Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm

@hakugu

 

 

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍

 

İnstagram hakugu

 

 

 

 

 

🔳🔳🔳🔳

 

Tokyo drift 🏎

 

Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻

 

instagram ❤️

wat_profesyonel

bbeyzasah

hakugutayfa

 

🔳🔳🔳🔳🔳

 

 

 

 

 

 

 

Adım kadar emin olduğum şeylerin tam tersi çıkması gibi talihsiz bir huyum var. Bunu genelde kesinlikle emin olup, araştırmaya bile ihtiyaç duymadığım ve her defasında yanıldığım onlarca hatadan biliyorum. Aslında bu bir hata bile değil. Bu benim talihsizlik serüvenlerimden biri. Küçükken de böyleydi. Okulda ne zaman tahtaya kalksam adım gibi bildiğim denklemleri hep yanlış yapardım. Evde defalarca kez çözdüğüm ve üstünden gittiğim kuralları gözü kapalı yapmaya alışmışken başkalarının yanında hep ters giderdi işler. Bu yüzden bir şeylerden emin olmaya korkar olmuştum. Belki de bu benim içimdeki deli cesaretini bastırmak için ilahi bir çözümdü. Şayet ben gün geçtikçe kendimi geliştirerek kırılma payı bırakmayı öğrenmiyor olsaydım yüksek atılganlığım ve kara gözümle çok daha tehlikeli işlere kalkışabilirdim. Oysaki şimdiki Heyzır her defasında acaba diye soran ve hep bir tedirginlik içinde yaşayan biriydi.

 

Hem bunun en büyük örneğini babamda görmüştüm. Gözümde büyük ve kudretli bir dağ gibi olan babam, asla kimse tarafından yenilemez ve beni her daim korur diye kendimden emin olduğum babam, bir kış günü hayatımdan tamamen silinmişti. Hayatımda babamdan emin olduğum kadar kimseden emin olmamıştım oysaki. Onun yokluğunda da emin olmamaya devam ettim işte.

 

Yattığım yerden bir kere daha emin olduğum bir şeyin tersinin çıkması şokuyla yüz yüze kalmışken asıl çaresiz olanların Emre ve Onur olduğunu görüyordum.

 

"Heyzır her şeyi mahvettin!"

 

Hepimizin kulaklığına gelen o ses moralimi daha da bozmuştu. Haris göz ucuyla bana bakarken ben hüzünle başımı yere koydum.

 

"Çok merak ediyorum memur bey, benim şüpheli olduğumu nereden anladınız? Sonuçta benimle birlikte olan kimse yoktu ve gördüğünüz üzere Begüm hala hayatta."

 

Benden bahsetmediklerine göre demek ki beni fark etmemişlerdi. Bu iyi bir şeydi. Benim de polis olduğumu anlamamışlardı o zaman. Geriye bu toplamışın anlamlı bir şekilde sonlandırılması kakıyordu. Onur ve Emre'den birinin hemen mantıklı bir şeyler uydurması gerekiyordu. Gözlerimi sıkıca kapatıp bu yüzleşmenin bir an önce bitmesini beklerken "Yarım saatte bir katları gezdik ve lavabodaki kanı gördük. Kameralardan en son girenin Begüm ve siz olduğunuz görüldü. Hem burada soruları biz sorarız, siz değil," dedi Onur.

 

"Kusura bakmayın. Begüm hala hayatta olduğuna göre artık ellerimizi indirebilir miyiz?"

 

Kadın havada olan ellerini indirmek için izin isterken Emre "Bir saniye," dedi.

"Lavabodaki kan ne kanıydı?"

 

Tam yerinde bir soruydu. Cinayet değilse ne?

 

"Ah, önemli bir şey değil. Basit bir sıyrık, sağolsun Tuvana beni tedavi etti."

 

"Ne kanı diye sordu?"

 

Onur dişlerinin arasından bir kere daha Emre'nin sorusunu yinelediğinde ellerindeki silahları sıkıca tutup nişan almış bir halde bekliyorlardı.

 

"Yemekte bıçak düştü ve yaralandı."

 

Tuvana denen kadın tedirgin bir ses tonu ile karşılık verdiğinde şüphelerimiz daha da arattı. Başımı kaldırıp kadının yüzüne baktım. Kanayan yer her neresiyse Begüm'ün söylemesini istemiyor gibiydi. Fakat Begüm anlamamıştı ve "Topuğum," demesiyle Tuvana'nın merdivenlere doğru koşması bir oldu.

 

Yaren'in de topuğu kanıyordu ve en son Haris oradan bir dinleme cihazı çıkarmıştı. Bu durumda Tuvana denen kadının kesinlikle Ecmel davası ile alakası vardı.

 

Tuvana'nın arkasından hızla koşan Emre ve Onur bizi geride bırakırken Haris'le ben de yerden kalktık.

 

"Şu başımıza gelene bak, garson diye aldık polis çıktılar."

 

Eric kendi kendine konuşurken Onur ile kavga eden Mihri onun önüne geçti.

 

"Yalnız geldiğin ülkede durum ne bilmiyorum ama biz polisimize çok saygı duyarız, arkalarından konuşmasan ve kafeni emniyete alsan iyi edersin."

 

Mihri'nin çarptığı laf Eric'e sertçe vurulurken dudağımın kenarıyla güldüm.

 

"Çekilebilirsiniz."

 

Kulaklığımıza gelen Cihanşah'ın sesi emniyete dönmemizi ifade ederken "Kadını yakalandık, geliyoruz," dedi Onur.

 

Arkamda duran Haris'e göz ucuyla baktım.

 

"Bugünlük ara vermeliyiz bence efendim. Şu an için kafe güvenli değil. Bu hem sizin hem de kafenin itibarı için negatif bir durum olur."

 

Haris'in ikna edici konuşması Eric'in kafasına yatarken "Haber verin herkese ücretiz izine çıksınlar," dedi.

