Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@hakugu

 

 

 

 

 

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍

 

İnstagram hakugu

 

🔳🔳🔳

 

 

 

 

SECRET GARDEN 🍃

 

Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻

 

instagram

hakugu

wat_profesyonel

profesyonelfanfc

hakugu_tayfa

mevante.art

bbeyzasah

claesthetic

 

🔳🔳🔳🔳🔳

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yalan kötüdür. Çünkü uykuya benzer.

 

Uydukça uyuyasın gelir, söyledikçe söyleyesin.

Uyudukça inanırsın hayatın senden ayrı aktığına, söyledikçe inanırsın kendi hayal dünyana. Böylece benliğin ikiye bölünür ve daha tatlı olan ve aslında gerçek olmayan ötekini tercih etmeye başlarsın.

 

Uyku derken, ölümden bahsediyorum. Ölüm derken de, körlükten. Ve buradaki körlük, gözü kapalı olan değil, bilakis, net bir şekilde gördüğü halde görmezlikten gelendir. Tıpkı bir ölü gibi tepkisiz kalan, uykuya dalmış gibi etrafındakilerden habersiz olan ve bir yalancı gibi haberi olduğu her şeye kayıtsız kalan...

 

Yalan kötüdür o yüzden...

 

Öldürür insanı. Gerçek olmayan herhangi bir hayalin peşinden sürükler ve en nihayetinde o hayalin pembe dokunuşuyla boğar acımasızca. İnsan boğulduğunu da anlamaz ya, ölünceye kadar. Artık gerçekle hayali ayırt edemez hale gelinceye kadar. Ve bir masal gibi fısıldanan kendi yaşamını başkasından işitinceye kadar.

 

Yalan çok kötüdür.

 

Ne kadar kötü olduğunu insan ancak boğulduğu zaman anlar. Çünkü gerçekte pembeymiş görünen bulutlar simsiyahtır. Güneş gülümsemez mesela, kuyunu kazmak için fırsat kolluyordur. Rüzgar tatlıca okşamaz asla milim milim koparıyordur derini. Hissedemezsin birçok duyguyu, pembe bir tül hafifçe tenini okşar çünkü. Cazip gelen yalan krallığı her geçen gün sur ördürür sana gerçekliğe karşı.

 

Yalan kötüdür o yüzden. Çok kötü.

 

Yalancı bulutların akıtmadığı gözyaşları nedeniyle ilk fabrika tamamen alev aldığında alevler ikinciye sıçramaya başlamıştı bile. Ölümün soğuk fısıltısı işitilirken tüm bu kargaşada içeri atladı Haris. Bir an için düşünmedi çünkü nedense benliğini saran yalan gözlerini kapatmaya yetmemişti. Gerçeklik onu tırnaklarıyla turmuşçasına kendine çekti. Acımasız değildi ama acısına sızan bir histi bu.

 

Haris'i geri getirmek için çabalayan Emre öylece kalakalmışken hemen anons geçti.

 

"Tüm ekiplerin dikkatine. Haris Çelik tünele atlamıştır tamam!"

 

Kimse bunu beklemiyordu. Herkes bir kurtuluş için çaba sarf etmeye razıydı ama kimse az sonra yerle bir olacak bir fabrikaya birinin gireceğini beklemiyordu. Üstelik bu kişinin Haris olması tamamen şaşırtmıştı herkesi.

 

Meriç de silahını çekip yerinden ayrıldığında onu Onur takip etti. Bir kişi başı çektikten sonra diğerleri tereddüt etmiyordu zaten. Ve belki Meriç bir miktar kızmıştı kendine. Hayır belki de çok kırmıştı. Geri durmasına anlam verememiş, ilk adımı Haris'in atmasına hiç anlam verememişti. Bu noktada cesaretin sevgiyle paralel ilerlediğini düşünmekten alıkoyamadı kendini.

 

Memati de peşlerinden gidecekti ki Cihanşah durdurdu onu.

