Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37. Bölüm

@hakugu

 

 

 

Geç geldim ama uzun bir bölüm yazdım. Olaylar karışık olduğu için yavaş yavaş sindirerek okumanızı ve yorumlarınızla bölümün hakkını vermenizi rica ediyorum ve sizi seviyorum ❤️

 

 

 

 

🔳🔳🔳🔳

 

Yıldızı parlatmayı ve fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın lütfen 🌟

 

Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻

 

instagram ❤️

haku.red

wat_profesyonel

bbeyzasah

hakugutayfa

 

🔳🔳🔳🔳🔳

 

 

 

 

 

 

 

"Efendim isteğiniz üzere Ayşem'i araştırdık. Yetimhanede büyüdükten sonra kız arkadaşı ile bir ev tutmuşlar. Yaren Koç ile yaklaşık üç senedir aynı evde yaşıyorlar. Yirmi bir yaşında ve gastroloji öğrencisi. Kendisi için nasıl bir yaptırım uygulamamızı istersiniz?"

 

Çağrı sanki ılık bir rüzgarla yüzü okşanıyormuş gibi gözlerini kapattı ve dudaklarına tatlı bir gülücük kondurarak "Onun çalıştığı kafede bana da bir pozisyon ayarlayın," deyiverdi.

 

"E-efendim? Nasıl yapalım?"

 

"Ayşem diyorum, çalıştığı kafede bana da bir pozisyon ayarlayın. Kendisini daha yakından tanımak istiyorum. Adımı İlhan olarak değiştirin."

 

"Ama efendim..."

 

Çağrı devamını dinlememişti. Başını bir kere daha terastan yana çevirip gülümsedi.

 

Çok geçmemiş Ayşem'in olduğu İnfnity kafede çalışmaya başlamıştı Çağrı. İlhan şef ismi ile kısa sürede başarı elde etmiş, tüm kafenin gözdesi olup çıkmıştı. Ayşem'in ünü bir süre sonra sona ermişti ancak o da tıpkı Çağrı gibi çok çabalayıp emek verdiği kafede şef olmak için çalışıyordu.

 

Her sabah aynı başlıyordu artık Çağrı için. Önce saçlarını özenle tarayıp spreyi sıktıktan sonra eliyle de düzenlemeyi ihmal etmiyor. Orta tarafını biraz yukarı kaldırınca son şeklini veriyordu. Eskiden saçlarına bu şekli vermiyordu ancak aklına geldikçe gülümseten güzel bir anı her defasında bu şekilde yapmasına neden oluyordu. Bir defasında Ayşem ile çalışırlarken şöyle bir konuşma geçmişti aralarında.

 

"Saçlarının üstüne bir şey mi bulaşmış?"

 

"Saçım mı?"

 

"Evet, tam ortasında."

 

"Şurası mı?"

 

"Hayır, ben alayım istersen. Ah, sadece biraz yumurta kabuğu. Endişelenme şimdi düzenlerim. Böyle havalanınca ne güzel oldu. Sana bu şekil çok yakıştı."

 

Elleri saçlarında gezinirken aynadaki yansımasını fark etti. Hayali bir noktaya bakmış öylece gülmeye devam ediyordu. Tıpkı o günkü gibi dikti saçlarını. Sırf o beğendi diye. Sırf o, bu şekilde seviyor diye.

 

Beyaz gömleğinin düğmelerini de ilikleyince hazırdı. Evden şimdi çıkarsa ancak yetişirdi kafeye. Bir süredir tek başına kaldığı 1+1 dairesinden hevesle çıkarken aklında bir an önce onu görme isteği dönüp duruyordu. Kapıyı çekip çıktığından birkaç saniye sonra yeniden açtı. Şef başlığını unutmuştu. Her ne kadar çaylak şef de olsa bu başlık takılmalıydı. Patron başlıksız şey görünce o günkü menüye yaptığı yemeklerin hiçbirini kabul etmiyordu.

Aklı başka yerde olduğu için kendi kendine gülmeden edemiyordu. Kızamıyordu bi kere. Neden dikkatsizim böyle diyemiyordu. Çünkü biliyordu ki aklı ondaydı. Elinde tuttuğu başlığı montunun cebine koyup yeniden çıktı. Kapıyı kapatmıştı ancak yeniden açması birkaç saniye sürmedi.

 

Ayakkabılarını çıkarıp yeniden eve girdiğinde bugünün menüsünün olduğu dosyasını aramaya koyuldu. Kafede de vardı ancak genelde herkes çok yoğun çalıştığı için kimse dosyasını bir başkası ile paylaşmak istemiyordu. Eğer bu dosyayı evde unutursa onca işinin arasında dakika başı özel menü için sırada hangi yemek var diye sormak zorunda kalırdı. Elindeki dosyayı yuvarlayıp kapıya yönelmişti ki durdu. Hızla arkasını dönüp gözlerini kıstı "Eğer bir şey daha unutursam gidip ona kızacağım. Aklımı başımdan alıyorsun diyeceğim," dedi. Cümlelerini kendinden başkası duymazken yine kendi kendine gülümsüyordu. Gözleri bir lazer gibi dairede gezinirken herhangi bir şey gelmiyordu aklına, ondan başka.

 

Şimdilik herhangi bir şey olmadığını fark edince bu sefer kapıyı gerçekten kapattı. Merdivenlerden inip dışarıya çıkınca temiz havanın o coşkulu melodisi ile mırıldandı. İşitilmesi zor bir melodiydi bu. İnsanın tüylerini diken diken eden, kör ve sağır bir müzisyen tarafından yapılan bir şaheseri. Şayet gözlerini kapatır ve tüm sesleri kısarsa insan ancak o zaman işitebilirdi.

 

Rüzgar genç adamın tüm hücrelerinin arasından huzurla geçip giderken o yine gülümsemeye devam etti. Bir yandan acele ediyor, bir yandan da aşkla hissettiği bu duyguların içinde bir yerlerde yavaş yavaş yaşanmasına şahit olmak istiyordu. Çağrı yaklaşık iki aydır Ayşem'le birlikte aynı kafede çalışıyordu. Her gün onu görüyor her gün onun güzelliği ile sarhoşluk geçiriyordu.

 

Rüzgara kapılmaya devam ederken kolundaki saate çarptı gözü.

 

"Olamaz, geç kaldım!"

 

Merdivenlerin kalanını paldır küldür inip otobüs durağına son hızda koşarken kendini bir film yıldızı gibi hissediyordu. Çapraz çantası dizlerine kadar uzanırken koşu esnasında dosyasını da içine iliştirmeyi başardı. Şansına onunla aynı anda gelen otobüse zıplayarak bindiğinde şöföre selam vermeyi, sabahın bu erken saatinde okul yolunu tutan öğrencileri geçerek kendine bir yer buldu. Tekli koltuğa oturup bacaklarını hafifçe ayırdı ve ellerini dizlerinin üstünde birleştirdi. Yaklaşık iki aydır sıradan biri gibi yaşamaya başlamıştı. Ayşem'i daha iyi anlamak ve tanımak için tüm işlerini yardımcısına devretmiş zenginliğini geriye itmişti. Tıpkı Ayşem gibi otobüse biniyor, kirada kalıyor ve onun gibi işe gidip geliyordu.

 

Koyu yeşil dar paça pantolonu çaylak da olsa şef olarak ona uygun değildi, biliyordu. Kafeye varınca kumaş pantolonu giyecekti ancak bugüne özel gömleğini erkenden giymek istemişti. Çünkü bi keresinde o üniformanın erkeklere çok yakıştığından bahsetmişti.

 

Aklına gelen diğer bir diyalogla şef gömleğinin kollarındaki olmayan tozlarını temizleyip oturduğu koltukta içi kıpır kıpır olarak hareketlendi. Bir an önce yollar bitse de onu görseydi.

 

Bugün her şey onun istediği gibi gidiyordu. Yol biran evvel bitmiş ve o kendini kafenin olduğu durakta bulmuştu. Otobüsten hevesle inip, iner inmez sağına soluna bakmaya başladı. Bir şekilde karşılaşırsa yanına gidip günaydın demek ve iyi olup olmadığını sormak istiyordu. Genelde kendisi erken geliyordu ama bir keresinde...

 

Karşıdan gelen kişi aniden durdu. Aklında dönüp duran bir hayal miydi yoksa gerçek miydi bilmiyordu ama şu manzara kesinlikle dünyadaki birçok şeye kıyasla muazzamdı.

 

"Şefim günaydın."

