@hakugu
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳
Aşkı utangaç ayçiçeklerine sor sen. Güneşi sever deli gibi, Ay'a meftunmuş gibi çizer resmini...
🔳🔳🔳🔳
BAHJAT - Hometown Smile 🌻 I'm sorry ı love you- the first time 🖤
Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻 hakugu wat_profesyonel profesyonelfanfc hakugu_tayfa mevante.art
🔳🔳🔳🔳🔳
Çözülen her bir dava bize yeni tecrübeler kazandırırken, birçok şeyi de alıp götürüyor. Mesela eskisi kadar güvenemiyoruz insanlara, korkuyoruz en halis niyetlerden bile. Gecenin zifiri karanlığı eskisi gibi sadece Samanyolu'nu bahşetmiyor ve tüyleri diken diken eden tek şey, acı esen rüzgar olmuyor.
Yine de...
Yine de tüm karanlık bittiğinde yeni bir gün doğuyor. Ölen onca insandan sonra yeni bir bebek dünyaya geliyor. Mezarlıklar sessiz bir fısıltıya ev sahipliği yapsa da papatyalar her daim bekçilik yapıyor. Gözyaşımız yanağımızdan aksa da dudaklarımız gülüşü unutmuyor.
Bunca kötülük bizi ümitsizliğe düşürse de her daim umut için yakılacak bir mum daha hazır bekliyor.
Polis de olsak nihayetinde bizler de insanız. Hüznü, korkuyu, endişeyi sinelerimizden hızla söküp atmak mümkün olamıyor. Medusa'nın ters dönmüş heykeli gibi tüm dünya tersine dönse adalet sağlanacakmış gibi hissediyoruz bazen çaresizce. Öyle imkânsız ve öyle tükenmişlik hissi veriyor insana.
Belki de zaten biz hep terstik, düz olan Medusa'ya ters diyebilme cesaretini gösteriyorduk? Çaresizlik öyle noktaya getiriyor ki, isyan edesimiz, lanet okuyasımız, liğme liğme parçalanasımız geliyor bazen.
Öldürülen onca genç kız, küçük çocuk ve daha nicesi için ağıtlar yakıp tüm meydanları karanfile boğmak ve hüzün gözyaşı ile yıkamak istiyoruz.
Polislerin duygusuz ya da her şeyi unutan balık beyinli oldukları düşünmemeli bu yüzden.
Unutmuyoruz. Sadece...sindiriyoruz.
Ara ara sebepsiz dökülen gözyaşımız kim bilir kaçıncı cinayetin dışa vurulmuş çaresizliği. Kim bilir hangi ölünün saçlarından geçti parmaklarımız da sevdiklerimizin elini tutmaktan imtina ediyoruz. Kim bilir kaş kez ıslandı çizmelerimiz kanla da temizlemeye korkuyoruz.
Yüreğime bastırdığım yeni bir acı ile baş etmeye çalışırken tüm bu düşüncelerden sıyrıldım. Bu acının diğerlerinden farklı olduğunu biliyordum.
Bu, daha sinir bozucu, daha baş ağrıtıcı, kalp sızlatıcı ve mide bulandırıcıydı...
Gözüm gibi seğiren ofis floresanına bir tekme atıp düzeltmek için nelerimi vermezdim. Zaten bozuk olan asabımı iyice yerle bir ediyordu. Hem bitkilerimizden bir bölümü de kurumuş, masalar tozla dolmuş, ben uğramadığım için çayhane de birbirine girmiş ve daha nicesi...
Bozuk olan moralim tıpkı yeterince göremeyen bir göz gibi her türlü şeyde bir kötülük bulurken burnumdan solumaya devam ediyordum. Şu 'Bal kabağı' davası hiç çözülmemeli miydi acaba? Belki böyle bir sahneye tanık olmak durumunda kalmazdım.
Pelin gülerek Haris'ten ayrıldığında tek gülenin Pelin olmadığını gördüm. Birilerinin de hoşuna gitmişti anlaşılan.
"E hadi o zaman bir kutlama yemeğine gidelim yav."
Müdür kollarını iki yana açıp sanki dünyanın en babacan insanıymış da gül gibi açılıyormuş gibi bağırdı. Bugün neden herkes sinirimi bozuyor?
Sen güldün de biz mi budamadık müdür bey? Bunca zaman neredeydi bu tavrın?
Bağırışı gülüşüne eşlik ettiği için neşe ile Meriç'e de sarılmayı ihmal etmedi. Müdürden beklenmeyen hareketler hepimizi dumura uğramıştı ama karşı gelmeye kimin cesareti yeter?