 

Aldığımız izin ile asansörü es geçerek merdivenlere doğru yöneldik. Hızlı adımlarla ilerlerken giriş katında Memati ve Yağız ile karşılaştık. Onlar zemin kattaydı.

 

"Herkes ayrı yerlerden yürüsün, bir alt sokakta buluşuruz."

 

Haris'in yönlendirmesine hepimiz uyurken kararlaştırdığımız gibi alt sokakta buluştuk. Bizi belleyen polis arabasına bindiğimizde istikamet emniyetti.

 

🩸🩸🩸

 

Emniyetin kapısından önce Haris sonra ben sonra Memati ve Yağız girdi. Polis kartlarımızı okutup güvenlikten geçtik. Üst kata çıkan merdivene ulaştığımızda koridora varmıştık bile. Çok yürümeyecektik zira hemen iki metre uzakta Emre ve Onur kolları arkalarında bağlı bir şekilde önlerinde duran müdürle konuşuyorlardı. Müdürün tavrına bakılacak olursa pek yumuşak değil gibiydi. Biz onlara ulaşmadan ofisten çıkan Meriç ve Cihanşah ellerinde dosya ile geldiler.

 

"Tuvana Erdem, 29 yaşında ve İtalyan asıllı eski eskort. Kadın kaçakçılığı ve hırsızlık dahil olmak üzere toplamda on yedi sabıkası var. Türkiye'de dört kez kimlik değiştirmiş kaçak olarak buluyor."

 

Müdür çatık kaşları ile Meriç'in raporunu dinlerken elleri sağlı sollu belinde duruyordu. Kolları ceketinin eteğini kaldırırken biz de onların yanına gelmiştik.

 

Müdür beni görmesi ile siyah ayakkabısının keskin ucu ile kaval kemiğime sertçe vurması bir oldu. Herkes şoka girmişçe bana bakarken ben acı ile eğilip yeniden dik durmaya çalıştım.

 

"Seni dikkatsiz! Aklın neredeydi de gidip kadını öldü sandın. Rezil olduk. Ya Begüm denen kadının topuğunda olmasaydı yara o zaman ne yapacaktın? Ne yapacaktın ha!"

 

Müdürün bağırışı koridorda yankılanırken dizin sızlıyordu. Açık kot pantolonumun üstünde sızan kan, hafif de olsa bir çizik olduğunu gösteriyordu.

 

Haris'in gergince yutkunup bana baktı. Dişlerini de sıkıyordu ama daha ters bir şeyler olmasın diye geri duruyordu.

 

"Onur'u kurtarmak için öne atılmak ne peki? Sen oraya kahraman olmak için mi gittin yoksa polis mi?"

 

Müdürün havaya kalkan eli bana doğru yaklaşırken önüme geçen Haris ile havada asılı kalmak zorunda kaldı.

 

"Efendim bir şans verirseniz ben olayı çözdüm. Suçlunun kim olduğunu biliyorum ve biraz sabır gösterirken davanın sadece Ecmel'le sınırlı kalmadığını çok da derin olduğunu hatta gerçek bir cinayet de olduğunu göreceğiz."

 

"Evet müdürüm, Haris haklı," dedi Onur. Beni koruyacağına söz verdikten sonra araya girmeye çalışıyordu.

 

"Öyle değil mi Emre?"

 

"He? Ne? Ha evet. Haris buldu. Bize de anlattı."

 

Müdür kolunu sertçe yere indirirken "Bir şans vermeliyiz bence de, sonuçta her dakika daha fazla bilgi ediniyorlar," dedi Meriç.

 

Sızlayan dizime inat dik durmaya çalışırken gözlerim doluyordu inadına. Dik durmam ve aldığım darbenin acısını gizlemem gerekirken, gözlerim doluyordu. Alt dudağımı ısırırken kaşlarımı çattım.

 

Ağlama Hacer! Sırası değil. Şimdi olmaz.

 

"Ne halt ediyorsanız edin çözün şu işi çok uzadı. Sen," dedi işaret parmağını bana doğru tutarak "Bumerang'dan uzak dur. Bu davaya yeterince zarar verdin."

 

Müdür başka bir şeye mi sinirliydi bilmiyorum ama üstüme fazla geliyor gibiydi. Her şeye rağmen emrine itaat etmekten başka şansım yoktu. Başımla tasdiklerken "Anlaşıldı efendim," diye tekrar ettim.

 

"Dağılın!"

 

Müdür arkasını dönüp sarsıla sarsıla yürürken Cihanşah peşine takıldı. Meriç birkaç saniye gözleri ile beni inceledikten sonra o da gitmek zorunda kaldı. Geride kalan herkes sessizdi.

 

"Ne oldu buna şimdi ya?"

 

Onur elleri belinde efkarlı bir dönüş yaptı etrafında. Gözleri dikkatle beni tarıyordu. Duvara yaslanan Emre, başı yerde olsa da bakışları ile olup biteni seyreden Memati ve bir köşede sessizce duran Yağız da bana bakıyordu.

 

"Gidip konuşayım mi müdürle? Beni kurtarmak için yaptığını söyleyeyim, hem ben dayak yiyordum orada yani."

 

"Onur lütfen," dedim sakince.

"Bu dava gerçekten de çok uzadı. Ayrıca müdür tamamen haksız da değil. Profesyonelce davranmadım, duygularıma yenildim. Hem kadını iyice araştırmadan cinayet diye kesin bilgi de vermemeliydim. Bensiz devam edin, sizi takip ediyor olacağım."

 

Buruk bir tebessümle onlara bakarken tatmin olmamışlardı ama onların da ellerinden bir şey gelmiyordu. Davanın dışına itilmiştim. Emir büyük yerden olunca herkes uymak zorunda kalıyordu.

