Yeni Üyelik
39.
Bölüm
@hadizade

💲 

 

İçimde bir yerlerde ondan kaçışım olmadığını biliyordum, fakat buna inanmak da istemiyordum. Ben Akın'ı seviyordum ve onunla mutlu olabilirdim. Bu, hiç mi hiç umurlarında değildi. Onlar için sadece kendi kuralları geçerliydi. Birinin kimi istediği ya da ne istediği, hiç umurlarında olmamıştı. Tabii karar tek başına verilmiyordu. Tüm konsey toplandığında belki de bana merhamet edilirse, onlar affedilmeyecekti. Dolayısıyla, bu karar sadece onlara ait değildi.

 

Korktuğum başıma gelmişti. Boris, sırf onun istediğini vermedim diye yakınlarıma zarar vermeye başlamıştı ve bunu yapmaya Leyla'dan başlamıştı.

 

"Hadi, acele et!" dedim Akın'a bakarak. Gözyaşları içerisinde boğuluyordum. Bu, sadece kucağımda hareketsiz halde yatan Leyla'nın çektiği acıdan kaynaklanmıyordu. Elbette bir kısmı böyleydi, ama canımı en çok yakan tarafı, her şeye benim sebep olmamdı. Bunun devamının geleceğini de biliyordum. Boris bununla kalmayacak ve çok daha kötü şeyler yapacaktı. Ama Akın'la evleneceğim, babamın kulağına giderse -ki bunu söyleyeceğine dair beni tehdit etti- işte o zaman işler iyice karışacaktı.

 

Hastaneye vardığımızda acilden hemen giriş yaptık. Leyla'yı sedyeye alıp götürdüler. Bu sırada, koridorda gidebildiğimiz yere kadar onu takip ettik. Odaya alındıktan sonra, biz yalnız kaldık. Parmaklarımla gözlerimi ovuşturup sildim ve derin bir nefes alarak etrafımda dolandım. Akın yanıma yaklaştı ve omuzlarımdan tutarak beni kendine bakmaya zorladı.

 

"Bana bak, Nalan," dedi sert bir sesle. "Sen ne olduğunu biliyorsun, öyle değil mi? Kimin yaptığını biliyorsun!"

 

"Hayır!" dedim, gözyaşları içerisinde kafamı sallayarak. "Bilmiyorum."

 

"Yalan söylediğin belli!" dedi. "Hatırla! Daha iki gün önce olanları hatırla. Ne dedin bana? 'Keşke daha önce anlatsaydım' dedin. Bu kadar anlayışla karşılayacağımı bilsen her şeyi daha önce anlatırdın. Ve şimdi, tepkimi biliyorken neden hâlâ benden saklıyorsun? Bunu Boris yaptı, değil mi?"

 

Haklıydı. Aslında bizi sadece Akın koruyabilirdi. O, kurtarabilirdi. Babamın serveti dışında param yoktu ve bu serveti kullanmak istemiyordum. Kendime bir düzine koruma alıp koruyabilirdim ama ne ben o paraya tenezzül ederdim ne de sadece kendimi düşünerek böyle bir şey yapardım. Benim için sevdiklerim, kendi canımdan çok daha önemliydi. Zaten sadece birkaç sevdiğim varken onları da kaybetmeye dayanamazdım.

 

Akın'ın bana bir şeyler anlatmak istediğimi fark ettiğini gördüm. Bir umutla bekliyordu. Ama ona bunları anlatmak, onu Boris'in üstüne salmak demekti. İnsan, sevdiği birini bile bile ateşe atar mıydı?

 

"Lütfen, hiçbir şey sorma," dedim ağlamaklı sesimle. "Lütfen, bana şu an hiçbir şey sorma. Halimi görmüyor musun?"