Meriç hızla atılan bir kol tarafından sarılırken sarsılsa da ses çıkarmadı ve yapmacık bir gülücükle karşılık verdi. Hepimiz kast sisteminin birer faresi değil miyiz zaten? Üst tabakadakiler asla altları ezmekten vazgeçmiyor. Meriç müdürle birlikte önden gitmeye başladığında daha doğrusu müdür Meriç'i sürüklercesine götürdüğünde Meriç'e acımıştım. Gerçi bu boş bir acımaydı, biliyorduk ki hepimiz bu yolun yolcusuyduk.
Meriç'in arkasından bakmaya devam ederken babası gibi Pelin de açtı kollarını.
"Bildiğim bir restoran var, tatlıları çok güzeldir. Denemek ister misin?"
Gülümseyerek Haris'e sorduğunda onlara bakıyordum. Haris, belli belirsiz gülümserken omuzlarını silkti.
"Aslında son zamanlarda biraz enerji kaybettiğim doğrudur."
Doğru mu? Senin doğruların kaç yanlış eder yalancı bey? Ya da bir doğrun kaç yanlışı götürüyor dolandırıcı bey?
"Tatlı en güzel enerji yoludur der babam."
Pelin tüm bu yanlışları umursamazcasına gözlerinden fışkıracakmış gibi duran kalplerle Haris'e bakarken dudaklarımı büzdüm.
"Baban diyorsa biraz sıkıntı ama sen diyorsan öyle olsun."
Haris gülerek bunu söylediğinde potansiyel bir karşılık verebileceğini sezdim. Onun da gözlerinden kalp fışkırması an meselesi desene?
İkilinin iğrenç, yapış yapış, jölemsi konuşmasını dinlerken yüzümü buruşturuyordum. Biz hiç yokmuşuz gibi müdür ve Meriç'in peşinden gittiklerinde Onur da derin bir nefes aldı.
"Madem bedava, neden kaçıralım dimi? Ben de kaçar gençler."
Onur bir Emre'nin omuzuna bir benim omzuma vurup onları takip ettiğinde geride Emre ile kaldım. Yüzüm hala çatılmış kaşlarıma ev sahipliği yaparken, Emre kollarını önünde bağlamış ve felsefe profesörü gibi eli ile çenesini kaşıyıp kuşku ile kıstığı gözleri ile bana yaklaştı.
"Durum hiç görünmüyor ben sana deyim. Bundan sonrasını portakal suyu da kurtaramaz."
Sinirli bakışlarımı ona çevirdiğimde "E kız güzel ve senden daha genç. Ne bekliyordun yaşlı nene?" diye sordu.
"Kimseyi elimden kaçırdığım falan yok. Kimse de umrumda değil."
"He ondan yüzün limon kemirmiş gibi."
"Kapa çeneni Emre."
"Ya tamam sinirlenme dur. Buluruz bir yol," dedi kolunu omzuma atarak.
"Sen şimdi bu hırkız çocuğu istiyor musun istemiyor musun de bana hele?"
"Hayır!"
Omzumu silkeleyerek elini attığımda geri çekildi.
"Nası ya, ben o kadar boşuna mı çift ismi buldum size? Hayalimde bir dizide bile oynadınız."
"Hepsi boşuna. Kim yalancı, düzenbaz, hırsız, dolandırıcı ve pislik birini ister ki?"
"Pislik?"
"Evet! Aptal, geri zekalı, öküzün önde gideni ve moloz yı..."
Hızla eliyle ağzımı kapattı.
"Sus kız, sen de içine kapanık falan görünüyorsun ama maşallahın var hani. Tamam istemiyorsan isteme. Zorla sevdirecek değiliz. Ne yapalım başka Haris'leri denerim ben de, bu Haris olmadı."
Ağzımdaki elini de sert bir şekilde attığımda gözlerimi devirdim.
"Neyse hadi gel gidek. Nerede beleş oraya yerleş biliyorsun."
Ellerini pantolonun ön ceplerine koyup önden giderken bir anda durup bana döndü.
"Ama yakışıklı da ha, başka Haris'ler böyle yakışıklı olmayabilir ben deyim sana."
Hızlı bir iki adımın sonunda yanına varıp omzuna sıkı bir yumruk indirdiğimde birlikte ofisten de çıkmış olduk. Koridor boyu omzunu tutsa da bir daha bu konuyu açmadı. Bizi bekleyen polis minibüsüne bindiğimizde en arkanın onlar tarafından kapıldığını gördüm. Haris ve Pelin'in arasına müdür otursa da dizilmişlerdi inci gibi. Aman ne güzel.
Onların önünde Meriç ve Onur vardı. Biz de Emre ile ikinci sıradaki koltuklara oturduğumuzda tam olduk. Oturur oturmaz başımı cama yaslayıp derin bir nefes aldım. Bir an önce şu yemek işi bitse de gitsek.
Gecenin karanlığında rengarenk LED'ler ve sokak lambalarının arasından geçip giden minibüse kendimi adapte etmeye başlamıştım ki birinin sesi geldi derinden.