 

"Merhaba ben bir şey sorabilir miyim?"

 

Bizimkilerin dışında ama yine de tanıdık bir ses yükseldiğinde hep birlikte arkamıza döndük.

Mihri gelmişti. Sıkıca tutunduğu çantanın kulbunu daha çok sıkarak gözlerinin aradığı kişi olan Onur'u görmesi ile duraksaması bir oldu.

 

"Bir sen eksiktin."

 

Onur bir tarafta Mihri bir tarafta arada biz kalmışken "Sen daha ne yüzle geliyorsun ki buraya? Senin yüzünden düştüğümüz duruma bak, çok zengin değil misin? Git eğlenceni başka yerde ara belanı da benden bulma," diye bağırdı Onur.

 

"Sakin ol oğlum."

 

Emre Onur'un önüne geçerken başımı yere eğdim. Bunca şeyden sonra başka birini de daha teselli edecek değildim. Mihri on katlı bir bina edasıyla yıkılırken önde Onur hemen arkasında Emre de bizi bırakarak yürümeye başladılar. Onlar gözden kaybolana dek izleyen genç kız da en az benim kadar göz yaşlarını tutmakta zorlanıyordu. Kimseden ses çıkmayınca teselli Memati'ye düştü.

 

"Şekerim sen ona bakma. Çok stresliyiz. Bu dava bitsin o zaman bir kere daha gel olur mu? Ağlayayım derken pembe farlarına da yazık etme."

 

Mihri ne kadar teselli oldu bilmiyorum ama onunla birlikte Memati ve Yağız da terk etmişti koridoru. İyice sessizleşen ortamda ben ve Haris'ten başkası kalmamıştı. Ona bakamıyordum, acemice yaptığım onca işten sonra bakacak gücü bulamıyordum kendimde. Gözlerim yerdeyken eli önüme uzandı. Kaşlarım ne olduğunu anlamak için havalandığında gözlerimi yüzüne kaydırdım, gülümseyerek bakıyordu.

 

"Hep yaptığımız gibi gizli bir anlaşmaya ne dersin?"

 

Önce gözlerim tatlı bir ışıltı ile yumuşadı, sonra dudaklarım kıvrıldı tebessüm için.

 

"Unutma, aynı şeyleri ben de yaşadım ve şu an sadece rolleri değiştik. Ah o tekmeler gerçekten de çok acıtıyor," dedi tatlı bir şekilde dizini tutarak. Ona da aynı şekilde vurmuşlardı ve o da yalnızlığa terk edilmişti. Haris şu an beni çok iyi anlıyordu. Önümde duran eline bakarken beni beklemeden o aldı elimi ve sıktı hafifçe.

 

"Çözelim bu işi Heyzır. Bumeranga dahil değilsin ama biz hala bir ekibiz değil mi?"

 

Sağ gözünü kırptığında öyle tatlı olmuştu ki gülümsemeden edemedim.

 

"Müdüre söylediklerin doğru muydu?"

 

"Hangisi?"

 

Bir yalancıya doğrudan bahsetmek...

 

"Hani şu olayı çözdüğün?"

 

"Hangi bölümü?"

 

Daha fazla gülümsedim. Bu oyunu kazanamayacağımı biliyordum. Pes edercesine güldüğümü anlayınca o da gülümsedi.

 

"Güçlü durman gerek biliyorsun değil mi? Bne karşımda inatçı ve geveze bir Heyzır görmek istiyorum, diğer türlüsü pek çekici gelmiyor."

 

Gözlerini kısarak söylediği şeyler detayları eşelenesi türdendi ama üstüne gitmedim. Derin bir nefes alıp elimi geri çektiğimde "Peki, ne yapmamı istiyorsun şimdi?" diye sordum.

 

"Benimle drifte katıl."

 

"Ne?"

 

"Drift diyorum. Araba yarışı. Bu akşam düzenlenecekmiş. Birlikte katılalım."

 

"İyi ama..."

 

"Endişelenme amacımız kazanmak değil ama bu kazanmayacağımız anlamına da gelmiyor."

 

Dediklerini tam anlamazken cebinden bir kağıt çıkardı. "Bak şuna."

 

Birbirine oklarla bağlı isimler ve alt bilgiler mevcuttu.

 

"Şimdi," dedi işaret parmağı ile en baştaki ismi göstererek.

"Ecmel. Mimar kadın ve adını kullanarak şiddete uğradığını söyleyen kadınlar var."

 

Sol alt tarafta Yaren yazıyordu.

 

"Ecmel adını kullanan ve fiziksel şiddet gören elimizdeki en önemli şahit."

 

Sağ taraftaki isme okla bağlı olan Yaren'in bağlı olduğu isim Tuvana'ydı.

 

"Bu kadın Yaren'in uğradığı fiziksel şiddetin aynısını uyguluyor. Bu durumda Yaren'e uygulamış ya da uygulayanları biliyor olması büyük ihtimal."

 

Yaren'in aşağı doğru bir okla bağlı olduğu isim Ayşem'di.

 

"Bu kızın adını çalışanlardan öğrendim. Dediklerine göre Yaren'le birlikte kafede çalışmışlar."

 

Ayşem'in sağa doğru bağlandığı okun ucunda İlhan yazıyordu.

 

"Bu isim de çalışanların dilindeydi. İlhan ve Ayşem ikilisi anladığım kadarıyla romantik bir ilişki içindelermiş. Anlayacağın çok karışık ama hep birbiri ile bağlantılı bir olayla karşı karşıyayız."

 

"Peki bu araba yarışına neden katılmalıyız?"

 

Merakla sorduğum soruya sanki çok önemli bir noktaya değinmişim gibi baş ve işaret parmağını şıklatarak beni gösterdi.