 

"Tamam, sakin ol," diyerek beni çekip kendine sarıldı. Yıllarca dayak yedikten sonra dayağın iyi olduğuna inanmış, sevilmenin ne olduğunu bilmeyen hasta bir köpek gibi uludum. Onun bana gösterdiği sevgi ve şefkat canımı yakıyordu. Alışık olduğum hayattan ve davranışlardan çok uzaktı. Sevgisini sarılarak, saçlarımı okşayarak göstermesi bana çok garip geliyordu; bedenim, böylesine sevilmemişti.

 

Belki de babamın ve annemin zihnime yerleştirdiği o aşağılık kompleksini yenemeyecektim. Çünkü ben, Akın gibi iyi bir adama layık görmüyordum kendimi. Bana ancak Boris gibi biri yaraşırdı. Ancak bunun için çok geçti. Her şeyi Akın'a anlattım ve o, her şeye rağmen yanımda olacağına söz verdi. Sadece beni değil, sevdiklerimi de koruması gerektiğini ona söylemeliydim. Ama Boris'ten, babamdan ve konseyden onları nasıl koruyabilirdi ki? Buna Akın'ın bile gücü yetmezdi.

 

Hastanenin soğuk koridorlarından birinde sandalyeye oturmuş, öne doğru eğilip kafamı avuçlarımın içine alarak kara kara düşünüyordum. Ne yapacaktım? Resmen "aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık" vaziyetindeydim. Ne yaparsam yapayım, iki ucu da bana batıyordu.

 

Ben düşünceli şekilde orada otururken, Akın yanıma gelip önümde dizini kırarak yere çöktü. Ellerini dizlerime koydu ve, "Nalan, hadi anlat bana," dedi. Aradan neredeyse yarım saat geçmişti ama hâlâ sakinleşememiştim.

 

"Akın, lütfen..." dediğimde, sözümü kesti.

 

"Bana lütfen demeyi kes!" dedi bu defa sert bir ifadeyle. Kendimi daha da gerilmiş hissettim. Sırtımı sandalyeye yaslayıp ona tedirgin bir şekilde baktım.

 

"Leyla'nın bu hale gelmesindeki sebep Boris Pavlov mu?"

 

Al işte, söylememe gerek bile kalmadan kimin yaptığını anlamıştı. Zaten söylesem de sevmezdi, değil mi?

 

Sol gözümden bir damla yaş süzülürken başımı aşağı yukarı salladım. "Evet, o yaptı ve yapmaya devam edecek. Sırf seninle birlikte olmayı seçtim diye sevdiklerime zarar verecek. Sen sadece beni koruyorsun, Akın. Senin yanında kalırsam onları kim koruyacak? Teyzemi, kuzenimi, arkadaşlarımı kim koruyacak?"

 

Bir süre sessizce gözlerime baktı. Orman yeşili gözlerini kısarken kaşları çatılmıştı. Alnında derin bir çukur oluşmuştu. Sonunda, kendinden emin bir sesle, "Onları da ben koruyacağım. Bundan sonra hiçbirinize zarar veremeyecek. Üstelik bu yaptığı yanına kâr kalmayacak," dedi.

 

"Akın, saçmalama. Boris'in diplomatik dokunulmazlığı var. Ona bir şey yapamazsın!"

 

"Kim demiş?" dedi, tehlikeli bir sesle. Ayağa kalkarken ellerindeki kabarık damarların seğirdiğini görüyordum. Ellerini yumruk yapıp tekrar açtı. "Artık ben de bir asker değilim. İşimden oldum. Madem öyle, bari bir işe yarasın. Karanlık tarafa geçme zamanı geldi..."

 

Yüzümde şaşkınlıkla ona baktım. "Bu da ne demek şimdi? Karanlık tarafa geçmek de ne anlama geliyor?"

 

"Hayır!" diyerek elini tuttum ve hemen ayağa kalktım. "Hayır!" diye tekrar ettim başımı iki yana sallayarak. Göz göze geldik. Diğer elini de tuttum ve ona yaklaştım. "Ben seni iyiliğin için sevdim. Eğer onlar gibi olursan ne farkın kalacak? Yapma, Akın! Onlardan biri olma..."