 

"Bize de ihtiyaçları olacak. Herkes yerinde kalsın ve yangını önlemeye yardım etsin. Fabrikanın etrafı ıslatırlarsa daha yavaş yayılma olur. İtfaiye ekiplerine yardım gerekli."

 

Cihanşah'ın emirleri herkes tarafından kabul görürken helikopterle getirilen litrelerce su fabrika yakınlarına döküldü.

Ateş su ile hararetini azaltsa da yıllardır kullanılmayan araziyi kaplayan kuru otlar ve rüzgarın da etkisiyle bu işlem çok kısa süreli bir etki sağlamıştı.

 

Ekipler itfaiye ekiplerine yardım ederken bir yandan da kaçakçılardan istihbarat sağlanmaya çalışıyordu. Eğer nereye gittiği bilirse bulmak daha kolay olurdu ama adamlardan kaçtığı için kimse, tam olarak nerede olduğunu bilmiyordu.

 

Tek bilinen, fabrikanın çıkışlarının tamamen kapatılmış olduğu ve tek çıkış yolunun bu eski tünel olduğuydu. Burası da herhangi bir yangın ve patlama anında sığınak olarak yapılmıştı. İzole şekilde yapılan bu tünel ateşe dayanıklıydı.

 

"Elinizden ne zaman kaçtı tam olarak?"

 

"Tam saati bilmiyoruz. Benim içim geçmiş, Musa da tuvalete gitmişti. O ara kaçmış."

 

"Hacer'in polis olduğunu bile bile nasıl böyle bir pisliğe bulaşırsınız lan!"

 

Cihanşah elindeki telsizle adama bir kere vurmak istedi. Sinirli ve üzgündü. Biraz sonra bu bencil insanlar yüzünden onlarca ekip arkadaşının küle dönmüş bedenine ulaşabilirdi.

 

Ama durdu. Telsizin ağırlığını kendi bile hissederken bir an için bununla vurmaktan vazgeçti. Eli havada kalırken adamın dizine sert bir tekme attı. Bu ona nispeten daha az can yakan bir tepkiydi. Hakettikleri kat kat fazla olsa da.

 

🔳🔳🔳

 

Tünelin soğuk dokunuşları Haris'e çarparken o elindeki fenerle koşarak ilerliyordu. Peşinden gelen Emre ve Onur da koşarken Meriç arkalarından kontrol ederek ilerliyordu. Hiç vakit yoktu. Dahası nerede olduğunu bilmemek işlerini o kadar zorlaştırmıştı ki. Bir anda tüm bina aransa bile saklandığı yerde bayılma ihtimali ile asla ulaşılmama durumu da vardı.

 

"Heyzır! Neredesin? Sesimi duyuyorsan cevap ver!"

 

İlk kata gelen Haris etrafında hızla döndü ancak terk edilmiş bir mekan ve yağmalanmış kasalardan başkasını bulamadı. Fabrika öyle çok büyüktü ki tüm her yeri gezmesi neredeyse bir gününü alırdı. Oysaki vakti çok kısıtlıydı. O halde yine yeteneklerini sergilenmesinin vakti gelmişti. Vakit kazanmak adına kaçakçılardan yardım istemeye karar verdi.

 

"Heyzır'ı nerede tutuyorlarmış bir şey söylediler mi?"

 

Kulaklıktan gelen Haris'in sesi Cihanşah'a ulaştığında hızlı birkaç adımla adamlardan birinin yanına gidip yakasından tuttu.

 

"Onu nerede tutuyordunuz?"

 

"İ-ikinci katta. Kazan dairesinin yanındaki odada. Oda köşede kaldığı için ilk bakışta görünmüyor. Geniş küflü kolonu geçince odaya ulaşabilirler."

 

Aynı bilgi Haris'e ulaştığında merdivenlere koştu. Enkaz alanına dönmüş olan bu yerin de alt kattan aşağı kalır yanı yoktu. Birkaç defa takıldığı molozlara aldırmadan etrafında döndü. Küflü demirler, eski makineler, kırık camlar ve yer yer dökülen moloz yığınları. Tuhaf bir koku da vardı. Burasının birileri tarafından pek de hoş olmayan şekilde kullanıldığı aşikardı.