"Sıra sıra dizilir menekşeler oy. Sevenleri ayırmayın oy. Menevşe elden gidiyor oy."
Hızla Emre'ye baktığımda gözlerini kapatmış mırıltı ile türküye benzer bir şeyler söylüyordu. Adım kadar emindim ki bana laf çakıştırıyordu. Ve bunu delicesine bir eğlence ile yapıyordu.
Ben de onun gibi kollarımı önünde bağladım ve direkt ona bakarak karşılık verdim.
"Omzunun acısı geçti mi oy? Yenisini ekleyebilirim oy! Kapa çeneni yoksa eve bir domates olarak gidersin. Oy!"
Gözünü açıp bana güldüğünde yumruğumu hafifçe kaldırdım. Hala gülmeye devam ederken omuzlarını silkeleyip devam etti.
"Sonra vay niye kimse beni uyarmadı deme oy. Sen bu sinirle anca bir mumyayla randevuya gidersin oy. Hele şu balon balığı suratına bir bak. Oy!"
Yine sinirli bir vuruş için hazırlanıyordum ki "Ne güzel sesin var Emre az sesli söyle de biz de duyalım," dedi müdür arkadan bağırarak.
Te arkaya mı gitmişti sesi? Duymuşlar mıydı acaba? Haris'in ağzına sakız olmak dünyada isteyeceğim en son şey bile değil. Telaşla Emre'ye baktım ve kaş işareti ile onları gösterdim. Bir şey olmaz dercesine yüzünü buruşturduğunda "Heyzır'a özel bir parçaydı efendim. Sizin için başka şeyler söylerim," dedi.
Göz kırparak durumu kurtardığını belli ederken belli belirsiz bir tebessüm belirdi dudaklarımda. Neyseki bir vukuat olmadan kapanmıştı mevzu. Şimdi yine her şeyde bir şer görme konuma devam edebilirim.
🔳🔳🔳🔳🔳
Yaklaşık yirmi dakika sonra yüksekçe bir binaya gelmiştik. Ve tahmin ettiğim gibi daha önce hiç gelmediğim bir yerdi. Lüks, pek uğrak olmayan ve genellikle elit kişilerin takıldığı nadide yerlerden biriydi.
Keşke önceden haberim olsaydı polis çizmelerimdeki kuruyan çamurları temizler, onları silmek için kullandığım paçalarımı da yıkardım belki. Elimle taradığım saçım dün geceden beri aynıyken ben, dün gece Haris'in beni çağırması ile deliler gibi koşmuş halimle duruyordum. Ne bir gram uyumuş ne de dinlenmiştim. Yine de ağır bir davanın içinden çıkmak bana yeterince güç verse de bu, hayalini kurduğum yatağıma olan özlemimi dindirmiyordu.
Dönen kapıdan sırayla içeri girdiğimizde yüksekçe olan bu yapının devasa tavanı karşıladı bizi. Lüks otellerden farklı yoktu. Altınımsı fayans motifleri, tek düze bir kıyafetle her an hizmet için hazır olan çalışanları ve sağda solda gördüğüm zengin müşterileri.
Böyle yerler hep biraz kasıntı oluyordu ve ne gerek vardı? Sıradan bir etli ekmekçiye gidip bir ayranla yetiştirmeye çalıştığımız etli ekmeği boğazımız yanan kadar biber ile yiyip çıksaydık işte.
Müdür bu mekanı biliyor olsa gerek ki bizi belli bir masaya götürürken Emre kolumdan dürttü.
"Aman kaybolayım deme ha, yoksa senin gibi bir balon balığını başka nerede buluruz?"
Onu dinlemedim bile. Bana bir şeyler söylemeye devam ederken ben etrafı seyrediyordum. Kat kat yükselen yapı sadece yemek için değildi belli ki. Burada kalanlar da vardı. Ve tahminim yanlış değilse otelden farklı yoktu.
Müdürün getirdiği masaya yaklaştığımızda sırası ile müdür, yanına Meriç, onun yanına Onur, onun yanına Pelin ve Haris oturdu. Emre Haris'in yanına oturduğunda ben de müdürün yanına oturmak zorunda kaldım. Kasıntı ortama bir kasıntı daha eklenmişti. Müdürün yanında nasıl yemek yiyeyim ben ya hu?
Yavaşça çektiğim sandalyeme otururken Meriç'le göz göze geldik. Benim moralimin bozukluğunu anlamış olacak ki "Emre istersen Heyzır'la yer değiştirin," dedi.
Müdürün yanında oturmaktansa neresi olsa kabulüm diye düşünürdüm ama Haris'in yanı hiç olmazdı.
Emre bana baktığında başımı iki yana salladım.
"Teşekkürler iyiyim böyle."
Hemen sonrasında omzuna atılan el ile sarıldım. Müdür Meriç'e yaptığı şeyin aynısını bana yaparken "Heyzır da benim sol kolum, dursun yanımda," dedi.