 

"Çok az duyduğumuz ama aslında bana göre işlerin merkezinde olduğunu düşündüğüm bir isim bu yarıştaydı. Bu kişi Ecmel'in en yakın arkadaşı olan Mimar Çağrı Aslanbey. Duyduğuma göre hem Ecmel'in en yakın arkadaşı, Begüm denilen kadın ve Tuvana ile birlikte kış tatili yapmış, hem yarıştan birkaç gün sonra ölen İlhan şef ile aynı yarışa katılmış. Kulağa sence de aşırı bağlantılı gelmiyor mu?"

 

Kağıdın tam ortasında Çağrı yazıyor ve diğer isimlere farklı yöndeki oklarla bağlanıyordu.

 

"Önce bu yarışa katılıp olup bitene dair bir şeyler öğrenmemiz lazım. Mümkünse Çağrı ve İlhan hakkında daha fazla bilgi. Sonrası zaten çorap söküğü gibi gelecek gör bak."

 

Başımı onaylarcasına sallarken Haris'in her kelimesine inanıyordum. Hem kendinden emin hem de güven veriyordu. İkimiz de ciddiyetle kapıda bakarken bu ihtimaller sarmalını çözmeye ant içmiş gibiydik.

 

🩸🩸🩸

 

Yarış gece yarısından bir dakika sonra başlıyordu. Öyle herkesi de almıyorlardı ama Haris herkes değildi. Hem kendine hem bana yarış için uygun kıyafetler ayarlamış nasıl yaptığına dair tek bir fikrim olmadan yarışa da katılım yapmıştı. Bizim için ayarlanan lüks spor aracın önünce dururken insanlar toplanmaya başlamıştı.

 

Alan Konya'nın çıkışına doğru kullanılmayan bir yolda başlayıp, otoban ve bir tüneli de içeriyordu. Toplamda yedi tane araç vardı ancak yüzlerce kişi toplanmıştı alana. Daha önce hiç görmediğim tuhaf kıyafetli insanlara nispeten ben de farklı sayılmazdım.

 

"Bu kadar kısa giymek zorunda mıydım?" diye sordum, mini pileli eteği aşağı doğru çekiştirirken. Haris bana bakmıyordu. Kollarını önünde bağlamış sol elinde sıkıca tuttuğu kaskını sanki ağırlığını ölçermiş gibi bir yukarı bir aşağı taşırken sol taraftaki topluluğa bakıyordu. Bana bakmasa da cevap verdi.

 

"Bu tuhaf insanların arasında fark edilmemek için tek çözüm onlar gibi olmak, maalesef ki."

 

Fosfor yeşili eteğim ve siyah dar penyem ile incecik olmuştum. Dizlerime kadar uzanan siyah çizmem açık bıraktığım saçlarımla tıpkı yarışlardaki bayrak sallayan kızlara dönüştüm. Tıpkısı fazlaydı çünkü az sonra elinde onlarca bayrak taşıyan bir genç "Fıstık bunlar da senin," dedi ve elime siyah beyaz bayrağı tutuşturarak uzaklaştı.

 

"Haris?"

 

"Herkes birbirinin yarışı için start verecek. Üçe dört kişi yarışacak. Sen diğer takımın startını verirken diğer takımın kızlarından biri de bizimkini verecek. Sadece start vereceksin sıkıntı yok, tamam mı?"

 

Göz kırparak beni yatıştırmaya çalışsa da içim rahat değildi. Şu an kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Ama mecburdum, başka türlü bunların ağzından laf alabilecek gibi değildik. Hepsi kendi aleminde tuhaf tiplerdi.

 

Endişeden gark edemesem de Haris de çok havalı görünüyordu. Kırmızı ceketi kırmızılara bürünen kıyafetleri içinde tek parlayan tarafıyken siyah saçlarını dağınık bırakmış boynuna tuhaf kalın Halkalı zincirlerden birini geçirmişti. Ortama uyum sağlamak için pantolonun yanından sarkan zincir de ona uyum sağlıyordu. Siyah çizmeleri daha öncekilere nispeten çok daha abartıyken sesler yükseldi.

 

 

 

"Ooo millet maddeler gelmiş. Bu gece bendensiniz. Çekin içinize züppeler."

 

Tıpkı benim gibi giyinen kızıl saçlı bir kız elinde tepsi ile uyuşturucu dağıtırken tıpkı Haris gibi ben de aldım.

 

"Şerefsizler."

 

Haris'in dişlerinin arasından çıkan kelimeyi sadece ben duyarken havai fişekleri de patlatmaya başladılar. Deli gibi bağırıyorlardı. Kendilerinden geçercesine uyuşup birbirlerine para saçmayı bir marifet gibi gösteriyorlardı.

 

"Lütfen gülümse biraz."

 

Haris bana doğru eğilerek kulağıma fısıldadığında farkında olmadan mide bulandırıcı bir şeyi görmüşüm gibi yüzümü buruşturduğumu anladım.

 

"Biliyorum tiksinç ama bunların hepsine masum insanları kurtarmak için katlandığımızı düşünürsen daha dayanılası olur."

 

Haris gülümseyerek bunları söylerken saçlarımdan bir tutamı da kulağımın arkasında sıkıştırmayı ihmal etmedi. Ben de onun gibi yapmacık bir şekilde gülümsedim.

 

"Sizi ilk defa görüyorum?"

 

Etrafında üç kız ve iki erkekle karşımızda dikilen genç adam bir bana bir Haris'e bakarken gülümseyişim zayıfladı. Kızlardan biri adamın boynuna yüzünü gömmüşken diğeri saçlarını karıştırıyordu. Hepsi topluca hastalıklı zihniyette görünürken her şeye rağmen gülümsemeye çalıştım.

 

"Almanya'dan geldik, ilk defa katılacağız."

 

"Olmonyodon goldok!"

 

Adam Haris'in dedikleri ile dalga geçerken etrafındaki herkes kahkahaya boğuldu. Benim yüzüm asılırken Haris de gülüyordu.