 

"Günaydın şef, nasılsın?"

 

"Bu sabah da yine yakışıklı şuna baksana."

 

"Sus, duyacak şimdi."

 

Konuşmalar yükselse de onun gözü tek bir kişiye takılmıştı. On metre uzaktaki simitçiden simit alan genç kızın gülümserken ki tatlı bakışları, parayı uzatan narin eli, rüzgarla havalanan saçları ve hoş hareketleri bir kere daha nefesini kesmişti.

 

"Kardeşim nereye bakıyorsun sen?"

 

Bir anda omzuna konulan el ile irkildiğinde bir saniye rahat vermeyen diğer çaylak şef Metin'i gördü. Mahmur gözleri ile onun baktığı yere bakarken ağzındaki kürdanı çevirip duruyordu.

 

"Hiç bi yere bakmıyorum Metin, sabah sabah ne yedin yine sen?"

 

"Sorma ya, şuraya bi çiğ köftecici açılmış ama o biçim. Bir yedim bir yedim."

 

"Lan manyak mısın sen, şef görürse öldürür seni. Menünün tadını almak için yalnızca kafeden yiyin demiyor mu? Duyarsa mahveder."

 

"Duymasın kardeşim o zaman. Söylemezsen duymaz değil mi ama?"

 

Başını iki yana sallayarak gözlerini yeniden ona çevirdi ama bu sefer yerinde yoktu. Gözleri hızla taramasına rağmen gitmişti. Onu kaçırmasına neden olan Metin'in ensesine sertçe indirdi bir tane.

 

"Ah! Kardeşim ne yapıyorsun ya?"

 

"Sus! Hep senin yüzünden."

 

"Ne yaptım ki ben şimdi? Allah Allah."

 

"Kapa çeneni Metin, senin yüzünden kaybettim. Ne güzel yakalamıştım."

 

Metin neden bahsedildiğini anlamazken geride kaldı. Hızla yürüyüş yetiştiğinde "Kimden bahsediyorsun sen yav? Bana da söylesene," diye soruları yığmaya devam etti.

 

"Yok bir şey, hadi yürü."

 

Daha hızlı yürüyüp öne geçen Metin "Hoop!" diye bağırarak kollarını iki yana açtı.

"Yok öyle gitmek İlhan Bey. Söyle bakalım kimden bahsediyorsun?"

 

"Ya Metin bir çekil kenara Allah aşkına."

 

"Söylemeden şuradan şuraya ayrılmam valla."

 

Çağrı, Metin'in inadının ne kadar berbat olduğunu bildiği için bıkkınlıkla bir nefes verdi.

 

"Ben geldiğimde sen simitçiye doğru bakıyordun. Ve o ara Ayşem simit alıyordu. Aha! Sen yoksa? Ayşem..."

 

Çağrı hızla Metin'in ağzını kapatırken üstüne doğru yürüdü. Sağa sola bakıp "Şştt, şimdi biri duyacak. Kızın adını ağzına alma," diye fısıldadı.

 

Metin gülümseyerek geri çekildiğinde "Vay kardeşim, yakışır. E ama kafedeki her kız senin hayalini kurarken Ayşem ile adın çıkarsa kızın başına bir şey gelmesin?" diye sordu.

 

"Ya adını söyleme diyorum söyleme. Duyar biri şimdiden başlar dedi kodu."

 

"E iyi tamam tamam. Ama çok sevindim var ya. Güzel kız. Hem tatlı da. Yakışırsınız."

 

Çağrı utanarak omzundaki çantanın kulbunu düzeltti.

 

"Şuna bak şuna, nasıl da utanıyor. Hoşuna gitti değil mi? Seni gidi seni."

 

"Tamam hadi neyse, bir an önce mutfağa geçelim. Şeften önce sebzeleri doğramamız lazım."

 

"Doğru söylüyorsun. Hem bir an önce Ayşem'i görelim değil mi ama?"

 

"Metin!"

 

"Ah pardon, Ayşem demeyecektim değil mi? E ama Ayşem demezsem ne diyeceğim? Sonuçta kızın adı Ayşem."

 

Çağrı'nın yüzü kızardıkça kızarıyor utançtan ne yapacağını şaşırıyordu. Daha kendine bile söyleyemediği bu güzel ismi defalarca duymak kalbine ağır gelmişti. Baktı Metin'i susturamıyor, o hızla uzaklaştı. Hızlı adımlarının bir nedeni Metin'den kurtulmak. Diğeri de gerçekten de bir an önce Ayşem'i görmek içindi.

 

🩸🩸🩸

 

3...

 

2...

 

1!

 

Haris'le birlikte diğer iki araç da gaza bastığında çok tiz bir kayma sesi yüklemişti. Duman, gaz, buhar ve çığlık seslerinin yükseldiği alanda topluluğu arkamızda bırakarak rüzgarın sırtına bindik. Bir kere daha bu kadar hızda araç kullanabileceğimi ya da kullanan birinin yanında gideceğimi sanmıyordum. Şayet buradan sağ çıkabilirsek.

 

Haris aracın sağa sola savrulması ile emniyet kemeri olmasına rağmen oturduğu yerde sürekli sarsılırken, direksiyonu bir pervane gibi döndürüyordu. Ne zaman sağa ne zaman sola döndü anlayamıyordum. Çoğu defa gözümü kapatıyordum ancak ani dönüşler ve frenler gözümü açmama ve etrafıma bakmama neden oluyordu.

 

Birkaç dakika içinde midem bulanmaya başlamıştı. Öyle hızlı dönüşler yapıyorduk ki bedenim sarsılmaya alışsa da başım dönüyordu. Saçlarım savrulup gözümün önüne hemen sonra arkaya birkaç saniye sonra sağa sola geliyordu. Aracın kayma sesi o kadar tizdi ki içinde olmamıza rağmen kulaklarımızı rahatsız ediyordu. Bilemiyorum belki biz alışık olmadığımız için öyleydi ama kesinlikle zevkle yapılacak bir şey değildi.

 

Parkurdaki ikinci bölüme geçerken ağaçların yaklaştığını görebiliyorduk. Ormanlık alana doğru yaklaşırken dikiz aynasından arkamızdan gelen ışığı fark ettim. Diğer iki araçtan biri peşimize takılmış son hızla bize doğru geliyordu. Haris aynadan onu takip ediyor bir yandan da daha fazla gaza basıyordu. Onunla birlikte olduğum için güvende olduğumu bilsem de içimde kötü bir his vardı. Sanki biraz sonra...

 

"Ay! Ne oluyor?"

 

Kötü düşüncem de hemen sonra aracımızın sarsılması bir olmuştu. Sağa doğru kaymış yoldan hafif çıkmıştı. Ağaçlardan birkaçına sürttüğü için çok keskin bir gürültü olmuştu. Haris'in alnında biriken boncuk boncuk terler şakaklarından yanağına doğru süzülürken ben sanki yer çekiminden muaf tutulmuşçasına yerimde duramıyordum. Birazcık durabilsem terini silmeyi dilerdim ama daha doğru dürüst yerimde duramıyordum.

 

Haris'e bakmaya çalışırken benim olduğum camdan yoğun ışık gelmeye başladı. Başımı o tarafa çevirdiğimde "Benden tarafa kay!" diye bağırdı Haris. Ona doğru kaymama kalmadan benim tarafımdan gelen aracın bize çarpması bir oldu. Haris'e doğru savrulurken emniyet kemerim olsa da nasıl bu kadar sarsılabildiğimi bilmiyordum.

 

Birkaç saniye sonra Haris'in tarafından bir çarpışma oldu. Sağlı sollu bizi aralarına almışlar çarpmaya devam ediyorlardı.

 

"Şerefsizler! Öldürmek istiyorlar."

 

Başta söyledikleri boş değildi demek ki. Gerçekten de sağ çıkmak bir başarı sayılacaktı. Artık bu iş cana can olmuştu. Haris'in ne kadar zorlandığını gördükten sonra "Sana güveniyorum," diye bağırdım. Kendi sesimizi bile duyamayacak kadar yoğun baskı altındaydık ama kesinlikle beni duymuştu. Biraz önce çatık olan kaşları hafifçe gevşerken "Sıkı tutun!" diye bağırdı. Dediği gibi yapıp sıkıca tutunmamla frene basması bir oldu. İkimiz de öne doğru eğilirken bu hamleyi beklemeyen diğer iki araç ön tarafta birbirlerine çok sert bir şekilde çarptılar.