Diğer kolu Meriç'in omzundayken bu günün bir an önce bitmesini diliyordum.
Biz böyle sarmaş dolaş dururken garsonlardan biri lacivert krem karışımı üniforması ile dikkat çekerek yanımıza geldi ve elimdeki tableti hazır bulundurarak "Ne alırsınız efendim?" diye sordu.
Henüz seçme fırsatım olamamıştı. Hızla menüye baktığımda bildiğim tek şeyin su olduğunu gördüm. İngilizce bile değilken ne seçebilirim?
"İtalyan mutfağına ait şu makarna güzeldir," dedi Meriç menüyü bana tutarak. Onun dediği yere bakarken "İspanyol usulü şu pizza daha güzeldir," dedi Haris menüyü bana göstererek.
Parmağım bir makarna bir pizzada kaldığında Emre "Menekşeler çiçek açtı oy aman oy," diye mırıldandı.
"Sen en iyisi şu bifteği dene, gör bak tadı enfes."
Onur da menüyü bana tuttuğunda "Aha, yeni bir menekşe mi boy veriyor?" diye sordu Emre.
Çaktırmadan masanın altından bir çimdikle onu buruşturduğumda "Ah bu erkekler niye böyle?" diye sordu Pelin.
"Abla en iyisi sen şu mevsim salatasını dene. Gör bak içlerinden en iyisi. Hem diyete de uygun."
Nereden senin ablan oluyorum be? Hem ne diyeti, ben etli ekmekle yirmi dört saat beslenen biriyim. Yine de itiraz etmedim.
"Tamam o olsun o zaman," dedim ve menüyü garsona uzattım.
Herkes rahatlamışçasına kendi siparişine odaklanmışken Pelin Haris için de önerilerde bulunuyordu. Ellerimi birbirine geçirip bilinçsizce sıkarken Emre menekşeli kıtalarına yenisini ekleyip duruyordu.
🔳🔳🔳🔳🔳
Herkesin yemeği gelip sıra bana geldiğinde oturuşumu düzelttim. Hepsinin içinde bir tek ben salata yiyordum. Pelin Hanım bana salata önerirken kendi pizza yiyordu.
Neyse bu mekanın yabancısı olduğum için itiraz etmeye gerek yok. Salatayı burada yerim evde de yemeğimi yerim olur biter.
Kocaman bir tabakta gelen salatamda her türlü renk vardı. Başta sadece salata diyordum ama bu renk cümbüşü gülümsetmişti beni. Hoş bir tabaktı ve her yiğidin hakkını vermek adına içimden Pelin'e teşekkür etmeyi ihmal etmedim. Sonrasında teşekkürümü geri çektim ama bunlar farklı mevzular.
Elime aldığım çatalımla önce marul ve avakodada gezindim. Mor lahana, tropikal meyveler ve farklı peynir türleri ile harmanlanmış bu güzellik yemeye kıyamayacağım kadar harika görünüyordu.
Gelen salatadan ilk lokmayı ağzıma atacaktım ki telefonum çaldı. Sesi duymamla kalbimin sıkışması bir oldu.
Bu melodi, tek bir kişiye özeldi ve o aradığında büyük bir sorun beni bekliyor olurdu. Derin bir hüzne boyanacağım ağır bir sorun...
Bu müzik 'Aynı yıldızın altında' isimli filmin müziğiydi ve arayan kişi kesinlikle annemdi. Özellikle bu müzikti çünkü Turhan bu parçayı çok seviyordu. Anlaşmamıza göre eğer, yani bir ihtimal, Turhan'a bir şey olursa bu numaradan arayacaktı. Meşgul olduğum zamanlar, olmadığım zamanlara kıyasla çok olduğu için telefonları açabildiğim pek söylenemezdi ama bu melodi her şeyin öncesinde geliyordu.
Bu benim için kırmızı alarmdı. Bir anda terleyen avuç içlerimle telefonu aramaya başladım. Cebimde olduğunu bile bile zihnimde dönüp duran kötü sahneler ona ulaşmamı engelliyordu. Alnımdan soğuk terler dökmeye başladığımda içimden yüzlerce dua etmiştim. Bir anda kurumuştu boğazım, bir anda sıkışmıştı kalbim ve ağlamak üzere olduğumdan adım kadar emindim.
Telefonumu cebimden çıkarıp baktığımda tahmin ettiğim gibi annem olduğunu gördüm. Bu numarayı hiç görmemiş olmayı dilerdim. Hiç aramamış olmasını. Ama şu an ekranımda ısrarla aramaya devam ettiğine tanık oluyordum. Elimdeki çatalı titreyerek bırakıp yavaşça ayağa kalktığımda herkes bana baktı. Kimse ne olduğunu bilmiyordu. Hem yeni olduğum için hem de bu zamana kadar içime kapanık olduğum için tek kelime etmemiştim.