 

"Almanya'dan geldiyseniz ne yapalım bebek? Kimsiniz necisiniz? Polis olmadığınızı nereden bilelim? Yanındaki körpe çok taze görünüyor ben."

 

Adam elini bana doğru uzatmıştı ki Haris bileğinden tuttu.

 

"Bir polis maddenin rengini iyi bilir ama kokusunu alamaz. Sizin maddelerin kokusu Almanya'ya kadar geldi, onun için geldik."

 

Adam kendi ağzından konuşan Haris'e beğeni ile bakarken "Bir köpek ha?" diye sordu.

"Tam da ihtiyacımız olan şey."

 

Yine hep birlikte çirkin bir şekilde güldüklerinde Haris de gülüyordu yine.

 

"Dikkat et ısırdım mı koparırım ama."

 

Haris'in son söylediği şey keyifli gülüşlerini keserken "Bana bak oğlum, sen benim kim olduğumu bilmiyorsun galiba. Ben Galip Korkmaz'ın oğluyum. Boy ölçünü aldırma şimdi bana," diye Haris'in üstüne geldi. Haris ise asla geri adım atmıyordu. Onun dilinden anlarmış gibi ona doğru yaklaşıp dişlerinin arasından adeta tehdit etti.

 

"Almanı dilerdim ama kolun yetecek gibi değil."

 

Haris doğru mu yapıyordu bilmiyorum ama devam etmekten tereddüt etmiyordu.

 

"Sen görürsün lan! Senin defterini de düreceğim. Git sor herkese o şef bozuntusu da nasıl dürdüğümü anlatsınlar sana. O zaman bi b*k yapamayacağını anlarsın."

 

Şef demesiyle dikkat kesilmemiz bir oldu. Tam da istediğimiz şeydi. Tam da burada olmamızın nedeniydi.

 

🩸🩸🩸

 

Ecmel davasından 3 ay önce

 

"Siyah takım mı olacaktı efendim?"

 

"Evet Fehmi abi, ne diye efendim dersin ki anlamam. Zaten sinirim tepemde, rezil olduk tüm ülkeye. Şu aptal kızı bir bulursam..."

 

"Aracınız hazır efendim."

 

"Tamam Yasin. Söyle onlara çok sinirliyim trafiğin olmadığı bir güzergah seçsinler bir de onunla uğraşamam. Bir an önce şu kafeye gidip Ayşe denen kıza dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek istiyorum."

 

"Anlaşıldı efendim hemen araştırıyoruz."

 

"Şu kravatı da sıktım mı tamamdır. Güneş gözlüğüm nerede benim?"

 

"Hangisi efendim? Toplamda yetmiş dört tane var da?"

 

Fehmi biraz sempatik bir şekilde sormuştu ama Çağrı çok sinirliydi. Yine de manevi değeri büyük olan yaşlı adama karşı sakin kalmasını bildi.

 

"Şu, dünyayı kapkara gösteren, bakan kişiyi derin bir kuyuya hapseden, zehir zemberek olanı alayım?"

 

Fehmi durumun ciddiyetini anlayınca daha fazla üstüne gitmeme kararı aldı ve eline gelen bir tanesini nazikçe uzattı. Gözlüğü aldığı gibi gözüne takan Çağrı önden yürümeye başlamıştı bile.

 

"Ama bi saniye! Niye beni dünyaya rezil eden kızın yanına böyle jilet gibi gidiyorum ki? Takmıyorum kravat falan."

 

Kravatı çıkarıp attı.

 

"Gömleğimin düğmelerini de açacağım."

 

Beyaz gömleğinin üsten iki düşmesini açtı.

 

"Şimdi oldu."

 

Önden sinirle gitmeye devam ederken peşinden gelen Fehmi onun bu haline gülümsüyordu. Siniri çabucak geçen yufka yürekli biriydi Çağrı. Yine de bu kadar uzatıyorsa gerçekten rahatsız olmuş olmalıydı.

 

Aşağıda sıralanan üç lüks araçtan ortadakine bindi. Üç araçtan en öndeki hareket edince diğerleri de onu takip etti. Sinirden parmaklarını çıtlatan Çağrı bir an önce şu işi bitirmek istiyordu. Tabii bir de bunun dolandırıcı ve yalancılık yüzünden hüküm giymesi vardı. Basına karşı bir bildiri de yapmalıydı.

 

"O kızı bir bulursam..."

 

Yumruğunu diğer elinin avcuna vurduğunda araçlar kafeye gelmişti bile. Kimsenin açmasını beklemeden kendi indi araçtan ve sinirle birkaç adım attı. Karşısında duran kalabalık sırada neyi bekliyordu? Bunca insan kafeye bir şeyler yemek için gelmiş olamazdı değil mi?

 

"Bunlar ne yapıyor burada?"

 

"Bilmiyorum efendim, soralım."

 

"Gerek yok, ben sorarım."

 

Çağrı Fehmi'yi durdurduktan sonra kendi ilerledi sıraya doğru.

 

"Ay onu bir görürsem bence şanslı günler beni bulacak. Bir kere konuştuğu insan ne isterse oluyormuş."

 

"Hadi canım?"

 

"Gerçekten bak. Dilan var ya, işte o konuştuktan sonra sınavı kazanmış."

 

"Vay canına!"

 

Ön sırada konuşan iki kızı yeterince dinleyen Çağrı "Afedersiniz ama bu sıra neyin sırası?" diye sordu.

 

Kızlar baştan ayağa Çağrı'yı süzerken solda olanı hafifçe diğerinin koluna dokundu.

 

"Kız sadece sırada beklememle bile duam kabul oldu. Şuna baksana tam benim tipim."

 

"Sus kız, duyacak."

 

"Şey, dediklerinizi duyuyorum ben aslında."