 

"Kazan dairesi, kazan dairesi, kazan dairesi?"

 

Kendi kendine söylenmesi yine ancak kendi kendine duyulurken köşedeki küflenmiş kazan dairesi yazısını gördü.

 

Beklemeden koşarak oraya gittiğinde hemen yan taraftaki odayı gördü. Tek hamlede ayağıyla vurarak açtı kapıyı.

 

Bir sandalye vardı ve etrafı zincirlerle sarılıydı. Yere eğilip zincirin küflü ve ağır halkalarını elinde tuttuğunda bir insanın ne kadar canını yakabileceğini düşündü. Heyzır buradan ağır bir darbe almadan kurtulmuş olamazdı.

 

"Şerefsizler zincirlemişler kızı."

 

Sinirle yere bir tekme attığında "Heyzır!" diye bağırdı.

 

"Sesimi duyuyorsan cevap ver. Heyzır!"

 

Karşılık alamaması hiç iyi değildi. Buradan çıkma ihtimali olmadığı için bu karşılıksız bağırışları her defasında onu umutsuzluğa sürüklüyordu.

 

Ama hayır. Şimdi olmaz. Şimdi pes ederse, her şey biter. O zaman aldığı tüm risk boşa gider.

 

Durdu birkaç saniye...

 

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

 

"Ben Heyzır olsam?"

 

Kapalı gözlerinin ardına biraz önce geçtiği koridorları düşündü. Bir yapay zeka gibi taradı beyni gelip geçtiği tüm yolları.

 

Çıkış yolları, kısa vadede kaçış yerleri, saklanmak için uygun olan köşeler...

 

Tek tek taranan her yer ona sonuç verdiğinde zihninde işaretlenen yer kırmızı olarak parlıyordu. İşte orasıydı. Beklemeden hızla karar verdi. Gözlerini açtığında kapıya baktı.

 

"Buradan koşmuş olmalı."

 

Kapıdan ileriye koşup kısa koridora geldiğinde etrafına baktı. Ani bir kararla ne tarafa gider? Onu kaçakçılardan kurtaracak en kestirme yolu tercih etmiş olmalıydı.

 

Yıkılmış bir merdiven vardı sağ tarafta ve sadece yarısı alt kata iniyordu.

 

"Buradan devam etmiş olmaz. O zaman sola döndü."

 

Kısa koridorun bağlandığı uzun koridorda koşarken bir yandan da bağırıyordu.

 

"Heyzır? Heyzır!"

 

Moloz yığınları koşan biri için çok tehlikeliydi. Buradan zarar görmeden kurtulması çok zordu. Eğer zarar gördüyse hızı azalmış olmalıydı.

 

Koridor bittiğinde eski bir pencereye ulaşmıştı. Aniden durdu. Başka bir şey yoktu. Nasıl başka bir şey olmaz? Yanlış gelmiş de olamaz. Pencerenin demir parmaklıkları buradan çıkılamayacağını gösterirken elleri ile saçlarını karıştırdı. Bir eksiklik vardı. Mutlaka bi eksiklik yapmış olmalıydı.

 

"Çaresizce etrafına bakınmış olmalı. Nereye gideceğini düşünüp sağına soluna bakmış olmalı."

 

Haris kendi kendine söylediklerini bir bir yaparken sağ taraftaki kapı dikkatini çekti. Burası bir yangın çıkış yeriydi. Gizlenmiş değildi fakat beklemediği için fark edememişti de. Beklemeden kapıya yönelip küflü kolundan çekti ve hızla içeri girdiğinde merdiven olduğunu gördü.

 

"Aşağı mı yukarı mı?"

 

Aşağısı çıkışa götürür ama tüm çıkışlar kapalıydı? Peki çıkışların kapalı olduğunu biliyor mu?

 

Eğilip aşağı kata baktı. Merdivenler alt kattan sonra kalın moloz yığınları ile kapatılmıştı. Üstünden atlanması bile mümkün değildi.