 

Haris tam zamanında aldığı kararla durup geri geri giderken önden büyük bir gaz bulutu yükseliyordu. Haris kolunu benden tarafa uzatıp arkaya bakarken direksiyonu hızla çeviriyordu. Yoldan çıkıp ormana girme fikrini anladığımda eskisine nispeten çok daha savrulacağımı anlamıştım. Orman arazisi engebeliydi ve bir yarış arabasına göre hiç uygun da değildi ama dişer ikisinden kurtulmak için denemek zorundaydık.

 

Araç ormana girdiğinde önceki gibi hızlı gidemiyorduk ama en azından tek engelimiz önümüze çıkan ağaçlardı. Ormanın bu bölümü kısaydı, tüneli görebiliyorduk ama burayı aşmak da ayrı bir meseleydi.

 

Ara ara çarpan dallar ve tümseklerle dolu engebeli arazi nihayet sona geldiğinde tünele ulaşmıştık. İbre yeniden yükselirken biz hıza kucak açtık. Arabanın egzoz borusu yoğun duman salarken tünelin karanlığına bulaşmıştık.

 

"Farlar neden yeterli olmuyor?"

 

Hem kısaları hem uzunları açmıştı ama önümüzü yine de tam olarak göremiyorduk. Sanki biri özenle dumanlı bir şeyler salmıştı etrafa.

 

"Camı çok az açar mısın?"

 

Haris'in bağırışı ile camı çok az indirdim. Ne yaptığını anlamak için yüzüne bakmaya çalışıyordum ama her kaviste önüme gelen saçlarımdan ötürü tam net göremiyordum. Kokluyor gibi arabanın içine dolan havayı teneffüs ettiğinde "Gaz bombası!" diye bağırdı.

 

Ne demek istediğini anladığımda camı kaldırdım yeniden. Tünele gaz bombası bırakmışlardı ve Haris kokusundan anlamıştı. Bu demek oluyordu ki bu bir yarış değil ölüme koşuştu. Kendilerinden başkasının hayatı umrunda olmayan bu insanların derdi neydi?

 

Karanlıktan önümüzü göremediğimiz tünelde ilerlerken arkadan biri çarptı yine.

 

"Aaa!"

 

Korkudan çığlık attıysam da Haris daha fazla gaza basmıştı. Yine gelmişlerdi. Önümüzde olmamaları en büyük şansımızdı. Arkamızdan gelen bize yetişmeden bu tünelden çıkmalıydık.

 

"Bu bir yarış değil!" diye bağırdı Haris.

"Anlaşmışlar. Amaçları bizi öldürmek!"

 

Haris'in bağırışları kulağıma dolarken tünelin boğucu karanlığı bizi içine çekmeye devam ediyordu. Sanki asla ışığa kavuşamayacakmışız gibi, asla aydınlığa çıkamayacakmışız gibi, asla kurtulamayacakmışız gibi.

 

🩸🩸🩸

 

"Kimin adına çalışıyorsun cevap ver!"

 

Meriç'in bağırışı sorgu odasında yankılanırken gözlem alanından ikiliyi takip eden Cihanşah kadının her hareketini not alıyordu.

 

"Hiç kimsenin adına çalışmıyorum. Çünkü hiç kimse benim adıma çalışmıyor."

 

Tuvana'nın kafa karıştıran diyalogları Meriç'i daha fazla sinirlendirmişti. Karşılıklı oturduğu masadan ona doğru eğildi.

 

"Bana bak, polis olurken öğrendiğimiz en önemli şeylerden biri cinsiyetsizliktir. Bir kadın ya da erkek polis olmaya karar vermişse tüm sonuçlarına da katlanır. Aynı şekilde bir kadın ya da erkek suçlu olmaya karar verdiyse yine sonuçlarına katlanır."

 

"Yani?" Tuvana'nın alaylı sesi devam ederken Meriç sertçe masaya vurdu.

 

"Yani ağzını burnunu dağıtmamı istemiyorsan dökül çabuk!"

 

"Merak ettim nasıl dağı..."

 

Meriç, Tuvana'nın saçından tutarak masaya çarptığında kadının burnu kanamaya başladı. Bu kadar ani ve sert bir tepki beklemiyordu. Elleri titreyerek burnuna dokunduğunda avucuna birkaç damla kan döküldü.

 

"Bana vurdun?"

 

"Daha fazlasını da yaparım."

 

"Ne yapacaksın merak ettim. Senden benden başkası yok burada. Çok ıssız bir oda."

 

Tuvana burnundan akan kanı koluna silerken mahmur bakışlarla Meriç'i süzüyordu. Esmer ve güzel bir kadındı. İri gözleri uzun kirpiklerini özenle taşırken minik burnu ve dolgun dudakları her konuşmasında insanın ona bakmasına neden oluyordu.

 

"Son kez soruyorum, kim için çalışıyorsun?"

 

Üst dudağına doğru inen kanı dili ile içeri alan genç kadın "Sana desem?" diye sorduğunda Meriç sinirden deli olmuştu. Daha fazlasını yapmak için ayağa kalktığında kadının ensesinden tuttu. Duvara doğru çarpmayı düşünüyordu ancak son anda duyduğu bir yakarış onu durdurmuştu.

 

"Öldür beni..."

 

Çok cılız bir şekilde gelen bu sesi işitmişti Meriç. Durdu o yüzden. Biraz önceki umursamaz kadın gitmiş, yerine yalvaran bir kadın gelmişti. Elinden gelse yerlere kapanacaktı belki ama şimdilik sadece gözlerinden akan yaşı tutamadan fısıldamıştı.

 

Meriç ensesinden tuttuğu kadını dik tutmak için belinden kavradı ve sol kolunu bükerek kendinden uzaklaştırdı.

 

"Konuşursan sana yardım edeceğime yemin ediyorum."

 

Yutkundu genç kadın. Yanağına doğru süzülen yaş çenesine indiğinde "Yaşatmazlar," dedi.

"bana yardım ettiğini öğrenirlerse, seni de beni de yaşatmazlar."

 

Kadının burnundan akan kan yoğunlaştığında gözleri kapanmaya başladı. Bayılıyordu. Meriç bir hışımla cam tarafa döndüğünde Cihanşah da ayağa kalkmıştı. Tam zamanında sorguyu izlemek için içeri giren Gamze "Selam," demesi ile Cihanşah'ın "İki dakika gelsene," demesi bir oldu.

 

Gamze elleri beyaz önlüğünün ceplerinde ne olduğunu anlamadan Cihanşah'ın peşine takılıp sorgu odasına girdiklerinde baygın bir şekilde sandalyede duran kadını gördü.

 

"Meriç yine mi bayılttın?"

 

"Bu sefer çok sert değildim."

 

"Evet değildi."

 

Cihanşah da Meriç'i savunmuştu ama Gamze onlara inanmıyordu.

 

"Bu mu sert değil? Kızın burnunu patlatmışsın resmen."

 

Gamze cebinden çıkardığı peçete ile genç kadının burnunu silerken "Nabzı zayıf, büyük ihtimal değerleri düşmüştür. Aç galiba?" diye sordu.

 

"İmkansız, sorguya gelmeden önce yemek yiyorlardı."

 

"Yediğine emin misin? Bu kız en az iki gündür bir şey yememiş. Zaten böyleleri diğerleri tarafından kullanıldığı için genelde halsiz kalır."

 

"E ne yapacağız şimdi? Bir de suçlu için üzülelim mi yani?"

 

Meriç sandalyesinin etrafında dönüp belinde olan elini Gamze'ye doğru kaldırdığında kaşları çatıktı. Zaten müdürden azar işitmişlerdi. Ayrıca ortada bir cinayet ve hayatı kararan insanlar vardı. Hal böyleyken bir de aç olduğu için bu kadına acıyacak değildi.

 

"Biraz da Yaren'le konuşmayı deneseniz? Topuk tedavisi tamamlandı sayılır. Üstelik onun da en az bu kadın kadar bilgili olduğuna eminim."

 

Gamze'nin teklifi hem Meriç hem de Cihanşah'ın aklına yatmıştı. İşin başında diye direkt Tuvana'ya yüklenmişlerdi ancak Gamze haklıydı.

 

"E hadi bana yardım edin de bu kızın da tedavisini yapayım. Adli tıpçı mıyım Meriç'in patakladığı suçluların şifacısı mıyım belli değil."

 

"Anladık Gamze. Bu son, hadi acele et lütfen."

