@hadizade
|
"Acının şiddetli oluşu değil,
Sürekli oluşu yoruyor bizi."
~ Oğuz Atay ~
💲
Tüm uzuvlarımı gezen hâzin bir korku vardı. İleri doğru attığım her adımda bileklerime dolanan geçmişin sarmaşıkları, beni sürekli geriye doğru sürüklemeye çalışıyordu. Her defasında keskin bir bıçakla o sarmaşıkları kesmeme ve azimle ileriye atılmama rağmen, bu kısır döngüden bir türlü kurtulamadım. Galiba artık geçmişimle ve kim olduğumla ilgili kendimle barışmam gerekiyordu.
Dudaklarımdan onun ismi dökülmeden evvel, kaç dakika sadece burada donup kaldım bilmiyordum. Zira buz mavisi gözleri tenimde ne zaman dolanacak olsa, baktığı açıda kalan her bir zerrem buz tutuyordu. Üzerimde, hatta tüm insanların üzerinde kan dondurucu bir etkisi vardı. Şimdi Merve'nin üzerindeki o donuk ifadeyi ve gözlerindeki korkuyu anlayabiliyordum.
"Boris," diye fısıldadım, bakışları dudaklarımdaki hareketleri okudu ve tekrar gözlerime baktı.
"Добро пожаловать, Налан." "Hoş geldin, Nalan."
"Что ты здесь делаешь?" "Burada ne işin var?"
Koltukta bacak bacak üstüne atarak oturmuş, bir kolunu koltuğun tepesine yaymıştı. İlk dikkatimi çeken şey, ellerindeki siyah deri eldivenlerdi. Zihnimde canlanan ilk görüntü, Mehmet'in bana saldırırken giydiği o eldivenler oldu. Yani, bu eldivenler boşuna giyilmiyordu. Hele ki, yaz günü. Onları bir can almak için giymişti. Her zaman olduğu gibi.
"Beni kandırdın," dedim Merve'ye bakarak, "ondan korkup yaptın da, benden hiç korkmadın mı?"
"Özür dilerim," dedi başını iki yana sallayarak, "sen de biliyorsun, itiraz etme hakkım yoktu."
Yüzümü tiksintiyle Boris'e doğru çevirdim ancak hitabım Merve'ye idi. "Bizi yalnız bırak."
"Tabii, tabii!" dedi hemen ve tam gidecek ken, Boris'in ona seslenmesi ile beraber durdu. Onu durdurmasından ne kadar memnuniyyetsiz olduğunu, yüzünde görebiliyordum.
O aksanlı sesiyle, "Gitme, burada kal." diyerek yavaşça ayağa kalktı ve Merve'ye yaklaştı. Aramızda sadece iki metre varken, Merve'nin bedenindeki titremenin o yaklaştıkça biraz daha artmasına ânbeân şahit oldum. Merve'nin arkasına geçip, elini onun karnına koyduğunda, Merve sessiz gözyaşları dökerek başını iki yana salladı. "Bunu yapma, bebeğime dokunma lütfen!" diye yalvarışları fazla çaresiz, fazla sessizdi. Zira onun yerinde ben olsam, o eli benim karnıma değmeden kırılmış olurdu.
"Boris, onu bu işe karıştırmaman gerekiyordu."
Buz mavisi gözleri gözlerime ulaştı ve soğuk bir gülücükle dudakları kıvrıldı. "Bir işi beceremedin Merve, sen hiçbir işe yaramazsın."
Bir anda beliren o bıçağın ışıltısı gözlerimi alırken, tek bir saniye bile uyanmama izin vermeden o bıçağı gözlerimin önünde Merve'nin karnına sapladı. Merve'nin beli geriye doğru gerilirken, dudakları aralandı ve her şey, onlar gözlerimin içine bakarken bir anda gelişti.
"Hayır!" demek istedim ancak bu bile mümkün olmadı. Bıçağı çekmemeliydi. İleri atılıp onu ittim ve Merve kollarını boynuma doladığında, Boris ile göz göze geldim. Yüzünde en ufak bir pişmanlık yoktu, duygusan yoksundu. "N'aptın sen?" derken, kulaklarım Merve'nin yalvarışları ile doldu.
"Nalan yardım et! Bebeğim... Onun ölmesine izin verme!"
"Hadi onu hastaneye yetiştir, hızlı olursan belki birini kurtarabilirsin. Пока." dedi ve bizi öylece bırakıp salondan çıktı.
Merve'yi koltuk altlarından tutarak koltuğa yaklaştırıp, yavaşça yatırdım. "Bekle, ambulans çağıracağım!" dedim.