 

"Zalimle savaşmak için zalim olmak gerekir," dedi. "Her masum, kırılıp yıkıldıkça bir gün zalime dönüşür."

 

"Bu senin elinde," dedim hemen. "Sen de zalim olmak zorunda değilsin. Biz güzel bir hayat yaşamak için savaşmıyor muyuz? Kötü olursak biz de onlardan biri olmaz mıyız?"

 

Yavaşça yüzüme doğru yaklaştı ve itiraz kabul etmeyen bir sesle, "Bir daha kararlarıma karşı gelmeyeceksin," dedi. "Ya yanımda dur ya da çekip git. Yanımda kalacaksan bana karşı gelmeyeceksin."

 

Ellerimi bir anda bırakıp yanımdan geçip gittiğinde sanki bir anda boşlukta kaldım ellerim amaçsızca bir sürede havada kıpırdandı ve yumruk olup yanıma düştü onun arkasından bakarken bana sunduğu bu şartı düşündüm kötü biri olmaya karar vermişti artık o da ona yapılanlara karşılık verecekti ama bilmedigi bir şey vardı, böyle yaparsa, kötü birine dönüşecek ve belki de onda sevdiğim her şeyi tüketecekti...

 

O, benim dünyamda değildi, dikkatimi çekti, kalbimi verdim. Avucuna alıp sevdi, öptü, cebine koydu. Ve ben, babasına hayranlıkla bakan bir kız çocuğu gibi onu izliyordum. Yerini doldurdu; her hangi bir şeyin veya birinin. Şimdi giderse, tekrar delik deşik olurum, biliyorum.

 

💲

 

Nihayet doktor çıkıp, "Hastanın yakını siz misiniz?" diye sorduğunda, "Evet, benim!" diyerek ileri atıldım.

 

"Hastanın durumu iyi. İlk bulgulara göre darp edilmiş; kafasının bazı bölgelerinden küçük cam parçaları çıkardık. Cam, bardak veya vazo ile kafasına darbe almış görünüyor. Kalıcı bir hasar yok," dedi elindeki kâğıtlara bakarak. "Lakin uzun süre şiddete maruz kalmış. Vücudundaki yaraların birçoğu yeni değil."

 

O anlattıkça hem şok oluyor, hem de canım yanıyordu. Kaşlarımı çatıp, "Ne yani, günler sonra mı buldum onu?" diye sordum, dehşete düşerek.

 

"Yeni yaralar da var. Kafatasındaki izler yeni. Bedeninde de yeni izler var, ancak uzun bir dönem, tahmini bir ay önce yine şiddete maruz kalmış. Henüz kendine gelmedi. Hastane polisi ifadesini alacak. Geçmiş olsun."

 

Doktor yanımdan geçip giderken öylece kalakaldım. Kafam almıyordu; artık bulunduğum yere sığmıyordum. *Bir ay öncesine ait darp izleri var* da ne demekti ki? Bunun Boris'in yaptırdığını düşündüm. Bana olan hırsından, canımı yakmak için sevdiğim birine zarar verdiğine inanıyordum. Ancak bir ay önce darp edilmişse, neden bana anlatmamıştı? Neden haberim yoktu? Bana hiçbir şey belli etmemişti. Acaba benden gizlediği bir erkek arkadaşı mı vardı? Eğer öyleyse, o kişiyi bacaklarından sallandıracaktım. Hatta... orta bacağından!

 

Normal bir odaya aldıklarında yanındaki koltukta oturup onun uyanmasını beklemeye başladım. Bir süre sonra telefonuma bir bildirim düştü. Akın'dan geldiğini düşünerek hemen açıp baktım. Ancak yine Boris'ten bir mesajdı:

 

**"Kapının önünde seni bekliyorum."**

 

Bir anlık afalladım. Ona "Hangi kapının önünde?" diye cevap yazdım ama mesajı atar atmaz cevap beklemeden kalkıp odanın kapısına ilerledim. Kapıyı açıp dışarı baktığımda, Boris arkasını dönüp bana baktı. Tuz mavisi, keskin bakışları yüzümde dolaştı. Hızla dışarı çıkıp kapıyı kapattım ve elini tutarak onu oradan uzaklaştırdım. Zaten onu yalnızca böyle uzaklaştırabilirdim.