 

Üçü arasında tuhaf bir konuşma sürerken uzun kuyruğun en başında duran görevli bağırdı.

 

"Ayşem hanım yemek molasına geçecektir. Bekleyenlerin bir saat ara vermesi duyurulur."

 

Tüm kuyrukta bir uğultu yükselirken güneşten gözleri kısılan insanlar sıralarını kaybetmeme pahasına oldukları yere oturma kararı aldılar.

 

"Şey siz bir şey mi soruyordunuz?"

 

"Evet, bu kuyruğun nedenini sordum."

 

"He işte bu kuyruk Çağrı Aslanbey'in nişanlısı Ayşem hanımı görmeye gelenler. Söylentilere göre o müthiş aşk hikayesini duyan herkes dilediği ne varsa oluyormuş. Hem bir kere var ya..."

 

Üst dudağı sinirden titreyen Çağrı iki yanında sıktığı yumrukla kızları geçip sırayı hızla yürürken en başta uyuklayan görevli "Hey beyefendi, öyle istediğiniz gibi giremezsiniz," dese de dinlemedi ve içeri daldı.

 

Lokali bir hızla geçtikten sonra merdivenlerden çıkıp teras katına ilerledi. Burası rengarenk balonlarla sislenmiş Gerçek aşka giden yol diye tuhaf sloganlarla düzenlenmiş hediyelerle çevrelenmiş bir yerdi.

 

Terasın sonuna doğru duran masada biri oturuyordu. Uzun siyah saçlarına ve cırlayan sesine bakılırsa bu Ayşem'den başkası değildi. Ama başka bir ses daha vardı. Elinde tuttuğu telefonda bir Hint filmi açıktı ve kız izlediği sahnelerdeki replikleri tek tek söylüyordu.

 

"Ay ne teklifi saçmalama. Önce Çağrı bana yalvardı, çok güzelsin dedi. Sonra benimle buluşmak istedi ama ben olmaz dedim. Ayaklarıma kapandı ama yine olmaz dedim."

 

Filmdeki kadın ne derse aynısını diyordu. Arkası dönük olduğu için tam olarak göremese de ona doğru yaklaşıyordu genç adam.

 

"Sonra bir havaalanında karşılaştık. Bu bana yalvarıyor eğer teklifini kabul etmezsem uçağa binmezmiş, benim aşkımdan ölüyormuş bilmem neymiş."

 

Çağrı sinirle gözlüğünü çıkarıp alt dudağını ısırdı. Bunca yalandan sonra insanların ona inanmamasına şaşardı zaten. Daha fazla tahammül edemeden "Ayşe?" diye sordu.

 

Telefondaki filmi kapatan genç kadın arkasını dönmeden "Mmm," diye uzattı.

 

"Efendim?"

 

"Sonunda m olursa olur."

 

"Ayşem?"

 

"Evet benim? Aşk hikayemizi dinlemek için geldiysen bekle biraz. Hem yemek arasına girdik duymadın mı?"

 

"Ama Ayşe hanım!"

 

Genç kız çalan telefonunu açarken aynı anda dönen koltukla önünü döndü. Film mi gerçek oluyordu yoksa gerçeklerden mi film olurdu bilinmez Ayşem dönerken tüm dünya döndü sanki Çağrı için.

 

"Ben aslında..."

 

Söyleyeceği şeyi yarıda kesip genç kızla birlikte etrafta saçılan pembe kalplere baktı. Hayır bir insandan pembe kalp çıkması mümkün değildi ama şu an bu kızdan mis kokulu kalpler Çağrı'ya doğru fırlıyordu.

 

Siyah saçları rüzgar ve dönmenin etkisi ile sağa sola savrulurken, parıltı dolu gözleri ve uzun kirpikleri dans edercesine kırpıldı. Birer yakut gibi olan dudakları her hareketinde genç adamın kalbini titretirken bir an için dünyadan soyutlanmıştı sanki.

 

"Ay yok ne teklifi? Önce Çağrı bana yalvardı, çok güzelsin dedi. Sonra benimle buluşmak istedi..."

 

Aynı şeyleri tekrar ederken bile ne güzel görünüyordu. Tekrar tekrar tekrar ve tekrar söylemesi için netlerini verirdi Çağrı. Bu ilk görüşte aşk olamazdı değil mi? Yoksa sıradakilerin dediği doğru muydu? Biri hemen bir açıklama yapmalıydı yoksa karşısında duran bu billur tenli kızın bir peri olduğunu düşünecekti.

 

"Sonra işte bu bana yalvarıyor eğer teklifini kabul etmezsem uçağa binmezmiş, benim aşkımdan ölüyormuş bilmem neymiş."

 

Çağrı tüm konuşmayı dinledikten sonra hala aynı halde ağzı açık bir şekilde baktığını fark etti. Nihayet telefonu kapatan Ayşem "Kusura bakmayın beklettim. Adım ne demiştiniz?" diye sordu.

 

Nihayet ağzını kapatan Çağrı "A ben..." diye kekeledi ama o an kendi adını bile unutmuştu.

 

"İlhan mıydı?"

 

"İlhan?"

 

Genç kız beklenti ile sağ kaşını kaldırdı ama bu Çağrı için yıldızların bir küme haline gelip ayı çevrelemesi gibi bir şeydi.

 

"E-evet İlhan," deyiverdi. Şu an Ayşem ne derse o olabilirdi.

 

"Baştan mı başlayayım yoksa havaalanı bölümünden mi?"

 

Hikayeyi bölümlere de ayırmıştı.

Genç adam içinde kıpır kıpır eden tatlı hisle dudaklarını beğeni ile kıvırmaktan alıkoyamadı kendini.

 

"Baştan olsun lütfen."

 

"Bak şimdi, biz bununla bir muhallebicide karşılaştık tamam mı?"

 

Çağrı hayatında hiç muhallebiciye gitmemişti oysaki.