"Afedersiniz önemli arama, bakmam lazım."
Müdür eli ile gidebileceğimi bildiren bir işaret yaptığında Meriç ve Haris bakmaya devam ediyordu. Geri çekilip sandalyemi düzelttim ve lavaboların olduğu yere doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Hızlı yürümeye çalışıyorduk ama aslında dizlerim kaskatı kesilmişti. Nefesim boğazıma tıkanıyor, yumru gibi geçiş bulamıyordu kendine. Ağır bir sızı ile burnum ve gözlerim kavrulurken gözyaşlarım akmak için zorluyorlardı.
"Kötü bir şey mi oldu acaba?"
Emre'nin sorusu ile Haris arkasını dönüp lavabolar tarafına daha dikkatle bakmaya başladı.
Hem Meriç hem Haris tek kelime etmeden gizli bir sessizliğe büründüğünde müdür yeni bir içecek siparişi vermişti bile.
🔳🔳🔳
Annem neden kendi numarasından aramak yerine Turhan'ın numarası ile arıyordu? Ona bir şey olmuş olamaz değil mi? Olmaz, başka bir şey olsun Allah'ım lütfen. Lütfen lütfen...
Koridora çıktığımda hızla telefonu açtım.
"Anne? Bi-bir şey mi oldu?"
Vereceği cevap arasında geçen birkaç saniye sanki yıllarıma mâl oldu. Geçmek bilmeyen birkaç saniyede yaşlandığıma yemin edebilirim. Hiçbir davada böylesine bir yıkılmışlığı yaşamamıştım daha önce.
"Kızım sakin, bir şey yok."
Ciğerimde biriken telaş oksijeni hızla karbondioksite dönerek dışarı çıktığında ben bir yağ gibi erimiştim. Ettiğim dualar kabul olmuşçasına minnetle doldu gözlerim.
"Neden kendi numarandan aramak yerine Turhan'ınkinden arıyorsun? Ömrümden ömür gitti burada."
Sesim istemsiz sitemli ve yüksek çıktığında etrafımdakiler bana baktı.
"O istedi," dedi mahçup bir ses tonu ile. "Köyde sıkıldı eve geliyoruz. Haber vermek için seninle konuşmak istedi."
Akmak için hazır bekleyen gözyaşlarımı elimin tersi ile silip derin bir nefes aldığımda alt dudağımı ısırdım. Ah inanamıyorum. Sanmıştım ki... Alnımdaki teri de bir çırpıda sildiğimde ayağımdaki siyah çizmelerimle duvara hafifçe vurarak gözlerimi kapattım.
"Abla?"
"Ablam?"
"Korkuttum seni özür dilerim."
"Sorun değil, nasılsın?"
"İyiyim, nefes alamıyorum abla. Boğazım acıyor."
Çenem titrerken sesimi ciddi bir hale getirmeye çalıştım. Bir anda çöktüğüm için yavaşça çömelip duvara daha çok yaslandım.
"İlaçlarını düzenli kullanıyorsun değil mi?"
"Evet ama acımaya devam ediyor. Kalbim sürekli ağrıyor abla."
Başımı iyice eğip yok olmak istercesine büzüştüm. Canından çok sevdiğin birinden bunları duyup da insanın elinden bir şey gelmemesi kadar kötü bir şey yok bu dünyada. İyice büzüşmüştüm ki biri dokundu omzuma.
Başımı hızla kaldırdığımda Meriç olduğunu gördüm. O da benim gibi hafifçe çömelmiş şefkatle bana bakıyordu. Akmamak için direnen gözyaşlarım onu görmemle çeneme doğru süzülürken konuşmaya devam ediyordum.
"Ben geliyorum eve canım, sen de dinlen biraz daha olur mu?"
"Tamam abla, bekliyorum seni."
Telefonu annem aldı yeniden.
"Anne lütfen bu numaradan aramayın, Turhan'ı ikna et lütfen. Çok kötü oldum."
"Özür dilerim kızım bir dahakine mutlaka ikna ederim. Hadi dikkatli gel eve."
Annem telefonu kapattığında ben de yavaşça ayağa kalktım. Benimle birlikte kalkan Meriç hüzünlü ama tebessüm de edermiş gibi bana bakarken koridorun sonundaki Haris de bize bakıyordu.
"Yapabileceğimiz bir şey var mı?"
Başımı iki yana salladım.
"Sadece müdüre açıklamam gerek o kadar."
"Orası bende sen hiç merak etme. Eve sağ salim git."
Gözlerimi son kez kurulayıp selam durduğumda hızlı adımlarla koridorda ilerlemeye başladım. Çizmelerimin gıcırtsı koridorda yükselirken ben bir an önce eve gitmeyi düşünüyordum.
Meriç ben gözden kaybolana dek baktıktan sonra arkasını dönmüştü ki "Ne olmuş?" diye sordu biri.