 

Hemen onu boş bir odaya sokup kapıyı kapattım. "Neden böyle bir şey yaptın?" diye haykırdım, sessizce.

 

"Yine ne yapmışım, Nalan?" diye sordu. Bir kez daha afalladım.

 

"Ne demek *ne yapmışım*? Bu kızı sen bu hâle getirmedin mi? Dalga mı geçiyorsun benimle?"

 

Ruhsuzca kafasını yana salladı. Bakışlarında düşünceli bir ifade vardı.

 

Ellerimle yüzümü kapattım, sonra gözlerimi açarak ona baktım. "İşte bu çok daha kötü," dedim. "Sen yapsan kabul ederdin." Bakışlarım sağda bir noktaya kaydı; daldım. "Leyla'nın bir erkek arkadaşı mı var?"

 

"Var," dedi Boris.

 

Bakışlarımı buz mavisi gözlerine çevirdim. "Sen nereden biliyorsun?"

 

"Ben her şeyi bilirim, Nalan."

 

"Öyle mi? O zaman şimdiye kadar neden bekledin de bana yardım etmedin? Ben Akın'ın evinde esir tutulurken neredeydin? Neden gerçek hırsızı bulup beni o evden kurtarmadın?"

 

Bu sitemkâr tavırlarım onu harekete geçirdi. "Bana yardım beklemişsin," dedi. "Dolayısıyla senin de bana karşı hislerin var demektir."

 

Ellerimle göğsüne ittim. "Saçmalamayı kes, Boris! Sana karşı hiçbir şey hissetmediğimi çok iyi biliyorsun. Madem biz çocukluk arkadaşıyız -ki değiliz!-, senin söylediğine göre öyleyiz. Madem babama sağ kolusun, madem beni seviyordun, neden kurtarmadın? Bunun hesabını ver!"

 

Bir anda bir eli belime, diğeri enseme sarıldı. Beni döndürüp yer değiştirdik. Sırtımı kapıya yasladı; bedenlerimizi tamamen birbirine kenetledi. Burnumuza kadar yaklaşıp alnını alnıma yasladı.

 

"Seni çok aradım, Nalan. Bulduğumda alabilirdim, ama senin hayatına müdahale etmemem gerektiğini söylemiştim. Belki de beni sadece böyle sevebilirdin. Ama ben müdahale etmedikçe sen benden daha da uzaklaştın. Ve artık bu konuyu ciddi ciddi konuşma zamanı geldi."

 

Bir elim göğsünde, diğeri kolunda... Onu kendimden itmeye çabalasam da fiziksel gücünü kullanıyordu. Beni sıkıca tutup kapıya sıkıştırmaya devam etti.

 

"Konsey toplandı," dedi. "Bu akşam yeni bir toplantı olacak ve ben de orada olacağım. Biliyorsun, bizim hayatımız sadece bizim ellerimizle değil, kurulan düzene ayak uydurmak zorundayız. Seni zorla yanımda tutmadım, evlenmedim diye bu akşam cezalandırılacağım. Bunu sana haber vermek için geldim. Seni son bir kez görmek için geldim, Nalan."

 

Alnını alnımdan ayırdı. Şok olmuş hâlde gözlerine baktım.

 

"Gece yarısı infaz edileceğim."

 

Bir anda beynimden vurulmuşa döndüm. Elim ayağım boşaldı; ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Çünkü konseyin kurallarına göre ya benimle evlenmeliydi ya da başka bir kızı feda etmeliydi. Ama o, kendi canını feda etmeyi seçmişti. Ve bu, Boris'ten beklenmedik bir fedakârlıktı.