 

"Yukarı çıkmış olmalı."

 

Verdiği kesin kararla merdivenlerden yukarı çıkarken kulaklığına emirler yağmaya başladı.

 

"Fabrikayı hemen terk edin. Yangın kontrol edilemiyor. Alevler yan tarafı sardı. Tekrar ediyorum fabrikayı hızla terk edin! Çok fazla vakit kalmadı."

 

Haris duymazlıktan geldiği emirler ile üst katlara çıkmaya devam ederken Emre'nin sesi geldi.

 

"Haris çıkmalıyız. Alt kata alevler ulaştı bile. Duyuyorsan cevap ver. Haris!"

 

Haris Emre'yi de duymazlıktan gelirken kulaklıktan sesler gelmeye devam ediyordu.

 

"Helikopterle üst kattan deneyeceğiz şimdi herkes dışarı çıkmalı. Herkes!"

 

Meriç'in sesi Haris'i de kapsarken o kulaklıkları çıkararak cebine koydu. Bu kadar yeterliydi. Herkes çıkmasını istiyordu ama o adı kadar emindi ki kaybedilecek tek bir saniye bile yoktu. Nefes nefese merdivenleri çıkmaya devam ederken alt katta bir patlama sesi duyuldu.

 

Bina zemin kattan itibaren oldukça güçlü bir şekilde sarsılırken ayakta durmak imkansızdı. Tıpkı bir deprem etkisi yaratan patlama kulakları çınlatmıştı.

 

Sarsılan merdivene sıkıca tutunan Haris alnındaki teri elinin tersiyle sildi ama durmadı. Ayakları yere sağlam şekilde bastığında derin bir nefes aldı ve kaşlarını çatarak yukarıya baktı. Durmamalıydı. Korkuluklardan destek alarak bir kere daha hareketlendi. Koşmaya devam ederken bir yandan da bağırıyordu.

 

"Heyzır! Ben geldim burada mısın? Tek bir kelime bile yeter Heyzır! İyi misin?"

 

Binanın alt katından gelen sıcaklık tüyeleri hoş bir ılıklık verirken üst katran gelen soğuk zihinleri karıştıran bir bulmacaya dönüyordu. Bir yandan terlerken insan öte yandan üşüyordu. Ter damlacıkları aniden soğurken derin bir nefes almak büyük bir lüks galine gelmişti. Burunlara dolan kimyasal yanığın asitli dokusu ağır bir sızıya neden oluyorum.

 

Katlar çıkıldıkça bitmezken hiçbir katın kapısı açılmıyordu. Buralardan geçmemiş olduğunu varsayarak hep daha ileriye koştu.

 

Geldiği son katın kapısının da açılmayacağını düşünerek iteklemişti ama hafifçe içeri göçtü.

 

Büyük bir umutla içeri daldığında burasının bir çamaşırhane olduğunu gördü. Etrafa saçılan eski çarşaflar ve yıkılmış duvar altında kalan külüstür bir çamaşır makinesi vardı. Neredeyse bir oda büyüklüğünde olan yan yana üç çamaşır makinesinin içinde molozlar birikmişken Haris dönerek etrafına bakmaya devam ediyordu.

 

"Heyzır? Heyzır burada mısın?"

 

Tam o anda kulağıma ilişen sesi ile gözlerimi açtım ama cevap verecek halim yoktu. Canım çok yanıyordu ve sadece elime bir taş alabildim. Güçlükle aldığım taşla demir boruya iki kere vurduğumda son gücümü de kullanmış oldum.

 

Vuruş sesim hızla onun tarafından duyulurken köşede hareketsizce yatan beni gördü.

 

Onun ilk defa ağlayabildiğine şahit olduğum o saniyeler bambaşka bir duyguydu. Titriyordu. Her yeri toz toprak olmuştu ancak elmacık kemiklerini ıslatan gözyaşı tertemiz bir yol açıyordu yüzünde.

 

"Hacer? Güzelim!"