 

"Sonra bu beni görmüş, beğenmiş. Tabii kafaya koymuş..."

 

Ayşem anlatıyordu ama Çağrı onu izlemek ve gülümsemekten ne dediğini duymuyordu bile.

 

"Şimdi sen ona zengin diye beğendin ya da önce teklif veren sen misin diye düşünebilirsin. Ay ne teklifi saçmalama. Önce Çağrı bana yalvardı, çok güzelsin dedi. Sonra benimle buluşmak istedi ama ben olmaz dedim. Ayaklarıma kapandı ama yine olmaz dedim."

 

Aynı şeyler birer dejavu gibi tekrar ediyordu. Böylesi bir güzelliği her gün her gece ve hayatının her anı görmek için her şeyini feda edebileceğini düşündü bir an için. Onun gibi sağlamcı birine tamamen zıt olan bu düşünceye karşı koyamazken Ayşem devam ediyordu.

 

"Sonra bir havaalanında karşılaştık. Bu bana yalvarıyor eğer teklifini kabul etmezsem uçağa binmezmiş, benim aşkımdan ölüyormuş bilmem neymiş."

 

Ayşem sona yaklaşmıştı ama Çağrı bir kere daha aynı şeyleri anlatsa şekilde dinlermiş gibiydi. Kendinden geçmişti ama aslında kendini bulmuş da gibiydi. Hiçbir şey hissetmiyor gibi dünyanın en güzel hissini yaşıyor da gibi...

 

"Eee bir şey demedin? Hey? Uçtun gittin?"

 

Ayşem elini önünde sallayınca nihayet kendine geldi.

 

"Dileğin neydi kardeş söyle de gerçekleşsin."

 

"Ha, şey ben..." Ne diyeceğini düşündü bir an için Çağrı.

"Bir filmin gerçekleşmesini diliyorum," dedi. Şayet bu böyle güzel bir kadere sebep olan bir filmse ve Çağrı bu filmin ana karakteri ise gerçek olmasını da istiyordu.

 

"Hangi film? Benim en sevdiğim film Ghajini mesela, seninki hangisi?"

 

"Benimki de o olsun o zaman."

 

"Ne?"

 

"Şey yani ehem, gerçekleşmesini istediğim filmin adı da Ghajini demek istedim," dedi genç adam afallayarak başının arkasını kaşırken.

 

"Peki madem, umarım gerçek olur. Adını ve filmi de buraya yazıyorum, gerçekleştiğinde beni ararsın olur mu?"

 

Çağrı kendisine uzatılan kağıdı aldığında ne yapacağını bilememişti ama Ayşem'den gelen bir kağıdı da geri çevirmek istemedi. Belki daha fazla şey söylemek isterdi ama Ayşen'in yine telefonu çalmıştı ve her şey yeniden başa sarmıştı.

 

"A dur ben sana anlatmadım değil mi? Bak şimdi biz bununla bir muhallebicide karşılaştık tamam mı? Sonra bu beni görmüş, beğenmiş. Tabii kafaya koymuş..."

 

Çağrı yavaştan çıkışa doğru yürürken hem genç kızı izliyor hem de takılıp düşmemek için önüne bakmaya çalışıyordu. Böyle bir güzelliği bir daha göremem korkusu sarsa da içini dinlemeye devam ediyordu bir yandan.

 

"Sor bana hiç bir şey dedim mi? Ay ne teklifi saçmalama. Önce Çağrı bana yalvardı, çok güzelsin dedi. Sonra benimle buluşmak istedi ama ben olmaz dedim. Ayaklarıma kapandı ama yine olmaz dedim."

 

Alt dudağını ısırarak gülümserken bu tatlılık abidesini seyre doyamayan Çağrı en nihayetinde gözlüğünü takıp terastan çıkmak zorunda kaldı. Ayşem'se anlatmaya devam ediyordu.

 

🩸🩸🩸

 

"Hazır mısın?"

 

Biraz önce siyah beyaz damalı bayrağı elime tutuşturan genç kaşımda bayılacakmış gibi dikilirken ben ondan uzak durup hem de bayrağı sallayacağım yere bakmaya çalışıyordum. Çok uzak değildi ama tehlikeliydi. Bu insanlar kendinde değildi ki, ya yanlışlıkla bana çarparlarsa?

 

"Hadi Heyzır, yapabilirsin."

 

Haris'in destekleyici sesi kulağıma ulaştığında daha fazla beklemedim ve yerdeki damalı alana doğru yürüdüm. Burası, bir kişinin ancak sığabileceği bir yükseltiydi. Dikkatle üstüne çıktığımda sağlı sollu yanlarım araçlarla doldu. Ortalık gaz ve buhar ile kaplanmışken herkes bana bakıyordu. Yedi araçtan dördü dizildiğine göre bizim yarışta üç araç olacaktı.

 

"Evet millet yarış başlıyor."

 

Karşımdaki ekranda bayrak tutan kızın yaptıklarını yapmaya başladım. Önce her iki bayrağı da havaya kaldırdı. Ben de kaldırdığımda tezahürat başlamıştı.

 

"Efe! Efe! Efe!"

 

"Miran! Miran!"

 

Daha birçok isim söyleniyordu ama benim pek anlayabildiğim söylenemezdi. Hepsi birbirine giriyor ve daha çok ekrana odaklanmaya çalışıyordum.

 

Ekrandaki kız bayrakları havada sallarken araçlardan buharlar yükseldi. Egzoz boruları bir fabrika bacası gibi tazyikle hava boşaltırken tüm bu çarpışmanın ortasında olduğum için daha iyi gözlem yapmam gerektiğini biliyordum.