 

"Boris," dedim, fısıltı gibi bir sesle. "Hayır, ciddi olamazsın."

 

"Sen Akın'la mutlu ol diye bunu yapacağım. Ama umarım, seni benim edeceğimden daha fazla mutlu eder ve ben boşuna ölmemiş olurum."

 

Kafasını boynuma gömdü. Derin bir nefes aldıktan sonra boynuma küçük bir öpücük kondurdu. Dudakları usul usul kulağıma doğru tırmandı. Eli saçlarımın arasına kaydı.

 

"Sana itiraf edemedim," dedi, kısık bir sesle. "Çünkü sen beni hiç sevmedin."

 

Boris'in bu sözleriyle dünyam iyice altüst olmuştu. Gözlerim büyümüş, dudaklarım titrerken ona bakıyordum. O ise hala aynı soğukkanlılıkla bana veda ediyordu. Kelimeleri bir tokat gibi yüzüme çarpıyordu ama aklım hâlâ kabul etmiyordu. Boris'in gerçekten ölümle burun buruna olduğu fikri, tüm bedenimi buz gibi yapmıştı.

 

"Hayır!" diye haykırdım, kendimi kaybedercesine. "Bunu yapmana izin vermeyeceğim! Ölmene izin vermeyeceğim!"

 

Boris hafifçe gülümsedi, o tanıdık alaycı ifadeyle. "Nalan, bazı şeyler bizim elimizde değildir. Konseyin kurallarını biliyorsun. Eğer itaatsizlik edersen bedelini ödersin. Bu, herkes için geçerli."

 

"Ya o zaman Akın'la benim evlenmemin de bedeli varsa?" dedim, umutsuzca bir çırpınışla. "Konsey neden yalnızca seni cezalandırıyor? Beni bırakıyorlar mı? Hayır, bu doğru değil! Onlar yalnızca seni susturmak istiyor."

 

Boris'in yüzünde kısa bir süre bir şeyler kıpırdadı. Derin bir nefes aldı ve ellerini omuzlarımda gezdirdi. "Belki de," dedi. "Ama bu, benim umursayacağım bir şey değil. Sadece, onların gözünde saygımı koruyarak ölmeyi tercih ederim. Seni hiçbir zaman hak edemedim, biliyorum. Ama belki bu, senin özgürlüğüne bir hediye olur."

 

"Boris!" diye hıçkırarak bağırdım. Ellerimi yumruk yapıp göğsüne vurdum. "Sakın! Sakın böyle bir şey yapma. Seni kaybetmek istemiyorum. Akın seni öldürmek istiyor olabilir ama ben... ben istemiyorum! Hayır, bunu kabul edemem!"

 

Sözlerim Boris'i durdurmaya yetmedi. Alaycı bir gülümsemeyle başını iki yana salladı ve sert bir adım geri çekildi.

 

"Beni artık hiçbir şey durduramaz, Nalan. Konseyin kararını değiştiremezsin. Onların kuralları yazılıdır ve asla bozulmaz."

 

Ama bir plan yapmalıydım. Akın da Boris de bir şekilde benim dünyamda birbirinden farklı yerlerde olsa da varlıklarıyla hayatımı şekillendiriyorlardı. Şimdi, Boris'i bu uçurumdan kurtarmazsam onun fedakârlığıyla yaşayamazdım.

 

"Bekle!" dedim, hızla onun önüne geçerek. "Eğer bu kararı kabul ediyorsan, benim de buna dahil olmam gerekiyor. Konseyle konuşacağım. Sadece seni değil, kendimi de bu savaşın içine çekeceğim. Öyle ya da böyle, sana olan borcumu ödeyeceğim."

 

Boris'in yüzü aniden sertleşti. "Sakın bunu yapma, Nalan. Beni durdurmanın bedelini ödeyemezsin. Akın'la mutlu bir hayat yaşama şansını yok etme. Bu savaşa girdiğinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak."