Hem kendine doğru gelen hem de soru soran Haris'e kaşlarını çattı. Sinirini atmak için gayet uygun bir lokmaydı onun için.
"Bilmiyoruz."
"İçeride de kimse bilmiyor," dedi Haris işaret parmağı ile diğerlerini göstererek. İşaret edilen yere bakan Meriç yeniden Haris'e döndüğünde yüzünde pek de hoş olmayan bir bakış vardı.
"Peki bu durum seni neden ilgilendiriyor?"
Anlık bir durgunluk yaşandı sanki. Zihinlerde hazır bekleyen tüm sorular duman olup uçarken, afallayan cevaplar titrek bir kuş gibi kafese sığındı. Bu durumu hızlı bir şekilde atlatan Haris elini kendine çekmesinin ardından dudaklarını tebessüm için kıvırdı. Adem elması gerginlikle hareketlenirken bunu belli etmemeye çalışıyordu.
"Haklısın, hala sizin için bir yabancıyım değil mi?"
"Daha fazlası," dedi Meriç keskin bir dille.
"Ayrıca uzun süre burada kalmayacağın için arkadaşlarımın özel hayatlarına dahil olmasan iyi edersin. Onlar hakkında topladığın her bilgi, her cevap, her fırsat beni endişelendirir."
Sıkılan dişleri çenesinin de gerilmesine neden olduğunda Haris alt dudağını ıslattı. Alaycı bir gülücükle karşılık verdiğinde "Neden?" diye sordu ellerini beline koyarak.
"Neden bu kadar polis sadece tek bir hırsızdan korkuyor böyle? Size ne oluyor söylesene?"
Meriç de Haris'in tebessümü ile yüzünü ekşittiğinde kaşlarını kaldırarak ona daha fazla yaklaştı.
"Korku? Korku namına tek bir zerre bilmediğine yemin edebilirim."
Gözlerini kısan Meriç işaret parmağı ile Haris'e dokundu hafifçe.
"Kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar korku nedir bilmez. Sevdiği insanları olmayan korku nedir bilmez. Başkasının sahip olduğu şeyleri göz kırpmadan kendine katan biri hiç bilmez. Ve senin hazır cevapların da bana sökmez. Heyzır'dan uzak dur, onunla ben ilgilenirim."
Görünmez bir ateş kıvılcımı ikisi arasında yer değiştirirken elini kendine çeken Meriç gayet sakin bir şekilde diğerlerinin yanına giderken Haris elleri belinde kalakalmıştı. Gülmek ve belki de gülüş ile kamufle etmek arasında gittiği siniri ile baş etmeye çalışıyordu.
Daha önce hiç bununla konuşmamış mıydı bu? Nasıl da kelimeler düğümlenmişti boğazına? Niye afallatmıştı?
🔳🔳🔳🔳
Yeni gün için erkenden hazırlanıp yola koyulmuştum. Turhan ve annem eve geldiği için kendimi daha rahat hissediyordum. Yine de cebimdeki telefondan 'Aynı Yıldız'ın altında' müziği çalacak diye diken üstünde durmama engel olamıyorum.
Onları ne zaman ardımda bıraksam hep kalbimde bir sızı ile dolaşıyordum.
Oturduğum tekli koltuk, çoğu boş olan otobüsün en rahat yeriyken hava tatlı bir güneş ile bizi sıcacık ediyordu. Pembe çiçekli ağaçları görünce ineceğim durağa geldiğimi anladım.
Duran otobüsten indiğimde hemen durağın ilerisinde çok tanıdık bir sima ile karşılaştım. Elindeki telefonu sanki içindeki şeyi çıkarırcasına kurcalayan bu çocuk bizim hırsız tavuk değil miydi?
Gülümseyişim gıcık bir hale büründüğünde kendimi onun hemen yanında buldum.
"Dile gelse de ne çektiğini söylese şu telefon."
Beni duymuş gibi değildi. Bildiğin yolun ortasında oyun oynuyordu. Telefonu ezmesi umrunda bile değildi.
"Ticaretten başka bir uğraşla haşır neşir olduğunu görmek ne güzel."
Bir kere daha girişimde bulunsam da beni duymazlıktan geliyordu. Kaşlarımı çatarak dün bir şey olup olmadığını düşündüm. Asıl sinirli olması gereken benken ona ne oluyordu şimdi?
"Hey, bir şeye sinirlendiysen bunu benden çıkarma. Konuşmayacaksan da en azından bir işaret verip beni deli gibi hissettirme. Zaten sana bir şey diyen de kabahat."
"Ben mi dedim gel bana bir şeyler de diye?"
Oyunu bırakıp sinirle bunu söylediğinde irkildim. Üstümüze düşen kırmızı yapraklar yere ulaşırken gözlerini kıstı.