 

Meriç kucağına aldığı Tuvana'yı Gamze'nin odasına doğru taşımaya başladığında Cihanşah aldığı notların kayda değer bir şey olmadığını anladı. Geriye tek bir kişi kalmıştı o da Yaren Koç.

 

🩸🩸🩸

 

"Geriye sadece dördümüzün kaldığına inanamıyorum."

 

"Ay ben de inanamıyorum şekerim."

 

Emre tiksinti ile Memati'ye baktığında Onur bıkkınlıkla nefes aldı.

 

"Haris nereye gitti şimdi ya? En azından o bizimle olsaydı."

 

"Kesin Heyzır'la birliktedir."

 

Yağız'ın cümlesi bitmesen ensesine bir şaplak yemesi bir oldu.

 

"Düzgün konuş lan, Heyzır ne? O senin üstün, ayrıca yaş olarak da senden büyük."

 

Yağız ellerini önünde bağlayıp sessizleştiğinde Emre olduğu yerde kıpırdandı. "Ne yapacağız şimdi? Senle benim polis olduğum anlaşıldı. Kafeye giremeyiz. Memati ile Yağız da temizlik bölümünde. İstihbaratı nasıl sağlayacağız ya of!"

 

"Ben yardım edebilirim."

 

Dördünün haricinde bir ses yükseldiğinde hepsi arkasına döndü. Mihri çantasının kulbunu sıkıca tutarken çekince ile Onur'a bakıyordu. Üzerindeki kahve kazayağı kabanı genç kızın sarı saçlarını daha çok ön plana çıkarmışken gözlerindeki parıltı Onur içindi sanki. Yine de Onur'un bu parıltıyı pek önemsediği söylenemezdi. Bıkkınlıkla bir nefes verip gözlerini devirdi.

 

"Bir bu eksikti. Biri şuna polis olmadığını güzelce anlatsın."

 

"Aslında fena fikir değil."

 

Emre'nin sıcak yaklaşımı Onur'u şaşırtsa da sadece Mihri'ye doğru dönmekle yetindi. Gözlerini Emre'ye sabitlemiş gibi başka tarafa çevirmiyordu.

 

"Çaresizlikten aklını mı kaçırdın Emre? Anladık zor durumdayız ama bu kızdan yardım dilenecek kadar da değil."

 

"Yo Estağfirullah, dilenmek değil. Sadece yardım etmek..."

 

"Ya bırak Allah aşkına. Yürü git evine, çiçek mi böcek mi ne onun koleksiyonunu yap."

 

Onur ters yapsa da Emre Mihri'den yardım almakta kararlıydı.

 

"Hanımefendi şimdi bize lazım olan en önemli şey İlhan şef hakkında bilgi toplamak. Zaten mutfakta İlhan şefin yakın arkadaşı vardı. Adı neydi onun..."

 

Onur ilgilenmiyormuş gibi dursa da "Metin," diye cevaplamayı ihmal etmedi. Homurdanarak söylediği bu isim hem Mihri hem de Memati ile Yağız tarafından ezberlenişmişti. Özellikle Memati isim hafızası konusunda oldukça berbattı. İsimleri birbirine karıştırdığı için kendine kendine bir yol geliştirmiş, her isim için bir tekerleme oluşturarak bu şekilde aklında tutmaya çalışıyordu. Memati kendi kendine yeni tekerlemesini söylerken Yağız da onu dinliyordu.

 

"Pembe papatyalar çiçek açınca metin ol. Benden ümit kesme döneceğimden emin ol."

 

Yağız bu olaya şaşırmadan edememişti. Onca cümleyi ezberlemekte zorluk yaşamayan nasıl tek bir ismi aklında tutmakta zorlanır ki?

 

"Neyse neyse, madem yardım etmeye bu kadar heveslisin bir kulaklık da sana veriyoruz. Ama işi eline yüzüne bulaştırırsan var ya..."

 

Onur tehdit edici sesiyle Mihri'ye bakmadan bir kulaklık uzatırken genç kızın gözlerindeki parlaklık yüzüne yansımıştı. Hevesle kulaklığı alıp başına takarken ters takmıştı.

 

"Bir işi de doğru yapsan şaşarım."

 

Onur söylenti ile genç kızın kulaklığını düzeltirken Mihri bundan son derece memnundu.

 

"Siz temizlik bölümünde olduğunuz için çok fazla araştırma yapmanız mümkün değil ama yine de kulaklarınızı dört açın, İlhan ya da Metin isimleri geçer geçmez o konuyla mutlaka ilgilenin."

 

"Anlaşıldı."

 

Emre, Memati ve Yağız'ı yönlendirirken ikisi de aldıkları emir ile kafenin yolunu tuttular. Yağız bir kere daha o pis yere gideceği için kendini kötü hissediyordu. Koskoca kafede neden lavabolar? Dünden beri defalarca duş almıştı ama hala kendini temizlenmiş hissetmiyordu. Her şeye rağmen itiraz etmedi ve Memati ile birlikte yürümeye devam etti.

 

"Mihri hanım siz de zaten şu çiçek neydi adı?"

 

"Lotus."

 

"Heh işte ondan dolayı İlhan şef ile ilgili bilgi toplayabilirsiniz."

 

Emre talimat vermeye devam ederken Onur "Aman başkalarını da dövmeye kalkma da," diye araya girmişti. Emre duysa da duymazlıktan gelerek devam etti.

 

"Biz zaten kulaklığınız yardımı ile sizi yönlendireceğiz, Yağız ve Memati abi de orada olacak."

 

"Anlaşıldı komiserim."

 

Mihri'nin komiserim demesi Emre'nin koltuklarını kabartmış, bir çocuk gibi sevinmesine neden olmuştu.

 

"Komiser mi? Yok canım, Estağfirullah henüz komiser olamadık ama sen öyle diyorsan öyle olsun."

 

Emre ile Mihri'nin konuşmalarını gözlerini devirerek takip eden Onur bunalmışçasına derin nefes aldı.

 

"İkinizin uyumu harika ama farkındaysanız bir operasyon içindeyiz. Övgü dolu dakikalarınız bittiyse işimize dönelim."

 

Daha fazla uzatmayan Emre de son konuşmalarını yaptığında Mihri'yi de kafeye gönderdiler. Emre ve Onur kafeye yedi metre uzaktaki araçtan istihbaratı sağlamaya başladıklarında operasyon başlamıştı.

 

🩸🩸🩸

 

"Uzun zamandır misafirimizsin, umarım rahat ettirebildik seni."

 

Cihanşah önündeki sorgu sandalyesinde duran Yaren'e bakarken genç kadın sanki tamamen her şeyden vazgeçmişçesine boş bakışlarla bakıyordu. İlk geldiği güne nispeten daha zayıf ve halesizdi. Topuğundaki çip çıkarılmış incelenmiş ve tedavi edilmişti. Gerekli tetkikler yapılmasına rağmen psikolojik olarak tam manasıyla düzelememişti.

 

"Ecmel davasının en önemli tanıklarından biri sensin Yaren. Bu dava ile ilgili ne kadar çok kişi tutuklarsak tutuklayalım senden daha çok olayın içinde olan kişi yok. Bizimle iş birliği yap ve bize yardım et."

 

Yaren, tüm söylenenler bir kulağından girip diğerinden çıkarcasına Cihanşah'a bakarken dudakları aralandı yavaşça.

 

"Öldürdüler. İkisini de öldürdüler. Beni de öldürecekler. Asla kurtulamayacağız biz."

 

Gözlerini kuşkuyla kısarak kadının ne demek istediğini anlamaya çalışan Cihanşah kaşlarını çattı. Travma oluşmuştu ama ondan başka tanıkları yoktu. Mümkün olan en iyi şekilde Yaren'den yardım almalıydı.

 

"Oyuncular. Çok iyi gözükürler, size gülerler. Asla onların iki yüzlü olduklarını anlamazsınız. Kendinizi suçlu görür onlara konduramazsınız. Sizi bir köpek gibi eğitirler, sonra da fare gibi ezerler."

 

Kadının gözlerinde biriken yaşlar akmamak için inat ederken Cihanşah ona doğru eğilip fısıltı ile sordu.

 

"Kim? Kimden bahsediyorsun?"

 

"Sessiz olduklarına bakmayın, çok yakında gün yüzüne çıkacaklar. Hem size hem de diğerlerine oyun oynuyorlar. Öyle güzel oynarlar ki kendinizi aptal sanırsınız."

 

"Biraz daha açık konuş lütfen. Oyun oynayan kim?"