 

Ama kararımı vermiştim. Boris'i ölüme göndermeyecektim. Eğer bunun bir bedeli varsa, her şeyi göze alacaktım. Çünkü bazen, sevgiyle nefretin arasında kalan ince çizgide, kurtarıcı olmak için her iki tarafı da ateşe atmak gerekirdi.

 

Boris'in o sözleri beynimde yankılandığında, içimdeki sessizlik bir bıçak gibi keskinleşti. Nasıl olur da böylesine derin bir fedakârlıkla, kendi ölümüne giden bir kararı böylesine sakin verebilirdi? Onu anlamak her geçen saniye daha da zorlaşıyordu. Boğazım düğümlendi, nefesim kesildi. Kalbim sanki kaburgalarımı parçalayarak ağzıma tırmanıyordu.

 

"Boris, hayır! Böyle olmaz! Senin canını vermen hiçbir şeyi çözmez! Neden anlamıyorsun?" diye bağırdım, ellerimi göğsüne bastırarak. Ama o, bir dağ kadar sabit ve sakin, yerinden kıpırdamadı.

 

"Nalan, bu benim seçimim," dedi. Sesi o kadar sakindi ki, öfkemin bir anlık bir fısıltıya dönüşmesine neden oldu. "Bu hayatta çok hata yaptım. Ama eğer bir tek senin hayatına huzur getirebilirsem, bu bana yeter. Seni sevdiğimi bilerek öleceğim."

 

Donakaldım. İçimdeki her duygu bir anlığına sustu. Gözlerimi ondan kaçırarak yana çevirdim. Onun gözlerindeki o kararlılığı, o teslimiyeti görmek beni bir suçluya dönüştürdü. Kalbimin en karanlık köşesinde bir yerde, Boris'in haklı olabileceğini düşünen korkunç bir yanım vardı.

 

"Boris, seninle kavga etmeyi bile beceremiyorum," diye mırıldandım. "Ama böyle bir şey istemiyorum. Seni kaybetmek istemiyorum, tamam mı?"

 

Bir anda eğildi, yüzü neredeyse yüzüme değiyordu. Dudaklarının sıcak nefesi yanaklarımı yaktı. Fısıldadı:

"Zaten hiçbir zaman benim olmadın, Nalan. Beni sevmedin. Ama seni seven bir adamın seni korumak için her şeyi yapabileceğini öğren."

 

Bu sözler omuzlarımı çökertti. Kaçınılmaz bir gerçekle yüzleşiyordum. Parmakları, saçlarımı nazikçe arkaya doğru çekti. O an gözlerimdeki yaşların bir anlığına farkına vardı. Ama hemen uzaklaştı, duygularını bastırarak.

 

"Git Akın'a. Ona sarıl. Onunla mutlu ol," dedi. "Ama beni unutma. Belki bir gün rüyalarına girerim, seni hâlâ sevdiğimi hatırlatırım."

 

Gözyaşlarım artık kontrol edemeyeceğim kadar büyümüştü. "Boris, hayır! Böyle bir şey olmayacak! Seni kurtaracağız. Bu düzeni birlikte yıkacağız! Akın da ben de sana yardım edeceğiz. Yalnız kalmana izin vermeyeceğim! Sana yardım etmek istiyorum!"

 

Hafifçe gülümsedi. O sırada yanağıma dokundu, elleri hâlâ sıcacık ama bir o kadar da kırılgandı. "Benim için çok geç, Nalan," diye fısıldadı. "Ama senin için değil."

 

Odanın kapısını hızla açtı ve arkasına bakmadan çıktı. Yerimden kımıldayamıyordum. Sanki zincirlenmiştim. Bir adım atmak istedim ama ellerim havada asılı kaldı.

 

Bu gece Boris ölecek, bir devir onunla birlikte kapanacak.

 

Bu gece Boris, ben mutlu olayım diye öldürülecek...

 

 

Loading...
0%