"Seninle konuşunca birileri endişeleniyor. Varsa diyeceklerin git ona söyle."
Ne demek istediğini anlamak için kaşlarımı çattım ama o devam etmemi beklemeden hızlı adımlarla yürümeye başladı.
"Ne oluyor böyle ya?"
Başımı iki yana salladığımda ben de onun peşinden merkeze girdim. Koridorlar her zamankinden kalabalıktı. Oradan oraya koşturmalar bir davayı değil daha çok üst kademelerden birilerinin varlığını gösteriyordu. Tedirgin olmalı mıyım? Hiç sevmiyorum böyle kasıntı şeyleri.
Birkaç metre önümde duran Haris yanına gelen Gamze ile bir şeyler konuşurken bana baktılar. Ne bakıyorlar ki? Yanlarına gidip ne bakıyorsunuz diye sormalı mıyım?
Haris gözlerini devirerek önüne döndüğünde Gamze'nin omzuna hafifçe vurup yeniden yürümeye başladı.
Koridorun karşısından gelen Emre ve Onur ellerindeki dosyaya bakıp telaşla bir şeyler konuşurlarken yine bana baktılar. Anlık bir duruştan sonra lafı çevirircesine başka bir şeyle ilgilenmeye başlayarak yönlerini değiştirdiklerinde kesin bir şeyler olduğunu sezdim.
Bir yandan yürüyüp bir yandan etrafı incelerken kimsenin benimle ilgilenmediğini fark ettim. Tüm merkeze bir şey mi yaptım durduk yere?
Ofise doğru yaklaşırken içimi büyük bir sıkıntı kaplamıştı bile. Olası özürleri aklımdan geçirirken kapı kolunu çevirmemle büyük bir şeyin patlaması bir oldu.
Yüzüme gelen konfetiler ve rengarenk balonlarla döşenen bu mekan cidden bizim ofis miydi?
Şaşkınlıkla ne yapacağımı bilemezken "Bak balon balığı," dedi Emre karşıyı göstererek. Karşıya bakarken yüzüme pastanın bir bölümü çarptı.
Herkes buradaydı. Benimle ilgilenmeyen onca kişinin derdi bu kıtlama mıydı yani?
Yalnız Haris hala iyi değildi. Bakışlarındaki soğukluğu seçebiliyordum. Uzaktan bakıyordu.
Emre ve Onur beni ne olduğunu anlamadığım bir şey için tebrik ederken kapı açıldı. Meriç ve hemen yanındaki müdür ellerindeki dosya ile içeri girerken kapı bir kere daha açıldı. En son giren Pelin ile tamamlanmış olduk.
"Daha söylemediniz mi?"
Müdür Onur ve Emre'ye sorduğunda "Sizi bekledik efendim," dediler.
Emre başındaki kutlama külahını çıkarıp bana gülerek bakarken Onur da pastanın devamını hazırlıyordu.
"İyi öyleyse, tebrikler Heyzır terfi aldın."
Heyecanla gözlerimi açmıştım ki "Daha bitmedi," dedi müdür keyifle kasılarak.
"İstanbul, Bal kabağı davasından dolayı seni ödüllendirmek için bir ekip kurmanı istedi. Dilersen İstanbul'dan da polis çağırabileceksin. Ayrıca sana takviye ekip de gönderecekler."
Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemezken eşyalarımı ve çantamı masamın üstüne zor koydum. Telefon anahtar ne var ne yok koymuşken "Bence o gıcık polisleri çağır emrinde kullan," dedi Emre.
"Şu İstanbul'dan ahkam kesen Mert komiseri demiyor musun? Iy ne illetti."
Onur Emre'ye yanıt verdiğinde gözlerim bizimle ilgilenmeden kendi aralarında konuşan Pelin ve Haris'e kaydı. Haris duvara yaslanmış kollarını de önünde bağlamış dikkatle Pelin'i dinliyordu. Pelin de her ne anlatıyorsa yüzünde güller açıyordu.
Onlar için canımı sıkmaktan vazgeçip kendi başarıma odaklanmışken "Bu kutlamayı öylesine yaptık, asıl kutlama adalet sarayında," dedi müdür.
"Üstelik yerli ve ulusal kanallar da gelecek. Konuşma yapman gerek!"
Emre ve Onur eğlence ile kendi aralarında dans ederlerken ben başımdan kaynar sular dökülürcesine telaşa kapılmıştım. Ellerim titriyordu. Ne yapacağım şimdi ben ya?
"E o zaman ben bir konuşma metni hazırlayayım."
"Şuna bak nasıl da kızardı," dedi Emre gülerek.
Terleyen avuç içlerimi üniformama silip kesik kesik nefesler alırken "Önce yüzünü temizleyelim," dedi Meriç önüme gelip pasta ile yapışan saç tellerimden bir kaçını kurtararak.