 

Ekrandaki kız eğilerek bayrakları yete indirdiğinde ben de hızla aynı şeyi yaptım. Benim hareketimle birlikte tüm araçlar gaza bastı. Öyle yoğun bir ses çıkmıştı ki kulaklarım sağır olacak gibiydi ama herkes bunu çok eğlenceli bularak daha fazla eğleniyordu. Bir an önce olduğum yerden ayrılmak için bir adım attığımda Haris elini uzattı. Yüksek topuk çizmelerle inmem zor olacaktı. O da bunu tahmin etmişti. Onun yardımı ile indiğimde "Hadi sıra bizde," dedi. Başımla onaylayıp peşine takıldım.

 

Araca bindiğimizde sol tarafımıza Galip Korkmaz denen adamın oğlu gelmişti. Aracının önü bir köpekbalığının ağzı gibi dizayn edilmişti. Keskin dişleri dokunanı parçalarcasına parıldarken ondan çıkan dumanın tamamı hepimizi boğacak gibiydi.

 

"Uğur'muş adı, ne uğur ama değil mi?"

 

Haris önüne bakmaya devam ederken bir yandan alay ediyordu. Bu adamın uğur kelimesinin yakınından uzağından geçeri yoktu. Olsa olsa uğursuzluk abidesi olurdu, ben de Haris'e katıldığımda kemerimi bağladım.

 

"İyi misin?"

 

Haris'in sorusunun cevabı asla evet olmayacaktı. Bu zamana kadar polis arabasından başkasına binmemiş ben nasıl drift için iyi hissedebilir ve hazır olabilirdim? Üstelik Konya sokakları, bomboş alanlar ve 360 derece dönecek araçlar. Emniyet kemerimi sıkıca bağlasam da bir top gibi sıçrayacağımızı biliyordum. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp hemen sağ üstümde duran tutunacak yeri sıkıca kavradım. Sanki parmaklarım ne kadar sıkarsa o kadar güvende olacak gibiydim, sıktıkça sıktım ben de.

 

Yarışa katılacağımızdan bizimkilerin haberi olsaydı şayet, Cihanşah yine kulaklıkları hacklerdi ve bize ön Bilgi verirdi ama şu an gizli yapmaktan başka şansımız yoktu. Hem Haris'e hem bana verilen yarış için kullanılan kulaklıklarına yönlendirmeler gelirken dikkatle dinledik.

 

"Toplamda üç kez dönülecek alan başlangıç pisti ile başlayacak ve yine başlangıç pisti ile bitecek."

 

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kuruyan dudaklarımı bir kere daha ıslatırken bile gözlerimi açmamıştım. Biraz sonra olacaklar için kendimi şimdiden hiç iyi hissetmemeye başlamıştım. Kulaklıktan ses devam ediyordu.

 

"Parkurda iki yerde ormanlık alan, bir yerde tünel, bir yerde tarla, üç yerde asfalt yol bulunmaktadır. Yarışın amacı en çok hız yapan değil, sağlam bir şekilde turlarını tamamlayan olacaktır."

 

Sağlam kelimesini duymamla gözlerimi hızlıca açmam bir oldu. Haris'e baktığımda direksiyonu sıkıyordu. Ona herhangi bir şey dersem eminim ki ya şevkini kıracak ya da korkutacaktım. Kaşları çatıktı ama dudaklarında pek de hoş olmayan bir gülücük vardı. Bu, iyi mi kötü mü olduğunu anlayamadığım tavırlarından biriydi. Daha önce drifte katıldın mı diye sorsam muhtemelen hepsine katıldığını söylerdi. Ya da beni rahatlatmak için türlü yalanları sıralardı. Yaşan söylemesi için efor sarf etmesini istemiyordum. Bu yüzden sadece sessizleştim. Bir yola başlamıştık ve sonuna gelmeden bırakmak bize göre değildi.

 

"Yarış için yatırılan toplam para 100 bin dolardır. Birinci olan kişi bu para ile İnfinity kafede bir ay VIP kullanım kazanacaktır."

 

İnfinity ismini duymamızla Haris'le göz göze gelmemiz bir oldu. Bu bizim çalıştığımız kafenin ismiydi. Sorun şu ki her ne kadar zenginlerin geldiği bir kafe olsa da asla bu meblağı karışlayacak bir şey yoktu. Bu durumda bu kafe bildiğimizin ötesinde bir ticarete de girişmişti. Paradan ziyade bizim istediğimiz şey de buydu işte. Ecmel ve diğer tüm bilgilere ulaşmak için buna ihtiyacımız vardı. Yani mutlaka yarışı kazanmalıydık. Elbette birinci şart hayatta kalmaktı. Şayet bu yarışta ölecek olursak kimsenin haberi olmayacak ve öylece yitip gidecektik. Anneme bile haber verememiştim. Kalbim deli çarpmaya başladığında karşı tarafın kızı damalı bayrakları havaya kaldırmıştı bile.

 

 

 

 

 

Bu bölümü yazarken gerçekten çok eğlendim. Geriye kaldı 4 bölüm );

Bakalım eğer kurgu bitmezse bir bölüm daha yazabilirim ama şimdilik 4 bölüm sonra finale gidiyoruz. Annie iyi misin hakkında genel fikirlerinizi o zaman da alacağım ama şimdiden aklınıza takılan sorular varsa sorarsanız ben de atlamamış olurum. Benim aklımda olan ve açıklanmamış konuları sıralayayım...

 

~ Eşini arayan pembe saat getiren kadın.

 

~Gamze'nin bulduğu iskelet ve altındaki mesele.

 

~Remzi amcanın oğlunun meselesi.

 

~Tonton teyzemizin ortaya attığı ve bizim asıl davamız Ölü yiyenler davası.

 

Başka? Aklınıza gelen ve açıklamadığım konu olursa lütfen bildiriniz ben de unutmamış olurum.

 

Umarım beğenerek okumuşsunuzdur. Yeni bölüm 29 Aralık Çarşamba günü gelecektir. Görüşmek üzere ❤️

Loading...
0%