"Nalan," dedi, ben telefonuma sarılmışken. Sessize aldığım telefonumda Akın'dan bir mesaj ve bir arama vardı. Bildirim tabelasından o mesajı gördüm.
Akın: Sana olan güvenimi kırmamalıydın.
Haklısın, inan bana haklısın ama hiçbir şey bilmiyorsun. Ne yaşadığımı, kim olduğumu, neyi niye yaptığımı bilmiyorsun.
"Sakın kıpırdama," derken, bir yandan da ambulansı arayıp, adresi ve durumu anlattım. Merve gözlerimin önünde kıvranırken, elini bıçağa götürdüğünü gördüm ve telefonumu kenara atıp elini tuttum. "Sakın, çıkarma! Kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?"
"Ulvi'ye," diye fısıldadı, "ona haber n'olur!"
"Gelir mi sanıyorsun? Ah, Merve! Niye bulaştın ona?"
"Canım yanıyor."
"Dayan, hastane çok uzak değil. Müdahale etmem doğru olmaz."
"Ben Ulvi'ye ihanet etmedim! Onu hâlâ seviyorum, neden bu kadar üzgünüm sanıyorsun?" Gözleri kapandı ve ağzından derin nefesler almaya başladı.
"O zaman Boris ile ne işin vardı? Bu bebek onun mu? Onun bebeği mi?"
"Hayır! Ben onunla yatmadım! Ben Ulvi hariç hiç kimseyle olmadım..."
"Merve, dalga mı geçiyorsun? Şu durumda bile yalan söylüyorsun! Testin sonuçları negatif çıktı, bebek Ulvi'nin değil!"
"Biliyorum," dedi zarzor, "zaten Ulvi'nin hiç çocuğu olmayacak."
"Bu ne demek?" diye sordum, ancak bir daha cevap vermedi. Defalarca seslenmeme, sormama rağmen bir yanıt alamadım. Bayıldığını farkettim. Nabzını kontrol ederken, duvardaki saate bakıyordum. Nabzı git gide daha da yavaşlıyordu.
💲
Koridordaki sandalyede oturmuş, Merve'nin ameliyyattan çıkmasını beklerken, beni sadece Akın'ın arayıp sorduğunu farkettim. Bu defa ben onu aradım ve telefonu kulağıma götürüp, gözlerimi kapattım.
"Neredesin?"
"Hastanedeyim."
"Ne? N'oldu? İyi misin?"
"Ben iyiyim ama Merve'yi ameliyata aldılar. Durumu pek iyi değil. Evinin yakınındaki özel hastaneye geldik, gelebilir misin Akın?"
"Elbette geliyorum, kendine dikkat et. Birazdan ordayım."
"Tamam," diyip telefonu kapadım. İlk "neredesin" derken ki o ses tonu haricinde çok sabırlı ve endişeli konuştu benimle. Sanki kızmış gibi değil de, endişelenmiş gibiydi.
Belki Mehmet'in bana zarar verdiğini bile düşünmüş olabilirdi. Acaba ona haksızlık mı ediyorum? diye düşünmeden edemedim. Ancak bizim neden bir arada olduğumuz zaten belli.
Bir aradayız. Birbirimizi beğeniyoruz. Bazen yaklaşıyoruz, ancak gerçekleri unutmamalıyız. Unutuyoruz.
Ameliyyathanenin kapıları açıldı ve içeriden bir hemşirenin çıktığını görünce, hemen ayağa kalkıp ona yaklaştım. "Excuse me. How is the patient's condition? When will the surgery be over?" Afedersiniz. Hastanın durumu nasıl? Ameliyyat ne zaman bitecek?
"The surgery is still ongoing, I can't say anything yet." Ameliyat hâlâ devam ediyor, henüz bir şey söyleyemem.
"Okay."
Hemşire yanımdan geçip gittikten sonra tekrar sandalyeye oturdum. Boris'in neden böyle bir şey yaptığını, Merve'nin neden öyle söylediğini merak ediyordum. Ancak içeride kurtarılmayı bekleyen bir bebek varken, ben de burada can çekişiyordum. Yetişkin birine olan merhametim, kesinlikle hayvanlara ve çocuklara olan merhametimden daha fazla değildi.
Akın gelene kadar ne söyleyeceğimi düşündüm, Merve'nin yanına neden gittiğimi, onunla ne ara bu kadar yakın olduğumu ve onun nasıl bu hâle geldiğini açıklamam gerekiyordu.
Bir süre sonra polis yanıma geldi ve Merve'ye ne olduğu hakkında ifademe başvurdular. Onlara Merve'nin bu şehirde yalnız olduğu için beni aradığını ve yardım isteyecek başka hiç kimsesi olmadığını, onu yaralı hâlde bulup ambulansı aradığımı söyledim. Zaten başka bir şey de söyleyemezdim. En iyisi, Akın'a da aynısını söylemekti.