Meriç ile birlikte ofisten çıktığımızda bizi müdür ve Onur takip etti. Her şey öyle hızlı oluyordu ki sele kapılan bir odun parçası gibi sürüklenip duruyordum sanki.
Geride kalan Emre, Haris ve Pelin kalan pastayı yemek için hazırlanırken Pelin eline aldığı ikinci tabağı Haris'e uzattı.
"Teşekkür ederim ben pasta sevmem."
Haris'in kabul etmemesi ile Emre beğeni ile gülümsedi.
"Evet," dedi Emre. "O kızların yaptığı hiçbir şeyi yemez içmez."
Böyle geniş bir ifade ile şaşıran Haris "Hiçbir şey mi?" diye sordu.
Haris kaşlarını kaldırarak sorduğunda "Evet," dedi Emre.
"Heyzır'a tam olarak böyle demiştin. Yoksa diğer kızlarınkini içersin de Heyzır'a karşı bir farklılık mı var?" diye sordu ağzına kocaman bir lokma atarak.
"Hayır ne alakası var? Ben sadece o çaycı gibi kullanıldığı için."
"Yani onu koruyorsun, üzülsün istemiyorsun öyle mi?"
İkinci bir lokma ağzına attığında Pelin bir Emre'ye bir Haris'e bakıyordu.
"Kim olsa öyle yapar yani özel bir şey yok."
"Biz yapmazken sen neden yapıyorsun? Yoksa Heyzır senin için farklı bir anlam mı ifade ediyor?"
Üçüncü lokma ile ağzı tamamen dolduğunda Pelin elindeki tabakları masaya bıraktı.
"Neyse ben de babamların yanına gideyim o zaman."
Bunu beklermişçesine başı ile onaylayan Emre "İyi edersin bacım, zaten senin okulda olman gerek ama neyse," dedi.
Pelin kapıyı hafifçe çarpıp çıkarken "Ne yapıyorsun abi ya?" diye sordu Haris.
"Menekşeleri üzmeyelim dostum. Koparıldıklarında çok pis kokuyorlar," dedi yüzünü buruşturarak.
"Ne?"
"Öyle işte."
Emre de pasta tabağını masaya bırakıp görevini yerinde getirmiş bir asker gibi ofisten çıktığında Haris tek başına kalmıştı. Tek kelime anlamamıştı. Oysa insanları dumura uğratanın kendisi olduğuna o kadar alışmıştı ki...
Tek başına ofiste gezinirken pencereden dışarıdaki curcunayı seyretti. Gidiyorlardı.
Süslenen polis minibüsüne binen Meriç, Onur, müdür ve Heyzır telaşlı olduklarını her hallerinden belli ederlerken "Umarım aklını başına alıp, bi daha çaycılık yapmazsın," diye mırıldandı Haris.
Minibüs tamamen gözden kaybolduğunda pencereden sinirle dönüp kendi masasına doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda zihninde Meriç'in dünkü sözleri dönüp duruyordu.
"Geri zekalı! Madem çok ilgileniyordun bu zamana kadar neden hüplettin portakal sularını?"
Masasının hemen yanında olan darta yaklaşıp eline bir ok aldığında karşısındaki şey bir darttan fazlasıydı.
Elindeki oku darta başarılı bir şekilde attığında Meriç'in tam alnının ortasına geldiğini düşündü ve tam o anda bir telefon çaldı.
Bu melodi tanıdıktı. Ya da bambaşka bir şekilde aklına yer etmişti.
İkinci oku attığında sesi umursamadı.
Üç ve dördü atacaktı ki daha fazla sabredemeyip yerinde kalktı. Sesin geldiği yere geldiğinde kaşlarını çattı.
"Heyzır'ın telefonu değil mi? Burada mı bırakmış?"
Hızlı birkaç adımın sonunda eline aldığı telefonda dünkü 'Aynı Yıldız'ın altında' film müziği çalıyordu. Üstelik numara MUTLAKA AÇ olarak kaydedilmişti.
"Peh, madem önemli ne diye bırakıyor ki ardında?"
Telefonu umursamadan yeniden masaya koymuştu ki çalmaya devam etti. Bitmek bilmeyen bu müzik aklına dünü getirince kendine hakim olamadı ve bir çırpıda açtı telefonu.
"Alo! Kızım yetiş! Turhan ölüyor. Kalbi atmıyor, nefes almıyor!"
Telaşla bağıran ses Haris'i şaşkına uğratsa da cevap vermeyi ihmal etmedi.
"Alo, hanımefendi be..."
"Ne olur acele et. Allah'ım sen yardım et, ölüyor çocuğum."
"Ama be..."
"Koş! Ne olursun koş! Yalvarırım! Tek başıma taşıyamam, ambulansı da arayamıyorum elim ayağım kitlendi. Çabuk gel ne olursun!"
🌙
İletişim 👇🏻
İnstagram hakugu |
0% |