 

Koşarak bana gelişi de, kendinden geçse bile beni kucaklamaya çalışması da, kanamamın nerde olduğunu bulmaya çalışırken saçlarımı okşaması da hepsi hepsi rüya gibiydi. Ölümden dönmüştüm. Dönmüştüm değil mi? O bir çaresini bulurdu. Ona güveniyordum.

 

"Geçti, geçti güzelim."

 

Alnıma düşen saçlarımı nazice geriye iteklerken baygınlık geçiriyordum. Zincirlenirken defalarca başıma darbe almış ve tartaklandığım için de ancak buraya kadar gelebilmiştim. Kendimi attığım bu köşe buz gibiydi ama yine de dinlenebilmiştim. Soğuk kanamamın durması için yardımcı olurken keskin bir sancı tüm damarlarımdan dikenli teller gibi hissediliyordu.

 

"Şimdi seni buradan çıkaracağım. Biraz daha dayan olur mu? Ağlama artık. Bitti bak, geldim"

 

Başımı belli belirsiz sallarken kolumdan tutup boynuna doladı ve belime sıkıca sarılarak ayağa kaldırdı. Ona sarılırken ne kadar gerildiğini fark ettim. Tüm bedeni kasılmıştı ve ben dokundukça tuzun suda çözülmesi gibi hafifliyordu. Bunu öyle net hissediyordum ki, elimde olsa ona daha sıkı sarılır ve tüm bu dehşetin geçtiğini fısıldamak isterdim.

 

Ama yapamadım. Yüzümü boynuna gömdüğümde kendimden geçmiştim. O beni sıkıca tutmasa kollarından kayıp gidebilirdim. Ama o vardı. Kolları ile sıkıca tutan, beni bulmak için gelen ve nihayetinde beni kurtarmak için hayatını tehlikeye atan.

 

🎴🎴🎴

 

"Kulaklığı mı bozuldu?"

 

"Sanmam, onun sinyali gelmeye devam ediyor ama ses yok."

 

"Alt katı tamamen alevler aldı. Artık tüneli de kullanamazlar."

 

Meriç sinirle yerdeki kutulardan birine tekme attığında Onur umutsuzca yere çöktü. İşler tamamen ters gitmişti. Hiçbir şey planlara uygun değildi. İçeriden çıkmak artık tamamen imkansızdı. Yeni bir plan için hiç vakit kalmamışken omuzlara ağır bir yük binmişti.

 

"Patlamaların başlaması için birkaç dakikadan fazlası kalmadı."

 

Cihanşah'ın anonsu tüm herkesi yıkıma uğratmışken Meriç bir kere daha fabrikaya doğru yürüyordu ki Yağız ve Cihanşah güçlükle durdurdu.

 

"Hiç şansları yok. Tüm çıkışlar kapalı ve sen de giremezsin zaten. Çok üzgünüm."

 

Canları yakan bu gerçeklik bir yalanı andırsa da insanoğlu bazen gerçeklerin yalan olmasını dilemiyor değildi. Şayet yalan bu kadar kötü olmasaydı hayatımızın bir parçası olmasını birçok kişi en samimi dilekleri ile isterlerdi.

 

Gözlere dolan yaşlar bu sefer acı bir melodi gibi özgür kalırken "O da ne?" diye bağırdı Emre.

 

Herkes Emre'nin işaret ettiği yere bakarken patlamalar başladı. Zemin kattan yukarı hızla tırmanan alevler renkli patlayışlara neden olurken ekipler renk körü olmuşçasına karanlıktan başkasını göremiyorlardı. Her yer isti sanki. Adları kadar biliyorlardı ki üç ve dördün tutuşması saniyelerini almayacaktı.

 

Emre ve Onur gözyaşlarına boğulurken Cihanşah yavaşça kulaklığını indirdi. Memati yere çömelmişken Meriç başını iki elinin arasına almış çaresizliğe boğulmuştu. Yağız yerdeki taşa bir iki kere tekme attı ama içindeki acı dinmek bilmiyordu.