 

"Katiller..."

 

Cihanşah masanın altında tutuğu elindeki ses kaydedicisini çalıştırmıştı. Bir şekilde aksaklık yaşanırsa tüm bu söylenilenleri kayıt altında tutmalıydı.

 

"Acımasız ruhsuzlar. Kan emiciler, kahrolsunlar!"

 

"Arkadaşın Ayşem'i de onlar mı öldürdü?"

 

"Ayşem! Ayşem. Ayşem..."

 

Yaren aynı ismi tekrar ede ede ağlamaya başladığında öne arkaya doğru sallanmaya başlamıştı. Kendini sıkmaktan morarmaya başlamış ama sallamaya ve ağlamaya devam ediyordu.

 

"Tek istediğimiz şef olup İnfinity kafede çalışmaktı. Bunun için yalan söylemek zorunda kaldık ama nereden bilebilirdik başımıza bela olacağını?"

 

"Kim? Kim bela oldu başınıza? İlhan Şef mi?"

 

"Hayır hayır, onun bir suçu yok. Bütün suç Çağrı Aslanbey denen o mimarda. Geldi ve arkadaşımın hayatını mahvetti. Ayşem...masum bir insandı. Tek isteğimiz kendimize ait bir ev alabilmekti. Kiradan bıkmıştık ve yetimhaneden sonra kendimize ait bir çatı bulamamıştık. Söylediğimiz yalanın başımıza bu işlerini açacağını bilsek, yemin ederim asla söylemezdik. Vallaha da billaha da söylemezdik memur bey."

 

"Şimdi, Ayşem'i Çağrı Aslanbey öldürdü diyorsun öyle mi?"

 

Yaren başını hızlı hızlı sallarken "Evet, o ve onun adamları. Sonra da bizi ölümle tehdit ettiler. Kendilerine çalışmamız için topuklarımıza çip taktılar. Bizi mahvettiler. Artık hiçbir şeye karşı güvenim kalmadı benim. Kapkaranlık her yer," diye ağlamaya devam etti.

 

"Çipleri sizi dinlemek için mi taktılar?"

 

"Dinlemek ve izlemek için." Gözyaşını elinin tersi ile sildi genç kadın.

"Kaçmaya ya da polise gitmeye çalışırsak anında bizim yanımızda bitiyorlardı. Asla sizinle görüşmemize izin vermiyorlardı. Polis kelimesi ağzımızdan çıktığı amda adamlarından biri geliyordu. Sonra ağır bir şekilde dövdükten sonra tehditler savurarak gidiyorlardı."

 

"Sen de kendini Ecmel diye tanıtarak bir oyun oynadın? Peki Ecmel'in bu olayla alakası ne? Neden onun adını kullanıyorlar?"

 

"Ecmel diye biri yok."

 

Cihanşah şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdığında Yaren devam ediyordu.

 

"Ecmel yaptıkları işin adı. Ecmel en güzel ya da en yakışıklı demek. Güzel ve zengin kadınlarla, yakışıklı başarılı ve zengin erkekleri bulup önce aralarına sızıyorlar. Sonra çeşitli bahanelerle topuklarına bu çiplerden yerleştirip izliyorlar. Kendi adamlarını peşlerine takıp paralarını alıyorlar."

 

"Nasıl yapıyorlar bunu tam olarak?"

 

"Bilinçaltlarına mesaj gönderiyorlar. Çipler sayesinde hem takip edip hem de kendi istedikleri yerlere yönlendiriyorlar. Paralarını istedikleri kadar aldıktan sonra da peşlerini bırakıyorlar."

 

Olayın karanlık yüzünü dinlerken bunca karmaşanın altında cinayetlerin de olması Cihanşah'ı tedirgin ediyordu. Bu olay sadece Ayşem ve İlhan'ın ölümü ile sonlanmış olamazdı. Mutlaka daha fazlası vardı fakat bunu öğrenmek de o kadar kolay olmayacaktı. Ses kayıt cihazı çalışmaya devam ederken Cihanşah sorularını yenilemeye başlamıştı.

 

🩸🩸🩸

 

Tünel bitmişti ama kulaklıklara gelen parkur tanımına uygun ilerlemiyordu yarış. Terk edilmiş bir fabrikanın önüne çıktıklarında Haris yavaşladı. Tünelde ne olduysa diğer ikisi geride kalmıştı. Şimdiyse tek başımızaydık.

 

Araç tamamen durduğunda inmek için hazırlandım ama "Dur," dedi Haris. "Bu da oyunun bir parçası. Aşağı inmemizi bekliyorlar. İnme."

 

Dediğini yaptım ve elimi kapının koşunundan çekerek oturduğum yerdeki konumunu korudum. Az sonra Haris'in dediği gibi arkadan geleceğini sandığımız adamlar fabrikanın içinden çıktılar. Umut denen çocuk ve diğer aracın sürücüsü ile yanlarındaki kızlar bize doğru gelirlerken elleri boş değillerdi. Her birinin elinde tuttuğu kesici aletler gözümüzü korkutmak için olsa da tehlikeliydi. Umut eliyle halka işareti çizip camı indirmesini söyledi Haris'e.

 

Haris yavaşça kendi camını indirirken aynı anda tüm aracı kilitlemeyi de ihmal etmedi.

 

"Ne oldu lan dallama! Yolunu mu kaybettin?"

 

Haris ciddiyetle onları dinlerken "E ama biz köpeklerin güzel koku aldığını sanıyorduk değil mi?" diye sordu. Hepsinin arasında yine bir kahkaha tufanı kopmuştu. Haris de gülümseyerek karşılık verdi ama dinlemeye devam etti.

 

"O şef niye kaybetti biliyor musun?"

 

Merakla Umut'a bakarken bize doğru iyice yakalamıştı.

 

"Yalan söyledi çünkü."

 

Yalan deyince Haris'in gerildiğini görebilmiştim. Onun gelmiş geçmiş en iyi yalancılardan olduğunu ima etmiyorsa da bir şeylerden şüphelenmiş olmalıydı.

 

"Almanya'dan falan gelmemişsiniz köpek! Biriniz Konya'nın en ünlü Gelinlik davasını çözen polis, diğeri de onun tavuğu. Bunca zaman televizyonda adınız geçerken sizi tanımayacağımızı mı sandınız?"

 

Ortam iyice gerilmişti. Bizi anlayacağını asla düşünmemiştim. Şimdi başka bir çıkar yolumuz yoktu, köşeye sıkışmıştık.

 

"Eh çocuklar, kendisinin mimar olduğunu söyleyen bir şefi hakettiği cezayı verdiğimiz gibi bu yalancılara da vermemiz şart değil mi?"

 

Haris ne olacağını tahmin edercesine kendi camını kapatmaya başladığında Umut da hareketlenmişti. Daha önce fark etmediğimiz yerdeki balyozu alarak aracın ön camına kuvvetle indirdi. Cam kırılmamıştı ama hem araç hem de biz sarsılmıştık. Korku ile çığlık atsam da Haris sakinliğini korudu ve arabayı çalıştırdı.

 

İkinci balyoz darbesi benim camıma geldiğinde öncekinden daha büyük hasar vermişti. Cam kırıkları üzerime sıçrarken bedenim kesiklerle doldu. Acı ile inlediğimde Haris gaza basmış aracı onların üstüne doğru sürmüştü.

 

Elinde balyoz olan Umut kendisine hafif de olsa çarpan araba ile yere düşerken Haris durmadı. Diğerlerinin üstüne de sürdü ve yeniden Umut'a geldiğinde deli gibi kaçmaya başladı adam.

 

"Aklını kaçırdı bu! Kaçın! Kaçın!"

 

Haris tıpkı bir av köpeği gibi her birinin peşine teker teker düşerken korkudan kaçsalar da fabrikanın dışında saklanacaklardı yer kalmamıştı. Kapıdan içeri de giremediklerinde diğerleri kaçsa da Umut araç ile duvar arasında sıkışmıştı. Haris öldürme maksadından çok onu tamamen sıkıştırdığından emin olduğunda gazı bıraktı.

 

İkimiz de arabadan indiğimizde araba ile duvar arasında karnından sıkışan Umut'a doğru yürüdük.

 

"Ah, gecenin bu saatinde köpek mi olsam tavuk mu olsam diye düşünürken bir baktım kendimi fare olarak buldum. Sen de kapana sıkışmış bir peynirsin nasıl uyum ama?"