Polisler gittikten sonra sandalyede öylece oturmuş, yere bakıyordum.
"Nalan."
Onun sesinden adımı duydum ve önce geldiği yöne bakıp, daha sonra ayağa kalktım. Hemen önümde durdu, telaşlı bir hâli vardı. Ancak beni kendine çekip sıkıca sarıldığında, neye uğradığımı şaşırdım. Güçlü kollarıyla belimi sıkıca sararken, ellerim havada asılı kaldı, o bana her sarıldığında olduğu gibi.
Geri çekilip gözlerime baktı. "Neden haber vermiyorsun? Şu durumda tek başına bir yerlere gitmen doğru mu?"
"Merve aradı, zaten seninle de, Ulvi ile de arası kötü. Ona yardım etmeyeceğinizi düşünmüş ki, beni aramış. Aceleyle çıktım zaten, ne yaptığımı bile hatırlamıyorum."
"Yine de bana haber vermeliydin! Bi' daha bunu sakın yapma, ben senin iyiliğini düşünüyorum."
"Peki," dedim, "öyle yaparım."
"Merve'nin durumu nasıl? Neler oldu?"
"Bilmiyorum, beni aradı, gel dedi, sana ihtiyacım var filan dedi ve ben gittiğimde, kapı açıktı. Yerde kanlar içinde yatıyordu."
"Onu kucağına mı aldın? Sen mi getirdin?" diye sordu.
"Hayır, bıçak hâlâ karnındaydı. Müdahale etmek istemedim, hem zaten ben ne anlarım? Hemen ambulansı aradım."
Bakışları kuşkuyla üzerimde gezindi ve, "Ona sarılmadın yani," diye sorunca elim ayağım buz kesti. Sanki o anı kendi gözleriyle görmüş gibi konuşuyordu ama bu mümkün değildi. Elini ileri uzattı ve üzerimdeki keten gömleğin göbek kısmını tutup, beni kendine doğru çekince bedenlerimiz birbirine tosladı. Burun duruna geldik. Yüzüme doğru eğilip, "O zaman sen niye kanlar içindesin?" diye sorduğunda, sesiyle tenimi ve bakışlarıyla ise göz bebeklerimi delip geçti.
"Yardım ettim! İyilik de yaramıyor size!" diyerek üste çıkmaya ve onu itmeye çalıştım, ancak eli yumruk hâlindeydi ve gömleğim o avucunun içindeydi. "Akın, bıraksana beni! Deli misin?"
"O evde ne oldu Nalan? Bana anlatmazsan, sana yardım edemem!"
Dayanamadım ve elimin kenarıyla bileğine sertçe vurup, onu kendimden uzaklaştırdıktan sonra, "Senden yardım isteyen de yok zaten, sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben Nalan Arga'yım!" diye bağırdım.
Tilki bakışları gözlerimdeydi, o gözler şimdi çok daha dikkatle bana bakıyordu. "Aslında biliyorum," dedi, "ama sen benim tanıdığım kişi misin, işte ondan pek emin değilim."
Bir anda kendi söylediğim sözlere lanet ettim. Ben biraz önce kendime ihanet ettim. Hani söylemeyecektim? Hani kabul etmeyecektim kaderin bana vadetittiklerini? Hani bu düzene karşı gelen olacaktım?
Ben o değilim, ben buyum. Şuanki kızım. Bunu ben yarattım. O olmayı reddettim.
"Ben özgür bir insanım, beni zorla yanında tutman yetmiyormuş gibi!.." diye bağırıp sustum ve ona arkamı dönüp derin bir nefes aldım. "Sürekli beni yalancılıkla, hırsızlıkla, ya da katil olmakla suçlamandan bıktım. Her an her şeyi yüzüme vurmandan, hatırlatmandan, bana işkence çektiren şeylerle beni bir araya getirmenden bıktım, usandım anlıyor musun?"
Etrafımdan dolanıp önüme geçti. Bakışlarım yavaşça yukarıya tırmanıp, orman yeşili gözlerine, irislerine dokundu. "Ben Sara'nın katiliyim ya hani, paranı çalan kişiyim ya, bir adamın sevdiği kadını, bir çocuğun annesini alan kişiyim ya, bence ben burada elimi kolumu sallayarak yaşamaya devam etmeyi hak etmiyorum. Her ne kadar senin esaretinde olsam da, ben hâlâ hak ettiğimden çok daha özgürüm Akın. Ben teslim olmaya gidiyorum, sakın beni durdurmaya çalışma. Kendini boşuna yormuş olursun."
|
0% |