşke başka bir evrende, başka şartlar altında tanışmış olsaydık, olabilseydik sesinle.
Önüme dönüp dışarıya bir adım attım ve etrafa bakınca, şaşkınlıktan çenem aşağıya düştü. Ne kar vardı, ne de fırtına... Aksine günlük - güneşlik bir hava, yemyeşil çimenler ve ağaçlar vardı karşımda. Daha az evvel pencereden gördüklerim neydi peki? Ne garip bir yerdi böyle...
Dışarıya bir adım attım ve sıcak toprak, yeşil çimenler içimi ısıttı. Birkaç adım daha attım ve etrafa bakındım. Yemyeşil bir ormanın ortasında, çiçeklerle dolu bir bahçe vardı karşımda. Atlar kişniyor, kelebekler çiçeklerin üzerinde uçuşuyor, güneş her şeye can veriyordu. Fakat güneş o kadar uzakta ve küçük görünüyordu ki, üstelik etrafı kan kırmızısıydı. Tüm bunları görünce, buranın dünya olmadığını bir kez daha anladım. Peki, ben dünyaya nasıl gidecektim?
Atilla, gitmek istersem Lilith'i alabileceğimi söylemişti. Yalın ayak bir yere varamazdım. Bu yüzden ahıra yaklaştım ve atların arasından Lilith'i bulup, kahverengi tüylerini okşadım. Onu diğerlerinin yanından çıkarıp bahçe kapısının oraya kadar getirdim ama tam arkamda birinin varlığını hissettim. Arkamı dönüp ona baktım, bir çift ürkütücü göz her hareketimi takip ediyordu.
"Nasıl oldu bu? Az önce kar yağdığına eminim." dedim, ciddiyetimden ödün vermeden.
"Ayakların üşüyeceğine, ölmeyi yeğlerim sevgili Kamelya'm."
Sadece durup öylece baktım, uzun bir süre ne diyeceğimi bilemedim. Mâdem bu kadar seviyordu, neden zarar verdi o zaman?
"Gitmemi istemediğini sanıyordum," dedim, "şimdi ise gitmem için yardım ediyorsun."
"Bana baharı getiren sensin, sen gittikten sonra buralar yeniden zemheri olacak."
"Birini dünyalar kadar bile sevsen, o senin için doğru kişi değilse, bırakıp gitmelisin. Biz birbirimize zarar veriyoruz, Atilla. Biz birbirimiz için doğru kişi değiliz."
"Ben elimde olmadan yaptım, sense o an kendini savundun. İkimiz de istemeden yaptık bunu. Aslında birbirimize hiç zarar vermek istemedik."
"Ama verdik..."
"İstemeden."
"Gitmem gerek," dedim istifimi bozmadan. Kalırsam kalmak isterim, kalmaya devam ederim ve hiç gidemem diye korkuyorum. "Benim kendi dünyam var, ben buraya ait değilim." dedim ve ona arkamı dönüp, Lilith'in sırtındaki yehere oturdum. Yularını elime alıp, onu kapıya doğru yönlendirdim.
Gür bir sesle arkamdan seslendi ve sesi etrafta yankılandı.
"Burası benim dünyam ve kaçtıkça dönüp dolaşıp yine bana geleceksin, sevgili Kamelya'm..."
Kendinden bu kadar emin oluşu beni bile şüpheye düşürdü ama durmadım ve, "Deh!" diye bağırarak ayağımla Lilith'e yavaşça vurarak, "Daha hızlı!" dedim, "Lütfen götür beni buradan! Beni kardeşime götür. En azında ona ulaşabileceğim bir yere..."
Elbisenin tülleri ve Lilith'in siyah saçları rüzgârın âhengiyle uçuştu. Beraber kozalak kokan yemyeşil ormanın içine daldık. Dümdüz gitmeliydim, yoldan sapmadan, bana yardım edebilecek birini bulmalıydım. Endişe dikenli telleri boynuma dolamış, kaygı soluk yollarımı tıkamıştı. Korku ve kan, vücudumda anlaşarak yaşıyorlardı. Beraber dolanıyorlardı ancak korku, bazen kana karşı zorbaca davranınca, ayakta durmakta bile güçlük çekiyordum. İşte o an mevsimler farketmeksizin bedenime kış geliyordu. Atilla'nın bilmediği şey de buydu, ben çok soğuk bir kadınım ve onun kalbini yeniden ısıtamam. Hele ki, o durumu bu kadar zorlaştırıyorken. Ben Kamelya'nın kırdığı kalbi, Kamelya olarak tamir edemem. Belki Nilay yapardı ama ben yapamam. Buna gücüm yetmez.
Lilith, ağaçların arasından yağ gibi kayıp geçiyordu. Zekiydi, onu yönlendirmeme gerek bile yoktu. Sadece yularını elimde tutmuş, beni buradan uzaklaştırmasını bekliyordum. Bedenim onun üzerinde zıplarken kalbimin biraz daha daraldığını hissediyordum. Birkaç saatliğine de olsa değerli biri gibi hissettim. Bir prenses gibi. Teşekkürler Atilla, sana sonsuz teşekkürler.
Dönüp arkama baktığımda, geçip gittiğim yerlerdeki ağaçların kuruduğunu, çiçeklerin solduğunu gördüm. Önüme dönüp telaşla Lith'in yularına sıkıca tutundum. "Daha hızlı! Lütfen daha hızlı!"
Kendimi cehennemden kaçmaya çalışan bir zavallı gibi hissediyordum. Ama ben işlediğim günâhların karşılığında buraya atılmış gibiydim, kaçamıyordum. Nereye gitsem aynı yer gibiydi. Sanki bu koca kürede onun evinden başka gidecek hiçbir yer yokmuş gibi.
Lilith hızla koşarken, önüme çıkan bir dala çarpmamak için eğildim ve başımı kaldırıp ileri baktığımda, Atilla'nın tam karşıda durduğunu gördüm. Bir elini kaldırdı ve Lilith ani bir büdremeyle arka ayaklarının üzerine yükselip, gür bir sesle kişnedi. Lilith'in yuları ellerimin arasından kayıp gitti ve az sonra sırt üstü yere çakıldım. Öksürerek yan dönüp tek dirseğimin üzerine yükseldim. Vücudumda ağrımayan tek bir nokta yoktu. Sanki tüm kemiklerim kırılmış, etime saplanıyordu ama hareket edebiliyordum.
Başımı kaldırıp etrafa bakındım ama tam bu an bedenim yerde sürüklenmeye başlayınca, çığlık çığlığa bağırdım. Atilla olduğu yerde durmuştu ve ben onun yanına doğru sürükleniyordum. Ayak bileklerime dolanan görünmez eller beni ona götürüyordu ve o, acımasız bakışlarıyla ona gelmemi bekliyordu.
Kendinde değil gibi görünüyordu. Kesinlikle demin yanından ayrıldığım o Atilla değildi, beni parçalara ayırmak istiyor gibi bakıyordu ve ne olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu.
Ayaklarım onun ayaklarına ulaşınca bedenim sürüklenmeyi bıraktı. Yere yasladığım ellerimle doğrulup oturdum ve korku dolu gözlerle ona baktım. Bulunduğumuz yer onun gözlerindeki dehşeti yaydı, karlar üzerimize yağmaya başladı. Soğuk topraktan yükselerek tenime işledi. İşte şimdi başlıyorduk ve gerçekleri öğrenme sırası gelip çatmıştı...
|
0% |