 

Biraz önce ahkam kesen Umut sıkıştığı yerde zar zor nefes alırken pek sesi çıkmıyordu. Sinirle araca vursa da hareket edemediği için Haris'e muhtaçtı.

 

"Şimdi bize, İlhan şefi nasıl öldürdüğünü anlatacaksın velet. Yoksa başınla o koca kıçını birbirinden ayırmaktan imtina etmem."

 

Umut korku dolu gözlerle Haris'e bakarken ben de vücuduma yapışan cam parçalarını toplamaya devam ediyordum.

 

🩸🩸🩸

 

Ecmel davasından üç ay önce

 

Sen varsan güzel bahar. Sen yoksan neyleyim mis kokulu çiçekleri...

 

Çağrı elinde tuttuğu çiçeğin mis kokusuna kendi de kapılmışken iki aydır birlikte çalıştıkları Ayşem'e açılmak ve mümkünse o çok sevdiği filmin gerçek olduğunu göstermek istiyordu. Aslında böyle bir aşkın gerçek olduğunu filmde görse inanmazdı ama şu an bizzat kendisi yaşadığı için itiraz edemeyecek kadar emindi kendinden.

 

Bugün 1+1 dairesinde değil de köşkünde geçirmişti geceyi. Şimdi de takım elbisesini giymiş konvoy halinde İnfinity kafeye doğru yol alıyordu. Ayşem'e gerçekte İlhan şef değil de Çağrı Aslanbey olduğunu gösterecek ve ona evlilik teklifi edecekti.

 

Araçları birkaç dakika sonunda kafenin önüne geldiğinde tadilattan dolayı mutfak çalışanlarının izne çıktığını öğrendi. Bir an için hüzünlense de en azından bir kahve içmek için birkaç dakika geçirebileceğini düşündü. Hem kafede kendine bir yer ayarlarsa yarın Ayşem'e daha güzel bir teklif yapabilirdi.

 

İkinci kata çıkıp en köşedeki masaya geçti ve güneş gözlüğünü çıkarmadan oturdu. Çalışanlardan herhangi biri onu tanısın sürpriz bozulsun istemiyordu. Oturduğu masada kahvesini beklerken biri geldi yanına.

 

"Merhaba bir soru sorabilir miyim?"

 

"Elbette buyurun?"

 

Çağrı karşısında duran genç kadını geri çevirmek istememişti. Kadın oldukça hoş giyimli ve kendinden emin duruyordu.

 

"Bu kafeye ilk defa geliyorum ama ne tercih edeceğimi bilemedim. Biliyorum siz de müşterisiniz ama bir fikir alabilirsem eğer..."

 

Çağrı normalde böyle sorulara itibar etmezdi ama kendi de bu kafede çalıştığı için kafeyi övmek istedi.

 

"En sevdiğim Ayşem şefin yaptığı çörek otlu kurabiyeler ve yine onun yaptığı mevsim salataları."

 

"Ah öyle mi? Ayşem şef mi dediniz? Şey iki dakika oturabilir miyim?"

 

"Tabii buyurun."

 

Kadın Çağrı'nın karşısına oturduktan sonra sohbet koyulaşıp gitmişti. Bir ara nasıl olduysa kadının bıçağı düştü yere ve çağrının ayağı da aynı anda kesildi. Bu duruma anlam veremeyen Çağrı kanayan ayağına mı yoksa birden bire gelişen olaya mı yoğunlaşsın anlayamamıştı.

 

"Ah çok afedersiniz, nasıl oldu ben de anlamadım. Bıçağım elimden kaydı ve..."

 

Kadın birden gözünde tuhaf biri olarak görünmüştü genç adamın. Şayet kuşkusu artsa bilerek ayağını kestiğini düşünecekti ama öyle birine de benzemiyordu.

 

"Hemen tedavinizi yapayım, doktorum ben. Gerçekten kendimi nasıl affettireceğimi bilmiyorum."

 

Kadın çantasından sargı ve birkaç tıbbi malzeme çıkarmıştı ama Çağrı asla oralı olmadı. Ayağını kendine çekerek kadından uzaklaştırdı.

 

"Sıkıntı yok. Tuhaf bir durum ama önemli değil. Ben hallederim."

 

Kadın her ne dediyse asla kabul etmeyen Çağrı hesabı isteyip alelacele kalktığında kanamaya devam eden ayağına anlam veremiyordu. Geride bıraktığı kadın oturduğu yerde kalırken kendisi tamamen uzaklaşmıştı.

 

"Başaramadım, ayağını tedavi etmeme izin vermedi."

 

"Nasıl başaramadın geri zekalı! Adam Mimar Çağrı Aslanbey'di. Ne yap et çip tak. Onun bize akıtacağı parayı böbreklerini satsan kazanamazsın. Çabuk ol."

 

Telefonda bağıran adamın sesi kadının kulağında yankılanırken bu hayattan bıkmıştı. Çağrı'nın bir daha asla kendisine yaklaşmayacağını adı kadar bildiği için çipi takacak başka birini düşündü.

 

"Ayşem denilen şefle bunun arasında kesin bir şey var."

 

Ertesi gün kafeye yeniden geldiğinde Ayşem'i yakından takip etmeye başlamıştı. Kafeye hangi saatte gelip hangi saatte gittiklerini öğrendikten sonra onları en rahat sabah vakitlerinde yakalayacağını anlamış ve sabah erken saatlerde kafeye gitmişti.

 

Ayşem ve Yaren o günün özel menüsünü hazırlamak için birlikte sebzeleri yıkıyorlar ve bir yandan da kendi aralarında konuşuyorlardı.

 

"İlhan şef iki gündür gelmiyor."

 

"Evet, izin almış," dedi Ayşem suyu daha çok açarak.

 

"Ha yani sana haber verdi?"

 

Yaren imalı ses tonu ile sorsa da Ayşem utanmaktan başka bir şey yapmamıştı.

 

"Kızım koca kafede İlhan şefin sana olan aşkını bilmeyen yok. Daha ne diye utanıp sıkılıyorsun. Sen de seviyorsun hem."

 

"Ya sus, biri duyacak."

 

"Ohoo ben herkes biliyor diyorum bu hala."

 

İki kız kendi aralarında konuşurlarken dışarıda bir gürültü oldu. Hemen sonrasında da içeri giren kadın.

 

"Kızlar durdurmaya çalıştım ama illa sizinle görüşmek istediğini söyledi."

 

İlhan'ın en yakın arkadaşı Metin mutfağa dalan bu kadını durdurmayı başaramadığı için kızlardan özür dilerken genç kadın "Ayşem şef hanginizdi?" diye sordu.

 

"Benim, buyurun?"

 

"Merhaba ben Tuvana. Gurmeyim ve dünkü menünüzden dolayı sizi tebrik etmek istemiştim."

 

Hem Ayşem hem Yaren böyle bir iltifatı beklemedikleri için heyecanla kadına bakakaldılar.

 

"Ben? Ben de salatayı yapmıştım. O da güzel olmuş mu?"

 

"Evet evet, harika olmuştu."

 

Tuvana önce çipi Ayşem'e takmayı düşünmüşse de Çağrı'nın bir şekilde şüphelenerek aynı ayak yarası olduğunu düşünüp peşine takılacağını tahmin etmişti. Sırf bu yüzden Ayşem değil kendine başka bir kurban seçti.

 

"Şimdi mümkünse dergimde yayımlamak için sizinle röportaj yapmak isterim."

 

Olaylardan habersiz olan iki kız da heyecanla ellerini kuruladıklarında "Ben geleyim o zaman," dedi Ayşem ama Tuvana "Sizden başlayalım isterseniz," diyerek Yaren'i öne aldı. Ayşem biraz bozulsa da kendinden ayırmadığı Yaren adına sevindiği için hemen kendini topladı.

 

Tuvana önde Yaren arkada mutfaktan çıktıklarında röportaj çok kısa sürmüştü. Yaren yeniden mutfağa döndüğünde Ayşem onu soru yağmuruna tuttu.

 

"Nasıl geçti röportaj? Neler sordu? Şimdi sırada ben mi varım? Dergisinin adı ne tam olarak? Ay çok heyecanlıyım Yaren."

 

Heyecandan Yaren'in ayağını fark edemeyen Ayşem zavallı kızın topalladığını anlar anlamaz endişe ile sarardı.

 

"Ne oldu sana?"

 

"Ay bi şey yok, bıçak düştü ayağım kesildi ama Tuvana beni tedavi etti. Endişelenecek bir şey yok. Acil işi çıkmasa seninle de röportaj yapacaktı ama var ya Ayşem harika bir histi ya."