 

Tüm umutların yok olduğu o dakikalarda alevlerin arasından birileri göründü.

 

Sıkıca sarılarak sarkan bir iple hızla aşağı inerken herkesin sevinç çığlıkları duyulmaya başladı. Böyle bir durumda havai fişeklerin arasında böyle bir iniş yaptığımız için bir deliden farkımız olmasa da başka çaremiz yoktu. Henüz alevlerin ulaşmadığı batı cephesinden hızla inerken bizimkiler de bize doğru koşmaya başladı.

 

Kendimde olmasam da olaylardan haberdardım. Güçlükle açtığım gözlerimle ona bakarken perişan bir halde olduğunu gördüm. Tamamen dağılmıştı ama yine de umutla parlıyordu gözleri.

 

Bu parıltının nedeni neydi bilmiyordum ama öylesine güzeldi ki...

 

Hem gözlerindeki ışık hem de dudaklarındaki belli belirsiz gülüş. İkisi de doyumsuzca seyredeceğim güzelliklerdi.

 

Ona sarılırken dahi teşekkür edercesine tutunuyordum. Bunca insan arasında benden vazgeçmediği için. Bunca kişiye rağmen, hayatını tehlikeye atarak beni bırakmadığı için. Her şeyini ortaya koyarak peşimden geldiği için.

 

Aşağıda bekleyen Emre ve Onur sevinç gözyaşlarına boğulmuşken Yağız ve Memati de mutluluk naraları atıyorlardı.

Meriç sağlık ekibi ile beni beklerken Cihanşah koordineyi sağlamaya devam ediyordu.

 

Yere ulaşmamla sedyeye alınmam bir oldu. Uzun süredir böyle bir rahatı yaşamamışçasına uzandığımda hızla tedavime başlandı.

 

Bir yandan olay yerinden uzaklaştırılıyor bir yandan da gözlerimle onu arıyordum.

 

Korkuyordum. Tüm bunların bir yalan olmasından, uykuya dalmış olmaktan ve gerçekleri görmeyen bir kör gibi hayalleri yaşamış olmaktan korkuyordum.

 

Pinokyonun varisine tutulmuşken uzayan burnun elimde kalmasından korkuyordum. Tıpkı tutunduğum tüm dallar gibi onun da kırılıp yok olmasından çok korkuyordum.

 

Ben ambulansa alındığımda diğerleri de polis araçlarına bindiler. Hızla uzaklaşırken asıl cehennem başlamıştı. Metruk fabrika bir ateş topuna döndüğünde orada olabileceğimi düşündüm. Alevler arasında küle dönerken annemin ne hale geleceğini düşündüm.

 

Belki ölümümü kabullenirdi ama ya yanarak ölmek? Çıkacağı hiçbir yeri olmadığı için çaresizce küle dönüştüğümü öğrenmesi? Ne yapardı? Hiçbir mutluluk onu güldürmezdi artık. Hiçbir acı ağır basmazdı bundan başka.

 

Gözlerimden birer damla yaş yanaklarıma süzülürken şükrediyordum.

Çok şükür Allah'ım, çok şükür.

 

Sözlerimi sadece kendim işitirken verilen ilaçla gözlerim yavaşça kapandı. Uzun zamandır hayalini kurduğum uykuya yavaşça teslim olurken gözyaşlarım da yanağımdan sedyeye ulaşmıştı bile.

 

🪴🪴🪴

 

Ama nerdesiniz nerdesiniiiiz!

 

Ben çok yoğunum da buralara uğrayamıyorum ama siz neredesiniz? Evet siz de yoğun olabilirsiniz doğru (;

 

Ama yine de boş bırakmayın buraları lütfen. Vote hızlıca doldu belletmem yayımlardım ama inanın düzenleyecek vakit bile bulamadım.

 

Yeni kitaplarım da aynı şekilde. Ama bırakmak yok. Müsait olduğum her an buralardayım. Lütfen siz de burada olun.

 

Görüşmek üzere...

 

🤍

Loading...
0%