 

Ayak meselesi hızla kapanmıştı. Kendi aralarında röportaj hakkında konuşup hevesle gelecek günlerden sohbete dalmışlardı. Fakat o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Yaren, ayağı iyileşmesine rağmen tuhaf şeyler olduğunu fark ediyordu. Nereye gitse karşısına çıkan ürkütücü tipli adamlar sanki kamera takmışlar da onu izliyorlar gibiydi. Çoğu defa halüsinasyon gördüğünü düşünse de bir noktadan sonra izlenildiğine kanaat getirmişti.

 

Bir haftadır kafeye gitmeyen Çağrı ayağının iyileşmesini bekliyordu fakat iptal olan evlilik teklifinden dolayı da kendini hiç iyi hissetmiyordu. Ayşem'e kimliğini açıklayamadığı her gün daha da tedirgin olurken kimliği belirsiz biri tarafından bir e-posta aldı. E-postada tam olarak şöyle yazıyordu.

 

Aşk güzel bir şeydir, tamamına ererse.

Yalan kötü bir şeydir, sorumluluğu alınmazsa.

 

Usta bir yalancı olarak Ayşem şefe olan hislerin şayet gerçekse kendini ispat et. Ha yok ben yalana devam edeceğim diyorsan kızın hayatını da tehlikeye attığını bil. Eğer Ayşen'i kurtarmak istiyorsan yarın akşam yapılacak olan drifte katılır ve istediğimiz meblayı bize verirsin. Şu an sana oyun gibi gelebilir mimar Çağrı Aslanbey, fakat inanman için aşağıya birkaç şey bırakıyoruz. Belki bu şekilde Ayşem'e bir nefes uzaklıkta olduğumuza ikna olursun.

 

E-posta Ayşem'in birçok açıdan çekilmiş ifşa fotoğrafları ile bitiyordu. Çağrı tüm bu yazıyı defalarca okudu ama mantıklı bir açıklama bulamamıştı. Ayşem'i tanıyordu ve ona en yakın bir tek Yaren vardı. Yaren de asla böyle bir şey yapmazdı. Genç adam sıkıntı ile nefes alıp ne yapacağını düşünürken içinde kötü bir his yayılmaya başlamıştı.

 

🩸🩸🩸

 

"Be-benim tek bildiğim, o yarışta Çağrı Aslanbey isimli mimarı öldürmemin istenmesi. Başka bir şey bilmiyorum."

 

"Kim istedi?" diye sordu Haris. Umut yanıt vermekte gecikince "Kim istedi lan!" diye kolunu boğazına yapıştırdı.

 

"Kenan diye bi adam. Ayrıca yanında gelen dört kişi daha. Bana çok para verdiler. Ço-çok para."

 

"Sen de para karşılığı masum birini öldürdün öyle mi?"

 

"Ha-hayır. O daha çok verdi."

 

"Ne?"

 

Haris anlamamışça kolunu geri çekip yüzünü buruşturduğunda Umut devam ediyordu.

 

"Evet mimarı öldürmem söylendi ama o daha çok para vererek kendisini öldürmüşüm süsü verdirdi. Fakat ölen kişinin mimar değil de İlhan şef diye biri olduğunu da etrafa yaymamı istedi. Ben ne olduğunu bilmiyorum, ne olur beni tutuklamayın."

 

"Kes lan! Sen bu olayda masum olsan bile içtiğiniz o zıkkımdan dolayı illa yatacaksın. Sanki sütten çıkmış ak kaşık da."

 

Haris söylenmeye devam ederken "Ama haberleri var," dedi Umut korku dolu bir sesle.

 

"Neyden haberleri var?"

 

"Polisin bu olaya karıştığından. Kafede çalışanları biliyor ve oraya bir canlı bomba gönderdiler."

 

"Ne diyon lan sen!"

 

"Doğruyu söylüyorum. Kafedeki polisleri öldürmek ve ip uçlarını yok etmek için."

 

"Bizden haberleri var mı peki?"

 

"Yok. Onların benimle işi bitti. Mimarı öldürdüm sanıyorlar."

 

Korku dolu gözlerle Haris'e baktığımda "Memati, Yağız içeride Emre ve Onur dışarıdadır. Hayatları tehlikede!" dedi.

 

Buradan kafeye gitmek bir saatten fazla sürerdi. Hızla telefonlarımıza sarıldık. Haris Cihanşah'ı ararken ben Meriç'i aradım.

 

"Heyzır senin orada ne işin var!"

 

Meriç'in bağırışı kulaklarımı ağrıtsa da söylediğim şeyden sonra telefonu kapatmış ve diğerlerini kurtarmak için yeni bir operasyon başlatmıştı. Haris de telefonu kapattığında "Buraya da bir takviye ekip istedim, yakında burada olurlar," dedi.

 

Umut asla kurtulamayacağını anladığında arabanın üstüne yattı. Belden aşağısı arabanın altına sıkıştığı için hareket edemiyordu ama yine de iyi görünüyordu.

 

"Çağrı Aslanbey ölmediyse bu örgütün peşine düşmüş olmalı. O halde bizim ulaşmamız gereken en birinci kişi," dedi Haris "Mimar Çağrı Aslanbey," diye tamamladım. Yavaş yavaş sona doğru gelirken zaman hızla akıp gitmişti.

 

Gün ağırırken gelen takviye ekip drifte katılan herkesi tutuklayıp götürürken biz de Haris'le kıyafetlerimizi değiştirip merkeze doğru yol aldık. Haris'le ben merdivenlerden, Onur, Yağız, Memati ve Emre karşımızdan, Cihanşah sağdan, Meriç soldan gelirken hepimiz ortada buluştuk.

 

"Olayı çözdük!"

 

Herkes aynı anda bunu dediğinde çok komik bir ortam oluşmuştu. Herkes birbirine bakarak gülerken Meriç "Tuvana'nın itirafıyla örgütün yerini tespit ettik," dedi.

 

"Yaren Koç çip takılarak izlenen insanların listesini verdi," dedi Cihanşah.

 

"Canlı bomba olayı olmasaydı İlhan şef hakkında daha fazla bilgi edinirdik ama maalesef öldürüldüğünü öğrendik," dedi Yağız.

 

"Ve biz de," dedi Haris bana bakıp gülümseyerek.

"Mimar Çağrı Aslanbey ve İlhan şefin aynı kişi olduğunu, aslında ölmediğini ve büyük ihtimalle örgütün izini sürdüğünü öğrendik. Anlayacağınız eğer Çağrı'ya ulaşırsak tüm dava sona erecek."

 

Haris'in bilgileri herkesi daha çok şaşırtırken "İlhan şefle Çağrı Aslanbey aynı kişi miymiş yani?" diye sordu Emre.

 

"Evet," dedim başımla onaylayarak.

 

"Nasıl ya? E şef öldü diyorlar?"

 

"Öldü ama ölmedi."

 

Haris tam bunu dediğinde Umut ve beraberindekiler tutulanmış bir şekilde getiriliyordu.

 

"O kadar bilgi verdim hak ettiğim şey bu muydu yani? Aşk olsun köpek, aman tavuk, yok fare memur bey."

 

Umut söylene söylene giderken Haris gülüyordu.

 

"Bu ne diyor böyle?" diye sordu Cihanşah. "Sana hakaret mi etti yoksa iltifat mı?"

 

"Eh, ikisi de var," dedi Haris gözlerini kısarak.

 

Hepimiz bir kere daha birleştiğimizde davanın sonuna gelmiştik.

 

Elzem adını alan örgütün yüzden fazla çalışanla birlikte zengin insanları avladığı ve kendi mekanlarında paralarını harcatarak bu şekilde paralarını aldığı açığa çıktı. Örgüt yöneticilerinin ifadelerinde önce bir bıçak yarası, sonrasında topuklara takılan çiplerle insanların takip edildiği ve bu şekilde milyonlarca liranın örgüte aktarıldığı öğrenildi.

 

Çözülen davadan sonra madur olan zenginlerin sayısı her geçen gün daha da artarken hep aynı usulün kullanıldığı öğrenildi. Topuklarındaki çiplerden haberleri olmayan insanlar basit bir bıçak yarası olduğunu sansa da yapılan ameliyatlar sonucu çiplerin tamamı çıkarıldı.

 

Olayda adı geçen tanıklardan örgütün köle efendi yöntemi ile çalıştığı ve çoğu üyesinin de kadınlardan oluştuğu bildirildi. Ölümle tehdit edilen kadınların görevi ismi verilen zengin kişiliklerin ayaklarına bıçak yarası açmak ve çipleri yerleştirmek olduğu açıklandı.

 

Örgüt baskınında binlerce keskin bıçak, takip için kullanılan çipler, çeşitli bilgisayarlar ve isim listeleri ele geçirildi.

 

Dava sonuçlanana dek madur olan insanların artması beklenirken bu fikri ortaya atan örgüt yöneticisi doktor Kenan Öztekin üç kere müebbet hapse mahkum edildi.

 

Ecmel davasında Yaren Koç takip edildiğini anlayıp Ayşem'i de. kaybettiğini sanınca psikolojik olarak ağır travmalar geçirdi. Ayağındaki çipten izlenildiğini çözdüğünde ise polise gitmenin yollarını aradı. Ecmel isminde bir mimarı taklit edercesine merkeze ifade verdiğinde Yaren'i yalanlamak için örgüt gerçek Ecmel olduğunu söyleyen bir kadın görevlendirdi. Yaren tamamen köşeye sıkıştığını anlayınca polisleri evine çağırdı ve şizofrenik hareketlerde bulunarak davanın çözümü için türlü yollar denedi. Sonunda Yaren'den kurtulmayacaklarını anlayan örgüt köşeye sıkıştı ve kendi sonlarını kendileri getirdi.

 

🩸🩸🩸

 

Sona eren karmaşık bir davadan sonra üzerimizden büyük bir yük kalkmıştı. Tutuklanan ve kurtarılan onca insanı gördükçe kendi kendimize yaptığımız cefayı dünyada hiçbir ırkın yapmadığını düşündüm. Bir taraf kölelikle hayat sürerken, diğer taraf efendiyi oynuyordu. Tüm bu vahşetin sonunda yeni bir güneş doğuyordu.

 

Emre ve Onur uyumak için evlerine gittiğinde Yağız ve Memati tedavi için hastaneye gitmişti. Meriç tutuklularla ilgilenirken Cihanşah örgütün bağlantısı olma ihtimali olan diğer kollarla ilgileniyordu. Haris ve ben de yeni bir sabahı karşılarken İnfinity kafenin önündeydik. Her şeyin başladığı bu yerde son bir olayı da çözmek için bekliyorduk.

 

Yaren Koç fiziksel ve psikolojik tedavinin ardından ayağa kalkmış, kendisine yapılacak olan sürprizi bekliyordu. Genç kadın kaybettiği tek dostunun acısını bir türlü atlatamamıştı. Örgütün Ayşem'i öldürdüğünü sanıyordu fakat Ayşem son anda olayları fark eden Çağrı tarafından olaylar çözülene dek alıkonulmuştu.

 

Yaren hayattan ümidini kesmişçesine etrafına bakarken karşısından gelen Ayşem'i görmesi ile önce şoka girdi sonra koşarak arkadaşının boynuna atladı. Böyle bir mutluluğu seyrederken tek güzellik bu değildi.

 

Peş peşe gelen siyah lüks araçlar kafenin önünde durduğunda Haris ve ben dışında kimse ne olduğunu anlamamıştı. Yaren Ayşem'in öldürüldüğünü sanarken, Ayşem de İlhan şefin öldürüldüğünü sanıyordu. Ve belki İlhan şef gerçekte ölmüştü ama Çağrı Aslanbey hala hayattaydı.

 

Ayşem araçtan inen takım elbiseli genç adama şaşkınlıkla bakarken ben bile heyecanlanmıştım. Görüp görebileceğim en muhteşem karşılaşmalardan biriydi. Hala daha İlhan şefin aslında Çağrı Aslanbey olduğunu bilmiyordu ve bu gerçek bir film gibiydi.

 

Hem Yaren hem Ayşem kendilerine doğru gelen İlhan şef sandıkları kişiye şaşkınlıkla bakarken "Ama sen," dedi Ayşem. "Ölmüştün."

 

Çağrı sol yanağındaki gamzesini belli ederek gülümsedi.

 

"Belki. Ama gerçek aşk ölümsüzdür değil mi?"

 

Hala daha ne olduğu anlaşılmamıştı. Ayşem şaşkınlığını bir türlü bastıramıyordu.

 

"O gün sana geldiğimde gerçekleşmesini istediğim filmin Ghajini olduğunu söylemiştim ama sonunu hiç izlememişim ben onun. İyi ki tamamen gerçekleşmedi, yoksa ben sensiz ne yapardım?"

 

Bu güzel cümlelerle ben bile erimiştim. Durduğum yerde bir film izliyormuş gibi gülümserken Haris de arada bana bakıp gülüyordu.

 

"Hala anlamıyorum İlhan, ne oluyor?"

 

Genç adam daha fazla uzatmadan kartını uzattı. Ayşem eline tutuşturulan kartı okurken "Çağrı Aslanbey," diye mırıldandı.

 

"Çağrı Aslanbey?"

 

"Evet, ta kendisiyim. Benim adıma verdiğin röportajlar sonrasında seni görmek için kafene geldim. Ama sen bana tuhaf bir şekilde İlhan ismini taktın. Ben de itiraz etmeden kabullendim. Seni yakından tanımak istemiştim. Fakat peşimde olan bir örgüt senin hayatını da tehlikeye atınca istemsizce seni alı koymak zorunda kaldım."

 

"Günlerce evinde kaldığım Çağrı Aslanbey sen miydin yani? O yüzden bana yüzünü göstermedin?"

 

"Yaren'in polise gittiğini biliyordum. Emniyet bu işi çözene dek kimliğimi gizli tutmak istedim. Ancak o zaman güzel bir teklif yapabilirdim."

 

"Ne teklifi?"

 

Ayşem merakla sorduğunda Çağrı yavaşça tek dizinin üstüne çöküp evlenme teklifi etti. Devamı için kendimizi fazlalık gibi hissettiğimiz için Haris'le birlikte oradan ayrıldık. Kafenin olduğu sokağın sonuna doğru yürümeye devam ederken "Bakıyorum da çok beğendin," dedi Haris.

 

"Evet, hangi kız böyle masallar gibi bir aşk istemez ki?"

 

"Sen de istersin yani?"

 

"Elbette."

 

"Seninkisi masaldan ziyade, korku filmi olsa bile mi?"

 

Ne demek istediğini anlamak adına durdum ve ona baktım. Elleri pantolonun ceplerinde ciddiyetle bana bakıyordu.

 

"Senin hikayen masallar kadar güzel olmasa da yine de istiyor musun?"

 

Soruları çok manidardı. Aklında başka şeyler vardı ama ben sormadan açıklamayacak gibiydi.

 

"Nasıl yani?"

 

Durdu. Bakışlarını yere indirip derin bir nefes aldı. Gözleri yeniden beni bulduğunda yutkunarak mırıldandı.

 

"O gece benden hoşlandığını söyledin Heyzır."

 

Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Şoka girmişçesine Haris'e bakarken me diyeceğimi bilemiyordum.

 

"Benden gerçekten hoşlanıyor musun?"

 

Bu, biraz önce seyrettiğim Çağrı Ayşem sahnesinden bile daha heyecanlıydı. Hayır bu kalbimi durduracak bir soruydu. Ne yaptım da böyle bir soruyu hak ettim bilmiyorum ama Haris bir cevap bekliyordu. Ben ona o bana bakmaya devam ederken gözlerimi bir an olsun kırpmıyordum.

 

🩸🩸🩸

 

Fiyuv! Bir davanın daha sonuna geldik. İtiraf ediyorum sonunu getiremeyeceğim diye çok korktum ama nihayet bağladım. Bundan sonraki bölümlerde aslında planlamalarıma göre Gül kurusu davasını işleyecektim ama çok uzun olacağı için 3. kitaba aktarmaya karar verdim. Bitmesini istemiyorum ama ilerlemek adına yazmaya da devam etmem lazım. Cevap 1871'den sonra hiç beklemeden 1994'e devam edeceğim inşaAllah. İlk defa bu kadar uzun yazıyorum. Ben yazarken sıkılmıyorum inşaAllah siz de okurken sıkılmıyorsunuzdur. Seriler uzadıkça sıkar ve saçmalar genelde ama Profesyonel için böyle olmamasını diliyorum.

 

Yeni bölüm aksilik olmazsa 2 Ocak Pazar günü gelecek. Yeni bölümde görüşmek üzere. Allah'a emanet olun ❤️

Loading...
0%